Kapitalizmin bir dünya sistemi olması küresel kapitalizmin tüm ülkelerini diyalektik süreçle birbirine bağlamaktadır. O ülkelerin zayıf halka veya güçlü halka olması kapitalizmin otantiğine bağlı olarak gelişmektedir. Bu durum diyalektik süreçle de olsa aynı, benzer, ortak sorunları üretmektedir. Yani yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret-gelir düşüklüğü gibi ekonomik nedenlerle. Ayrıca sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, barınma, enerji, gıda ve su güvenliği ve ekolojik yıkımın getirdiği felaket kapitalizmin küresel çapta ortak sorunlarını oluşturmaktadır. Bu anlamda bu ülkelerde öne çıkan gelişmeleri dikkatle izlemek, gözlemek örnek ve ders niteliğinde öngörü de olacaktır.
ABD patentli İsrail soykırım ve vahşet savaşı yayılmacı bir alt-emperyalist saldırganlık olarak devam etmektedir. Bu yayılma savaşı son dönemde ilk saldırganlığını Lübnan’da gösterdi, süreçte İran ve Suriye’ye veya diğer ülkelere yayılması da sürpriz olmayacaktır. İsrail’in bu soykırım vahşeti resmi rakamla 50 bine yakın ölüm, yarım hayatlar anlamında yüzbinlerce yaralı ile devam etmektedir. Bu soykırımın somut göstergeleri şöyledir. Yiyecek, içecek, temiz su, hastanelerde sağlık malzemesi, yeterli hijyen ve hatta insanların geceleri uyuyabileceği şartlar bile yok Gazze’de. Bacakları kesilmiş bebek görüntülerinin artık normalleştiği Gazze’de kimsesiz kalan çocuk sayısı binlere ulaştı.
İsrail’in bu soykırım vahşeti öyle aleni ve yüksek boyutlardaki daha önce Hizbullah’a karşı tutum aldığı bilinen Dürzi lider Velid Canbolat’ın son saldırılardan sonra Hizbullah’a “destek açıklaması geldi. Yine İsrail saldırılarına dönük hemen tüm oylamalarda “hayır” oyu kullanan ABD bile İsrail’in soykırım saldırılarına açıkça destek veremiyor ve yer yer bu saldırılara karşı çıkıyor. Gelinen noktada bu savaşın orjini savaş ile barışın iç içe geçmesidir. Bu somut durum bazı çevreleri bu savaşın üçüncü dünya savaşı olduğunu belirtmelerini gösterirken, bazı çevreler içinde bu somut durum üçüncü dünya savaşı içinde olunmadığına göstermektedir.
İsrail’in bu yok etme şeklindeki saldırganlığı yeni savaş doktrini ve teknik gelişmelerle de devam ediyor. Bunun somut örneği Lübnan’da ilginç ve korkutucu bir saldırı ile gerçekleşti. Hizbullah’a yakın isimlerin güvenlik nedeniyle kullanmayı tercih ettiği çağrı cihazları eş zamanlı olarak patladı. Patlamalar sonucu Lübnan’da ve Suriye’de 3 binden fazla insan yaralandı. Lübnan Sağlık Bakanlığı 12 kişinin hayatını kaybettiğini, 200’den fazla yaralının durumunun ciddi olduğunu duyurdu. Yaralılar arasında İran’ın Beyrut büyükelçisi de var. Büyükelçinin gözünü kaybettiği söyleniyor. Patlamalara dönük anlatılanlara göre çağrı cihazına önce mesaj geliyor, mesaj okumak üzere yüzlerine yaklaştırdıkları sırada cihaz patlıyor. Bu nedenle yaralıların büyük kısmının yüzünden ve elinden yaralandığı söyleniyor.
Saldırının nasıl mümkün olduğuna dair birçok teori ve spekülasyon var. Kimileri İsrail’in çağrı cihazlarına dışarıdan müdahale ederek bataryalarının patlamasını sağladığını söylüyor. Kimileri de Hizbullah’ın çağrı cihazı sipariş verdiğini öğrenen MOSSAD’ın cihazların içine patlayıcı yerleştirdiğini öne sürüyor. Bu iddiaya göre Tayvan’da bir firmaya verilen cihazlara nakliye sırasında indirildiği üçüncü bir ülkede müdahale edilmiş, Tayvanlı firma kendini temize çıkarmak için açıklamalar yaparken iddiada bahsedilen üçüncü ülkenin hangisi olduğuna dair henüz bir bilgi yok.
