2024-09-02 16:01:26

Devrimci Marksist Gelenek

Asım Öz

02 Eylül 2024, 16:01

Somut durum küresel çapta sosyalist-komünist sol ( sosyalizm-komünizm değil) bütünsel bir yenilgi almış olup, süreç devam etmektedir. Konu hakkında yenilginin neden, sonuç, çözümleriyle aşılması için bir dizi çaba ve çalışma olsa da süreç henüz aşılamamıştır. Tersine Marksizm’in evrensel ilkelerinin reddi noktasında güncelleme ve Marksizm’in evrensel ilkelerinin savunulmasına adına güncelliğin reddi şeklindeki muhafazakar ve dogmatik anlayış, marjinal istisnalar dışında sosyalist-komünist solu belirlemeye devam ediyor. İşte bu noktada nasıl bir sosyalizm-komünizmin savunulacağı ve barikatın hangi tarafında olunması gerektiği daha da önemli hale gelmiştir. Devrimci Marksist Gelenek bu anlamda nasıl bir sosyalizm-komünizmin savunulacağı ve barikatın hangi tarafında olunacağının netleşmesini sağlayacak ve turnusol olacaktır.

Dünyada ve Türkiye’de çeşitli siyasi geleneklere ortaya çıkmıştır. Dünyada Troçkist gelenek ve Stalinist gelenek gibi. Türkiye’de ( TKP), ( THCP) , (THKO), ( TİKKO) gibi tüm bu siyasi gelenekler, kendi dönemsel konjonktürlerinde, kendi özgüllüklerinde, doğru ve yanlışlarıyla bir döneme damgalarını vurmuşlardır. Fakat muhafazakar egemen sınıf geleneği olan Stalinizmi dışarda tutarak bu gelenekler dünyada ve Türkiye’de tüm süreci ( Bu süreç Marksizm’in ortaya çıkışından Sovyetlerin yıkılışı ve Doğu Avrupa’nın yıkılışı ve daha sonrasını kapsayan süreçtir ) açıklamaya, değiştirmeye ve analiz etmeye tek başlarına yeterli değillerdir. İşte bu noktada devreye giren Devrimci Marksist gelenek bu sürecin bütünlüklü bir şekilde analiz ve analitiğine hem elverişli hem de yeterlidir. Bu elverişlilik ve yeterlilik durağan, statik, dogmatik değil, kendi varlık ve durumunu bile sorgulayan ve eleştiren bir şekilde devrimci ve bilimsel bir konumu arz eder.

noktada, Marks’ın söylemini hatırlarsak, Marks “ Bütün bildiğim benim Marksist olmadığımdır” demiştir. 1870’lerde diyalektiğin zekice bir ifadesi olan bu espri, zaman içinde temel bir siyasi sorun durumuna dönüştü. Marks’ın ölümünü izleyen yüz yıllık zaman dilimi, birbirinden farklı ve çatışma içinde olan sayısız çoklukta “ Marksizm” in çıkışına tanık oldu. Bunlar Sosyal Demokrasi, Stalinizm, Milliyetçiliktir. Bizler geniş ve derinlikli olan bu konuların temel önemdeki yanlarının (konu bağlamında ) genel değerlendirmesini yapacağımızı belirtelim.

Sosyal Demokrasi

1880’lerin sonuna doğru Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) “ Ortodoks Marksist” çoğunluk ve giderek gelişe revizyonist azınlık olmak üzere ikiye bölündü. Azınlığın lideri olan Eduard Bernstein, Marksist teorinin öngördüğünün aksine kapitalizmin tedrici olarak kendi çelişkilerinin üstesinden geldiğini, bu yüzden ( SDP)’nin demokratik yapıya sahip bir toplumsal reform partisi olabileceğini ve olması gerektiğini ileri sürüyordu. Çoğunluğun lideri ve 1891 yılında Erfurt’daki ( SDP) kongresinde “Marksizm’in Papası” olarak anılan Karl Kautsky ise parlamenter mücadeleyi kutsayarak şunları ifade etmiştir. “ Proletarya ne zaman bilinçli bir sınıf olarak parlamenter faaliyete girişse parlamentarizm kendi karakterini değiştirmeye başlar. Burjuvazinin elinde basit bir araç olmaktan çıkar. Proletaryanın parlamentoya bu katılımı, proletaryanın bugüne kadar parlamentoya kayıtsız kalmış kesimlerini sarsmanın ve onlara umut ve güven vermenin en etkili aracı olduğunu kanıtlar. Bu, proletarya onun ekonomik, toplumsal ve moral geriliğinden kurtarma konusunda yararlanabilecek en güçlü düzeydir.”

