Son günlerde günlük konu ve olayların değerlendirmesi ( Elbette bu konu ve olayların değerlendirilmesine devam edilecektir ) yerine bilinçli bir seçimle temel teorik-politik konuların değerlendirilmesinin gündeme alınmasına sosyalizm-komünizm tartışmalarına katkı olur düşüncesiyle devam edeceğimizi belirtelim. Bu durum kapitalizmin bu derece çürüdüğü, vahşileştiği, savaş ürettiği koşullarda önemli bir ihtiyaç haline gelmiştir. Doğru, bütünlüklü ve eklektizimden azade bir sosyalizm-komünizm programında netleşmek günü ve geleceği belirleyecektir. Ütopyası bile önemli olacaktır.
Nasıl olursa olsun devrim yerine, adına aslına uygun proletarya devriminin seçimi de bilinçli olmuştur. Gelinen noktada nicel ve nitel olarak büyüyen ( Mavi, gri, beyaz yakalılar olarak ) bir proletarya tüm değişme, yenilenme ve gelişmelere rağmen tek devrimci sınıf olma özelliklerini korumaktadır. Bu anlamda işçi sınıfı yerine proletarya seçimi de rastlantı veya kelime farkı değildir. Bilinçli bir seçimdir. İşçi sınıfı üretim süresince, üretim araçları ile ilişkisi anlamında nesnel bir sınıfken, proletarya ise nesnel bir sınıf olma ile birlikte yönetici, öznel yanları başat olan bir sınıftır. Bu durum proletarya devriminin halk devrimi ve diğer tüm devrimci eğilimlerden farkını da somut olarak göstermektedir.
Dolayısıyla proletarya devriminin zorunluluğunun temel önemi yalnızca teknik olarak şiddet içermesi, silahlı olması kapitalist devletin parçalanmasının verili durumda bu teknik yanları kapsaması ve bu anlamda nesnel olması dışındadır. Yani kapitalist devletin parçalanması farklı bir sınıf eliyle değil de proletarya devrimi ile olması noktasında devlet olmayan devlet şeklinde yeni bir proletarya devletin varlığı ile ancak sosyalizmin-komünizmin inşa edilecek olmasındandır. Kapitalizm içinde Devrimci Komünist İşçi Partisinin yaratılması ve kurulması, proletaryanın öz örgütleri olan Sovyetler, konseylerin hazırlık anlamında oluşması da sosyalizm- komünizmin inşa sürecinin güvencesi olacaktır.
Programlarında sosyalizm-komünizmin inşası hedefi olanlar açısından devrim-proletarya devrimi konusu gelinen noktada aktüelliğini ve önemini yakıcı bir şekilde devam ettirmektedir. Çünkü var olan kapitalist devlet aparatının parçalanması ve yıkılması, sınıf mevzilenmesinin durumu, yeni bir proletarya devletinin oluşumu devrim programının içeriğine ve bütünlüğüne diyalektik olarak sıkı sıkıya bağlıdır. Yani şu üç ayak devlet-devrim-komünizm ilişkisi birbirlerine diyalektik saiklerle bağlıdır. Diğer toplumsal sistemlerin ortaya çıkışı, örneğin feodalizmden kapitalizme geçiş için ekonomik- toplumsal içsel gelişmeler kendiliğinden olacaktır. Sosyalizm-komünizmin inşa süreci ise politik ve toplumsal devrimin iç içe geçmesi şeklinde bilinçli olacaktır. Dönem ve konjonktüre göre politik ve toplumsal devrimin birinin başat olması mümkün olsa da bu durum iki sürecin iç içe olmasının engeli olmayacaktır.
