Savaş 15 günü geri bırakmıştır. Ama özellikle kadın ve çocuk göçü ( 2 milyon göçten 800 bininin çocuk olduğu söyleniyor ) dramatik bir şekilde devam etmektedir. Bu durumun acı ve eziyeti bir yana, erkeklerin barikatlar kurarak şehir savaşına hazırlanmaları savaşın devam edeceğini göstermektedir. Bir yandan da ateşkes ve barış görüşmeleri de devam etmektedir. Örneğin Antalya’da iki tarafın dışişleri bakanlarının görüşmelerinde kısmi bir barış çıkarsa bile önemli olacaktır. Başta siviller olmak üzere ölüm ve yaralanmalar engellenmiş olacaktır.
Bu savaş da göstermiştir ki nasıl pandemi ile yaşamaya alışmak gerektiyse, artık savaşlarla yaşamaya alışmak da sürpriz olmayacaktır. Bu noktada savaştaki her gelişmeye doğru analiz-analitik önermeler getirmek önemli olacaktır. Bu savaş dışında başka savaşlar çıktığında da düşünce bazında donanım ve hazırlıklı olmak da önemli olacaktır. Bizde bu yazıda savaştaki (özellikle yeni gelişmeleri ) Marksizm çerçevesinde değerlendirmek istiyoruz.
AB’nin yaptırımları adeta vandallık şeklinde sanata karşı saldırılarla devam etmektedir. Özellikle savaş gibi olağan üstü dönemlerde sanat, edebiyat alanında geniş kitlelerin ilgisi onlara ekstra direngenlik, cesaret, güven verecektir. Bunu bilen egemenler Çaykovski’nin eserlerini engelliyorlar. Tolstoy’un eserlerinden uyarlanan film çekimleri durduruluyor. Dostoyevski heykelleri hedef oluyor, üniversitelerde dersleri kaldırılıyor, eserleri yasaklanıyor. Orkestra şevleri görevinden alınıyor. Bazı restoranlara “ Ruslar giremez “ yazıları asıldığı görülüyor. Yine Rus votkasının ve Rusya’da yetiştirilen kedi cinslerinin aforoz edilmesi gibi. Uygarlık ve demokrasinin şampiyonluğunu kimseye bırakmayan ( İngiltere’nin sömürgeci zulmü ve Fransa’nın Cezayir’e karşı vahşete varan barbarlığı, Almanya ve İtalya’nın soykırım şeklindeki faşizm dönemi unutulmamıştır ) AB ülkelerinin bu tutumu yalnızca tipik bir ırkçılık değil, aynı zamanda kapitalist-emperyalist ülkeler olarak paylaşımdan daha fazlasını almak için savaşım demektir.
Diğer taraftan dünya dolar milyarderleri listesinde 23 Rus’un olması ve bunların toplam servetlerinin 375 milyar doları ulaştığı belirtiliyor. Dolayısıyla bu savaşla oligarkların yeni servetler edinmek ve servetlerinin katlanması süreci bu savaş ve işgalin nedenlerinin somut göstergesi olmuştur. Ayrıca Rusya’da tüm sosyal medya mecralarının kapatılması otoriter anlayışın içeride ve dışarıda savaşın tüm kirliliğinin gizlenmesi saikiyle yapıldığı da açıktır.
Yine hala, muhafazakarlık ciddi saiklerle devam ediyor. Rus saldırganlığı ve işgali koşullarında bile “ Sosyalizm ana vatanından selam “ türü tweetler atılıyor veya yalnızca “NATO’ya hayır” pankartı asılıp Rusya’nın saldırısı ve işgali gözükmüyor. Devamla Rusya kapitalist ama, ekonomisi sanayi sermayesine dayanıyor ve ancak petrol ve gaz ihraç edebiliyor, mali sermaye değil, emperyalist de değil açıklaması ciddi bir illüzyon yaratmaktadır. Türkiye bile emperyalizmin alt özelliklerini taşırken, Rusya’nın emperyalist veya alt-emperyalist olarak görülmemesi açık bir muhafazakarlık ve dogmatikliktir.
Savaşın Türkiye cephesindeki gelişmelere baktığımızda iktidarın yaptırımlara taraf olmamasının bir kesim tarafından olumlu görülmesi, temel yanının görülmemesi anlamında ciddi bir zafiyettir. İktidarın en güçsüz olduğu noktada ABD , NATO ve Rusya’ya karşı tarafsız olarak gözükmesi, adeta sallanan olarak küçük bir dokunuşta yıkılacak olması nedeniyledir. Ayrıca savaşa hayır muhalefetinin giderek yükselecek olması yaptırımlarda taraf olmamasının temel saikleri olarak görülmelidir.