Yine Kautsky “ Politik mücadelemizin amacı bugüne kadar ne idiyse yine odur, parlamentoda çoğunluğu ele geçirmek suretiyle devlet iktidarının ele geçirilmesi ve parlamentonun devlet içinde yönetici konuma yükseltilmesi kesinlikle devlet iktidarının yıkıma uğratılması değil “ demiştir. Kautsky’kiden yaptığımız bu alıntılardan anlaşılıyor ki parlamenter stratejinin ardında yatan şey sosyalizme geçişin şu veya bu ölçüde ekonomik gelişmenin kaçınılmaz bir ürünü olacağı düşüncesiydi. Sosyal demokrasi-reformizmin bu görüşleri şu veya bu farklılıkla günümüze kadar varlığını ve sürekliliğini devam ettirmektedir.

Stalinizm

Stalinizm Bolşevik Parti içinde iç savaşı izleyen yıllar içinde ortaya çıktı ve 1920’ler boyunca yaşanan bir dizi sert parti içi mücadele sonrasında nihayet 1928-1929’da mutlak kontrolü ele geçirerek Sovyetler Birliğinde egemen konuma yükseldi. Bu yüzden, Stalinizm, teorik açıdan, Marksizm’in gelişimini ifade eden, Ekim 1917 işçi devrimine ifadesini kazandıran ve onu zafere taşıyan Leninizm’den evrildi. Leninizm’in temel karakteristikleri devrimci uzlaşmazlığı ateşli enternasyonalciliği, emperyalizm çözümlemesi ve emperyalizme karşı muhalefeti, burjuva devletin Sovyetler temelinde yükselen işçi iktidarı tarafından parçalanması tezi üzerinde ısrarcılığı ve partiyi öncü örgüt şeklinde kavrayan parti anlayışını savunmasıdır.

Oysa Stalinizm doğduğu maddi ortam onun teorik kalkış noktasında ifade edilenin hemen hemen tam karşıtı idi, 1917 yılında o güne kadar dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş düzeyde bir bilinç ve mücadele düzeyine erişmiş olan Rus işçi sınıfı 1921 yılına gelindiğinde fiilen ortadan kaybolmuş durumdaydı. İç savaş yılları boyunca en militan ve politik olarak en bilinçli işçilerin çok büyük çoğunluğu ya savaşta ölmüş ya da devlet memuru konumuna yükselmişlerdi, İç savaşın ve devrimin eş zamanlı etkisi ile devrime ön gelen Birinci Dünya Savaşının yarattığı olumsuz koşullar birleşmiş ve Rus ekonomisi büyük bir yıkıma uğramıştı. Toplam sanayi üretimi 1913 yılındaki düzeyinin % 31’ne gerilemiş, büyük ölçekli sanayi üretimi % 21’e, çelik üretimi % 4,7’e düşmüş, taşımacılık sistemi çökmüş, ülkede salgın hastalıklar ve açlık baş göstermişti. 1917de yaklaşık 3 milyon olan sanayi işçisinin sayısı 1921 yılına gelindiğinde 1 milyon 250 bin kadardı ve iç savaştan sağ çıkan işçiler çoğunlukla politik açıdan tükenmiş işçilerdi. Lenin’in 1921’de söylemiş olduğu gibi “ Ülkemizde sanayi proletaryası, savaşa ve umutsuz bir yıkıma bağlı olarak deklase bir durumdadır, yani sınıf temelini yitirmiştir ve proletarya olarak varlığı son bulmuştur”. Böylece Bolşevik Parti kendisini havada asılı bir durumda buldu. Ülkeyi yönetebilmek için eski çarlık ordusu subaylarının pek çoğunu göreve çağırmak zorunda kaldı ve bütün çabalarına karşın kendisini bürokratikleştirmekten kurtaramadı.