Gelinen noktada özellikle devrimden kopanların ( Kişiler ve çevreler olarak ) gündeme getirdikleri manipülasyon ve illüzyon durumu devam ediyor. Burjuva ideologların ve onların “sol” içindeki uzantılarının sürekli gündeme getirdikleri bir argüman insan doğasının değişmeyeceği söylemidir. Örneğin proletaryanın yönetme yeteneğinin olmadığı, her türlü hile ve yalanlara başvurduğu, zenginleşme, servet edinme tutkusunda olduğu, kendi sınıf kardeşleriyle paylaşmak, dayanışmak için değil, onların mahvına çalıştığı vb. Bu ideologlar bu olumsuzlukların varlığını sanki bir zorunluluk olarak ele almaktalar, oysa bu durum kapitalizmin neden ve sonucundan kaynaklıdır. İşte devrim süreci çok kısa bir zaman diliminde proletaryanın bu zincirlerini, prangalarını kırıp atacak, uzun yıllarca sürekli yönetilenlerin yönetici olmaları, hiç görmedikleri kendi yarattıkları tüm zenginliklere sahip olmalarını getirecek, sonuçta üreten ve yöneten sınıf olarak proletarya tüm olumsuzlukları süpürüp atacaktır.
Dolayısıyla devrim eğitir. Yalnız kitleleri değil, liderleri de eğitir. Devrim aynı zamanda tüm parti ve sınıfların gerçek niteliğini de net ve açık olarak ortaya koyar. Savunulan fikirlerin, stratejik ve taktik adımların önemi daha net anlaşılır. Devrimler tarihin lokomotifleridir. Devrimler ezilen ve sömürülenlerin şenliği, bayramıdır.
Devrimin önemli özellikleri ile devam ediyoruz.
Devrim Nedir.
Devrimin genel bir tanımını yaparsak, devrim, belirli dönem ve süreçteki birikimlerin anlık patlaması ve sürekli devamı demektir. Yine nicel ve evrimsel birikimlerin nitel olarak patlaması durumudur. Ayrıca başat olarak üst yapı kurumlarının parçalanarak alt-üst olma durumudur.
Devrimlerin Oluşma Süreçleri.
Devrimin oluşma süreci hem nesnel, hem de devrimci durumun şartlarına bağlıdır. Ama devrimlerin gerçekleşmesi için bu şartlar gerekli olup yeterli değildir. Yeterli olması için nesnel şartların, devrimci durumun ve öznel şartların oluşması gerekmektedir. Bu şartlar nedir, nesnel şartlar emek ve sermayenin uzlaşmaz çelişkisi, yani üretici güçlerle, üretim ilişkilerinin karşıtlığı veya üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçların üzerindeki özel mülkiyetin karşıtlığı olarak kendini gösterir. Devrimci durum ise, nesnel şartları içinde taşımakla birlikte yönetenlerin yönetemez ve yönetilenlerin de yönetilmek istememesi noktasında gündeme gelir. Öznel şartlara gelince proletarya içinde fiili olarak örgütlenmiş partisi ve proletaryanın kitlesel olarak bilinçlenmesi demektir.
Devrimin Hedefi Üzerine.
Devrimin öncelikli hedefi doğrudan üst yapı kurumlarının ve bunlar içinde en yetkin olan kapitalist devletin parçalanma sürecidir. Bu durum politik ve toplumsal devrimleri diyalektik birbirlerine bağlı olması noktasında alt yapıdaki komünist inşa sürecinin yukarıdan aşağıya oluşmasını sağlar.
Devrimin Sınıf Mevzilenmesi.
Devrimdeki sınıf mevzilenmesinin doğru tayini, devrimi yapacak sınıfların doğru ve gerçekçi analizine bağlıdır. Bunun en önemli özelliği de var olan devlet iktidarının kimin tarafından yıkılacağı ve yıkıntılar üzerinde hangi sınıfın iktidar olacağıdır.
Devrimlerin Biçimleri Üzerine.
Devrimlerin başlıca en tipik üç biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar burjuva devrim, demokratik devrim ve sosyalist-sürekli devrimdir.
Burjuva Devrimi Üzerine.
Feodalizme karşı burjuvazinin önderliğindeki devrimin adıdır. Burjuvazi feodalizmi yıkmak için kendi gücünün yetmediği noktada kendi hegemonyasında olmak üzere diğer sınıfları da ( Proletarya, köylülük vb. ) peşine takarak feodalizmi yıkarak kendi iktidarını oluşturmuştur. Daha sonraları kendi iktidarının tahkiminden sonra diğer sınıfları ittifaktan atmıştır. Bu devrim en tipik şekliyle 1789’da Fransa’da yaşanmıştır. İngiltere, Almanya, Avusturya, İtalya vb. ülkelerde de süreç aynı olmakta birlikte daha uzun ve tedrici olmuştur. 1848 Devrimleri ise burjuvaziyi daha da gericileştirmiş, diğer sınıfları ittifaktan attığı gibi, yıkmak istediği sınıf olan feodalizmle de işbirliği yapmıştır.
