Son günlerde seçimlere dönük Dayanışma Platformunda önemli gördüğümüz yoğun tartışmalar devam ediyor. Bizler de bu tartışmalara küçük de olsa bir katkımız olsun istiyoruz. Öncelikle Marksizm çerçevesinde seçimler, parlamento, boykot konusunda sosyalist-komünist programın praksis olarak içselleştirilmesi noktasında bir yaklaşım getirmek konunun netleşmesine katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz. Bu katkının doğru anlaşılması için özellikle olağanüstü dönemlerde ve kriz, çöküş konjonktüründe ana halkayı yakalayıp konuya bütünsel yaklaşım gerekmektedir. Buradan detaylara boğulmadan çeperlere ve türevlere gitmek daha doğru olacaktır. Bu ana halka Marksizm’in seçimler, parlamento, boykot konularına diyalektik saiklerle analiz ve analitik getirmek demektir. Bu ana halka aynı zamanda bütünsel yaklaşım olan seçimler ve parlamento konularında kendi partisi olan Devrimci Komünist İşçi Partisinin konumu, durumu ve türev olan diğer partilerin desteklenmesini veya boykotunu kapsamaktadır.
Burjuva seçim platformları Marksistler için geçici, bu anlamda taktik bir adım olup burjuvazinin 5 dakikalık illüzyonu ve manipülasyonu demektir. 4-5 yılda seçilenler her boydan yolsuzluklar, hırsızlıklar, şaibeli işlerine rağmen geri çağırma mekanizması olmadığı için görevde kalarak adeta saltanatlarını devam ettirirler. Burjuva partilerine aktarılan seçimlerdeki parasal destek emekçilerin ekmeklerinin daha da küçülmesini getirirken, burjuva ajitasyon ve propaganda onların egemen fikirler egemen sınıfların fikirleridir anlamında adeta zehirlenmelerine katkı olmaktadır. Dolayısıyla Marksizm’in bu konuda görüş ve anlayışının şekillenmesi temelde emek, sermaye, kapitalizm, sosyalizm antagonist çelişkisi üzerine oluşturulmuştur. Bu noktada Rosa Luxemburg’un “ Seçimler çözüm ve kurtuluş olsaydı yasaklanırdı “ sözü anlamlı ve önemlidir.
İşte böylesi seçimler sosyalist- komünistler için ancak kendi güçlerinin test edildiğini platformlardır. Lenin’in doğru öngörüsüyle işçi sınıfının olgunluğunun ölçüldüğü platformlardır. Yani kendi partisi olan Devrimci Komünist İşçi Partisinin seçimlere katılma koşulları varsa onun nicel ve nitel olarak testi demektir. Güncelliği anlamında ise fabrikalarda, işyerlerinde, tarım alanlarında, kadın ve gençlik içinde işçi ve emekçiler olarak güçlerinin ne olduğunun anlaşılması demektir. Bu seçim öncesi seçim faaliyetlerinde nitelik olarak bu kitle içinden yeni insanların kazanımı ve kazanılan insanların daha da yetkinleşmesine ve örgütlenmesine katkı demektir. Seçim günü ise bu kitlenin niceliksel durumuna bakıldığında beklenilen sayılarda oy oranına ulaşmak veya beklenenden daha yüksek oy oranları ya da daha düşük oy oranları anlamında test demek olacaktır. Bu anlamda burjuva seçimlere bu düşünce ve anlayış dışında yaklaşım kırılmalar, öngörü eksikliği ve seçim öncesi ve seçim sonrası beklentilerin olmaması noktasında şaşkınlık ve kafa karışıklığı olacaktır.
