2024-11-02 16:19:26

Küba, Fidel ve Sosyalizm

Asım Öz

02 Kasım 2024, 16:19

Açıklama: Son günlerde çevremizde yoğun tartışılan ve genelde de önemini koruyan kendi içinde kafa karışıklığı ve illüzyon yaratan Küba ve Castro konusunda yazdığımız yazının tekrar güncel olması hemen her durumda mümkün olduğu için yeniden yayınlamak önemli olmuştur. Konunun doğru kavranması ve içselleştirilmesi için Marksizm’in özgün yanı olan ak-kara mutlak anlayışına karşı diyalektik süreç işletilmelidir. Yani Marksizm’in programatiği ve ilkeleri içinde Küba’nın sosyalizm-komünizm olduğu nasıl yanlışsa, Küba’yı emperyalizm karşıtlığı ( özellikle ABD karşıtlığı ) ulusal-demokratik gelişme ve sosyalizasyon tedbirleri noktasında kazanımları da önemli görüp, reddetmeden değerlendirmek gerekiyor. Bu noktada yazı Küba ve Castro konusunda bütünsel bir değerlendirme olduğu için tüm kafa karışıklığı ve illüzyona karşıda belirli bir netlik sağlamaktadır diye düşünüyoruz.
KÜBA, FİDEL VE SOSYALİZM
Bu dünyadan bir FİDEL geçti. FİDEL doğal ölümle - biyolojik ölümle - 90 yaşında aramızdan ayrıldı. Neden doğal ölümden özellikle bahsettik. Söylenenlere göre 600'ün üzerinde suikast teşebbüsünden kurtulmasının "mucizesinden" dolayı. Bunda banal bir komplo aramanın doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu suikastlardan kurtulması bir yanıyla denk gelmeyen rastlantılara bağlı olabileceği gibi, bir yanıyla da (belki de başat yan) devrimci-komünist olmanın dayanılmaz gücü belirlemiştir. Bunun açılımı ise geniş kitleler içinde karşılıklı bağlılığın varlığı ve onlar içinde korunmanın nesnelliği olsa gerek diye düşünüyoruz.
Yazı kapsamında başlığa koyduğumuz Küba, FİDEL ve Sosyalizm üzerinde genel çerçevede durmak istiyoruz. Öncelikle şunu belirtelim. Literatürde tipik, atipik konular vardır. Bu konu tartışmasız tipik konular ( en azından bizim için) içindedir. Dolayısıyla konu hakkında analiz-analitik açılımlar yaptığımızda, toptancı, total, ret ve kabulden kaçınmaya ve özel bir dikkat göstermeye çalışacağız. Bunu suni bir zorlama sonucu değil konunun kendi otantikliğinin ve doğrulanmasının böyle bir değerlendirmeden geçtiği içindir. Yine değerlendirmelerimizi Devrimci - Marksizm’den referansla bütüncül ( holistike) bir tarzda yapmaya çalışacağız.
Konunun kendi orijini içinde düşündüğümüzde tezlerde öne süreceğiz ama başat olarak hipotezler öne süreceğiz. Yani tartışma açmak - başlatmak niyetindeyim. ( Zaten özellikle sosyalizm konusunun tartışılmasının sonuçlanmadığı, sonuçlanmasını beklemenin mümkün
görmediğimizi düşünürsek ve bir de alternatif olarak nasıl bir sosyalizm istiyoruz varsa konunun tartışılması elzemdir.)
Öncelikle şöyle başlamak istiyoruz. Fidel'in bıraktığı dünya korkunç bir barbarlığı içinde taşıyan, kirli bir dünya. Kapitalizm sınırları içinde bu kirliliği analoji uygunsa tonlarca aktif temizleyici ile ortadan kaldırmak mümkün gözükmüyor. İşte bu noktada devreye otomatikman Roza'nın " Ya Barbarlık Ya Sosyalizm" sözü girer. İşte biz bu bölümde kapitalizmin kirliliğini - barbarlığını ve bundan kurtuluşun adına-aslına uygun bir sosyalizmden geçtiğini kısa puntolarla değerlendirmeye çalışacağız. Kapitalizm dünya çapında ( zaten kapitalizm bir dünya sistemidir) ciddi bir kriz içindedir. Kapitalizmin bu krizi sonuçlarından kaynaklı gibi gözükse de temelde
kendi içsel - otantik konumundan kaynaklıdır. Bu anlamda kapitalizmin krizine küresel kriz vb. demek artık var olan durumu anlamaya kavramaya yetmemektedir. Dolayısıyla kapitalizmin krizi barbarlığı da içinde taşıyan bir uygarlık krizidir. Geçmiş dönemde ( 16,17. yüzyıl ve sonrası) sermaye birikiminin ilk nüveleri ilkel birikimin nüveleri ile atılmıştır. Milyonlarca insan kendi küçük üretim araçlarından ( yer yer zor da kullanılarak) koparılmışlar ve mülksüzleştirilmişlerdir. Ayrıca talan, yağma, korsanlık, yayılmacılık ile de ilkel birikim daha da palazlanmıştır. Bu durum milyonlarca insanda ekonomik, sosyal, kültürel yıkım yaratmıştır. Kapitalizmin en vahşi
döneminde aşırı kar hırsı sonucu uzun saatler çalışmalarına rağmen açlık ve bulaşıcı hastalıklar ( veba, tifo, çiçek vb.) sonucu telef olmuşlardır, yaşayanlar da sefalet koşullarda teneke evlerde adeta ömür tüketerek ölüm sıralarını beklemektedirler, mazlum bir halk olan Kızılderililer ya doğrudan şiddet kullanılarak öldürülmüşler, ya da battaniyelerine çiçek hastalığı mikrobu bulaştırılarak adeta soykırımdan geçirilmişlerdir. Afrika'dan korsan, ilkel teknelerle getirilen siyahi köleler tekneler içinde ya açlıktan ölmüşler ya da tekneler ağırlıktan batmasın diye denize atılmışlardır. Tabi ki geride kalan köleler egemen ülkenin hizmetinde kullanılsın diye.