Fransa tarihinin kahramanlık döneminde gördüğümüz burjuvazi, aydınlanmış etkin, henüz kendi konumunun çelişkisinin farkında olmayan ve tarihin, sadece Fransa’nın eskimiş kurumlarına karşı değil, aynı zamanda bütün Avrupa’nın gerici güçlerine karşı da, yeni bir düzen için mücadele görevini kendisine yüklediği bir sınıftı. Bu burjuvazi, tutarlı bir biçimde bütün fraksiyonlarıyla kendini ulusun lideri olarak görüyor, kitleleri mücadeleye sevk ediyor, onlara sloganlar sunuyor ve onların savaş taktiklerini belirliyordu. Halk ( Yani kentsel küçük burjuvazi, köylüler ve işçiler ) burjuvaları kendi vekilleri olarak seçiyor ve seçmenlerinin bu vekillere verdiği talimatlar, kendi kurtarıcı misyonunun bilincine erişmeye başlamış bir burjuvazinin diliyle yazılıyordu.
Devrim sırasında sınıf antagonizmaları belirmekle birlikte, devrimci mücadelenin güçlü süre durumu ( atalet ), burjuvazinin daha tutucu unsurlarını, sistemli bir şekilde politik yolun dışına fırlatıyordu. Hiçbir tabaka, enerjisini arkasından gelen tabakaya aktarmadan hareketin dışına itilmiyordu. Dolayısıyla, bir bütün olarak ulus da, hedefleri için daha keskin ve daha kararlı yöntemlerle mücadeleye devam ediyordu. Zengin burjuvazinin üst tabakaları hareketin içindeki ulusal çekirdek ten koparak 16. Louis ile ittifaka girince, ulusun demokratik talepleri bu burjuvaziye karşı yöneltildi ve bu da genel oy hakkına ve demokrasinin mantıki, kaçınılmaz biçimi olarak cumhuriyete yol açtı.
Büyük Fransız Devrimi gerçekten ulusal bir devrimdi. Dahası, burjuvazinin egemenlik için, iktidar için yekpare bir zafer için dünya çapındaki mücadelesi, ulusal çerçeve içinde klasik anlatımını bulmuştu. Bu devrimde görülmüştür ki burjuvazinin devrimden nefreti kitlelerde nefreti, sokaklarda yapılan tarihinin gücünden ve büyüklüğünden nefreti, tek bir öfke ve korku çığlığında toplanmıştır. Jakobenizm.
Marksizm, Jakobenizm’in teorilerini eleştirmiş, tarihsel sınırlarını, toplumsal çelişkilerini ütopyacılığını açığa çıkarmış, üslubunun ardında yatan gerçeği göstermiş ve on yıllardan beri devrimin kutsal mirası sayılan geleneklerinden kopmuştur. Ama kansız, soğuk liberalizmin saldırılarına, iftiralarına ve aptalca sövüp saymalarına karşı da Jakobenizm’i savunmuştur. Liberalizme çekiciliğini veren, Büyük Fransız Devrimi’nin gelenekleridir. Burjuva demokrasisi başka hangi döneminde 1793 ‘ün Jakoben ( Baldırı çıplak ) teröristi Robespier’ci demokrasisinde olduğu kadar yükselebilmiştir. Almanya ve Avusturya’da burjuva radikalizminin aşağılık iğrenç eylemlerle kısa süreli ömrünü tamamladığı bir dönemde, her renkten burjuva radikalizminin kendi etkisi altında tutabilmesini sağlamış olanda Jakobenizmdir.
Sonuçta, Fransız burjuvazisi, Büyük Devrimini gerçekleştirmeyi başardı. Onun bilinci, toplumun bilinciydi ve her şeyin, bir kurum olarak yerleşebilmesi için, önce bir amaç, bir politik yaratış olarak onun bilincinden geçmesi gerekiyordu. Kendi burjuva dünyasının sınırlılıklarını kendinden saklamak için çok zaman teatral, pozlara, jestlere başvurmak zorunda kalıyordu. Yine de ilerlemesi devam ediyordu.