Seçimler sonucu oluşacak parlamentonun ne olduğuna baktığımızda burjuva parlamento konusunda Marks’ın parlamento konusunda “Burjuvazinin ahırıdır “ sözleri burjuva parlamentonun ne olduğunun özlü doğru ifadesi olmuştur. Parlamenterizme tekabül eden bu burjuva parlamentonun en zaaflı durumu kapitalizmin gerçeklerinin görülmemesi için bir örtü işlevini yerine getirmesidir. Yani kapitalizmin temel işleyiş alanları altyapısal olarak sermayenin üretim ve büyük tüketim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyet anlamında üretim yerleri ve üst yapısal olarak devlet organları olarak özellikle Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, Milli Savunma Bakanlığı- Genelkurmay ve MİT vb. gibi alanlar olmasıdır. İşte bu alt yapı ve üst yapıdaki egemenlerin varlığının görülmesinin örtüsü olan parlamento, egemenlerin yasal işleri çözen bir aparat olmuştur. Elbette kapitalizmin istikrarı ve devamı için geniş kitlelere kırıntılar sunulması eşyanın tabiatı gereği sürpriz olmayacaktır. Yine burjuva parlamentonun sınıfsal bileşimine bakıldığında işçi ve emekçilerin parlamentoya girmeleri mümkün gözükmemektedir. Bazı işçi sınıfından kopuk bürokrat sendikacıların parlamentoya seçilmeleri bir illüzyon yaratmamalıdır. İşçi ve emekçilerin parlamentoya girememeleri bir soyut düşünce değil somut bir gerçekliktir. Yani seçim çalışmaları için milyonların harcanması gerekirken, işçi ve emekçilerin maaş ve gelirleri açlık ve yoksulluk sınırının altındadır.
Dolayısıyla böyle bir parlamentoya karşı sosyalistler-komünistlerin tutumları, geleneksel Marksist tutumun anlayışlarına bağlıdır. Bu durum geleneksel tutumun, geleneksel cazibesinden değil, diyalektik saiklerle bugün de doğru olmasından kaynaklıdır. Kapitalizmin bütünsel işleyişinin devam ettiği koşullarda bu geleneksel anlayış Marksistlerin, sosyalist –komünistlerin de düşünce ve tutumu olacaktır. Yani bu tutum burjuva parlamentosunu komünizmin ajitasyon, propaganda ve örgütlenmeye katkı anlamında bir kürsü olarak kullanılmasıdır. Elbette bu faaliyet dönem ve konjonktürü dikkate almalı, somut şartların somut analizi çerçevesinde diyalektik ve yaratıcı olmalıdır. Bu Marksist tutumun dışında parlamentonun dönüştürülmesi tezleri, kapitalizmin içinde çözüm arayışları çerçevesinde parlamentoyu kullanmak sonuç vermeyecek ve egemen parlamentonun gücü karşısında kanıksanma ile sonuçlanacaktır. Geçmişte kapitalist ülkelerin bir kaçında bürokrasi ve ordunun güçsüz olduğu koşullarda Marksizm’in somut analizi olan barışçıl geçiş ve parlamentonun dönüşümü, o gün bile tam netlik taşımazken, gelinen noktada devasa bürokrasi ve nükleeri de taşıyan orduların varlığı koşullarında mümkün gözükmemektedir. Zaten Marksizm’in geliştirilmesi noktasında daha sonra bu barışçıl geçiş ve dönüştürme tezleri savunulmamıştır. Bu doğrultuda Marksist Bebel ve Gramsci’nin Almanya ve İtalya Burjuva parlamentolarını Komünizmin savunulması anlamında bir kürsü olarak kullanmaları örnek ve ders niteliğinde olmuştur.
Marksizm’de boykot tezi de düşünce ve teorik düzeye somut pratiğe bakılarak şekillenmiştir. Bu anlamda her boykot anlayışını Marksizm’in boykot anlayışı ile bir ve aynı görmemek gerekir. Marksizm’de boykot tezi doğrudan sistemle- kapitalizmle onun seçimleri ve parlamentosu ile bağlantılıdır. Yani geniş kitleler kapitalizm ve onun parlamentosundan umut ve güvenlerini tamamen veya başat şekilde kaybetmişlerse ( başat olarak da devrimci durum koşullarında ) boykot uygun olacaktır. Devrimin başarılmasını sağlayacaktır. Böylesi koşullarda aktif boykotu savunmamak devrimin yenilgisini getireceği gibi bir kez daha o kitle aktivizminin uzun yıllara ertelenmesi demek olacaktır. Tersi durumda geniş kitlelerin kapitalizm ve parlamentodan tamamen veya başat olarak umut ve güvenleri devam ediyorsa boykot anlamsız olacak ve hüsranla sonuçlanacaktır. Böylesi koşullarda boykotu savunmak geniş kitlelerin dağılmasını, parçalanması, bölünmesi ve olağan akışı içinde ciddi bir korku ve pasifizmini getirecektir. İşte bu noktada Lenin gibi konu bakımından taktik ustası hem boykot koşulları oluştuğunda gereğini yerine getirmiş (Yani Duma seçimlerini boykot etmiştir ) hem de boykot koşullarının olmadığı koşullarda Duma seçimlerine katılarak kitleselliğini devam ettirmiştir.
