Kapitalizmin kriz, çöküş hali kendi sonuçlarını üretmeye devam ediyor. Durdurulması ve düşürülmesi mümkün olmayan giderek daha da yükseleceği söylenen enflasyon, pahalılık sarmalı emekçileri boğmayı hız kesmeden sürdürmektedir. Ayrıca burjuva yöneticiler işsizlik yok, is beğenmeme var yalanını bir illüzyon ve manipülasyon olarak kullanmaktadırlar. Oysa başta gençler ve kadınlar olmak işsizlik adeta bir çığ gibi yükselmeye devam etmektedir. Yine nominal ücretler belirli sınırlarda yükselse de, gerçek ücretler alım gücü düşüklüğünden kaynaklı giderek erimektedir. İşçi ve emekçileri kapsayan hane halkı borçları da her geçen gün daha da yükselmektedir. Doların 16 lirayı aşan hızı da kümülatif olarak yoksulluk ve giderek açlığı da artırmaktadır.
Böylesi kapitalizmin ekonomik yıkım politikaları bir siyasi gericilik olan oligarşileri bile aşan ancak otoriter, ceberut, güvenlikçi devlet ve faşizme giden süreçte uygulanabilirdi. Faşizmin saldırganlığı anlamında tüm güncel gelişmeler bunu göstermektedir. Bu kirli ve karanlık koşullarda hemen her şey seçime endekslenmiş durumda. ( Erken secim gündemden kalkmasa da zaten normal seçime 1 yıl kalmış durumda ) Bu anlamda burjuva temsil sisteminin bütünsel bunalımı da devam etmektedir.
tarafta iktidar en güçsüz dönemini yaşamasına rağmen ( Buna bir örnekte Erbakan’nın oğlunun kurduğu Yeniden Refah partisinin Erdoğan’nı desteğinden tabanın baskısıyla vazgeçmiş olmasıdır ) gitmemek için kendi çapında direnmeye devam etmektedir. Burjuva yasalarına göre de iktidarın suç dosyaları artık raflara sığmaz olmuş durumda. Bu koşullarda geniş işçi ve emekçilerin talepleri olası bir iktidar-hükümet değişikliğinde bu iktidardan ( kapitalizm sınırlarında asgari de olsa ) temiz eller anlamında hesap sormayı gerektirecektir. Tersi durumda egemenler için radikal isyan durumu ( Örneğin Gezi ve Gezi’yi de aşan isyan durumu gibi ) kabus olmaya devam edecektir.
Diğer tarafta burjuva muhalefet de hem seçime hem de seçim sonrası iktidar olmaya hazırlanmaktadır. 6 partili ittifak sermaye ve devlet savunusu anlamında bir ortaklığa sahiptir. Ama böylesi olağanüstü koşularda küçük iç çelişkiler bile bu ortaklığı bölmeye, parçalamaya yetecektir. Daha da vahimi seçim ve sandık güvenliğinin akıbetidir. SADAT ve diğer paramiliter yapıların tetikte , erketede bekledikleri açıktır, sürpriz değildir.
Böylesi koşullarda emek, sermaye çelişkisi anlamında bölünme olağan olsa da emekçilerin kendi aralarında etnik ve mezhepsel bölünme ve düşmanlaştırmanın zemini risk olmaya devam etmektedir. İktidarın kitlesi iktidarda kalmayı bugün ve gelecekte kendi kurtuluşu olarak görmektedir. Muhalefetin kitlesi de küçük bir nefes almak için mutlak suret de bu iktidarın gitmesini istemektedir. İşte böylesi düşmanlaştırmaya, ötekileştirmeyi barından kitle psikolojisi bir kıvılcıma bakan iç savaşın bile potansiyelini taşımaktadır. Dolayısıyla seçim güvenliği dışında, sandık güvenliği de risk olmaya devam etmektedir. ( YSK ‘nın türlü manipülasyonları ve örnek olarak da ıslak imzalı zarflar gibi ) Yeni bir gelişme olarak da HSK’nın açıklayacağı kararname ile iktidarın seçim kurullarına müdahale edeceği söyleniyor. Bu uygulamaların bilinen ve açığa çıkan gelişmeler olduğunu da ayrıca belirtelim.