Uluslararası devrim de başarısızlığa uğramıştı. Bu durumda ya Rusya’daki iktidarı yitirme riski göze alınarak teoriye ve uluslararası proletarya devrimi hedefine sadık kalacak, ya da teoriden söz konusu hedeften vazgeçirilerek dört elle iktidara sarılınacaktır. Stalizmin ikincisini yapmış, Troçkizim ise birinciyi yapmıştır.

Yine Stalinizm, Marksizm- Leninizm’i pratiğe bağlı olarak gelişen bir doktrin olmaktan çıkarıp onu sabit bir dogma, devlet dini ile eş anlamlı bir inanç haline getirmiştir.

Bugüne kadar yapılmış en önemli revizyon ise Stalin tarafından ilk kez 1924 yılında 1924 sonbaharında resmen dile getirilmiş olan Tek ülkede Sosyalizm teorisidir. Sovyetler Birliği kendisine düşman kapitalist dünya karşısında izole edilmiş bir haldeydi, yaşanan iç savaşa müdahale ederek devrimi boğazlama arzusunu hali hazırda göstermiş olan, Lenin’in de vurgulamış olduğu gibi ekonomik ve askeri açıdan genç işçi devletinden üstün konumunu sürdüren kapitalist bir dünya. Devrimin ilk yıllarında izlenen ve Lenin ve Troçki tarafından geliştirilmiş olan strateji kuşkusuz kararlı bir askeri savunmayı içeriyordu, ancak nihai olarak bu stratejinin dayanağı kapitalizmin içten çökertilmesini sağlamak üzere uluslararası devrimin teşvik edilmesiydi. Tek Ülkede Sosyalizm politikası bu vurgunun yerini değiştirdi. Söz konusu politika uluslararası sınıf mücadelesine güven ilkesini kaldırın bunun yerine bir ulus devlet olarak Sovyetler Birliğinin gücüne güvenilmesi ilkesini getirdi. Sovyet devletinin savunulması, onun silahlı güçlerinin düşmanın silahlı güçleriyle eşit bir düzeye getirmesini gerektiriyordu. Bu da düşmana eşit bir sanayileşme ve artığa ulaşmayla mümkündü. Ne var ki Rusya rakipleriyle karşılaştırıldığında son derece yoksul, emeğin üretkenliğinin düşük olduğu bir ülkeydi. Ülkenin sanayileştirilmesi muazzam bir yatırım gerektiriyordu ve uluslararası yardımın yokluğunda bu yatırımların yapılabilmesi için elde tek bir kaynak kalıyordu. İşçilerin ve köylülerin emeği bu ise ancak zora dayalı bir sömürüyle gerçekleştirilebilirdi ve bunun için böyle bir zoru uygulayacak bir aygıtın, yani sıkıntı çekmekten uzak yaşayan ancak sermaye birikiminin nimetlerinden yararlanan toplumsal bir sınıfa ihtiyaç vardı. Dolayısıyla, Tek Ülkede Sosyalizmin pratikteki sonucu kendi karşıtı oldu. Tek Ülkede Devlet Kapitalizmi.

Tek ülkede sosyalizm anlayışı sonucudur ki, yalnızca sosyalizm değil fakat ayrıca devlet kapitalizminin önünde bir engel oluşturan köylülük 1919-1933 yılları arasındaki zorunlu kollektivizasyon sonucu yıkıma uğratıldı.

Milliyetçilik ( Ulusal Kurtuluş Hareketleri, Üçüncü Dünyacılık )

Stalin, Marks’ın dönemindeki sanayi kapitalizmi koşullarında tek ülkede sosyalizm olanaksızken, “ eşitsiz gelişme yasası” tarafından karakterize edilen emperyalizm koşullarında bunun olanaklı olduğunu ileri sürmeye başladı. Bu şekilde Stalin, Lenin’in emperyalizm teorisinin gerçek analitik içeriğini boşaltıyor ve bu teoriyi ayırt edici herhangi bir Marksist boyutu olmayan basit bir anti-sömürgecilik düzeyine indiriyordu.