Uzatmadan bugüne geldiğimizde, bugün yaşananın modern dönemin ilkel birikim uygulamaları olduğunu rahatlıkla söyleriz. Şöyle ki, bugün 62 kişinin gelirinin yaklaşık 4 milyar insanın gelirine eşit olduğu söyleniyor, yine 3 kişinin gelirinin 48 ülkenin gelirine eşit olduğu söyleniyor, ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği 200 yıl önce 5 kat iken, 1970'ler de 50 kata bugün ise 500 kata çıktığı söyleniyor. Bugün dünya genelinde yaklaşık 1,5 milyar insan günde 1-1,5 dolarla geçimini sağlıyor. Bugün dünyada 8 milyar cep telefonu varken, yaklaşık 1,5 milyar insan temiz su ve tuvalet ihtiyacını karşılayamıyor. Yine reklamlara, kozmetiğe milyarlarca dolar harcanırken özellikle Afrika'da vb. ülkelerde açlıktan, hastalıklardan milyonlarca bebek, çocuk, yaşlı, kadın, erkek telef oluyor. Bir tarafta lüks AVM’ler, rezidanslar, inter marketler, diğer yanda hala teneke evler, gecekondular, çöplerden, pazarlardan yiyecek toplayan insanlar.
Bir yanda saniyede dolaşıma giren paralarla en küçük emek harcamadan milyarlar kazananlar, bir yanda yerin yüzlerce metre altında mezarları hazır saatlerce çalışan insanlar. Belki de barbarlığın, uygarlık krizinin 21.ci yüzyıldaki en belirgin olayı milyonlarca mültecinin  (bebekler, çocuklar da dâhil) derin sularda kaybolmaları veya kıyılardaki hazin sonlarıdır. Yine tonlarca gıdanın satılamadığı-alınamadığı için yerlere atılması, denizlere dökülmesi, yakılması gibi. Büyük yüzdelerle önlenebilir olan iş cinayetleri sonucu milyonların kaybedilmesi veya sakat kalmaları, milyonlarca çocuğun patronların karları için ölmeyecek kadar bir gelirle seks işçiliği yapmaları, milyonlarca insanın psikolojik hastalıklara yakalanmaları sonucu milyonlarca kutu ilaç tüketmeleri ve en karlı sektörlerden olduğu söylenen ilaç sanayin de ilaç şirketlerinin azami karları, daha birçok şey söylenebilir, literatüre modern kölelik, modern yoksulluk, modern açlık, modern işsizlik vb. girdiğini unutmadan. Yine kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı satan sistemdir, neredeyse havayı şişeleyip satan sistemdir kapitalizm. İşte anlatmaya çalıştığımız yıkım uygulamalarının bugünkü dünyada somut tezahürü barbarlığı da içinde taşıyan kapitalizmin uygarlık krizidir. Bu kirlilikten radikal Kurtuluş ve kopuşun adına-aslına uygun bir sosyalizm den geçtiği açıktır, başka doğru çözüm yoktur, kalmamıştır. Burada devreye otomatikman nasıl olursa olsun bir sosyalizm değil, nasıl olursa yani doğrulanabilir, sürdürülenebilir, uygulanabilir, kalıcı bir sosyalizm girmektedir. Bugün geniş kitlelerin sosyalizmden kopmaları veya sosyalizme sıcak bakmamaları bir yanıyla da olsa yaşanılan sosyalizm uygulamalarının açmazlarından ve yaşanılanların adına-aslına uygun sosyalizm olarak bilinmesinden, kabullenmesinden dolayıdır.
Geniş kitleler kapitalizmin kirliliğini her gün yaşayarak görüyorlar. Bu durum "bilimsel" bütünlüklü olarak kapitalizmin kavranması ( Bu düzeyde bir kitle olduğu da açıktır) olmasa da önemlidir. Bu kitleler için temel sorun alternatif ne olduğu konusundadır. Kitleleri sosyalizm saflarına kazanmak için kapitalizmin kirliliğini, vahşiliğini anlatmak gerekli ama yeterli değildir.
