2023-03-04 11:26:40

Suç ortaklığı kolektif koltuklara yapışmakla ancak korunabiliyor

Asım Öz

04 Mart 2023, 11:26

Tarihsel ve evrensel olarak büyük bir deprem felaketi bütün neden ve sonuçları ile devam ediyor. Yine bu deprem bir üretim biçimi ve sınıf ve sömürü ilişkilerine dayanan bir toplumsal sistem olarak kapitalizmin kirliliğini, çürümüşlüğünü, vahşiliğini, açık ve net olarak aleni ve görünür hale getirmiştir. İnsanın normal halini dışlayan, insanı kendine, topluma ve doğaya yabancılaştıran bu kapitalizm, insani olan vicdan ve merhameti bile adeta alınır, satılır meta haline getirmiştir.

Yine depremden bütünsel saiklerle canı yanan ve mağdur olanların ilk bakışta doğru gibi gözüken devlet nerede feryatları kapitalist devletin de yaşananlarla ne olduğunu, kimden yana olduğunu da daha aleni ve görünür hale getirmiştir. Yani bu büyük depremin öncesi sırası ve sonrasında yaşanan yıkım devletin yokluğundan değil, tersine bütün haşmeti ve ceberrutu ile devletin varlığından kaynaklıdır.

Yani bu devlet literatürde tartışılan teorik arka plan saikleri içselleştirilirse bu depremdeki yıkımın devletin yokluğundan değil varlığından kaynaklı olduğu net olarak görülecektir. Belki de geçmişte en yoğun tartışılan ve siyasi hareketlerin birbirleri arasındaki temel farklarından en önemlisi olan devlet olgusu bugün de güncellenerek yoğun şekilde tartışılmayı hak eder hale gelmiştir.

Bu anlamda kapitalist devlet, devletsiz bir toplumsal sistemden diyalektik saiklerle evrilerek kendi otantik aşamasına gelmiştir. Diğer sınıf ve sömürüye dayanan toplumlarda devletin sınıfsal ve şiddeti kendi aparatları ile açık şekilde uygulanmaktadır. Kapitalist devlette ise bu durum sınıfsal olarak doğrudan burjuvazi eliyle değil de onun şiddet ve rıza üreten aparatları tarafından örtülü olarak uygulanmasını getirmiştir. Bu durum hemen her olayda ve bu depremde de devletin sınıflar üstü, baba figürü olarak kurtarıcı olarak görülmesinin temel nedeni olmuştur. Devletin nerede olduğunun ısrarla aranmasının temel saiki bu kavrayış olmuştur.

Oysa kapitalist devletin ne olduğu konusunda bütünsel bir netliğe ulaşmak her dönemde ama özellikle böylesi dönemde daha önemli hale gelmiştir. Dolayısıyla devlet sınıflar üstü değil sınıfsal, kurtarıcı değil yıkıcı olduğu bütünsel özellikleri ile net olarak görülmektedir. Yani devlet belirli dönemlere göre örtük ve açık özellikleri ile egemen sınıfların baskı, zor şiddet aracıdır. Ekonomiyi elinde tutan sınıfların, kapitalist mülkiyetin ( özel ve devlet mülkiyeti olarak ) egemenliği olarak şiddetin örgütlenmiş halidir. Ayrıca kapitalist devlet kendi ideolojik aygıtları ile rıza ve ikna üretimini sağlayarak devletin varlığı ve sürekliliğinin garantisi olmuştur. Dolayısıyla kapitalist devlet hem bir şiddet aparatı olarak, hem de rıza ve ikna üretim aparatı olarak sivil toplum veya tarihsel blokun ( Gramsci’nin özgün tespiti olarak ) adı olarak bütünsel devlet, genişletilmiş devlettir.