Bir de pasif boykot diyebileceğimiz koşullar vardır. Bunlar dönemsel ve konjonktüre göre hayata geçerse anlamlı ve önemli olacaktır. Seçimlere katılmamak anlamında boykot, parlamentodan çekilmek anlamında boykot ve bazı ırkçı, faşist, şeriatçı partileri protesto anlamında boykot şeklinde olmalıdır. Bu ve benzeri boykotlar yeri zamanında uygulandığında hem komünistlere hem de diğer muhalefet bileşenlerine katkı sağlayacaktır. Tersi durumda yani yeri zamanı uygun olduğunda bunları savunmak ve desteklemekten geri duruş, var olan olumsuzluğun kabulü anlamında muhaliflere negatif, egemenlere ise pozitif olarak yansıyacaktır. Somutlarsak ucube bir sistem olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, burjuva parlamentonun bile tıkandığı, işlemediği noktada ve muhalefet tarafından geniş kitleleri ilgilendiren her talebin iktidar çoğunluğu tarafından reddedildiği koşullarda bu tarz pasif boykotu burjuva ve sol muhalefetin hiç olmazsa geçici bir süre bazılarını veya tümünü uygulamaları önemli, anlamlı ve işlevsel olacaktır. Elbette Marksizm’in bütün yukarıda değerlendirdiğimiz bu önermelerini içselleştirerek, diyalektik ve yaratıcı bir şekilde güncellemek de önemli olacaktır.
Bu noktada Marksizm çerçevesinde değerlendirme ile somut tartışmalara ve duruma bakmak istiyoruz. Yerel seçimler yaklaşırken ve diğer seçimlerde de öngörü sunacak olan bu değerlendirmeler referans olacaktır. Bu noktada yeri gelmişken bir değerlendirme ile devam etmek istiyoruz. Burjuva seçimler bile atanmışlardan hemen her durumda ileri olmuştur. Seçim yatırımı olarak burjuvazinin maaş vb. kısmi iyileştirmeler de yoksullar için bir kırıntı bile olsa önemlidir. Ama tersi durumda her seçimde geniş kitlelerin kendi özne olma durumlarını unutarak seçimlere kilitlenmeleri ve egemenlerden medet ummaları ise en azından bir atalete ve pasifizme denk gelmektedir. Bu anlamda 2 ay sonraki yerel seçimlerden sonra 4 yıl seçimler ( zorunlu erken seçimleri dışarda tutarak ) olmayacaktır. Bu noktada toplumsal muhalefetin özellikle sol-sosyalist bileşenleri kendi içlerine dönerek dışa dönük kitleselleşme faaliyetlerine başlamalarının zeminini bulacaklardır.
Somut duruma baktığımızda özellikle bu 2 ay sonraki yerel seçim yine genel seçim havasında yapılacak olması noktasında farkındalık yaratmaktadır. Ama bu seçimin bir önceki yerel seçimden farklılıklar taşıdığını da görmek gerekiyor. Var olan ittifak yapılarının dağılmış olması, burjuva muhalefetin içinde yaşanan kaos, kırılganlık ve açmazlar bu seçimin sonuçlarının adeta alameti-farikası olacaktır. Özellikle nüfus yoğunluğu ve sanayi ve ticaret, finansın merkezi olan İstanbul’un iktidar tarafından alınması için hile, şaibede dahil her yol denenecektir. Burjuva muhalefet için ise İstanbul dahil kendilerinde olan bazı illerin kaybedilmesi sürpriz olmayacaktır. Yer yer kazanılırsa sürpriz olacak demek yanlış olmayacaktır.