Onlara adına - aslına uygun gerçek bir sosyalizm paradigmasını alternatif olarak göstermek gerekmektedir. Bunu yalnızca propaganda yolu ile yapamayız, ayrıca örnek olarak gösterebilecek bir sosyalizm ülkeleri, uygulamaları olmalıdır. Bugün maalesef bundan yoksunuz, sosyalizm denilen ülkelerin hemen hepsi yıkılmıştır. İşte bütün olumsuzluklara radikal çözüm olacak sosyalizm anlayışı, paradigması adına-aslına uygun bir sosyalizm olmalıdır. Bu anlamda yarım sosyalizm olmaz diyoruz. Bu tespitin ilk bakışta ( yeterince anlaşılmadığı, kavranmadığı koşulda) indirgemeci, vulger, mutlak, nobran, somut durumu dışlayan bir tespit olduğu söylenebilir. Biz böyle olmadığını düşünüyoruz, açmaya çalışalım, şöyle ki adına - aslına uygun bir sosyalizmin olmazsa olmazları vardır. Nasıl ki örneğin kapitalizmin olmazsa olmazları vardır. Nedir bunlar, üretim ve tüketim araçları üzerindeki özel mülkiyet, artı-değer yasası ve bütünsel olarak meta ilişkileri, totalde kapitalizmin egemenliğinde zorunluluk ve özgürlük alanın varlığı, konumuz sosyalizm olduğu için biraz daha açarak devam edelim. Gerçek bir sosyalizm için olmazsa olmazlar, üretim ve tüketim araçları üzerinde toplumsal mülkiyet ( sosyal mülkiyet, komün mülkiyeti vb. denebilir) kapitalizm meta üretir, sosyalizm ürün üretir tespitiyle bütünsel anlamda meta üretimi ve ilişkilerinin tasfiyesi, birkaç ülkede devrim olması mümkün olsa da tek ülkede sosyalizmin kurulamayacağı gerçeği. Totalde zorunluluk ve özgürlük alanının diyalektik varlığı. Bütün bunlar neler ile nasıl gerçekleşir onların üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle devlet iktidarının yıkımı - parçalanması gereklidir. Bunun gerçekleşmesi için de devrim gerekli ve zorunludur. Elbette şu tip tartışmalar, değerlendirmelerin olduğunu biliyoruz, takip ediyoruz. Devlet iktidarının parçalanmadan, ele geçirilmeden sosyalizmin kurulabileceği tezi, bu aynı zamanda devrimin reddi anlamına da geliyor. Buna paralel devlet, paralel toplum vb. uygulamalarla gerçekleştirilebileceği tezini de ekleyelim. Eğer Bu tip uygulamalarla adına-aslına uygun bir sosyalizm gerçekleşirse biz amasız canı gönülden savunuruz. Çünkü böylesinin acısı, sancısı, sıkıntısı önemli ölçüde az olacaktır. Ama Devrimci - Marksizm’in bütünselliği bize şunu kavratmıştır. Gerçek entelektüellik söylediklerimizin ve yaptıklarımızın sonuçlarından korkmamaktır. Dolayısıyla analiz-analitik önermelerde doğruluk somutu ve bugünü kapsamalıdır, gelecekteki farklı koşullar, durumlar oluşursa onu savunmakta zor olmayacaktır ve böyle bir tespitin doğruluğundan geçecektir.
Devlet iktidarını parçalayacak sınıf proletaryadır. Aynı zamanda Devrimi gerçekleştirecek, sürekliliği sağlayacak, sonuca götürecek, sosyalizmi aşağıdan inşa edecek sınıf da proletaryadır. Çünkü proletarya tek devrimci sınıftır. Onun devrimciliği yalnızca üretimdeki yeri ile değil başat olarak yönetici sınıf olma vasfından ve kendi sınıfsal aidiyetin de ortadan kaldıracak tek sınıf olmasından dolayıdır. Yani yalnızca ekonomik, politik vb. zorunluluk alanlarından değil, özgürlük alanını da yani sanatsal, kültürel, estetik, etik, sosyal alanlarla donanmış "yeni insan" ı da oluşturacak olan sınıf proletaryadır. Kapitalizmin dünya çapında egemen üretim biçimi olması ve artı-değer üretimi devam ettiği müddetçe proletaryanın konumu, durumu ne ölçüde değişikliğe uğrarsa uğrasın ( hizmet, finans, ticari yan giderek gelmişse bile) proletarya hakkında ki bu değerlendirmemiz devam edecektir. Bu durum kısa, orta, uzun gelecekte değişirse bizler de devrimciliğin, diyalektiğin gereği olarak savunularımızı hemen değiştiririz. İşte proletarya politik proletarya olarak Devrimi gerçekleştirecek, onun sürekliliğini sağlayacak ve sonuca götürecektir. Toplumsal proletarya olarak sosyalizmi aşağıdan inşa edecek, evrensel proletarya olarak da kendi sınıfsallığını da kaldırarak özgürlük alanına yani komünizme ulaşılacaktır.