Yine iktidar Rusya’nın “ Kırım ilhakına” karşı ve “Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmak” şeklinde açıklamalar yaparken, Rusya ile yeni boru hattı anlaşmaları, nükleer santral inşaat anlaşmalarına da imza atmaya devam ediyor. Sonuçta ABD, NATO ve Rusya’dan ikisinden de vazgeçmeyiz tavrının açıklaması ikisinden de hem vazgeçer, hem vazgeçmeyiz ama kendimizden hiç vazgeçmeyiz demektir.
Somut gelişmelerle devam ediyoruz. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’nin ABD ve NATO’ya yaptığı “Ukrayna hava sahasını Ruslara kapatın”, “ölümlerden siz sorumlu olursunuz” açıklamasına karşı İngiltere, Almanya, ABD Ruslarla savaşmayacaklarını açıklamışlardır. Bu durum açık ve net olarak göstermektedir ki kapitalist-emperyalist savaş baronları kendi amaç ve çıkarları için birbirlerini ve diğer kendilerinden yana olan ülkeleri bile rahatlıkla satışa getirmektedirler. Analoji yaparsak “Ayı ile aynı yatağı paylaşmanın” egemen kanatlar arasında ders niteliğindeki yıkımı bile görülemez durumdadır.
Başka ders durumu da kapitalist- emperyalistlerin tutarsızlıklarını ve zulmünü açıkça göstermektedir. Alman Şanşölyesi sosyal demokrat Scholz özel silahlanma fonu için 100 milyar dolar bütçe hazırladıklarını belirtmiştir. Ama ırkçılık ve çıkarlar öyle bir tavan yapmış durumda ki Rusya’nın Kuzey Akım 2. Projesinin devam etmeyeceği açıklaması yapılmaktadır. Yine Ortadoğu ve Afganistan’dan gelen mültecileri kabul etmeyen AB ülkeleri , Ukrayna’dan gelen mültecileri kabul etmektedir. Öyle kana doymaz bir kapitalizmi ile karşı karşıyayız ki, ( savaş mağdurları insanlara ve savaşların da resmi kuralları olarak kadın ve çocuklara dokunulmayacağı bilinmesine rağmen ) savaşı uzatmak saikiyle 14 ülkenin Ukrayna’ya silah göndermesi devam ediyor. Yine savaşı yaymak ve uzatmak için Ukrayna’ya gelmesi beklenen savaşçı sayısının 16 bin olduğu belirtiliyor. Bu savaşçıların daha önce Libya ve Azerbaycan’da savaşmış olan cihatçı unsurlar olduğu da söyleniyor. Bu noktada Türkiye’nin ÖSÖ aracılığıyla Ukrayna’ya savaşçı gönderdiği söyleniyor. Ayrıca Ukrayna’da savaşmak için Rusya yanlısı paralı Çeçen savaşçılarının Ukrayna’daki Neo- Nazilerle savaşmak için gönderilmesi en hafif tabirle aleni bir garabet ve çelişkidir.
Bu savaş bazı konulardaki illüzyon ve yanlışların görülmesini de sağlamıştır. Örneğin NATO konusu özellikle ulusalcı sol-sosyalist kesim için temel mecrası ve sınıfsal aidiyeti şeklinde ( aynı emperyalizmin kapitalizm boyutu görülmeden yayılmacılık olarak görülmesi gibi ) kapitalizm bağlantılı olarak görülememesi veya kapitalizmi temel alma konusunda çekingenlik bir açmaz ve kırılganlık olarak görülmelidir. Elbette NATO 1949 da İkinci Dünya Savaşının yıkıntıları üzerinde Sovyet tehlikesine karşı kurulan tipik bir kapitalist-emperyalistlerin savaş örgütüdür. Ezilenlerin isyanının bastırılması için de askeri ve siyasi bir örgütlenmedir. Ama personel ve mali desteği vb. kapitalizmin varlığına bağlı olduğu için kapitalizm olduğu için NATO vardır. Kapitalizm kalktığında NATO otomatik olarak ortadan kalkacaktır. Bu nedenle NATO’yu ancak kapitalizm-emperyalizme sınıfsal olarak bağlı bir savaş örgütü olarak görürsek doğru ve anlamlı olacaktır.