Seçim sonrası ise olası bir iktidar değişikliğinde muhalefeti bekleyen zorluklar ve risklerde önemini korumaktadır. Bu derece kapitalizmin alt yapısal ve üst yapısal yıkımı durumunda asgari ölçüde bile emekçilere dönük çözümler zor olacaktır. Ama egemenlerin yarattığı bu enkazın maliyetini sermayeye yıkmak için her türden talepler istenmeli ve sürekliliği sağlanmalıdır. Koalisyon şeklindeki muhalefet iktidarında seçim öncesi çelişkiler idare edilebilinirken, seçim sonrası küçük çelişkiler bile önemli olacaktır. Örneğin faşist ve siyasi İslamcı kadroların değişimi bile koalisyonda ciddi sorun yaratacak ve ortaklığın bozulmasını bile getirecektir. Ama toplumsal muhalefet bu ve benzeri taleplerin takibini ısrarla sürdürmelidir.
Gelinen noktada pandoranın kutusu daha da açılmış olup içinden kötülük ve kirlilik çıkmaya yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu durum bir yandan şimdilik SADAT’la başlayıp, Kılıçdaroğlu’nun son açıkladığı yolsuzluk belgeleri ile yoğunlaşmış durumdadır. Bu belgeler başka versiyonlarıyla devam edecektir. Bu bilgi ve belgelerin muhalefete akması , muhalefetin gücünden değil, iktidarın güçsüzlüğünden kaynaklı ve iktidardan gidici olmasından kaynaklı olduğu da açıktır. Bu noktada önemli olan toplumsal muhalefetin bu bilgi ve belgelerin gereğini yapmasıdır. Yani unutmaması, sürekli gündemde tutmasıdır.
Diğer yandan devlet ve iktidarın birlikteliği, rutin istikrarı, parçalı yapısı kendi adlarına yara almaya, çelişkilerin yükselmesine, tıkanmasına yol açmaya devam etmektedir. Irkçılıkta ve faşistlikte birbirleri ile yarış içinde olan Soylu ve Özdağ kavgası bu durumun somut teyidi olmuştur. Soylu Özdağ’a dönük ‘ hayvandan aşağıdır’, ‘ soros çocuğu’, ‘ operasyon çocuğu’ sözlerini kullanmıştır. Ayrıca İçişleri Bakanlığı kapısının önüne Hayvan Durumu İzleme Aracı bırakıldığı da görüldü. Karşılık olarak Özdağ ise Soylu’ya karşı , Sen Cumhuriyet tarihinin en büyük kriminalisin. İkimizden biri ölene kadar bu iş devam edecek. Ya özür dileyeceksin, yada sonuna kadar devam eder, diyerek kavganın büyüyeceğini göstermiştir.
Özdağ devamla eril bir dil kullanarak İçişleri Bakanlığı önünde silahsız olacağım erkeksen gel diyerek mülayim gibi gözüken yanının temelde şiddet içerdiğini göstermiştir. Yine Özdağ görev adamı yanını istihbaratçı yetiştirdim, bazı operasyonları yönettim diyerek de itiraf etmiştir. Resmi bir sıfatı olmamasına rağmen devletten bilgi aldığını açık ederek hem kendi sicilini hem de devletin egemen sınıfların bir baskı ve zor aparatı olduğunu göstermiştir. Ayrıca 7 Haziran , 1 Kasım 2015 karanlık dönemini Soylu’ya yükleyerek devletten bilgi aldığını bir kez daha teyit etmiştir.
Bu durum 15 Temmuz askeri darbe kalkışmasıyla daha aleni başlayan devletin özellikle şiddet kurumlarının kavgasının bugünde devam ettiğinin somut göstergesidir. O dönem asker, polis çatışması, askerlerin saldırısı sonucu 40 yakın polisin öldürülmesi, karşılıklı işkenceler, boğaz kesme, denize atmalar devletin temel aparatlarının ciddi yara aldığı göstermiştir. Gelinen noktada SADAT’ın varlığı ve Soylu ve Özdağ ( Benzeri diğer gizlenen yanları da unutmadan ) çatışması özellikle devletin istikrar yanını giderek kaybettiğini, parçalı yapısını da bugünde net olarak göstermektedir.