Stalin’in emperyalizm konusunda bu değerlendirmesi ilk sonuçlarını, Çin Komünist Partisinin sonraları 1925-1927 Çin Devrimini ezecek olan “ilerici” burjuva milliyetçisi Kuomintang ‘ın kuyruğuna takılması ile verdi. İngiliz Komünist Partisinin Anglo-Sovyet Sendikalar komitesinde “ Sovyetler Birliğinin Dostları” gibi tavır takınan ve eş zamanlı olarak 1926 Genel Grevine ihanet eden TUC (Sendikalar Konfederasyonu) genel konseyinin “sol” liderlerine tabi kılınması olmuştur.

İngiltere ve Fransa ile potansiyel bir ittifakı uğruna İspanyol Devrimini feda etmeleri ( ve dolayısıyla İspanyol Cumhuriyetini Franco’nun eline teslim etmeleri) nihai olarak da Komitern’in İkinci Dünya Savaşında müttefiklere bir iyi niyet gösterisi olsun diye 1943’de kendi kendisini feshetmesi bu yönelimin daha sonraki sonuçlarıydı.

Yine 1950 ve 1960’lı yıllara gelindiğinde, bir yandan Üçüncü Dünyadaki hemen her milliyetçi rejim ya da hareket kendisini “ Sosyalist” olarak ve çoğu kendisini Marksist olarak nitelendiriyor, diğer yandan gelişmiş ülkelerde Stalinist olmayan sol ve bazı Troçkist gruplar da dahil olmak üzere solun geniş kesimleri ulusal kurtuluş hareketleriyle sosyalist-devrimci pratikleri eş zamanlı sayar hale geliyorlardı.

Üçüncü Dünyanın Milliyetçilerinin hemen hepsinin merkezi tespiti ulusal bağımsızlık için gerilla savaşı değerlendirmesidir. Bunun da en saf iki örneği Çin ve Küba’dır. Bu iki örnek ayrıca şu açılardan da önemlidir. Maoizm, Stalinizm’in toprağında yeşerdi ve kendi bağımsız stratejisini geliştirerek iktidara geldikten sonra Rusya’dan koptu, oysa başlangıçta ne komünist ne de Marksist bir iddiası olan Castroism, ancak iktidara geldikten sonra Sovyet kampına dahil oldu ve “ Marksist” bir ideolojiyi benimsedi.

Gerilla savaşı, ilk olarak, devrimci mücadelenin merkezini değiştirir ve onu şehirden alıp kırsal alana taşır. Bu adımı, ilk atan Mao oldu. İşçi sınıfının yalnız ideolojik önderliğinin yeterli olduğu tespiti ile köylülüğün, proletaryanın yerine ikame etme anlayışını savunur.

Castro,Guevara-Depray da, ekonomik açıdan ne denli geri ve yoksul olursa olsun, doğru politik liderlik olması koşuluyla sosyalizm Çin’de ya da başka bir ülkede inşa edilebileceğini savunurlar. Yine, bu anlayış, devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmasını beklemenin zorunlu olmadığını çünkü bu koşulların devrimcilerin ( Gerillaların ) bizzat kendileri tarafından yaratabileceğini söyler.

Stalinizm ayrıca sosyalizmde devletin rolünü revize ederek, devlet giderek sönümlenmesi gerekirken daha da güçlenmiştir.

Yine Stalinizm döneminde şunlar hayata geçmiştir;

1.Devlet, parti ve Sovyetlerin iç içe geçmesi.

2.Sendikaların yasaklanması, Stalinizm bunları şöyle ifade etmiştir. “ işçiler kendilerini kendi devletlerine karşı savunmamalıdırlar. Böyle bir şey tamamen yanlıştır. Bu, yönetici organların yerini almaktır. Bu, sol oportünist bir sapmadır, bireysel yönetimi imha etmektir.

3.Grevler ve toplu sözleşmelerin kalkması.

4.İş yasaları, iş gücünün sabitleştirilmesi, iç pasaport yasasının kabulü.

5.Kolektif yönetimden yani Troika’dan tek kişi yönetimine geçiş gerçekleşmiştir.

6.Eşitlikçilik anlayışının reddedilmesi, işçi ücretleri arasında ciddi farklar oluşmuştur.

7.Siyasal haklar. Eşit oy hakkının tanınması.