Oysa Alman burjuvazisi, daha başlangıçtan beri, devrimi “Yapmamış” tersine kendini ondan ayırmıştı. Bilinci, kendi egemenliğinin nesnel koşullarına karşı geliyordu. Devrim ancak ona karşı yürütebilirdi, onun tarafından değil. Demokratik kurumlar, onun zihninde, uğrunda savaşa girilecek bir hedef değil, kendi sağlığına karşı bir tehlikeydi. Yukarda burjuva devriminin genel bir sürecini değerlendirmeye çalıştık.
Demokratik Devrimi Üzerine.
Bu devrim en tipik şekliyle Rusya’da yaşanmıştır. Otokrasiye ( Çar’a ) ve liberal burjuvaziye karşı işçilerin ve köylülerin devrimidir. Sosyal Demokrasi tarafından yönetildiği ölçüde, devrimci proletarya, iktidarın tam olarak kurucu meclise ve tam bir ajitasyon özgürlüğü ile birlikte Çar Hükümeti’nin hemen iktidardan uzaklaştırılmasını ve devrimci bir geçici hükümetin kurulmasını istemektedir. Liberal burjuvazi “anayasal demokrat” parti şeflerinin organı aracılığıyla isteklerini ifade ederek, Çar Hükümeti’nin devrilmesini istememekte, “geçici hükümet” şiarı ortaya atmakta, temsilciler meclisinin gerçekten halkı temsil etmesi için ve gerçekten kurucu bir nitelik taşıması için, seçimlerin serbestliği ve dürüstlüğü için gerçek teminatlar üzerinde ısrar etmemektedir. Liberal burjuvazi çar ile devrimci halk arasında mümkün olduğu kadar barışçı bir alışverişten, burjuvazinin iktidarın en büyük payını elde edeceği ve devrimci halka, yani proletarya ve köylüye ise iktidardan en küçük payın verileceği bir alışverişten yanadır.
R.S.D.İ.P’nin 3. Kongre Kararları ise Şöyledir
-1- Proletaryanın kısa vadeli çıkarları, nihai sosyalizm amaçları uğruna mücadelenin gerektirdiği gibi, tam bir siyasi özgürlüğü ve bunun sonucu olarak da otokratik düzenin yerini demokratik düzenin almasını gerektirdiğini.
-2- Demokratik Cumhuriyet’in, Rusya’da, ancak Çar’a karşı bir halk ayaklanması sonucu gerçekleşebileceğini ve tam bir serbest seçim sağlayabilecek ve eşit doğrudan doğruya ve gizli oyla seçilen ve halkın iradesini gerçekten ifade eden bir Kurucu Meclis’i toplayabilecek organın, ancak bu halk ayaklanmasının organı olan Geçici Devrimci Hükümet olabileceğini.
-3- Bu demokratik devrimin, Rusya’daki sosyal iktisadi düzen gereği belli bir anda, hiçbir engel tanımadan, Rus proletaryasının elinden devrimci kazançların büyük bir kısmını koparıp almayı denemesi kaçınılmaz olan burjuvazinin egemenliğini zayıflatmak şöyle dursun, daha da güçlendirileceğini göz önünde tutar.
Kongre kararları, daha ilk satırlarında, proletaryanın kısa vadeli çıkarları bakımından olduğu gibi “ sosyalizmin nihai amaçları “ bakımından da “eksiksiz siyasi özgürlüğün” gereğine işaret ederek bunu açıklıyor. Eksiksiz siyasi özgürlük, otokratik düzenin düşürülmesi ve onun yerine demokratik cumhuriyetin getirilmesini gerektirir.
Ayrıca kurucu diye adlandırılan Meclis’in, hangi şartlarda gerçekten kurucu nitelik taşıyacağını belirtmek gereklidir, çünkü Anayasacı Kralcılar Partisi’nde temsil edilen liberal burjuvazi de bir çok defa belirttiğimiz gibi, bütün halkın kurucu meclisi şiarını, kasıtlı olarak deforme etmekte ve şiarı, boş laf derekesine düşürmektedir.