İşte bu kapitalist devlet bu deprem felaketi ile yokluğundan veya gelmediğinden değil, varlığından ve geldiğinden bu yıkımın doğrudan sorumlusu olmuştur. Bu yıkım Marksistlerin çok kullandıkları aşağıdan yukarı veya yukardan aşağıya anlayışının da adeta ete-kemiğe bürünmüş halini gösterdi. Yani aşağıdan yukarı dayanışma, paylaşma ile iyilik üretilirken, yukarıdan aşağı düşmanlaştırıcı, dışlayıcı olarak kötülük üretilir oldu. Artık örgütlü iyilik, toplumsal iyilik hemen herkes için örnek ve ders niteliğinde görünür hale geldi. Örgütlü kötülük veya toplumsal kötülük ise moloz yığını olarak çıkamayacak noktada enkazda kalmıştır.

Marks “ Kapitalizm kendi suretinde insan ve ilişkiler üretir” demişti. Bu deprem öncesi, sırası ve sonrasında devlet-iktidar egemenlerinin gerekli tedbirleri almayarak yüz binleri bulan kayıp sayıların sınıfsal sorumlusu olduğunun teyidi demektir. Deprem felaketinden sağ kurtulmanın saati olan 48 ve 72 saat bu asalak güruh adeta buhar olup 3 gün ortada gözükmeyerek bilerek, taammüden işlenen cinayetin sorumlusu olmuşlardır. Gönüllü kuruluşların yardım taleplerine olur vermeyerek, böylesi bir acının yaşandığı ortamda dahi rekabet ve çıkar yanlısı olduklarını göstermişlerdir.

Yine yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık şebekeleri olan AFAD, Kızılay, müteahhitler, denetimciler, ilgili belediye ve bakanlıklar kapitalizmin kendi suretinde ilişkiler olarak kirliliğin, bataklığın, zombiliğin adı olmuşlardır. Bu kirlilik . çürümüşlük hali inşaat sektöründeki kapitalist işleyişte aleni görünür olmuştur. Bu durum gösteriyor ki deprem öncesi bu güruh konut yaparken de azami kâr elde etmişler, deprem olmuş enkazı kaldırmak için yeniden kazanmışlar, yetmemiş yeni yapılaşmada da servetlerini artıracakları açık ve kesindir.

Enkazlara 3 gün hiç gelmeyen devlet-iktidar ortaklığı , elini o kadar çabuk tutuyor ki 507 bin konutun 156 bin binanın durumu tespit edilirken şirketlerle sözleşme yapılıyor. Yine Saray iki günde 8 ihale yapıyor. İhale tutarı 6 milyar. 3700 konutun yapılacağı basına sızıyor. Bu kadar kısa sürede bunun mümkün olamayacağı bilindiği ve yalandan kim ölmüş temel mantıkları olduğu için özellikle inşaat konusunda ustalıklarından kaynaklı gerekçeler üretmeleri zor olmayacaktır. En çok gerekli oldukları anlarda ortalıkta olmayanların, yangından mal kaçırır misali acil yıkılacak, ağır hasarlı bina ve konutların sayılarını tespit etmiş olmaları da dikkat çekti.

Yine binlerce kepçe, dozer, vinç, hitli vb iş makineleri özel tersane ve limanlarda, organize sanayi bölgelerinde ve inşaat tekellerinin depolarında bekletildi. Çünkü burjuvazi kâr getirmeyen yere kendi araç ve makinelerini göndermez. Modern barbarlığın adı olan kapitalizmde yüz binlerce boş konut borsada işlem görürken, milyonlarca insana bir çadır bile çok görüldü.

Deprem somut gerçeklik olarak bütün çözüm bekleyen sorunları ve yakıcılığı ile devam ederken bir dizi önemli tartışma da gündeme geliyor. Bu tartışmalarda taraf olunur ve içselleştirme sağlanırsa önemli bir kazanım olacaktır.

Bu tartışmalardan önemli gördüklerimizle devam ediyoruz. Kılıçdaroğlu açıklamasında 20 yıldır ülkeyi depreme hazırlamayan Erdoğan ile görüşmeyi asla düşünmüyorum. Bu meseleyi siyaset üstü görmüyorum. İktidarla hizalanmayı reddediyorum diyerek yine farklı bir çıkış yaptı. Elbette ki çok defa iktidarla hizalanmışlar, Yeni Kapı’da, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasında, sınır ötesi operasyonlarda, kayyum atamalarında bu hizalanma görüldü. Ama yinede Kılıçdaroğlu’nun bu tavrı önemli görülüp desteklenmelidir. Ayrıca Kılıçdaroğlu ve ekibi, özellikle de üç büyük belediye olmak üzere diğer belediye başkanları ve arama – kurtarma, yardım ekiplerinin ilk günden itibaren sahada olmaları önemli olmuş , depremzedelere nefes olmuştur. Yine Kılçdaroğlu Hatay Belediyesi, Arsuz Belediyesi, Defne Belediyesi, Samandağ Belediyesi olan kendi belediyelerinin depremdeki sorumluluklarının araştırılması için talimat vermesi de ayrıca önemli olmuştur.