Ayrıca devlet içinde önemli parçalanmışlığı, çatlağı oluşturan bir örnekte eski istihbaratçı Sabri Uzun’un, Canan Kaftancıoğlu’nu destekleyici mesajına karşı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaratının, Uzun ‘a dönük “ahlaksızca” bir açıklama ile karşılık verilerek hakkında suç duyurusunda bulunması olmuştur.Açıktır ki kapitalizm ve onun devleti var olduğu müddetçe bu kirlikler devam edecektir.
Bu genel girizgahtan sonra seçim dönemine girilen süreçte somut duruma bakmanın önemli olduğu düşünüyoruz. İktidar için zor kaldığında güven tazelemek için çok zaman başvurduğu seçim yapması da artık tarih olmuş durumda. O dönemde kazanmaya endeksli seçim anlayışı yerini bugün kaybetmeye bırakmış durumdadır. Özellikle bu süreç yerel seçimlerde görülmüş ve adeta bir daha gelmemek üzere yenilgi kesinleşmiştir. Bu durumda yani seçimi yeniden kazanmak için her yola başvurma tarzı da hız kesmeden devam etmektedir.
Daha önce din ve milliyetçilik-ırkçılık anlamında açıklamalar, din alanın da Diyanet İşleri Başkanının fetvaları ve milliyetçilik-ırkçılık olarak da iç ve dış operasyonlar yapılmış, din başatlığı, yer değiştirerek milliyetçilik-ırkçılığa yerini bırakmıştır. Tekrar sarmal şekline başa dönülerek yola devam etmişlerdir. Son dönemde her şey denenmiş tutmamış tekrar milliyetçilik başat olarak uygulanmaya başlamıştır. Bu durum Rusya, Ukrayna savaşında görünüşteki “ tarafsızlık”, “arabuluculuk” ile başlamış, düşman kardeşler olan İsrail, BAE , Mısır, Arabistan ile ilişkiler yerini barış kardeşliğine bırakmıştır. Bu durum devam ederken Yunanistan Başbakanına dönük tanımıyorum açıklaması, Finlandiya ve İsveç’e dönük önceki tutumdan farklı açıklamalar ve NATO’ya girişlerine “veto” açıklaması farklı bir tarz olarak şekillenmiştir.
Daha olumsuz durum ise Kürtlere dönük “kepçe-kilit” adlı operasyon sonucu tarafların karşılıklı ölümler yetmemiş olacak ki özellikle Rojova’ya dönük yeni saldırı planı gündeme gelmiştir. Özellikle güvenli bölge oluşturmak saikiyle yapılacak bu operasyon da büyük fotoğraf kantonlar sistemine tahammülsüzlüktür. İşte tüm bu alt emperyalizmden kaynaklı yayılmacılık durumu bir yanıyla da içeriyi tahkim etmek için düşünülmektedir. Yani yıpranmış durum, kaybedilen prestij ve düşen oy oranlarını yükseltmek için başvurulan bu yönteme, literatürde “kitlelerin öfkesinin yer değiştirilmesi “ deniyor.
Diğer güncel gelişmeler ile devam ediyoruz. Erdoğan’ın gafları engellenemez hızda devam etmektedir. Olmayan bir Japon atasözü varmış gibi bir anlatılarak yeni bir gafa düşmüştür. Yetmemiş yine Abdülhamit sevdası adeta depreşerek, Abdülhamit’in hiç toprak kaybetmediği gafını yapmıştır. Tüm padişahların yayılmacı, sömürgeci tutumları sonucu toprak kazanmaları veya kaybetmeleri kendi kişisel çıkarları gereği, bu anlamda bizleri ilgilendirmeyen bir yandır. Burada tipik bir gafı açıklamak için bu örneği verdiğimizi belirtelim. Aynı gaflar ironik bir şekilde ardılları tarafından da yapılmaktadır. Adalet Bakanı Bozdağ tiwit attı diye soruşturma açılan bir Allahın kulu yok, sorun tivit atanın söyledikleri diyerek bir mantıklı gafa imza atmıştır. Özellikle Erdoğan’ın gafları gündem değiştirmek, gündemi belirlemek saiki ile yapılmaktadır. Ayrıca iktidarının en güçsüz dönemindeki şaşkınlığı ve kişisel psikolojik travmatik yanından kaynaklı olduğunu da söyleyebiliriz.