Sonuçta bu patlamalar ne şekilde olursa olsun İsrail’in güncel hedefi Filistin sivil halkına ekstra korku yaymak için yapılmıştır. Nihai ve uzun erimdeki İsrail’in hedefi ise tüm dünyadaki muhaliflere dönük korku yaymak, onları pasifize etmek saikiyle yapılmıştır. Artık cep telefonu olan tüm insanlar adeta potansiyel hedef şeklinde endişe içindedirler. Tüm bu gelişmelere dönük karşı çözümlerde hemen gündeme gelmiş durumdadır. İsrail’in Lübnan’daki dijital saldırısına karşı tıpkı karşı casusluk gibi yani karşı engelleme tasarımları gündem de . Yani savaşta yıkanlarda, yapanlarda kazanıyor. Şimdilik kaybedenler yoksullar, ezilen halklar oluyor. Bu sınıfsal kötülüğe karşı sınıfsal iyilik başarılı olmak zorundadır.
Bu arada bu patlamaların olduğu günlerde ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı ( CIA ) ve İngiltere Dış İstihbarat Servisi (M16) Başkanları ortak bir makale kaleme alarak dünya düzeninin Soğuk Savaş’tan beri en büyük tehditle karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu. Makalede “ ticari uydular ve insansız hava araçları ile sosyal medyanın “ savaşlardaki önemini gösterdiği kaydedildi ve Çin kaynaklı tehditlere de değinildi. Elbette dünyanın en güçlü kapitalist-emperyalist ülkelerinin istihbarat başkanlarının bu açıklamaları bu patlamalar bağımsız olmadığı gibi bu patlamaların yapılmasının birinci derece failleri olduğunu da gösteriyor. Bu açıklamalar özünde bir taşla çok kuş vurmanın stratejik –taktik adımları olarak görülmelidir. Görüntüde İŞİD hedef alınmış olsa da özünde tüm dünyada kapitalizmin kriz-çöküş eğiliminden kaynaklı işçi ve emekçilerin mücadele ve hareketliliğini engelleme amacı olduğu açıktır. Bu ve benzeri istihbarat örgütleri tüm dünya işçi ve emekçi ve ezilen halklara dönük korku, endişe, panik yaratarak onların mücadelesini ne kadar geriletirlerse o kadar amaçlarına ulaşmış olacaklardır.
Gelinen noktada küresel kapitalizmin yeni değer, fazla değer ve artı değer üretmede zorlanması ve nihai krizle ifade edilmesi noktasında artık devlet-iktidar eğilimi güvenlikçi devlet-iktidar ve faşizm eğilimi olarak şekillenmektedir. Avrupa’da da faşist eğilimli partilerin yükseliş içinde olması bu analiz noktasında sürpriz olmamıştır. Bu arada ABD seçimlerinde Trump’ın yeniden başkan seçilmesi bu gelişmenin teyidi olmuştur. İleride Trump’ın başkan seçilmesi noktasında daha geniş değerlendirme yapmamız mümkün olsa da şimdilik burada kısa bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Yolsuzluk, hırsızlık, şaibeler, seks skandalları ile anılan birinin ABD gibi bir dünya imparatorluğunun yeniden başkanı olması sanal dünyanın köksüzlüğünün gereği olarak şekillenmiştir. Aynı zamanda özellikle dijital alandaki Elon Musk gibi kapitalistlerinde desteği önemli olmuştur. Elbette burjuva dünyası karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu olduğu için Musk’ın hisse senetlerinin yükselmesi sonucu 25 milyar dolar elde ettiği de sürpriz olmamıştır. Trump’ın başkan seçilmesi temelde kendi başarısından değil, diğer başkan adayının başarısızlığından kaynaklıdır. İçerde işçi ve emekçilere dönük özellikle sağlık, eğitim ve barınma vb. alanlarında başarılı olamayan Demokratlar, dışarda da Ukrayna –Rusya savaşının devamından yana olması ve İsrail’in soykırımına destek olması Demokratların başarısızlığın başat nedenleri olmuştur. Yani felsefi olarak bir kötüye karşı yer yer kötünün kötüsü alternatif olarak şekillenir.