Sovyetler işyeri temelli olmaktan çıkartılıp coğrafi temelli bir hale getirildi. Eski beyaz muhafızlara, sabatörlere, geçmişteki eylem ve mülkiyeti ne olursa olsun eşit oy hakkı verildi. Oy hakkı verilmeyenler sadece akıl hastaları ve kamu hakkından mahrum olanlardı.

Sonuç olarak;

1.Seçimler üretim birimlerinden coğrafi birimlerine aktarıldı. Bu durum Sovyeti parlamentoya dönüştürdü ve doğrudan üreticileri devlet iktidarından soyutladı.

2.Genel oy hakkının tanınması demokratik görünmesine rağmen işçi demokrasisine son verdi. Yönetenlerin ve üretenlerin farklılaşmasını en yüksek hukuksal-siyasal belgenin hükmü haline getirdi.

aşağıya bir işleyiş hakim oldu. Bu seçilenlerin geri çağrılmasını ortadan kaldırmıştır. Çünkü en alt düzeydeki birimlerin üst organlarını oluşturan delege kongreleri sona ermiştir.

Stalinizmin tüm bu söylem ve pratikleri, Stalinizmin Lenin’in devamcısı olduğu tespitini reddetmenin görünür teyidi olmuştur. Çünkü Lenin Stalin’i genel sekreterlikten uzaklaştırmak için çaba göstermiş, ayrıca hasta olduğu bir durumda şunları söylemiştir. “Hastalıktan kurtulur kurtulmaz onu ( Stalin’i ) sağlıklı dişlerimle yiyeceğim.” Dolayısıyla Stalinzm 1928-1936 arası Marksizm-Leninizm’den tamamen kopmuştur.

Bu değerlendirmeler ve oluşumlar Devrimci Marksist Geleneğin temel taşlarının ve önderlerinin kimler olduğunun önemini ve gerekliliğini netleştirmiştir.

Devrimci Marksist Geleneğin Temel Taşları:

1.İşçi sınıfının merkezi rolü; İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır. Üretimdeki yerinden dolayı tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı, Paris Komünü ve Ekim Devriminde merkezi rolünün devrim ve sosyalizmin oluşmasın da temel güç olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Paris Komün’ü ve Ekim Devrimi, net olarak göstermiştir ki, işçi sınıfının kurtuluşu elit ve bürokratların değil işçi sınıfının kendi eseridir.

2.Yasama ve yürütmenin birleştirilmesi; Burjuva parlamentosunda yasama ve yürütme ayrı ayrı kuvvetlerken, Sovyette, işçi sınıfının egemen olması yasama-yürütmenin birleştirilmesini sağlamış ve işçi sınıfı hak ve çıkarlarını her durumda kendisi oluşturmuştur.

3.Seçilenlerin her an geri çağırabilmek; Burjuva parlamentosuna seçilenlerin yaklaşık 4 seneden önce geri çağrılmaları mümkün değilken, Sovyetlerde işçi sınıfı demokrasisi egemen olduğundan, Sovyetlerin oluşum süreci aşağıdan, yukarıya olması yani basit ve seri olması, işçi sınıfının yöneticilerini her durumda geri çağırmasını olanaklı yapmıştır.

4.Ortalama bir işçinin maaşı kadar ücret alınması Sovyetik biçimde yöneticilerle, sıradan işçiler arasında ücret eşitsizliklerini ortadan kalkmıştır. Bu durum bürokrasinin gelişmesi ve devletin güçlenmesinin önünde ciddi bir engel teşkil eder.

5.Toplumun devrimci dönüşümü kendiliğinden gerçekleşmez. Devrimci Sosyalist İşçi Partisinin rolü; Devrim ve sosyalizm için işçi sınıfının öncülerinin siyasi birliği, sınıfın beyni ve hafızası olan parti önemli bir araçtır.

6. Diğer sınıf ve tabakaların taleplerini savunmak, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ve kadınların kurtuluş mücadelesini savunmak.

7.Dünya Devrimi; devrim bir veya birkaç ülkede en zayıf halkada başlasa da devrimin sonuçlanması ve sosyalizmin nihai zaferi için Dünya Devrimi zorunlu olur.