Türkiye kapitalizminin kirliliği ve faşizmin karanlık uygulamalarının genel, güncel değerlendirmesini yapmaya çalıştık. Bu bölüme savaşta yeni ve önemli gelişmeler olmasa da savaşın çıkma nedenini ifşa eden yeni gelişmeleri özgün ve önemli saiklerle değerlendiren bir açıklama ile devam etmek istiyoruz.
Birleşmiş Milletler’deki Rusya daimi heyetinin üyelerinden Boris Bonderev Rusya’nın işgal hareketine “bu kanlı rezilliğe artık ortak olamayacağını” bildirerek görevinden ayrıldı. Bonderev yürütülen faaliyetin “diplomasi değil, savaş kışkırtıcılığı, yalanlar ve nefret üretmek olduğu söyledi. Yine Bonderev , “Bu savaşı tasarlayanlar bir tek şey istiyorlar,sonsuza kadar iktidarda kalmak, gösterişli, zevksiz saraylarda yaşamak , tonaj ve maliyet bakımından bütün Rusya donanmasıyla kıyaslanabilecek yatlarda gezmek , sınırsız kudret ve mutlak cezasızlığın keyfini çıkarmak. Bu amaçlarına erişmek içinde ne kadar gerekiyorsa o kadar çok insanı kurban etmeye hazırlar.
Bonderev devamla Putin’in yüz yüze kaldığı üç büyük yapısal handikapın varlığına işaret etti. Bu sorunları, ekonomideki durgunluk, halk desteğini yitirme ve kitleleri seferber edecek ideolojiden yoksunluk olarak sıraladı. Bunların üstesinden gelemediği halde iktidarda kalabilmek için Putin’in çareyi savaş çıkarmakta bulduğunu ileri sürdü.
Bu açıklama da gösteriyor ki bu savaşın çıkma nedeni ve savaş öncesi ve sırasında ve özelliklede sonrasında gizlenen gerçekler açıklandığında savaşın yıkımını, vahşetini, kirliliğini daha net görebileceğiz.
bölüme öne çıkan ve önemli gördüğümüz diğer konuların genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.
yazımızda SADAT ile ilgili değerlendirme yapmıştık . Bu yazıda da devamı olarak genel değerlendirmeyi sürdürüyoruz. SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin oğlu şimdiki SADAT Başkanı olarak yasal ve meşru oldukları göstermek için legale çıkıp TV lerde boy gösterip askeriyeye eğitim verdiklerini açıklamıştır. Oysa dönemin İçişleri Bakanı olan Akşener’in bizzat içerden, kurumsal bir bilgi olarak açıklamaları oğul Tanrıverdi’yi yalanlamaktadır. Akşener kendisine ulaştırılan fotoğraflara baktığında sivillere eğitim verildiğini açıklamaktadır. Konya ve Tokat’ta kamplarda verilen bu eğitimlerin deşifre olmasından sonra bu kampların kapatıldığı söyleniyor. Elbette Akşener’in bildiklerini tam söylemediği ve fotoğrafları almadığını belirtmesi tipik sağ siyasetin ve sistem ve devletin savunusu ve koruma saikli olduğu da bizce sürpriz olmamıştır.
SADAT’ın kontrgerilla, paramiliter yapılanma olarak kurumsallaşmasını hiç bir eksik bırakmadan tamamladığı görülmektedir. Tek tek insanlar üzerinde deneyler yaparak kendi alanında adeta bir laboratuar gibi çalıştığı da görülmüştür. Yüklü paralarla kendi uzmanlık alanında faaliyetini icra edenlerden en bilinen ve öne çıkan Prof. Nevzat Tarhan’dır. Tarhan’ın eşcinselleri, heteroseksüellere dönüştüren terapiler uygulayan psikolojik savaş uzmanı olduğu söyleniyor. Diğer henüz açığa çıkmayan veya gizlenen farklı alanlarda da psikolojik savaş tekniklerinde uzmanların olması da sürpriz olmayacaktır.