ABD siyasetinde başkanların da etkisi olsa da temel ve belirleyici olan çok uluslu şirketler, CIA, Pentagon, Dış İşleri Bakanlığıdır. Dolayısıyla Trump’ın bu egemenlik ve hegemonyadan bağımsız hareketi özellikle temel konularda mümkün değildir. Bu anlamda özellikle Çin’in yükselen değer olması ve ABD ile rekabette yer yer bazı alanlarda öne geçmesi Trump’ın siyasetinin belirleyeni olacaktır. Yine içerde seçimde oy aldığı kitlelere dönük verdiği sözler yani belirli bir kitle tabanının varlığı Trump’ın siyaseti ve uygulamalarında havuç-sopa metaforunun da göstergesi olacaktır. Bunun literatürdeki açılımı devlet-iktidarın başat olarak baskı, zor, şiddet araçlarını kullansa da rıza ve ikna araçlarından da vazgeçmeyeceğini göstermektedir. Bu noktada önleyici savaş, Pan-Amerikan barışı vb. gibi dönemsel doktrinler ülkesi olan ABD içerde huzur, istikrar ve güven, dışarıda korku, endişe, panik ve yer yer şok anlayışı ve uygulamaları ile devam edecektir.
Bu bölüme Türkiye kapitalizminin kriz-çöküş koşullarından kaynaklı temsili burjuva sisteminin de tıkanması yaşanırken, iktidar, burjuva muhalefet ve sol muhalefetin dönemsel ve güncel gelişmelerinin değerlendirilmesini yapmak istiyoruz.
Türkiye kapitalizmi öyle kırılgan ve tıkanma ile karşı karşıya ki kendi kısa, orta ve uzun vadede ki beka ve çıkarı için bile gereğini yapacak durumda değil. Kapitalizmin kendi varlığı ve sürekliliği için istikrar, güven, normallik gibi vasıflar hemen her dönem önemli olmuştur. Bu durum aynı zamanda geniş kitle mücadelesinin radikalleşmesinin de adeta sigortası gibidir. Ama bu duruma rağmen kendi yasal mevzuatlarına göre yani TÜİK’in enflasyon yüzdelerinden bile daha az asgari ücret tespiti ve emekli ve diğerlerine zam verilmesi çöküş koşullarının zorunlu bir sonucudur. Elbette bu durum kapitalizmin otantiğinden kaynaklı olsa da ekstra olarak kapitalizmin kendi kurallarını da aşan yolsuzluk, rüşvet, iltimas, kara para aklama, uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve tüm mafya uygulamaları sonucu kapitalizmin vahşiliğini, zombiliğini, çürümüş ve geberen olduğunu da somut olarak göstermektedir.
İşte böylesi bir çöküş ve tıkanma sonucunda kapitalizmin alt-yapısal ve üst- yapısal koşullarının varlığında iktidar hemen her tuşa basmasına rağmen bir türlü istikrar, güven ve normalleşmeyi yakalayamıyor. Bunun literatürdeki adı rıza üretmektir. Bu noktada rıza üretme gerçekleşmeyince yani havuç yetmeyince iktidarın elinde baskı, zor, şiddet yani sopa dışında başka bir aparat bulunmamaktır.
Gelinen aşamada iktidar cephesi bu yaşanan kriz –çöküş koşullarını aşmak için yeni arayışlar peşindedir. Görünen kadarıyla iç ve dış egemenlerin başat eğilimi erken seçim olarak gözükmektedir. Bu noktada iktidar olası bir erken seçimde, somut durumuna göre seçimi kazanması mümkün olmadığı için yeni arayışlara girmesi de sürpriz olmayacaktır. Bizler önceki bir dizi yazımızda Kürt sorununun çözümünün hemen her durumda başat yer yerde temel önemle olduğunu belirttik. Ne zaman Kürt sorunu geriye atılmaya veya üzeri örtülmeye çalıştığı noktada, çoğu durumda da beklenmedik şekilde bütün haşmetiyle gündeme belirleyen olarak ortaya çıkmaktadır.