Yine 1985 de Meksika’nın başkenti Mexico City de 8,1 büyüklüğündeki deprem sonucu 10 bin insanın ölümü bir başka gerçekliği ortaya çıkardı. Kapitalizm yine yoksulları vurduğu için literatürde tartışılan “sınıfsal deprem” anlayışı önemli olmuştur. Yani bir yanıyla yıkımın ve ölümlerin yaratıcısı kapitalizm olurken, süreç içinde kitlesel bir deprem bilinci ve kültürü oluşması sonucu deprem zararları asgari düzeye çekilmiştir. Yani nasıl ki bu Mexico City depremi ile doğasal- fiziksel deprem yaşandıysa, “sosyal deprem” ile adeta kitlesel basınç yaratılarak depreme karşı önemli mesafe alınmıştır.

Bu 11 kenti kapsayan büyük yıkıcı deprem bir kez daha dayanışmanın, paylaşmanın, ortaklaşmanın önemini göstermiştir. Bunun öncülüğünü de gönüllüler ve sol-sosyalistler yapmışlardır. Bu imece usulü, komün yaşamına siyasi bir ad verilmiş ve “deprem komünizmi” denmiştir. “deprem komünizmi” kendi otantiğinde ve muhtevasında anlaşılır ve kavranırsa işlevsel olacaktır. Tersi durumda gücünü ve muhtevasını aşan misyon yüklenirse bu olumlu işlevselliğini de kaybedecektir.

Bu belirli bir alanda ve kısmi olarak yaşanan komünal yaşam geçici olacaktır. Kapitalist kuşatma altında adeta kılcal damarlar gibi üretim ve tüketim zincirinin kapitalist mülkiyetin egemenliğinde olduğu koşullarda “deprem komünizmi” gibi ortaklaşmacı yaşamın kalıcı olmadığı, somut verilerle dünyada 1871 Paris Komünü ve Türkiye’de Fatsa “devrimci komiteler” örgütlülüğü ve Gezi Direnişi ile görülmüştür. Dolayısıyla var olan kapitalizm ve kapitalist devlet koşullarında muhalif anlamında “paralel devlet”, “paralel toplum” anlayış ve tarzının başarısı ( olağan üstü gelişmeler dışında ) mümkün gözükmüyor. Bu depremle gündeme gelen “deprem komünizmi” de sınırlı bir alanda ve sınırlı bir çevreyle adeta adacık olarak geçici olacaktır. Ancak ülke çapında devlet iktidarının parçalanması ve yıkıntıları üzerinde inşa edilecek olan komünizm, “deprem komünizmini” de kapsayacak şekilde kalıcı olacaktır.

Bu bölüme böyle bir büyük yıkıcı depremle kitlesel acıların yaşandığı koşullarda devlet ve siyasal İslam-faşizm ortaklığına ultra örnek Kızılay devlet arpalığının kirliliği ve çürümüşlüğü, zalim ve vahşiliğinin güncel gelişmeleri ile devam ediyoruz.

Kızılay gelinen noktada 11 adet iştiraki ile bir holding yapılanması olarak bu yapılanmanın görevini layıkıyla yerine getirmektedir. Doğal felaketlerde bir özde yardım kuruluşu olması gerekirken sözde bile yardım kurumu değil zenginlik kapısı olarak ticari bir kurum olmuştur. Fazla sayıda yönetici ve kadrolarının yüksek ve çoklu maaş almaları bu Kızılay’a yakışır, adeta eşyanın tabiatı gereğidir. Bu Kızılay’ın vukuatları Pandoranın kutusu açıldıkça içindeki kötülükler arşa değecek yüksekliğe çıkacaktır.