Ancak Çarlığa karşı halk ayaklanmasının organı olan geçici bir devrim hükümetinin, seçim kampanyasında, tam bir özgürlüğü sağlayabileceğini ve halkın iradesini gerçekten temsil eden bir meclisin toplanmasını mümkün kılacağını belirtmektedir. Çar ile pazarlık yapmış olan ve halk ayaklanmasına tam olarak dayanmayan liberal hükümet, böyle bir şeyi içtenlikle isteyemez ve en büyük içtenlikle istese bile bunu başaramaz.
R.S.D.İ.P’nin asgari programının tümü, bir yandan içinde yaşadığımız iktisadi ve toplumsal düzen içinde pekala gerçekleştirilebilen ve öte yandan sosyalizme doğru gidişte gerekli olan kısa vadeli iktisadi ve siyasi dönüşümler programıdır.
R.S.D.İ.P’nin kararı geçici devrim hükümetinin niteliğine ve hedefine ışık tutmaktadır, kökeni ve temel karakteri bakımından bu hükümet, halk ayaklanmasının organı olmalıdır. Biçimsel hedefi bakımından ise bu hükümet, bütün halk tarafından seçilen Kurucu Meclis’in toplanmasını sağlayan araç olmalıdır. Eylemi bakımından bu hükümet, otokrasiye karşı ayaklanmış olan halkın çıkarlarını savunabilen tek program olan proleter demokrasisinin asgari programını uygulamalıdır.
Geçici devrim hükümetine, asgari programını uygulama görevini yükleyen kararda şunlar vardır, yığınların bilinci ve örgütlenmesi olmadan, yığınları hazırlamadan ve eğitmeden, bir sosyalist devrim söz konusu olamaz, sosyalist devrimi geciktirildiği yolunda anarşistçe itirazlara karşılık olarak şu söyleniyor, biz sosyalist devrimi geciktirmiyoruz, biricik güvenilir ve doğru yoldan, demokratik yoldan, demokratik cumhuriyet yolundan sosyalist devrime doğru ilk adımı atıyoruz. Kim, sosyalizme siyasi demokrasi dışında, başka bir yoldan varmak istiyorsa, ister istemez, hem iktisadi bakımından, hem de siyasi bakımından saçma ve gerici sonuçlara varır.
Demokratik Devrimin Özelliği ve Niteliği
Marksistler, kesin olarak, Rus Devriminin burjuva karakter taşıdığı kanısındadırlar. Bu ne demektir. Bu, Rusya’nın gereğini duyduğu siyasi ve sosyo-ekonomik düzendeki demokratik biçim değiştirmeleri, kapitalizmin kendiliğinden sarsılması, burjuva egemenliğinin kendiliğinden sarsılması, anlamını taşımadığı, ama tam tersine bu biçim değiştirmelerin, ilk defe olarak, Asya kapitalizmine değil, Avrupa kapitalizmine geniş ve hızlı gelişme yolu açacağı demektir, nihayet, bu biçim değiştirmeler, Rusya’da burjuvazinin sınıf olarak egemenliğini mümkün kılacaktır.
Ama bu ( sosyo-ekonomik karakteri gereği burjuva olan ) demokratik devrimi, proletarya için en büyük önemi taşımadığı anlamına gelmez. Bundan, demokratik devrimi en büyük kapitalistler için, büyük maliyeciler için, “ aydınlanmış” büyük torak sahipleri için olduğu gibi, köylü için de ve işçi için de elverişli biçimlere bürünmesinin imkansız olduğu sonucu çıkarılmamalıdır.
Burjuva devrimi, burjuva ekonomik ve sosyal düzeni çerçevesi içinde, kapitalist düzen çerçevesi içinden çıkan bir devrim değildir. Burjuva devrimi, kapitalizmin gelişme gereğini ifade eder ve kapitalizmin temellerini tahrip etmez, tam tersine, bunları genişletir ve derinleştirir. Bundan başka, bu devrim sadece işçi sınıfının çıkarlarına değil, bütün burjuvazinin çıkarlarına da uygundur.