İşte son dönem ve günlerde yine Kürt sorunu gündemi belirleyen olmuştur. Özellikle Bahçeli’nin açıklamaları önceki şahin açıklamalara göre daha farklı olduğu için yoğun tartışmalar başlatmış ve bu tartışmalar devam etmektedir. Bahçeli’nin önce Mecliste DEM Partililerle tokalaşması ve ayrıca yaptığı açıklamada içerdeki barıştan bahsetmesi, durmadan Öcalan’ın Meclise gelerek örgütü dağıttığı ve silahların sustuğu mealli açıklama yapmasını istemiştir. Ayrıca Öcalan’a dönük umut hakkından da bahsetmiştir. Bahçeli’nin bu açıklamaları adeta şok etkisi yaratmıştır. Bahçelinin bu açıklamalarından başta Erdoğan olmak üzere kendi kurmaylarının bile haberi, bilgisi olmaması sürpriz olmayacaktır.
Çünkü Bahçeli bu açıklamayı kendi kişisel tasarrufu olarak yapmamıştır. Görevi gereği iç ve dış egemenlerin taleplerinin karşılanması gereği olarak yapmıştır. ( Bahçelinin daha öncede kritik veya olağanüstü koşullarda beklenmeyen şekilde erken seçim vb. kararı aldırdığı unutulmasın ) Dolayısıyla Bahçeli’nin bu açıklamaları sahte ve blöf değildir. Daha sonra yaptığı açıklamada da bu söylediklerinin arkasında durduğunu açıklaması bu söylediklerinin teyidi olmuştur. Aynı Bahçeli’nin Kürt sorunu yoktur açıklaması ve yine bildik kan ister ve saldırgan dili faşist bir eğilimin doğal ve türev bir açıklaması olarak görülmelidir.
Açıktır ki iç ve dış egemenler ve tüm burjuva siyaset çevreleri için bu sorunun çözümü uzun zamandır önemini korumaktadır. Dolayısıyla hem görevi gereği hem de Makyavelist ve pragmatik olan faşist eğilimin bu ve benzeri tavırları her dönem ve durumda görülecektir. Ayrıca Sinan Ateş cinayetinde MHP’nin dahli delil vb. durumu kesin olmasına rağmen MHP ve Bahçeli’nin aklanarak çıkması Kürt sorunu gibi önemli ve belirleyen bir konunun gündeme taşınması bu cinayeti n arka plan saiklerinin tamamen üzerinin örtülmesini getirecektir.
Elbette iç ve dış egemenlerin de bu sorunun çözümünü istemeleri barış için değil kendi başta ekonomik çıkarlar ve diğer çıkarların sonucudur. Servetlerini katlanması için istikrarın önemini bilen egemenler aynı zamanda savaş bütçesinin kendi hanelerine yazılmalarının peşinde oldukları içinde Kürt sorunun sahte çözümünden yana gözükmektedirler. Bu egemenler için çözüm kendi istedikleri çerçevede ve kendi istedikleri çevre ve aktörlerin içinde olduğu bir çözümdür. Bu anlamda elbette onlar için Kürt sorunu yoktur, elbette kayyumlar devam edecektir. Ama son dönem ve günlere baktığımızda bile Kürt sorunu ve kayyumlar bütün sıcaklığı ile devam etmektedir.
Kürtçe konuşuluyor diye Rojbash filmi yasaklanıyor. Sokak röportajında “ Ben Türk değilim” dediği için Ali Çeven “silahlı örgüt propagandasından “ tutuklanıyor. Tatvan’da Cesim Başboğa, DEM kongresinde seslendirdiği Kürtçe şarkı nedeniyle “zincirleme örgüt propagandası “ gerekçesiyle 1 yıl 15 gün cezaya çarptırılıyor. Amedspor’a Erzurum deplasmanında taraftar yasağı getiriliyor. Gerekçe: “Erzurum milli ve manevi değerlere bağlıdır.” Cezaevine gönderilen mekan ayakkabıya , “bu markanın PKK ile özdeşleştiği bilinmektedir” gerekçesiyle el konuyor. Ayrıca Cizre, Kahta, Siirt, Gaziantep, Iğdır, Şırnak ve Erzurum’da DEM eşbaşkanları şafak baskınları tutuklanıyor ve buralarda gösteri ve yürüyüşler yasaklanıyor.