Bu noktada sosyalistlerin komünistlerin tutumu ne olmalıdır. Eğer sosyalistler-komünistler bu yerel seçimlere kendi partileri olan Devrimci Komünist İşçi Partisi ile katılmış olsalardı, seçimler, parlamento, boykot konusunda Marksist tutumla girecekler ve onlar için bu seçimler de son tahlilde 5 dakikalık geçici bir taktik adım olacaktı. Ama somut durumda böyle bir parti olmadığına göre umutlarımızı geleceğe erteleyerek tavır almak zorunlu olmaktadır. Yani dışımızdaki herhangi bir partiyi desteklemek veya desteklememek bir tavır olarak gündemdedir.
DEM Parti ile başlamak gerekirse derin analizlere girmeden DEM’in Kürt sorununun çözümünde temel özne olması ve sol bir parti olması noktasında varlığı konumunun belirleyicisidir. Bu noktada DEM içinde ve dışındaki sosyalistler-komünistler başta şovenizm ve sosyal şovenizmden azade olmak üzere DEM’e gerçekçi noktada bir özne olarak yaklaşmalıdırlar. Bu noktada burjuva muhalefete küçük nefes almaların bile önemini gözeterek verdiği destek ve tavizlerden onlardan küçük bir karşılık alamadıkları, isimlerinin söylenmesi ve yanlarına yaklaşmadan bile çekinildiği noktada DEM Partinin kendi bağımsız her kararı meşru olacaktır. Seçimlere bağımsız katılmaları ve hatta gerçekçi gözükmese bile bir önceki seçimlerde İstanbul’da CHP’nin kazanmasına katkıda önemli olmaları bilindiğinden CHP ‘ye dönük bu defa da sizin önereceğiniz bir adayda olsa bizi destekleyin demek yanlış olur mu, Bu durum nitelik ve özne anlamında seçimleri kazanmak ve kaybetmekten bağımsızdır. Yine DEM’in koşulsuz bir önceki yerel seçimdeki gibi AKP’den kurtulmak anlamında tavır alması niçin yanlış olsun, bunu basit bir CHP yandaşlığı ile açıklamak siyasi körlük değilmidir.
Yine bütünsellik anlamında farklı olarak sosyal demokrasinin, eksiğiyle CHP’nin tarihsel olarak da faşizme karşı birleşik mücadelede önemli bir müttefik olması yönetiminden değil milyonlarla ifade edilen tabanından kaynaklıdır. Bu anlamda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçim öncesi Kılıçdaroğlu ve CHP’nin emek ağırlıklı, Kürt sorununa yaklaşımında asgari olumlu olması noktasında desteklenmesi niçin yanlış olsun. Aynı Kılıçdaroğlu’nun adeta tam satış, dönüş noktasında faşistlerle kucaklaşması, dışımızdaki devlet ve sermaye ağırlıklı bir partinin tutarsızlığı noktasında sosyalistlerin ne suçları, zafiyetleri olabilir. Yine DEM’in CHP’ye dönük kayyumlara karşı olmak, faşizme karşı birlik olmak noktasında talepte bulunması ve bu noktada destek açıklaması olursa yanlış ve haksız mı olur.
bu seçim kategorilerinde sosyalist-komünistlerin tavırları koşullara göre desteleme veya desteklememe noktasında seçimlerin kazanılması veya kaybedilmesi anlamında sosyalistlerin-komünistlerin dışındadır. Dolayısıyla desteklenen parti kazandığında çok şey kazanılmayacak, kaybettiğin de de çok şey kaybedilmeyecektir. Çünkü gerçekçi temelde baktığımızda kazananda kaybedende kendi komünist partisi olmayacak ( zaten böyle bir parti yok ) taktik olarak desteklediği parti olacaktır. Bu noktada komünistler adına farkındalık, seçimlerin kazanılması veya kaybedilmesinden bağımsız olarak her durumda Marksizm’in seçimler, parlamento ve boykot konusunda düşünce ve tavırlarını savunmak ve destekledikleri partilerin doğru sınıfsal analizler-analitiklerinden vazgeçmemeleri olacaktır.