Daha önce siyasal İslamcı TÜRGEV’e önemli miktarda para aktararak vergiden düşme hesabında olan ve şaibe ile başlayan yolsuzluk ve rüşvet sarmalının bu yalnız görünen veya servis edilen yüzü olarak gündeme gelmiştir. Bu depremle kirliliği adeta tavan yapmış, yeni vukuatlarla dur durak bilmez şekilde devam etmektedir. İnsanlar deprem bölgesinde soğuktan kırılırlarken 3 gün çadırları bölgeye göndermeyip, bir başka yardım kuruluşu olan AHBAP’a 2 bin 50 çadırı 46 milyona satıyor, yine AHBAP’a yiyecek, konserve vb gıda satıyor. Durmuyor yine bilinen olarak bedava ilaç dağıtan Eczacılar Birliğine 5 çadır satıyor. Devam ediyor kan satıyor, durmuyor topladığı giysilerden her ay 80 ton satarak holding aslına rücu olarak zenginleşiyor.

Bu acıların katlandığı, dayanma sınırının zorlandığı koşullarda Kızılay Edremit Şube yöneticileri eğlenirken kameralara yakalanıyorlar. Elbette bu rezillikler bilenen, görülen, servis edilen kısım. Gizlenenlerin daha fazla olduğu açıktır. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar misali öyle bir yakalanmışlar ki, öyle bir açmaz içindeler ki nereyi kapatsalar, diğer yerlerden adeta pislik , kötülük fışkırıyor. Kızılay Başkanı adeta adımı bilmiyorum der gibi çadırları satanlardan önce haberi olmadığını sonra öğrendikten sonra eleştirdiğini söyleyerek bir gafa, pota daha imza atıyor. Böylesi koşullarda görevini yaptığını savunarak hala istifa etmiyorsa madalya ile ödüllenmeyi hak ediyor demektir.

Elbette bu çadır olayı ile birlikte satan ve alan memnun olmuş durumda görevlerini yerine getiriyorlar. AHBAP topladığı yardımlarla bir ölçüde yoksullara destek olurken, bunun avantajı ile diğer şaibeli durumu görülmez olarak hareket ederken, bu çadır olayı ile hangi mantıklı gerekçe üretirse üretsin yakalanmıştır. Halk AHBAP’a bağış yaparken paraları Kızılay’a, AFAD’a, TOKİ’ye devredilsin diye yapmıyor. Toplanan yardım paraları Kızılay’a, TOKİ’ye gidecekse insanlar zaten onlara bağış yapar, araya AHBAP’ın girmesine gerek kalmazdı. AHBAP’ın şaibeli durumu yalnız bu çadır olayı ile sınırlı değil, AHBAP’’ın yönetiminde faşistlerin yer alması ve AKP ‘yi desteklenen bazı sanatçı artıklarının kendi reklamları için AHBAP’ta bulunması, daha da fazlası zaman içinde ortaya çıkacak ve şaibeler ortadan kalkmaz ise tarihsel ömrünü tamamlayacaktır.

Son olarak bu bölümde (bir dizi önceki yazıda da belirttiğimiz gibi ) kapitalizm koşullarında devletleştirmeler veya devlet kurumlarından adeta cımbızla olumluluk aramanın yanlış olduğunu söylüyoruz. Tersine kapitalizmde devlet kurumları ve devletleştirmeler sermayenin-burjuvazinin kolektif mülkiyeti olduğu için bunu savunmanın manipülasyon ve illüzyon olduğu da Kızılay olayı ile daha net ve açık olarak görülmüştür. Daha önce devlet bankaları olan Ziraat Bankasının bilinen olarak Demirören’e 750 milyon dolar verip, borcunu geri alamadığı emekçilerin paralarının şaibeli hali, Halk Bankası’nın ABD ile yolsuzluk sarmalının hala devam etmesi ve Halk Bankasına yüklü bir ceza gelmesi noktasında yine emekçilerden çıkacak olan meblağ gündemden düşmemiştir. Diğer devlet kurumlarının yolsuzluk ve rüşvet sarmalında olması da devletin sınıfsal özelliğinden dolayı sürpriz olmayacaktır.