Yine son günlerde CHP’li Esenyurt Belediyesi ile başlayan kayyumlar, DEM’li Batman, Mardin (Üçüncü kez kayyum atandığı unutulmasın) Halfeti belediyelerine de kayyum atanmış olup devamı sürpriz olmayacaktır. Ağzından “milli iradeyi” düşürmeyen devlet- hükümet ortaklığı 2016’dan beri 160 tane kayyım atamış.
Bu noktada Bahçeli’nin açıklamalarına iktidar olarak Erdoğan’ın açıklaması ve muhalefet olmasına rağmen ırkçılıkta iktidarla yarışan İyi Parti genel başkanının açıklamaları adeta malumun ilamı olmuştur. Erdoğan’ın Bahçelinin açıklamasından bilgisi olmaması daha başat olsa da bilgisi olsa da aynı veya benzeri açıklamayı yapacaktı. Erdoğan “ Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihi fırsat penceresinin kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekun millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye inşa edelim istiyoruz” diyerek Bahçeli’nin üç haftadır bu konuda attığı adımların arkasında olduğunu ilk kez ifade etti.
İyi Parti Genel Başkanı ise Bahçeli’nin çağrısına, “ Atatürk’ün kurduğu Meclisin kürsüsünde terörist başları değil, ancak Mustafa Kemal’in mirasçıları konuşabilir.” diyerek tepki gösterirken CHP’ye de “ Vatan toprağını gezmek için icazet bekleyen sözde ana muhalefet artık bizim için yok hükmündedir” diye yüklendi ve MHP’nin tabanında çıkacak hoşnutsuzluğa oynadı. Zafer Partisi ve BBP de Bahçeliye benzer tepkiler gösterdi.
Sonuçta devlet-iktidarın manipülasyonu ve ince tuzaklarına karşı toplumsal muhalefet bileşenleri dikkatli ve uyanık olmalıdırlar. Çünkü uygulamalarla da bilinmektedir ki iktidar geçmişte güçten düştüğü noktada ilk başvurduğu seçim olur ve seçimleri kazanarak yeniden güven tazelerdi. Gelinen noktada ise iktidar artık seçimleri de kazanamadığı için, tek seçenek olarak toplumsal muhalefeti bölüp, parçalamak ya da kendi gündemlerine çekmek ve ortak etmek noktasında hareket etmektedir.
Muhalefetin ana partisi olan CHP’nin son dönem ve günlerdeki gelişmelerine baktığımızda ise özellikle iç gelişmeler olarak çok yeni gelişmeler olmadığını belirtelim. Devlet-sermaye ve emek özellikli parçalı yapısı CHP’nin tüm gelişmelerine damgasına vuruyor. Bu noktada yerel seçim başarısını da yeterince koruyamadı. Bunun temel nedeni bu parçalı ideolojik-siyasi çizgisinden kaynaklı olduğu açıktır. İçteki ekonomik, kariyer vb. çıkarlara dayalı kavgalar, sorunlar dışarıya karşı verilecek mücadele enerjisini tüketirken aynı zamanda geçmişteki liderliklerin bu sorunları radikal çözemeseler de öteleme yetenekleri bugün Özgür Özel’de yeterince görülmüyor. Dolayısıyla CHP belki erken seçim olursa az bir farkla birinci parti olma özelliğini korur, ama eğer seçimler 2028 de yani zamanında olursa bu gidişat değişmez, devam ederse hüsran, yenilgi kaçınılmaz görülmektedir.
Bu noktada hemen her sorunu kesen, belirleyen Kürt sorununa karşı gösterilecek tutum adeta CHP için de turnusol olacaktır. Bahçeli’nin açıklamalarına karşı Kürt sorunu konusunda Özgür Özel soruna sahiplenen bir açıklama yapmıştır. Özel CHP grup toplantısında “ Türkiye’de bir daha şehit gelmeyecekse, bir daha kan akmayacaksa, bir daha anaların gözünden yaş gelmeyecekse, askere silah doğrulmayacaksa bu ülke bir ve beraber olacaksa, bunun için söylenen her söz ve her aktör kıymetlidir. Kim ne söylüyorsa bütün geçmişten yaşadıklarımıza rağmen bu sözlere kıymet veriyoruz. Bu ülkede terörün bitmesine, annelerin gözünün yaşının silinmesine biz tam destek vereceğiz” dedi. Kısacası Özel bugüne kadar CHP’nin ezberi olan ve Kürt sorununun kendisi için “yumuşak karın” yapan ezberini bozan önemli şeyler söyledi. Bu arada Özel’in bölge illerine taptığı ziyaretler de önemli olmuştur.