Yine tipik bir illüzyonda örneğin bu savaş da iki taraftan olmamanın, yani tarafsızlık gibi zaaf olarak görülmesidir. Oysa üçüncü yol olarak ABD, NATO ve Rusya ‘ya karşı olmak ( Marksizm’in reformizm ve anarşizm dışında üçüncü yol olması gibi ) tarafsız kalmak değil iki kötülükten birini seçmek zorunda olmadığımız şeklindeki net olarak taraf olma halidir. Tersine iki kötüden birini seçmek nesnel olarak gerçek taraf olamamanın göstergesi olacaktır.
Savaşın bu şeklinde devam eden yıkım , vahşet ve zulmüne karşı direniş ve isyan olarak mücadele de devam etmektedir. Rusya’da bu savaş ve işgale dönük sokak gösterileri devam ederken Rus ordusundaki askerlerin de bu savaş ve işgalden hoşnut olmadıkları ( Vietnam’da olduğu gibi ) haberleri geliyor. Yine 56 ülkede savaş karşıtı eylemler düzenleniyor. Bu eylemlerde 5 bine yakın kişinin gözaltına alınması yaşanıyor. Bu baskı ve saldırıların savaş karşıtı mücadelenin yaygınlaşması ve kitleselleşmesinin engellenmesi için yapıldığı da açıktır. Egemenler için bu savaş karşıtlığının radikallik kazanması ve kendi iktidarlarını sarsacak noktaya gelmesi korkusu da süreç içinde ciddi bir risk olarak görülmelidir.
Bu savaş şeklindeki direniş ve isyan durumuna Avusturyalı savaş tarihçisi Karl Von Clausewitz ( 1780-1831 ) “Savaş siyasetin silahlarla devamıdır” demişti. Bunun somut ve güncel hali “ Savaşa karşı savaş” politikası olup , savaşa karşı barış politikası kendiliğinden verilmeyecek savaşarak alınacak demektir. Bu savaş karşıtlığı ve gerçek, kalıcı barış için savaşacak unsurlar ise “ Sınıfa karşı sınıfın” somut halidir ve bu tavır da işçi sınıfının enternasyonal görevidir . Bu da kapitalizme- burjuvaziye karşı işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalizm içinde geçici de olsa savaşı engelleme ve savaşların mahreçten ortadan kalkmasını sağlayacak bir komünizmin inşasından geçmektedir.
Bu savaş bir şeyi daha somut olarak ortaya çıkarmış ve görünür hale getirmiştir.Bu da nasıl bir sosyalizm- komünizm olmalı ve onu savunmalıyız anlayışıdır. Öncelikle şunu belirtelim faşizme karşı mücadele ( Ukrayna’daki Neo-Nazilere karşı mücadele de ) ancak faşizmin potansiyel bir eğilim olarak sürekli var olacağının sınıfsal zemini olan kapitalizme karşı mücadeleden geçmektedir. Yani modern Çar Putin ‘in oligarklarının egemenliğinde olan kapitalizmden ( özgün bir devlet ve özel kapitalizmin bileşkesi olarak ) ve paralı Çeçen askerlerinden faşizme karşı ( Ukrayna somutunda Neo- Nazilere karşı ) tutarlı ve sonuç alıcı bir kazanım elde edilirse bunu önemli bulur, savunur ve destekleriz. Ayrıca ABD ve NATO’nun egemenliğindeki kolektif emperyalizmin açık bir işgal gibi Rusya’ya savaş açması durumunda Putin’e rağmen ezilen olarak Rusya’dan yana oluruz. (Örneğin Saddam’ın despotluğuna rağmen ABD’nin Irak işgaline karşı ezilen olarak Irak’tan yana olunması gibi )
Elbette bu faşizme ve emperyalizme karşı olmak anlamında Ulasal-demokratik yan önemli olsa da bu durumun kalıcılığı ancak sınıfsallıkla mümkündür ki onun da adı aslına- adına uygun sosyalizm- komünizmdir. Burada da eklektikten, dogmatiklikten kopmak gerekmektedir. Bunun somuttaki önemi ise Marksizm’in evrensel ve güncellenmiş tezlerin diyalektik olarak içselleştirilmesinden geçmektedir. Klasik özel kapitalizmde ve bürokratik devlet kapitalizminin devlet anlayışının benzer yanlarında devlet obezite gibi büyür, genişlerken, sosyalizm-komünizmde ise devlet zeminin kaybeder ve ilk anlardan itibaren sürekli sönümlenir giderek de ortadan kalkar. Kapitalizm içinden devir alınan devlet aparatının bir geçiş döneminde işçi denetiminde sönümlenmesi ( 1917 Ekim Devriminin başlarındaki gibi ) başka şey kapitalizm içindeki devletleşmeler ( kolektif sermaye bileşeni olarak ) başka olup sosyalizmle eşitlemek bir kırılganlık ve açmaz olarak yön kaybıdır. Bu konuda yani nasıl bir sosyalizm-komünizm olmalı konusunda küresel çapta tartışmalar ve çabalar devam edecek ve bu konuda netleşmek noktasında katkımız da tekrarlar olsa da yeni açılımlarla devam edecektir.