8.Devlet Kapitalizmi; Stalinizm 1919-1936 yıllarında ki uygulamalarıyla ortaya çıkmıştır. Bürokrasi aracı bir kurum iken, giderek sermaye brikim ilişkisi taşıyan egemen bir sınıf haline gelmiştir.

Devrimci Marksist Geleneğin Önderleri

Marks- Engels, Lenin, Troçki, Rosa, ve Gramsci’dir. Bu önderler kendi dönem ve konjonktürlerinde barikatın işçi sınıfı cephesinde yer alarak yer, yer yanlış tespitlerde bulunsalar da geleneğin önderleri olmuşlardır.

Marks-Engels

Bilimsel sosyalizmin kurucularıdır. Parti konusunda daha geniş yani işçi sınıfının bütününün partiyi oluşturabileceği tespitleri, Lenin’in işçi sınıfının öncülerinin partiyi oluşturabileceği tespitinden farklıdır. Ayrıca emperyalizm dönemini yaşamadıkları için bu teoriye vakıf olamamışlardır.

Lenin

Bilimsel sosyalizme( Marksizm) emperyalizm ve parti konusunda önemli katkı yapmıştır. Fakat öncü örgütü tespiti somutun olumsuzluklarıyla da birleşince yer yer elitizme düşme, parti ile devletin kaynaşma tehlikesini gündemde tutmuştur.

Troçki

Geleneğimizin son halkası olan, Devlet Kapitalizmi teorisinin ortaya çıkışı Troçki’nin bürokrasi analizlerine bağlıdır. Troçki bu konuda şunları söylemiştir.

Yeni bir sosyalist iktidarın onun yerini almaması halinde şimdiki bürokratik diktatörlüğün devrilmesi böylelikle kapitalist ilişkilere geri dönüş ve onunla birlikte sanayi ve kültürde feci bir gerileme anlamını taşıyacaktır.

Vasiyet hakkı mülkiyet hakkının ayrılmaz parçasıdır. Bir tröstün direktörü olmak yeterli değildir. Aynı zamanda hissedar olmak da gereklidir.

Belirleyici özelliğe sahip bu alanda bürokrasinin zaferi onun yeni bir varlıklı sınıfa dönüşmesi anlamını taşıyacaktır.

Sovyet rejiminden sosyalizme geçişin olanaklı olduğu gibi yanlış bir fikrin çıkmasına yol açabilir.

Gerçekte ise kapitalizme geri dönüş tümüyle olanaklıdır.

Bu tespitleri yapan Troçki 1929-1936 arası Sovyetlerde yaşanırken hala “ Dejenere işçi Devleti” tespiti yaparak yarı yolda kalmıştır

Troçki’nin Sürekli Devrim teorisi hem gelişmiş ( Batı ülkeleri ), hem de azgelişmiş ( üçüncü Dünya) ülkelerinin devrim ve sosyalizm mücadelelerine ciddi katkı sağlamıştır. Bu devrim işçi sınıfı hegemonyasında diğer sınıf ve tabakaları kapsayan, aşamalı olmayan tek bir sosyalist devrimdir. Troçki faşizm ve faşizme karşı mücadelede de Marksizm’e önemli katkılar yapmıştır.

Rosa Luxemburg

1.Reform ve devrim konusunda

2.Örgütlenme konusunda

3.Kitle grevleri ve kendiliğindelik

4.Enternasyonalizm

5.Militarizm ve savaş

6.Emperyalizm

7.Kadınların genel oy hakkı konusunda, Marksizm’e önemli katlılar yapmıştır. Fakat ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve parti konusunda yanlış bir tutumla Lenin’den ayrılmıştır.

Gramsci

Marksizm’i tarihselci bir tutumla ele alır ve kadercilik ve ekonomik determinizme karşı çıkar. Modern Prens (Devrimci İşçi Partisi )’ nin önemini reddetmez fakat ikili perspektifin önemine işaret eder. Yani zor kullanma ve rıza, otorite ve hegemonyanın, şiddet ve uygarlığın, bireysel momentin ve evrensel momentin (Kilise ve devlet) ajitasyon ve propagandanın, taktik ve stratejinin vb. gibi.

Manevra Savaşı: Çabuk zafer sağlamayım umut eder Rusya vb. geri ülkelerde.