Bu değerlendirmelerden sonra şu tespitlerle devam ediyoruz. Genel çerçevede söylersek Marksizm'de sosyalizmin olmazsa olmazları, yasama, yürütme, yargının proletarya hegemonyasında yoğunlaşması, yöneticilerin ücretlerinin ortalama işçi ücretleri seviyesinde olması ve seçim ilkesi, geri çağırmadır. Proletarya bu ilkeleri kendi doğrudan veya temsili organları olan Sovyet, şura, meclis, konsey, komün vb. organları aracılığıyla hayata geçirir. Burada önemli olan bir şey de bu organların yalnızca devrim dönemlerinde kurulması değil, devrim öncesi dönemde de en azından nüvelerinin oluşturulmasıdır. Ayrıca seçimlerde, temsil ilkesi olsa da süratle doğrudan demokrasi işleyişi egemen olmalıdır.
Seçimler için rotasyon, kura vb. biçimler denenebilir. Kısaca proletarya partisinin fonksiyonuna da değinelim. Devrimde proletaryanın öncülerinin birlikteliği anlamında öncüsü olan partisi, sosyalizmin inşa süreci ile birlikte şu tespitin önemi ile birlikte değinirsek " elitler kendilerini sürekli devam ettirirler, öncüler ise sürekli kendi öncülüklerini sönümlendirirler, yok ederler" bu durum aynı zamanda şuna tekabül eder diye düşünüyoruz. " entelektüeller işçileşmeyecek, tersine işçiler entelektüelleşecektir." Bir önemli konu da komünizmin ilk ve son aşamalarından ne anlaşılması gerektiğidir. Bu aşamalar birbirlerinden "Çin seddi" gibi yalıtılmış ayrışmış değildir. Diyalektik olarak iç içe geçmiş süreklilik arz eden aşamalardır. Dolayısıyla proletarya devleti kuruluş anından itibaren " devlet olmayan devlet, yarı devlet" olarak sönümlenmeye başlamalıdır. Ayrıca zorunluluk, özgürlük alanlarında zorunlu öncelikler olabilse de ilk anlardan itibaren ikisi birden götürülmeli, mümkünse özgürlük alanlarına daha ağırlık verilmelidir. Çünkü komünizmin üst aşamasına ( yani kafa-kol emeği farkının, kır-şehir arasındaki farkın ortadan kalkması, komünist bilincin zihinlere yerleşmesi "yeni insan" böyle şekillenecektir) buralardan geçilecektir. Elbette devrim ve sosyalizm inşa süreçlerinin nesnellikleri vardır ve en zayıf halkalardan başlarlar. Böyle bir durum sonucu oluşan sosyalizm deneme veya uygulamalarını toptancı bir şekilde reddetmek veya sosyalizmin-komünizmin yukarıda bütünlüklü bir şekilde açıklamaya çalıştığımız olmazsa olmazlarını beklemek işte bu indirgemecilik, vulgerlik, somutu dikkate almamaktır. Dolayısıyla bütün sosyalizm deneme ve uygulamalarını dikkate almalı ve önem vermeliyiz. Ama adını-aslını doğru koymayı unutmadan.
Ayrıca bunların uygulamalardaki adlarına da ( örneğin işçi devleti, ön sosyalizm, ulusal-halkçı sistem, geçiş toplumu vb.) itirazımız olmaz, bütün mesele bu sosyalizm uygulamalarında önemli olan, analoji uygunsa barikatın solunda işçi-emekçilerden yana olmaktır. Böyle olmak ya var olanı korumayı sağlayacak, daha da önemlisi adına-aslına uygun sosyalizme geçişi kolaylaştıracaktır. Tersi bir durum bu dönemde görüldüğü gibi hemen hepsinin domino etkisiyle yıkılması olacaktır. Yine unutmuyoruz, Marksistler her durumda ezilenlerden, mazlumlardan yana olmuşlardır, olurlar. Köleci dönemde köle sahipleri, köleler arasındaki kavgada elbette kölelerden yana olurlar, bugünkü sosyalizmin olmazsa olmazlarını bekleyecek değillerdir. Feodal dönemde senyörler ve serfler-köylüler arasındaki kavgada elbette serflerden - köylülerden yanadırlar, bugünkü gibi proletaryayı bekleyecek değillerdir. Ayrıca inşa süreçlerinin başlarında özel mülkiyet, meta ilişkilerinin varlığının toplumsal mülkiyet vb. uygulamaların egemenliğini savunmanın veya istemenin engeli olamayacağını bilirler. İşte adına-aslına uygun bir sosyalizmi savunurken yaşanılan sosyalizm deneylerinin ve uygulamalarının olumsuzluklarının, açmazlarının, yanlışlarının panzehrinin böyle bir sosyalizm savunusu olduğu içindir. Yine bugün yapılanı yarın bozmamak için, geriye dönüşlerin ortadan kalkması, engellenmesi için ( geriye dönüşlerin dışsal yanı yani kapitalizm - emperyalizmin saldırısı sonucu gerçekleşmesi belki anlaşılır – tabi ki dünya Devrimi ve komünizmin varlığı unutulmadan- ama en vahimi, can yakanı ise bu ülkelerin devrim ve sosyalizmin asal unsurları ve özneleri olan geniş kitleler tarafından yıkılmaları en hafif tabirle garabettir. Nitekim bütün deneyimlerin yıkımı içdinamikler olarak kendi kitleleri tarafından gerçekleşmiştir) böylesi bir sosyalizme yakıcı bir şekilde ihtiyaç vardır.