Yine son günlerin en sıcak tartışma konusu tipik bir görev adamı olan Ümit Özdağ’ın açıklamaları ile gündeme gelmiştir. Soylu’nun hakaretleri ile sarsılan Özdağ’ın nokta atışlı açıklamalarının, yer yer itiraflarının devam edeceği görülmektedir. SADAT kurucusu Tanrıverdi ile uçakta yan yana oturduğunu, koltuk numaralarını vererek anlatmaktadır. Adeta bir film gibi anlattığı olayda detaylara girmesi bir yanıyla psikolojik harp uzmanı olması, diğer yanıyla anlatımlarının doğrulanmasını kanıtlamak içindir diye düşünüyoruz.
Elbette bizzat kendi açıklaması ile istihbaratçı yetiştiren, operasyonlar yöneten bir uzman olarak Tanrıverdi ile karşılaşmasını ve Tanrıverdi’nin açıklamalarını yeni, bugünlerde yapması bilinçli bir zaman seçimidir. Tanrıverdi’nin 15 Temmuzda askeri birliklerin önüne kamyonları kendisinin koydurttuğu, daha da itiraf gibi açıklama olarak askeri birliklerin hareketini sivillerle engellemeye çalışmalarının hazırlıklarını yaptık açıklaması bizce bilinmeyen ve bu anlamda da sürpriz olmamıştır. Çünkü kayıp silahların varlığı ve bunların sivillere dağıtıldığı bilinmeli ve unutulmamalıdır.
SADAT ‘ın kontrgerilla yapılanması olarak gayri nizami harp usulleri olarak sivil elemanlar yetiştirmesi ( teorik ve askeri eğitim olarak ) ideolojik-siyasi çizgisinin gereğidir. Dolayısıyla Özdağ’ın bu açıklaması muhteva olarak bilinmeyen değildir. Bu anlamda Özdağ’ın gündeme getirdiği Tanrıverdi’nin bu açıklamalarının doğru olduğu ( eksik ve fazlasıyla ) açıktır. Ama nasıl ki Peker oluk oluk kan akıtacağız sözlerini SADAT la birlikte korku yaymak için söylediğini açıklamıştı. Özdağ’ın da bu açıklamayı kendisine yakın kontrgerilla yapılanmaları ile birlikte iç savaş vb. gibi olabilir saikiyle korku yaymak için yaptığı söylenebilir. Ayrıca kendi paramiliter yapılanmalarını korumak, gizlemek için yapabileceği de mümkündür. Özdağ’ın bir taşla çok kuş vurma tutumu bizim komplomuz olsun ama dikkatli olmayı ve ihtiyatlılığı da azami elden bırakmamaya çalışalım.
Son günlerin diğer öne çıkan olayı da CHP’nin İstanbul mitingi olmuştur. CHP’nin İstanbul mitingi de dahil olmak üzere bundan sonraki her mitingi normal mitinglerden farklı olacaktır. Bu tespit istemlerden bağımsız nesnel bir durumu ifade etmektedir. Yani artık kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı ciddi bir yükseliş ve saldırgan hale gelmiş durumdadır. Dolayısıyla bundan sonraki CHP’nin ve sosyalistlerin tüm mitingleri faşizme karşı aktif bir mücadelenin başlangıç yerleri olacaktır.
Bu anlamda CHP mitinglerini CHP organize etse ve düzenlense de mitinge katılanların yalnız CHP’li olmadığı, diğer toplumsal muhalefet bileşenlerini kapsadığı da açıktır. İşçi ve emekçilerin küçük bir nefes almak için bu miting alanlarına koştuğu da bilinmektedir. Bir hafta içinde bu derece kalabalık toplamanın mümkün olması da geniş emekçi kitlelerinin küçük kazanımlar için bile mücadelenin önemini kavramış olmalarıdır. Elbette miting alanları da sokakların kullanılmasıdır. Bu noktada İstanbul mitinginin sayısının istenilen olmaması ve coşkusunun yeterli olmaması önemli olsa da detaydır, türevdir.