Gelinen noktada bu deprem öyle büyük acılar yaşatmış durumda ki her kişi veya örgüt, kurum söyleyeceği her şeyi, yapacağı her hamleyi çok düşünerek yapmak zorunda. Bu noktada bizlerde özellikle gündemde olmasına rağmen seçim konusu üzerinde durmadık, bu bir rastlandı değil, bilinçli bir seçimdi. Resmi sayılarla 50 bine yaklaşan kayıpların olduğu 100 binin üzerinde yaralıların olduğu böylesi bir felakette, seçimi tartışmak bir ölçüde de olsa depremin üzerini örtmek veya gündem değiştirmek olacaktı. Bu anlamda beklemek gerektiğini düşündük. Bir aya yaklaşan depremle birlikte bir çok şey ortaya çıkmış durumda. Özellikle de deprem sonrası temel sorun ve çözüm bekleyen yeniden yapılaşmadır. Bunun çözümü de devlet-iktidar ortaklığından geçmektedir.

Dolayısıyla seçim tarihi de netleşmiş olup 14 Mayıs olarak açıklanmıştır. Artık ister var olan iktidar olsun, ister seçimle birlikte yeni iktidar olsun depremzedelerin temel sorunlarını çözmek tek işleri olmak zorunda. Bu anlamda yeniden yapılaşma bütünsel olmak zorunda. Yani elbette ki öncelikle depreme dayanıklı konut üretmek gerekmektedir. Ama bu teknik veya fiziksel çözüm, sosyolojik, sosyal, psikolojik, kültürel kodlar ile takviye edilmek zorunda. Yani bir depremzede insanımız sağlam, güvende bir konut, uygun bir iş veya gelir, depremden kaynaklı özellikle çocuklara dönük pedagojik veya psikolojik eğitim, diğer detaydaki her sorunun çözüldüğü bir yaşam. İşte bu noktada seçime 2 ay gibi bir zaman kaldığı için seçim konusunda ve adaylık konusunda değerlendirme yapmak ve tavır belirlemek önemli hale gelmiştir.

Elbette önceki bazı yazılarımızda seçimler ve parlamento üzerine Marksizm çerçevesinde genel ve güncel değerlendirmeler yapmıştık. Bu değerlendirmelerin de referansıyla gelinen noktada somut durumun analiz ve analitiğini yapmak gerekli ve önemli hale gelmiştir. Özellikle Millet İttifakının adayının açıklanması ile seçim süreci daha netleşmiş durumda. Millet İttifakının adayının Kılıçdaroğlu olduğu açıklandı. Bizler uzun zamandır Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzeride duruyorduk. Bu adaylığın ilan edilmesinin gecikmesini de ilan edilecek adayın yıpratılmasının önüne geçilmesi saikiyle yapılmadığını söylüyorduk.

Akşener ve İyi Partinin anketlere göre özellikle oy oranını artırması ile birlikte bunu sağ siyasetin gereği olarak kullanacağı açıktı. Ayrıca olası Millet İttifakı iktidarında adeta yer kapma, kariyer hesapları , yine Kürt sorunu konusunda şahin tutumun devamı, İyi Partinin adeta bir bölen anlayışını şekillendiriyor ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığına mesafeli durup, seçilecek aday gibi belirsiz bir anlayışın arkasına sığındı. Adaylarının da önce Mansur Yavaş, daha sonra İmamoğlu olduğunu açıkladılar. Bu noktada bir bölen dememiz bir gerçeğin ifadesidir. Yani Kılıçdaroğlu’nun adaylığı uzun zamandır bilinmesine rağmen, Yavaş veya İmamoğlu’nun adaylığı mümkün olabilir mi özellikle CHP seçmeni bu noktada kime oy verecek veya Yavaş veya İmamoğlu’nun İyi Parti adayı olmasını istemek de aleni bir bölen tavır demektir.