Başlangıç olarak sosyalizm-komünizm konusunda bize göre evrensel ve güncel tezler diyalektik saiklerle söyle şekillenmektedir. Üretim ve tüketim araçları üzerindeki toplumsal-sosyal mülkiyet, işgücünün meta olmasının ilgası, burjuvazinin ekonomik-siyasi olarak mülksüzleşmesi, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin antagonist çelişkisi, kapitalizm meta üretirken, sosyalizm-komünizm ürün üretir, devlet kuruluş anından itibaren sönümlenmeye başlar giderek de ortadan kalkar, yalnızca işgücü değil , üst-yapısal gelişmeler de dahil tüm meta ilişkileri ortadan kalkar, zorunluluk alanları ile özgürlük alanlarının diyalektik birliğidir, tarımda zor ile kolektivizm ve sanayileşme değil, yerindelik olarak üreten ve yöneten olarak tarım işçileri, yoksul köylü ve çiftçilerin egemenliğidir, geri çağırmanın ,yani doğrudan demokrasinin araçları olan Sovyet, komün, konsey, meclis, şura ile takviyesidir , nasıl ki devlet kuruluş anından itibaren sönümlenecekse, ihtiyaçlar kadar ürün mottosu da kuruluş ile başlamalıdır, entelektüellerin işçileşmesi değil, işçilerin entelektüelleşmesidir, yine kuruluş anından itibaren “yeni insan” oluşturulmasına başlanmalıdır ve kültürel egemenliktir.
Bizim tespit edebildiğimiz kadar bu sosyalizm-komünizmin ilkeleri geldiğimiz noktada yalnız bir ütopya değil, teknolojinin getirdiği avantajlarla daha kolay ulaşılacak bir hedef haline gelmiştir. İşte bu sosyalizm-komünizmin bütünsel ilkeleri ( Evrensel ve güncelliğin diyalektik birlikteliği olarak ) içselleştirilir ve savunulursa bugün somut olarak yaşanan Rusya’nın savaş ve işgalinin neden ve çözümü anlaşılır, kavranır ve yine Rusya’nın bu saldırısını tipik bir kapitalist-emperyalist saldırı olduğu ve çözümü de net olarak görülür.
Gelinen noktada bu savaş ve benzeri savaşların durdurulması ve kalıcı barışın sağlanması için adeta panzehir olan “ Devrim için savaşmayana sosyalist-komünist denmez” şiarının ete kemiğe bürünür halinin gerçekleşme koşulları nesnel olarak giderek olgunlaşmaktadır. Adına –aslına uygun bir proleter devrim yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya tüm kötülüklerin, kirliliğin panzehiri olacak, savaşlar yerini, ezilenlerin şenliğine, bayramına bırakacaktır. Böylesi bir devrim kitlelerin eseri olarak bilinçli ve gönüllü olacaktır. Kapitalizmin tüm kirliğini sonlandırmanın ilklerini sağlayacak devrim ancak burjuvazinin ekonomik ve siyasi olarak mülksüzleştiği noktada başarılı olur. Bir tarafta burjuvazinin egemenliği varken onun yanında veya üzerinde proleter devrim ve onun sonucu gerçekleşecek olan sosyalizm-komünizm inşa edilemez. Devrimin teknik olarak şiddeti içerip içermediğini belirleyecek olan, burjuvazinin bütünsel mülkiyetinin ortadan kaldırıldığı ( Burjuvazinin gönüllü olarak mülkiyetini devir ettiği koşullar da dahil ) koşullarda netleşmiş olacaktır ve sosyalizm-komünizmin inşa sürecide böyle başlayacak ve bu durum teknik yan için de başat olacaktır. Dolayısıyla burjuvazinin bütünsel egemenliği var olduğu müddetçe paralel toplum ve paralel devlet yapılanmaları ile kapitalizmi ortadan kaldırmak ve sosyalizm-komünizmin inşası mümkün olmayacaktır.