Kılıçdaroğlu’nun miting konuşmasının genel muhtevasının emek ve sol ağırlıklı olması da bizce sürpriz olmamıştır. Çünkü artık emekçilerin yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, her geçen gün alım gücünün düşmesi sonucu ücretlerin erimesi net olarak görülmektedir. Ayrıca giderek hak ve özgürlüklerin burjuva anlamda bile daraldığı koşullar da sosyal demokrasinin emek ve sol ağırlıklı olması doğal olanıdır. KIlıçdaroğlu’nun konuşması bu anlamda yani emek ve sol ağırlıklı olması zorunlu olmuştur.
Yine konuşmanın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını kapsaması da olağan olmuştur. Özellikle kendi kişisel özelliklerini açıklayıp, bu özelliğinin hangi mevki olarsa olsun değişmeyeceği açıklaması da adaylığının somut teyidi olmuştur. Bu noktada Ahmet Şık’ın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olursa alevi olduğu için kazanamayacağı mealli açıklaması da yoğun tartışılmıştır. Bu tartışmalarda yine ezberler ve popülizm öne çıkmıştır. Belki Şık’ın sözleri öyle çağrışım yapsa da, sanki Şık’ı alevi karşıtı gibi göstermek önyargı değilse, siyasi körlüktür. Evet bizde çok net söyleyelim Kılıçdaroğlu aday olup kazanamazsa bunun başat nedenlerinden biri alevi olması olacaktır. 6 parti tabanında ideolojik-siyasi duruşlar ı olarak Kürt, Ermen vb. gibi karşıtlığı, düşmanlığı gibi alevi karşıtlığı ve düşmanlığı da vardır bu nesnel bir gerçekliktir. Unutulmasın böylesi hassas konularda parti başkanları veya birlikte parti yönetimlerinin tüm istekleri ( örneğin oy gibi ) tabanın tümü tarafından kabul edilmesi de mümkün değildir.
SONUÇ YERİNE
Gelinen noktada güvenlikçi devletin ve faşizmin yoğun saldırısı devam etmektedir. Bu saldırılar en çok da sanat dünyasına yöneliktir. Bu durum sürpriz olmayan nesnel bir gerçekliktir. Erdoğan 2011 den bugüne her yıl yaptığı açıklamada sanat ,kültür alanında iktidar olamadıklarını açıklamaya ihtiyaç duymuştur. Sanat, kültür alanı yaratıcılık ve protest olarak hemen her zaman muhalif olmuştur. Dolayısıyla analoji yaparsak buradan egemenlere ekmek çıkmaz. Boşa uğraşırlar, adeta havanda su döverler. Şurası açıktır ki sanat, kültür alanında egemen olamayanlar , kin ve intikam olarak muhaliflere saldırarak bu açıklarını kapatmak istemektedirler.
saldırıların somut yanına baktığımızda bu durum açık ve net olarak görülecektir. Halk TV den gazeteci Seyhan Avşar’a dönük 16 kg eroin yakalanmanın haberini yaptı diye Çakıcı’nın adamlarınca tehdit edilmesidir. Yine Güney Koreli K-Pop Grubunun konserinin iptal edilmesidir. Niyazi Koyuncu’nun konseri, Melek Mosso’nun, ve yine Aynur Doğan’ın rsa konserlerinin aynı gerekçelerle iptal edildiği açıktır. Sonuçta tek kelimeyle söylenecek olan olumluluk ise bütün bu saldırılara karşı geri adım atılmaması ve kararlılık ve direngenlik olacaktır.
Muammer Başkan 2 Yıl Önce
Dimağına sağlık Asım Öz, yoğun ortamlarda sürekli siyasal mesajlarla kafamız karışıyor. Çok iyi toparlayarak günceli değerlendirmişsin... Dimağına sağlık.