Burada yeri gelmişken kısaca üzerinde durmak istediğimiz bir dönemde olsa yaşanmış olan adına-aslına uygun sosyalizme en yakın Sovyet deneyiminden bahsetmek istiyoruz.
Unutmadan hemen şunu belirtelim. Yukarıda sosyalizm deney ve uygulamalarından söz ederken belli ülkelerden ve oralarda da belli dönemlerdeki uygulamalardan söz ettiğimizi özellikle belirtelim ( ilerde bu ülkeler üzerinde kısaca duracağız) Örneğin Sovyetler 1929'lara kadar işçi devletini korumuş bu anlamda da sosyalizmin uygulamalarının önemli bir dizisini hayata geçirmiştir. Ama 1929'dan sonra Stalinizmin uygulamaları sonucu Bürokratik Devlet Kapitalizmi egemen olmuştur. Özellikle devlet kapitalizmi değil de bürokratik devlet kapitalizmi dememiz bir kelime farklılığı değil bürokrasinin 1929 sonrası spesifik bir sınıf olarak şekillenmesidir.
Geldiğimiz noktada yani bugünlerde özel kapitalizmin de belki de daha hızlı gerçekleşeceği görülmelidir. Bu aynı zamanda yoğun üretim ile yaygın üretimin diyalektik birlikteliği demektir.
( konu hakkında Marksizm Üzerine 1 kitabımızda daha geniş değerlendirmeler bulunmaktadır)
Bir yanıyla da olsa Sovyet deneyiminden bahsetmek istememiz bu nedenledir. Marks, daha önceki hareketler azınlık hareketleri, işçi sınıfının bilinçli hareketi çoğunluk hareketidir demekteydi. İşte Sovyet Devrimi buna uygun işçi devrimiydi. Yoğun bir bürokrasi, geniş köylü kitlesi olan geri bir ülkede gerçekleşmiştir. Adına ve dönemine uygun bir proletarya partisinin varlığı, Lenin, Troçki gibi liderlerin varlığı böyle bir Devrimi başarıya ulaştırmıştır. Kuruluş anından itibaren uygulanan sosyalizm ilkeleri işçi devletini yaşatmış ordu ve bürokrasiye dönük tedbirler adeta devletin sönümlenmesine hizmet etmiştir. Burjuvazi ekonomik, siyasi olarak mülksüzleştirilmiştir. Ama temel sıkıntı böyle bir geri ülkede işçi devletini yaşatmanın zorlukları olmuştur. Bu var olan zorlukların çözümü de Dünya devriminin gerçekleşmesine bağlıdır. İşte Lenin'in Dünya devriminden ( özellikle Alman devriminden ki o dönemde diğer bir dizi ülkede de devrimci kalkışmalar görülmüştür) bu zorluklardan dolayı yardım istemiştir. Dünya Devrimi kalkışmaları yenilince, geri çekilince esas zorluklar bundan sonra başlamıştır. Çünkü kapitalizm bir Dünya sistemidir. İşçi devletinin varlığı iş gücünün meta olmasını ortadan kaldırsa da, meta üretimi dolayısıyla değer yasası işleyişini devam ettirmektedir. İşte bu durumun sonucudur ki, savaş ekonomisi, NEP dönemi vb. kapitalist uygulamalar yaşam bulmuştur. İşçi sınıfının deklasa olma gerçekliği de ayrı bir açmazdır. Bütün bu ve benzeri uygulamalar zorunluluğun sonucu yaşanmış, savunulmamış ve teorik hale getirilmemiştir. 1929'lara kadar bütün bu ve benzeri olumsuzluklar yaşanmasına rağmen işçi denetimi vb. yoluyla işçi devleti korunmuştur. 1929 sonrası Stalinizm tüm yaşanan, uygulananları teorik hale getirerek muhafazakar egemen sınıfın, spesifik olarak Sovyet egemen sınıfının ideolojisi, hareketi olarak işçi devletinin tüm kazanımları yok edilmiştir ve bürokrasi egemen sınıf olarak devlet kapitalizmi gerçekleşmiştir. Bu durum mekanik değil diyalektik bir süreç olarak gerçekleşmiştir. Atlamayalım devrim döneminde de ortaya çıksa işçi devletinde Sovyetler mücadele, iktidar ve kuruluş organları olarak önemli olmuştur.
Bu bölümde diğer ( sosyalizm deneyimleri olarak başlayan) yerlerden genel olarak kısaca bahsedip Küba, Fidel bölümüne geçmeyi istiyoruz. Öncelikle şöyle başlayalım. Sovyetlerin ve diğer ülkelerdeki sosyalizm uygulamalarının yıkılmasın da temel fark, Sovyetlerde işçi devletinin yıkılması yaşanırken, diğer ülkelerde işçi devletleri yaşanmadan yıkım yaşanmıştır.
Doğu Avrupa'yı ele alırsak buralarda sosyalizm deneyimleri olarak başlayan süreç faşizme karşı, anti-faşist mücadele olarak başlamıştır. Stalinizmin egemenliğindeki Enternasyonalin hemen bütün politikaları vulgerize bir şekilde bütün ülkelerde aynı veya aynıya yakın uygulanmıştır.