Gelinen noktada 2 Mart itibarıyla Altılı Masanın yaptığı toplantı sonunda kısa bir bildirge açıklandı. Bildirge de ortak bir aday konusunda karar alındığı açıklanıyor. Bu kararda imzası olan Akşener ve İyi Partide beklenen farklı sesler olması sürpriz olmamıştır. Adeta İyi Parti olağanüstü Ankara çıkarması yaparak toplantı halindedir. Sonuçta İyi Partinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemeleri kesin gibi. Bunun temel nedeni de Akşener’in seçim sonucunda Millet İttifakının başbakanı olacağıdır. Başka şekilde Akşener’in başbakan olması mümkün değildir. Dolayısıyla Akşener- İyi Partinin Altılı Masadan kalkması veya Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklememesi mümkün gözükmüyor. Ama burjuva temsili sistemin kırılganlığı ve sağ siyasetin tutarsızlığı farklı bir tavrı da dışlamamaktadır. Yani İyi Partinin Altılı Masadan çekilmesi veya Kılıçdaroğlu’nun adaylığının desteklenmemesi de sürpriz olmayacaktır.

2 Mart ile Kılıçdaroğlu’nun adaylığına Akşener muhalefet etse bile diğer parti başkanlarının onayı ile yani çoğunluk oyları ile Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşmiş durumdadır. Bu noktada sosyalist- komünistlerin tavrı ne olacak netleşmek gerekli olmuştur. Güvenlikçi devletin, faşizmin iktidarı için bu iktidar tarafından her uygulama geniş emekçi kitlesinin açlık ve yoksulluk içinde yaşamasının katlanması, burjuva anlamda bile hak ve özgürlüklerinin giderek budanmasını getirdi. Geniş emekçi kitleler adeta bir anafor içinde nefes alamaz durumdalar. İşte bu noktada bu iktidarın gitmesi küçük de olsa nefes almayı sağlayacaktır ve geniş emekçi kitlesinin ve muhaliflerinde talebidir.

Ayrıca Yalnız Erdoğan’ın ve hükümetinin gitmesi önemli olsa da yerine gelenin asgari de olsa belirli özellikler taşıması gerekiyor. Kılıçdaroğlu bu anlamda Kürt sorununun çözümü konusunda ılımlı tavrı, diğer konularda daha emek ağırlıklı olması noktasında burjuva temsili sistem içinde bir tavır almak gerekmektedir. Bu anlamda bizim de beklediğimiz gibi HDP’nin kendi adayını çıkarmasından vazgeçmesi doğru ve isabetli olmuştur. Bu noktada Demirtaş’ın yürü bay Kemal açıklaması ve Kılıçdaroğlu’na öncülük teklifinde bulunması döneme, konjonktüre uygun olmuştur. Dolayısıyla sosyalistler- komünistler olarak Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemek doğru olacaktır. Ama bu destek koşullu olmak zorundadır. Yani işçi ve emekçiler dönük olumsuz her karara yalnız düşünce bazında değil pratikte de karşı çıkılmalıdır. Seçim öncesi işçi ve emekçilere dönük verilen her sözün olası yeni iktidardan yerine getirilmesini de ısrarla istenmelidir. Hiçbir gerekçe bu taleplerin karşılanması önünde engel olmamalıdır.

SONUÇ YERİNE

Yer yer küçük de olsa kendi unsurlarına da zarar veren bu büyük asrın deprem felaketi bile kapitalizmin kirliliğine, faşizmin saldırganlığına küçük çaplı da olsa bir vicdan ve merhamet duygusu vermemiştir. Bu acıların tarifinin zor olduğu noktada bile kârını düşünen egemenlerin zehirli ırkçı dili ve saldırgan tutumu da devam ediyor.