Mevzi savaşı: daha önce görülmemiş bir hegemonya yoğunlaşması gerektiren uzun süreli bir kuşatmayı ifade eder. Batı ülkelerinde.

Organik-İnorganik Aydınlar

Konseyler üzerine

Kendiliğindenlik ve liderlik konusunda katkıları vardır.

Marks-Engels-Lenin konusunda daha geniş değerlendirme yapmayışımız hem bu konunun özgüllüğünden hem de bilimsel sosyalizmin kurucuları olmalarındandır.

Troçki, Rosa, Gramsci konusunda daha geniş durduk. Çünkü daha uzun yaşamalarından dolayı kendi dönemleri bugünkü dünyayı daha net kavramamıza katkı sağlamaktadır.

SONUÇ YERİNE

Marksizm’in ortaya çıkış süreci esas olarak Marks’ın dehası değil, sınıf şekillenmesinin ve mücadelesinin maddi ve somut oluşumudur. Geçmişte üretim araçlarını kırıp parçalayan işçi sınıfı, burjuvazi tarafından “ Çapulcu” diye nitelenirken, yine burjuvazi proletaryanın mücadelesinin yükselmesinden endişe duymaya başlasa da, proletaryanın, kendi iktidarının yıkıp, yerine ne getireceğini başaramayacağına inansa da hem ekonomik, hem demokratik-siyasi her türlü baskı, şiddet ve yasal yaptırımları hayata geçirdi. İşçi sınıfı ise burjuva devrimlerindeki kendi rolünden edindiği deneyim ile yani demokrasiyi bir okul olarak kavrayarak, sınıf bilincini ve sınıf şekillenmesini geliştirmiştir. Süreçte Marksizm’in açılımlarını da kavrayarak kendi liderliklerini de oluşturarak, ilk kez 1871 Paris Komünü ile var olan burjuva devleti parçalayıp, yıkarak kendi iktidarını 72 gün bile olsa kurmayı başarmıştır. Daha sonra 1917 Ekim Devrimi ile proletarya hem daha uzun ( 1929’a kadar) hem Marksizm’in ilkelerinin daha gelişkin bir şekilde hayata geçirilmesiyle burjuvaziyi alabora etmiştir. Bu iki başarılı devrim ve sosyalizm oluşum ve deneyiminin başarısızlıkları ve yenilgisi, özellikle de Ekim Devriminin yenilgisi ve Sovyetlerin, Doğu Avrupa’nın yıkılışı burjuvaziyi güçlendirmiştir. Burjuvazi elindeki tüm olanakları kullanarak ideolojik ve siyasi saldırıya geçerek, tarih bitti, sosyalizm öldü, postmodernizm, liberalizm, proletarya yok oldu söylemleriyle ayakta kalmaya çabalamaktadır.

Düğer taraftan yıkılanları analiz ve tahlil edemeyen ve yıkıntılar altında kalanlar Marksizm’i revize ederek yeni yol arayışlarına girmişler, giderek Marksizm’den kopmuşlardır. Dünyayı doğru yorumlayıp değiştirme mücadelesinde tek başına reformizm, idealizm, psikoloji, sosyoloji vb. gibi konulardan medet umarak kendi teorilerini bu konularla açıklamaya çalışarak işçi sınıfı ve sosyalistlerin kafasını karıştırmışlardır.

İşte yaşanan bu gerçeklikler devrimci Marksist Geleneğin önemini ve gerekliliğini yakıcı bir şekilde gündemde tutmaktadır. Bu anlamda Devrimci Marksist Geleneğin oluşma sürecini doğru kavrayabilmek için Sovyetler ve Doğu Avrupa’nın yıkılış nedenlerinin ideolojik, teorik-politik, örgütsel arka plan saikleriyle bütüncül ( Holistike) analiz edilmelidir.

Değerlendirmeyi sonlandırırken, Marksizm bir dogma değil eylem için kılavuzsa, Dünyayı yalnız açıklamak, yorumlamak değil değiştirmek gerekir diyorsak, yeni yol arayışları ve sapmalardan arınmak ve kurtulmak istiyorsak Devrimci Marksist Gelenek konusunu bütünlüklü ve doğru bir tarzda kavramalıyız.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.