Buralarda Sovyetler gibi işçi Devrimi ve sonrasında işçi devletleri süreci yaşanmamıştır. Adına aslına uygun bir işçi sınıfı partisi ve Sovyet organları süreci de yaşanmamıştır. Burjuvazi ekonomik ve siyasi olarak mülksüzleştirilmemiştir. Bu ülkeler kapitalist dünya pazarının hem içindedirler hem onun ( rekabet, dolaşım, kar transferleri vb.) ciddi etkisi altındadırlar.
Dolayısıyla bütün uygulamalar, kendi iç dinamiklerinin eseri olarak tabandan oluşturarak hayata geçmemiş adeta Sovyet modeli şablon alınarak yukarıdan aşağıya uygulanmıştır. Solhoz, Kolhoz vb. uygulamalar Devlet kapitalizmi ve özel kapitalizmin egemenliğin de istenilen sonuçlara ulaşamamıştır. Komünist partilerin devletin yerine geçerek, tüm muhalifleri sindirmeleri, yer yer fiziki olarak yok edilmeleri de sistemlerin uzun süre, sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır.
Macaristan, Çekoslovakya olayları yaşanmıştır. Sovyet tankları ile Enternasyonal görev gibi rejim ihraç etme politikası geri tepmiştir. Polonya'da bir yanda askeri cunta, klik, diğer yanda ona karşı mücadele eden sendika hareketinin varlığı görülmüştür. Askeri cunta Enternasyonalin - Sovyetlerin ardılı olarak savunulurken, sendikal hareket gerici olarak hemen mahkûm edilmiştir.
Sendikal hareketin gerici talepler öne sürmesini mahkûm etmenin başka bir şey, ama geniş kitlelerin neden o sendikal hareketi destekledikleri, neden askeri cuntaya karşı mücadelenin önemi görülememiştir.
Bulgaristan, Arnavutluk uygulamaları biraz özgünlük taşıdığı için ve liderlerinin (Dimitrov ve Enver Hoca) etkinliği sonucu kendi kitlelerin den onay alarak biraz daha uzun yollarına devam etmişlerdir. Detaylarına girmiyoruz. Romanya'da Çavuşesku kendini başlarda destekleyen kitleler tarafından öldürülmüştür. Tito Yugoslavya'sı başlarda Enternasyonal yanlısı olmuş, belli olumsuzları görerek o eğilimden kopmuş, daha sonraları özyönetim modelini yaşama geçirmiş yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır. Bütün bu ülkeler sonuçta başlarda kendi kitlesi olan kitlelerce şiddetsiz, yer yer de şiddet gösterilerek adeta domino etkisi ile artarda yıkılmışlardır. Tüm bu yıkımlar biz emperyalizmin oyunları ile birlikte gerici kitlelerin başkaldırı olarak değerlendirmeyi anti-Marksist bir yaklaşım olarak görüyoruz. Marksist yaklaşım ( emperyalizmin küçük de olsa her ilerici hareketi bastırmak için oyunlar
oynadığı sır değildir. Ayrıca gerici kitleler ve onların gerici talepleri olsa da bu tüm kitleye şamil kılınmaz ve neden değil sonuçtur.) bize bütün bu yıkımları yukarıda bütünlüklü olarak değerlendirme sonucu hayata geçtiğini göstermektedir. Bir ve aynı olmasa da benzerlikleri öne çıkararak Çin ve Vietnam deneyimlerini kısaca değerlendirelim. Dışarda emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı içeride komprador burjuvaziye ve feodalizme karşı köylü devrimleri gerçekleşmiştir. Bu devrimlerin kendi özgünlüklerinden dolayı yer yer sosyalizm uygulamaları hayata geçse de tekrarlamıyoruz, yukarıda değerlendirmeye çalıştığımız sosyalizm için olmazsa olmazlar yaşam bulmadığı için "yıkım" gerçekleşmese de geldiğimiz noktada karma bir sistem ( devlet - kapitalizmi-özel kapitalizm) egemenliğinde yollarına devam ediyorlar. Bütün bu yıkımlar ve geriye dönüşler yaşansa da bu ülkelerde yaşanan sosyalizm deneyimlerini özellikle başlarda faşizme karşı, emperyalizm-sömürgeciliğe karşı her eylem ve mücadeleyi, işçi - emekçilerden yana en küçük kazanımları bile desteklediğimizi, önemsediğimizi özellikle belirtmek isteriz. Sonuçta şunu söyleyerek bu bölümü de sonlandırmak istiyoruz. Ne teorimizi var olana, yaşananlara benzetmeli, ne de var olanı, yaşananları teorimize benzetmeliyiz. Bu
anlayış filisten, vulger bir anlayış olup Marksizm dışıdır.