Bu aşamada beklenmeyen şekilde Esenyurt Belediye Başkanının gözaltı ve tutuklanması ve Batman, Mardin ve Halfeti’de kayyumlar atanması sonucu, Özgür Özerl Mardin Belediyesine, Belediye Başkanı Ahmet Türk’e destek için ziyarette bulunmuştur. Özel Mardin’de toplanan kitleye de hitap ederek kendi alanlarında da belki bir ilki başlatmıştır. Bu noktada Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özelin gözaltı ve tutuklanması üzerinde durmak önemli olacaktır. Elbette Ahmet Özel’in uygunsuz ve adeta işkence benzeri şekilde gözaltına alınması üzerinde durmayı gerekli görmüyoruz. Bu noktada önemli olan neden Özel’in seçilmiş olmasıdır. Bu tesadüf değildir. Bilinçli, hazırlıklı bir sürecin gereği olarak yapılmıştır. Egemenlerin dönemlere göre konsept geliştirdiği bilinmektedir. Geçmiş dönemde kitleler nezdinde önemli özne olanlar derin devlet marifetiyle ortadan kaldırılıyordu. Yakın geçmiş ve bugünlerde bu özneler katledilmiyor, burjuva yasalarını bile dikkate alınmadan hemen cezaevine gönderilerek susturulmaya, böylece cezalandırmaya çalışılıyor.
Ahmet Özel uçlarda olmadığı halde ve yalnız Kürt olduğu için değil sosyolog olmasından da kaynaklı kitle ilişkilerinde tüm etnik, mezhepsel vb. farkları ortaklaştıran, ayrımcılık yapmayan, ilişkilere sevgi, saygı, şefkat ile yaklaşan bu anlamda da kitlelerle sağlam bağlar kuran özelliği ile tutuklanmıştır. Bu durumu normal koşullarda gelecek seçimleri kazanmasının garantisini getirdiği içinde egemenlerin hedefi olmuştur. Esenyurt gibi çok kimlikli, çok mezhepli ve hemen her boydan mafyanın adeta cirit attığı bir ilçede bu ilişkilerin bütününe egemen olmak ancak bilgi ve yetenek gerektirir ki Ahmet Özel böyle özelliklere sahiptir. Tutuklanması sonucu yalnız Esenyurt’ta değil hemen geniş bir alanda destek görmesi ve 10 Kasımda Esenyurta atanan kayyumun protesto edilmesi de Özel’in niteliğinden kaynaklı olmuştur. Özel’in hedef olarak bilinçli ve hazırlıklı olarak seçilmesinin temel bir göstergesi de, Esenyut Belediyesinin seçilmiş belediye meclisi üyelerinin görevlerini yapmak için gittikleri binaya alınmamalarıdır. Diğer partililer CHP Esenyurt İlçe Başkanlığına doğru yürürken, zaman zaman polisin sert müdahalesi ile karşılaşmalarıdır.
Sonuçta Özel’in tutuklanması üzerine genel başkan ve CHP’nin açıklamaları ve mücadele ve tepkisi önemli olmuştur. Elbette yer yer bu tepkiler devam etse de yalnızca Esenyurt’la sınırlı kalması ise Özel’in tutukluluğunun veya tahliyesi için önemli gösterge olacaktır. Bir dizi böylesi tutuklanmaların devamı veya tahliyesi kitle protestosu ve mücadelesinin genişliği ve yaygınlığına bağlı olmuştur. Daha önceki gelişmelerden de biliniyor ki böylesi olaylar sonucu CHP’nin kanatlarından ırkçı kesim hemen hareke geçer ve bu gelişen tepkiyi düşürmeye çalışlarken, CHP taban kitlesinin kafasını karıştırmak da bunların adeta özel görevi olmuştur.