Yine savaşların durdurulması ve barışın hemen şimdi hayata geçmesi için Komünist Enternasyonal örgütlenmesine de önemli ölçüde ihtiyaç vardır. Yaşanmış olan 4 Enternasyonal örgütlenmesi tüm eksik ve yanlışlarına rağmen önemli olmuştur. Yerellerin ( ülkelerin ) işçilerinin nicelik-niteliği üzerinde inşa edilen ve merkezileşen enternasyonaller kendi görevlerini ( O dönemde de savaş bütçeleri ve silahların kendi burjuvalarına çevrilmesi ilkesi gibi ) yerine getirmişlerdir. Gelinen noktada aşağıdan yukarı olarak 5. Enternasyonalin kurulması gerçekleşse konumuz olan savaşların ciddi ölçüde panzehiri olacak ve ateşkes ve barış süreçleri de hemen hayata geçecektir. Geçmiş enternasyonallerden alınan dersler ve teknolojinin kolaylaştırıcı özelliği Enternasyonali daha güçlü hale getirecektir. Ayrıca işçi sınıfının giderek bütünsel olgunlaştığı koşullarda Enternasyonalin işleyişi ve uygulamaları daha verimli olacaktır.
SONUÇ YERİNE
Savaşın yıkımı özellikle masum olan sivillerin ölüm ve yaralanmaları ve göçü ( özellikle kadın ve çocuklar olmak üzere ) acılarla devam ediyor. Savaşın ne zaman biteceği belirsizliğini korusa da, sıcak savaş yerini ( tümden ortadan kalkmayacağını düşünerek ) soğuk savaşa bırakması koşulları tüm ülkeler işçi ve emekçilerini ekstra yıkıma uğratacaktır. Savaşın Türkiye cephesine baktığımızda şimdiden işçi ve emekçiler savaşın yıkımını yaşamaya, hissetmeye başlamışlardır. Özellikle savaşın getirdiği petrolün varil fiyatının giderek yükselmesi sonucu akaryakıtta benzin ve motorine gelen zamlar devam etmektedir. Benzine bir haftada 7 kez zam gelmesi ( Tepkiler üzerine son zam geri çekilmiştir ) adeta otomobil sahibi vatandaşlara kontak kapattırmış ve onları toplu taşımaya yönlendirmiştir. Daha da olumsuzu motorinin dizginlenemez yükselişi de yoksul köylü- çiftçileri perişan etmiş, onlar topraklarını ve küçük üretim araçlarını terk etmek zorunda kalarak adeta açlıkla karşı karşıyalar. Ayrıca Rusya ve Ukrayna bağlantılı petrol, doğal gaz ve ayçiçeği, buğday, arpa gibi temel ürünlerdeki zorunlu savaş zamları başlamış olup savaşın seyrine göre zamların yükselerek devamı da sürpriz olmayacaktır. Özellikle şimdilik ayçiçeği yağında başlayan adeta izdihama varan sıkıntılı süreç, diğer ürünlere de yüksek zamlar olarak yansıyacaktır.
Bir yandan bu ve benzeri yıkımı devam ederken, diğer yandan kapitalist-emperyalistlerin Türkiye ziyareti herhalde piknik yapmak için olmayacaktır. Antalya’da başlayan görüşmeler adeta dağ fare doğurdu şekliyle sonuçlanmıştır. Tarafların açık, örtük karşılıklı tehditleri ile sonuçlanan bu görüşmeler başka katılımlarla devam edecektir. Örneğin İsrail Cumhurbaşkanı, NATO Başkanı, Almanya ve Yunanistan Başbakanlarının gelecek olmaları ve Erdoğan’ın Bıden’le telefonda konuşması savaş baronlarının yeni arayışları olacaktır. Bu noktada neden bu trafik için Türkiye seçilmiştir. Gelinen noktada her alanda ciddi ölçüde sıkışan, tıkanan pragmatik ve makyavelist devlet-iktidar birlikteliği her ülkenin cazibesini çekmektedir. Mazlum halklar için yeni acıların tezgahlanacağı bu görüşmelerde tüm bu kapitalist-emperyalist ve alt- emperyalist ülkeler ortaklaşmışlardır. Ayrıca bu ziyaretler Türkiye’nin ve bu iktidarın içeride kaybettiği güvenoyunu, dışarıdan ( arabuluculuk, tavizler verilerek ) takviyesi çabası olacaktır.