Yukarı da yapmış olduğumuz değerlendirmelerin referansı ile Küba, Fidel bölümüne geçiyoruz. Özellikle başlarken şunu belirtelim. Yukarıda bütünlüklü olarak yaptığımız tespit ve değerlendirmeler başat olarak Küba için de geçerlidir. Öncelikle şunu belirtelim. Sistemlerin, toplumların tarihinde olumlu, olumsuz hemen bütün gelişmelerden liderlerin varlığının önemli etkisi olduğu sanırız tartışılmazdır. Hele bu durum barbar bir kapitalizm içinde ezilenlerden, mazlumlardan yana olunduğunda daha da önem kazanır. Eğer Sovyetlerde İşçi Sınıfı Devrimi başarıya ulaşmış, işçi devleti ( yaklaşık 15 kapitalist - emperyalist ülkenin dışarıdan saldırısı,
içeri de işçi devletini yıkmak isteyenlerin başlattığı iç savaşa rağmen) bir dönem de olsa yaşatılmışsa bunda başta Lenin, Troçki ve diğerlerinin önemli etkisi, katkısı olmuştur. Eğer bugün Küba dünyanın en güçlü hegomonik-emperyalist İmparatorluğu olan ABD ( ki Küba'nın ABD'nin hemen arka bahçesinde, küçük bir ada ülkesi olduğunu unutmayalım.) tarafından ekonomik, siyasi, fiziki hemen her saldırıya rağmen yıkılmamışsa, ayakta kalmışsa bunda Fidel'in önemli etkisi, katkısı olduğu açıktır. Bir analoji yaparsak Fidel barikatın solunda, işçi, emekçilerin, ezilenlerin, mazlumların yanında yer almıştır. Askeri - faşist diktatörlüğün başı Batista'nın acımasız, barbarca kıyımlarını yaşayan, gören Fidel, "Bir daha yapmak zorunda kalsam, yine Devrimci bir yol seçerdim" demiş.
Yine "devrim için savaşmayana komünist denmez" diyerek safını belli etmiştir. Yine liderlik özelliğini gösteren Fidel 1953'de bir teğmen ve takımı tarafından kaçırılıp idam edilme riskini " Düşüncelerimiz ölmedi, onları kimse öldüremez" diyerek Teğmeni kendi safına çekme
yeteneğini göstererek boşa çıkarmıştır. Küba 1950'lerde Batista diktatörlüğünün kıyım uygulamaları ile adeta bir yıkım yaşamıştır. Dünyanın fuhuş ve uyuşturucu bataklığının ilkleri arasındadır. Açlık, yoksulluk çekilmez durumdadır. Uzatmayalım adeta bir devrimci durum yaşanmakta olup objektif şartlar hazırken, çözüm için sübjektif şartlar gereklidir. İşte bu noktada Fidel liderliğinde bir grup ( 82 kişi) gerilla Moncada ( 1953) Baskını yaptıklarında sayıları 165'e ulaşmıştır. Bu baskın olumsuz sonuç verir, Fidel tutuklanır. Mahkeme sonunda 16 yıl hapis cezası alır, 21 ay yattıktan sonra çıkar. Mahkeme de savunmasında son söz olarak "Tarih beni aklayacaktır diyecektir." Bir tarih değerlendirmesi yapmadığımız için kısa, kısa geçiyoruz.
1956'da Küba'ya dönen Fidel 200 kişiye ulaşan gerilla grubuyla devlet güçleriyle girilen çatışma da arkadaşlarının çoğunu yitirir ve 12 kişi ile birlikte ( içlerinde Che ve Raul Castro'da var) Meastra dağlarına çekilir. Buradan iki yıl devam eden mücadele sonucu Batista yenilir ve 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçar. Fidel, Che ve arkadaşları Havana'ya girerler. İktidarın ele geçirilmesi tamamlanır. Fidel başbakanlığa getirilir. Belki her şey yeni başlamaktadır, Kurtuluş sağlanmıştır ama kuruluş için ciddi zorluklar vardır. Tek bir ürüne - şeker kamışı - bağlı talan ve yağmaya uğramış bir ülke nasıl ayakta kalacaktır. Fidel ve arkadaşları arayış başlatmışlar ABD dâhil birçok ülkeden yardım talepleri karşılanmamış, (unutmayalım bu dönemde Fidel 'in düşüncesinde komünizm yeterince olgunlaşmamıştır.) başvurulacak tek ülke Sovyetler kalmıştır. Sovyetler, Küba ve Fidel' in yardım talebini kabul ederek gereğini yapmıştır.
İşte Fidel bu aşamadan sonra komünizm düşüncesini olgunlaştırmış ve 1960'ların ortasında da Küba’yı halk cumhuriyeti ve sosyalizm olarak ilan etmiştir. Bu aşamadan sonra Sovyet modelinden referansla uygulamalar başlatmıştır. Batista diktatörlüğü yıkılsa da içer de şeker kamışı üzerinde ABD tekelini varlığı ve plantasyon ekonomisi de dâhil feodalizmin egemenliği devam etmektedir. İşte bu noktada Batista'nın yıkılmasında da giderek köylülerin desteğini kazanan Fidel, sosyalizmin ilanından sonra daha geniş köyü desteği ile feodalizme karşı toprak dağıtımı başlatmış ve ABD tekeline ve diğer alanlarda bir dizi devletleştirmeler yapılmıştır. Yine sağlık alanında ( doktor ihraç edecek duruma gelmiş) eğitimde ( okur - yazarlık oranı çok yükselmiştir) pahalılıkla mücadele ve konut vb. bir dizi sosyalizm uygulamaları hayata geçmiştir.