Irkçılık zehiri depremde bile boş durmuyor. Dom lara ve Abdallara karşı ayrımcılık, nefret, düşmanlaştırıcı, ötekileştirici dil devam ediyor. Muhalefet TV lere kapatma ve idari para cezaları rutin uygulama oldu. Yer yer ırkçı dili ile de bilinen Ekşi Sözlük muhalefetine bile tahammülleri yok. Adeta yolsuzluğun merkez adı olan Kızılay’a dönük TİP ve Sol Parti eylemlerine saldırı ile bir çok gözaltı yapılıyor. Bahçeli’nin tam faşistlere yakışan üstenci halktan kopuk tavrı Adıyaman’da kendini ele veriyor. Erdoğan’ı adeta Erdoğan’dan bile daha fazla savunacağım diye, Erdoğan’ı eleştiren depremzedelere bile saldırgan tutumla indirin şunları diyerek adeta hedef gösteriyor. Tüm bu ve benzeri güncel gelişmeler devlet - iktidar ortaklığının çöküşünü ve enkaz altında kaldığının açık teyidi olmuştur.

Gelinen noktada tüm bu ve benzeri kirlilik ve karanlığa karşı nasıl bir mücadele hattı izlenecek, ilk deprem yazısında bunun somut ve akut olanlarını belirtmiştik. Yani hükümet istifa ve tüm her düzeyde sorumlular, yargılansın, tutuklansın ve gerekli cezaları alsın demiştik. Bunu başta depremzedeler ve hemen tüm insanların tavrı olduğu ve gerçekleşme durumu da çok yüksek olduğu için yapmıştık. Normal şartlarda rahatlıkla hükümetin istifasını vermesi bir yana bir yönetici bile ( şaibe ve yolsuzluğu kendisinin bile itiraf ettiği Kızılay Başkanı bile istifa etmiyor ) istifa etmiyor. Suç ortaklığı kolektif olarak koltuklara yapışmakla ancak korunabiliyor.

Bu noktada hükümet istifa talebini ilk dile getiren futbol taraftarları oldu, onlar atkı ve oyuncakları ile hem depremzedelere bir yardım yaptılar hem de farkındalık yarattılar. Başat olarak tüm emekçilerin ortaklaşmasının somutlaştığı alanlar olan stadyumlar, aslında bu protestoyla da görülmüştür ki dışarıda yaşanan açlık ve yoksulluğun haykırıldığı kolektif alanlar olmuştur. Bu hükümet istifa talebinin 16 futbol muhalif taraftarlarının da sahiplenmesi de önemli olmuştur. Bu aşamadan sonra bu hükümet istifa talebi ülke çapında yaygınlaştırılıp daha da kitlesel hale gelmelidir.

Taraftarların bu hükümet istifa talebine ilk karşı çıkanın Bahçeli olması da sürpriz olmamıştır. Bahçeli’nin bu takımların maçlarının seyircisiz oynaması talebi de yerine getirilecektir. Ayrıca Bahçeli’nin nasıl ki HDP’nin, Tabipler Birliğinin, Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını isteyen tavrı hız kesmeden devam ederken bu takımların kapatılmasını istemesi de sürpriz olmayacaktır. Bu noktada bir ironik durum da resmi sayılarla 50 bine yaklaşan deprem kayıp sayılarına rağmen bir kişi bile istifa etmedi derken bu seriyi de yine Bahçeli bozdu. Beşiktaş üyeliğinden istifa etti. Zaten üyelik aidatlarını ödemediği için üyeliği düşürüldüğü söylenen Bahçeli’nin Beşiktaş üyeliğinin istifası özellikle Çarşı için isabetli olmuştur. Diğer takımlardan da faşistlerin bir biçimde kopması önemli ve isabetli olacaktır.

AÇIKLAMA

Akşener ve İyi Parti üzerine Akşener’in bir bölen tavrı gerçekleşti, Yukarıda değerlendirme Akşener ve İyi partinin bu tavrından önce yazıldı. Bizde bu değerlendirmeyi değiştirmedik. Akşener ve İyi Partiye dönük çok kez yazdıklarımızda doğruluk anlamında isabet olduğunu gördük. Geçmişte faşizmin takiye anlayışını görmeyip Bahçeli’ye adeta aklayan bazı sollar, Akşener’e de daha da arka çıktıklarında bizler uyarı görevimizi ısrarla yaptık. Belli ki Akşener kendi ırkçı, faşizan tutumuna yakın olan iktidarın başbakanı olmaya soyunmuş gözüküyor. Konu ile ilgili diğer yazılarda yeni değerlendirmeler yapacağımızı belirterek burada sonlandırıyoruz.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.