Toparlarsak CHP tabanındaki milyonlarca açlık ve yoksulluk çeken kitlesinin talepleri için mücadele edeceği yerde içte birbirlerini yeme doğrultusunda çıkar, rekabet, kariyer hesapları içinde olursa erken veya zamanında yapılacak seçimlerde başarılı olamaz. Birinciliği kaptırdığı gibi, yine yüzde 25 e çakılı kalır. Bu noktada CHP egemenlerin manipülasyon ve baskılarına karşı kendi milyonlarca emekçi kitlesine güvenmelidir. Bu durumda ancak kendi programının da gereği olan emek ağırlıklı duruşla mümkündür. Ayrıca Kürt hareketinin gelişmesine de bağlı olarak geçmişteki gibi CHP içinde ırkçı kanatın gücü azalsa da bu gücün de daha azalması için devlet –sermaye bağlantısından daha başat olarak emek ve barışı öne çıkarmalı, önem vermelidir.
Sol-sosyalistlere baktığımızda ise nesnel koşullar büyümeye ve kitleselleşmeye çok elverişli olduğu halde daha da etkisiz bir duruma gelmelerini ciddi ölçüde sorgulamalılar. Bunun içinde ilk bakmaları gereken programları ve ilkelerinin açılımı olan ideolojik, teorik, politik ve örgütsel çizgilerinin diyalektik bütünlüğü olacaktır. Bu noktada özellikle Kürt sorunu konusunda tescilli bir şoven, ırkçı anlayışa sahip olan TKP, CHP konusunda da Stalinist anlayıştan kaynaklı olarak CHP’yi faşizme karşı müttefik görmüyor. Bu anlamda şu açıklamayı yapması da sürpriz olmamıştır. TKP Eylül 2024 başındaki 14. Kongresinde “ güçbirlikleri, işbirliklerine önem vermekle birlikte CHP ve Kürt siyasal hareketinden kopmayan Türkiye solu ile ilişkileri kestiklerini açıklamıştır.”
DEM Partiye baktığımızda özellikle son günlerde Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın açıklamaları ile yeni bir döneme girdikleri açıktır. Bu yeni döneme göre politika belirlemek gerektiği de açıktır diye düşünüyoruz. Bu noktada bir öneri olarak yeni döneme göre politika üretirken program ve ilkelerden ödün vermeden stratejik ve taktik adımlar atması hem DEM Partiyi daha da güçlendirecek, hem de karşı cepheyi geriletecek, süreçte de dağıtmaya katkı sağlayacaktır. Bu anlamda egemenler DEM Partiyi bölüp parçalamak ve diğer muhalefet güçleriyle ( özellikle de CHP ile) son günlerde gelişen birlik ve ortaklaşmayı engellemek için her şeyi yapacakları da açıktır. Böylesi olağanüstü koşullarda amasız, fakatsız DEM Partiye her türden destek olmazsa olmaz noktada daha da önemli hale gelmiştir. Bu tavır hem şovenizme, ırkçılığa hem de emek düşmanlığına karşı adeta panzehir olacaktır.
Yine bu noktada son günlerdeki gelişmelere karşı DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın açıklaması somut duruma ilişkin anlamlı ve önemli olmuştur. Hatimoğulları “ Kürt sorununun çözüm yolu, yöntemleri ve muhatapları bellidir. Ortadoğu’da ve Türkiye’de barışın muhatabı ağır tecrit altında bulunan Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan fiziki olarak çıksın konuşsun. Herkes de ne söylediğini duysun. Kürt sorununun çözüm yeri meclistir. Parlamento ve siyasette muhatap DEM Parti’dir. Demokratik zeminde siyasi partiler, demokrasi güçlerinin tamamıdır. Toplumun bizatihi kendisidir. Bir başlangıç olacaksa tecrit derhal kaldırılmalıdır. Onurlu bir barış içinde inisiyatif almaya hazırız “ dedi.
SONUÇ YERİNE
En kısa sonuç yerine değerlendirme. Kapitalizmin kirliliği, faşizmin vahşeti ve koyu karanlığına karşı bütünsel bir bedel her durumda vardır, mümkündür. Bir bilge şöyle der. “ Özgürlüğe yürüyen her insan, kendi çarmıhını sırtında taşır.”
,