Bütün bu uygulamalar yukarıda yaptığımız değerlendirmede de ifade etmiştik şunların yaşanmadığı durumda ortaya çıkmıştır. Küba'da devrimin ve sosyalizmin öznesi olan bir işçi- Devrimi yaşanmamıştır. Dolayısıyla gerçek anlamda sermayenin-egemenlerin ekonomik-siyasi mülksüzleştirilmeleri yaşanmamıştır. Batista diktatörlüğü yıkılarak iktidar ele geçirilmiş ama devlet iktidarı parçalanmadığı için bugüne kadar burjuvazinin ve emperyalizmin de içinde bulunduğu bir muhalif hareket hep var olmuştur. ( Yeri gelmişken belirtelim, yukarıda da açıklamaya çalışmıştık, sistemin kazanımlarını yıkmaya çalışanlara yaptırım uygulamak zorunludur. Ama marjinal bile olsa aksaklıklarına, yanlışlıklarına karşı çıkmak, daha geniş demokrasi ve özgürlük gibi talepleri bastırmak ve bu talepleri savunanları cezaevine atmak veya ülke dışına kaçmalarına yol açmak ülkenin genel çıkarları olarak ele alınamaz) Dünya Devrimi olmadığı için bir dizi ülkede sosyalizmin inşası gerçekleşmediği için, kapitalizmin bir dünya sistemi olması ve kapitalist Dünya pazarının varlığından dolayı Küba'da bütün direnmelere rağmen ( bir de tek ürüne bağlılık düşünülürse) değer yasasından Rusya pazarı ile ilişki vb. azade
değildir. Uzatmadan devam edersek, Küba ABD emperyalizmine ve Batista askeri-faşist diktatörlüğüne karşı başarılı bir gerilla savaşı başlatılarak başarılı olmuş, bir dönemden bugüne bir dizi sosyalizm uygulamaları gerçekleşmiştir. Ama bütün bunlar yukarıda açıklamaya çalıştığımız olumsuzluklar, açmazlar ile birlikte var olmaya devam etmektedir. Bütün var olan olumsuzluklara rağmen Küba'nın yıkılmaması bir yanıyla ABD'nin arka bahçesinde ( hemen her durumda ambargo ve kuşatma altında olması) geniş kitleleri sistem nezdinde birleştirmiştir.
Diğer yanıyla da Fidel gibi efsane bir liderin savunularında geniş kitleleri birleştirmiştir. Elbette biz Küba'nın yıkılmasını istemeyiz. Tersine ABD emperyalizmine hala bütün zorluklara rağmen direnenleri, geniş işçi-emekçilerden yana bütün kazanımları önemli görüyoruz ve amasız destekliyoruz. Ama şunu da belirtelim ki, basına yansıdığı kadar son dönemde işsizliğin artması
ve yeni özelleştirmeler yapılması endişemizi artırmaktadır. Eğer bütün bu değerlendirmelerden sonra Küba'daki sisteme bir ad koymak gerekirse ABD emperyalizmine karşıtlık temelinde devlet kapitalizmi, özel kapitalizm ve sosyalizm uygulamaları ( üretim ve tüketim araçları üzerinde toplumsal, sosyal, komün mülkiyeti gerçekleşmediği için Komünist Partisi etkinliği ve Sovyet seçim sistemine dönük uygulamalar olsa da) toplamında Ulusal-Halkçı sistem en uygun olanıdır diye düşünüyoruz.
Böyle bir Küba'ya sosyalizmin son kalesi hatta komünizm denmesi belki bir temenni, belki siyasi
çizgi tespiti olması anlamında çok da önemli olmadığını söyleyebiliriz. ( Ama belki de tek sıkıntı var olanın yeterli görülüp, olması gerekenin - yani adına - aslına uygun bir sosyalizm paradigmasının gerçekleşmenin reddidir ) Keşke bu temenniler, tespitler gerçek olsa belki en çok bizleri sevindirir. Çünkü biliyoruz ki örnek gösterebilecek bir sosyalizm her anlamda, sosyalistlere ciddi katkı sağlar. Ama Devrimci Marksizm bize her konuda olduğu gibi bu konuda da ( Küba konusu) nesnel bakmayı kavratmıştır. Dolayısıyla Küba'yı değerlendirirken sağdan bakanlar onun tüm kazanımlarının yok olmasını ve yıkılmasını hararetle isterlerken bizler gibi soldan bakanlar ise Küba'nın tüm kazanımlarının korunmasını ve yıkılmamasını adına-aslına uygun bir sosyalizme ulaşmasını savunurlar. Son sözü Fidel'e bırakarak sonlandırmak istiyoruz. "
Biz yenilirsek kalkar yine deneriz, diktatörler yenilirse sonları olur" Evet Küba'da ve Dünyanın
her ülkesinde sosyalizme ulaşmak için yenilsek de yine deneriz, yine devam ederiz.
ASIM ÖZ 07.12.2016
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.