Bundan çıkan sonuç şudur ki, işçi sınıfının kurtuluşunu, kapitalizmin gelişmesinden gayrı bir yerde arama fikri, gerici bir fikirdir. İşçi sınıfının, kapitalizmin en geniş ölçüde, en özgürce ve en büyük hızla gelişmesinde kesin çıkarı vardır. İşçi sınıfının, kapitalizmi geniş ölçüde ve en özgürce ve hızlıca gelişmesine engel olan geçmişin kalıntılarını ortadan kaldırılmasında kesin çıkarı vardır. Burjuva devrimi, bu geçmişin kalıntılarını, ( otokrasiyi ve krallığı içine alan ) serfliğin bu kalıntılarını, en kesin bir tarzda süpürüp ortadan kaldıran ve kapitalizmin en geniş, en özgür ve hızlı gelişmenin mümkün olduğu kadar, eksiksiz sağlayan altüst olmasının ta kendisidir.
Marksizm, proletaryaya en enerjik biçimde burjuva devrimine katılmayı, devrimin tamamlanması ve tutarlı bir proleter demokrasi için en kesin mücadeleyi öğretir, burjuva devrimine karşı ilgisizliği ve kayıtsızlığı ve yönetici rolün burjuvaziye bırakılmasın öğretmez.
Rusya’nın iktisadi ve siyasi düzeni, burjuva demokratik doğrultuda biçim değiştirmesi, kaçınılmaz bir şeydir. Dünya da hiçbir kuvvet bunu önleyemez. Ama bu biçim değiştirmeyi gerçekleştiren sosyal güçlerin birlikte aksiyonu ve değişmeye iki ayrı biçim, iki sonuç verebilir. Şu ikisinden biri olacaktır, ya her şey Çarlığa karşı devrimin zaferi ile sonuçlanacaktır, ya da kesin zaferi sağlayacak olan güçler yetmeyecektir ve her şey otokrasiyle burjuvazinin en tutarsız, en çıkarcı unsurlarıyla bir uzlaşmasıyla sonuçlanacaktır.
Devrimin, Çarlığa karşı kesin zaferini sağlayacak güçler ise, küçük burjuvazi, proleterler ve köylülerdir, bu kesin zafer “proletarya ve köylülerin devrimci demokratik iktidarını” getirecektir.
Bu iktidar, demokratik olacaktır, sosyalist değil. Bu iktidar, ( devrim bir çok ara aşamalardan geçmeden ) kapitalizmin temellerine dokunmayacaktır. Bu iktidar, en elverişli durumda bile köylülerin yararına olarak köklü bir toprak reformu yaparak toprakları dağıtacak, cumhuriyeti kurana kadar demokratik ilkeleri tutarlı olarak ve sonuna kadar uygulayabilecek, köylerden ve fabrikalardan Asya despotizminin kalıntılarını söküp atacak, işçilerin şartlarını iyileştirmeye başlayacaktır.
Ama demokratik devrim, henüz, burjuva rejimin, sosyal ve ekonomik ilişkileri dışına çıkmayacaktır, bu zaferin yine de Rusya’nın ve bütün dünyadaki ilerdeki gelişmesi üzerinde büyük etkisi olacaktır.
Kısaca, tutarsız burjuva demokrasisiyle mücadelesinde proletaryanın kendini eli kolu bağlı bulmaması için, köylüleri devrimci bilince yükseltmek için, onların eylemini yönetebilmek ve böylece tutarlı proleter demokrasisinin ilkelerini kendi başına uygulayabilmek için, yeteri kadar güçlü ve bilinçli olması gerekir.
Eğer proletaryanın güçleri yetersizse, demokratik devrimin başına burjuvazi geçecek ve ona, tutarsız ve çıkarcı bir karakter aşılayacaktır. Proletarya ve köylülerin devrimci demokratik önderliğinde gayrı hiç bir şey, bu çözümü önleyemez.
Yine burjuva demokratik devrimi ile birlik olmak için, Çarlığa karşı ayaklanmanın gerekli olup olmadığından, böyle bir ayaklanmayı aktif olarak desteklemenin gerekip gerekmediğinden, bu gereği kabul etmekten ve buna hemen olanca gücüyle hazırlanmaktan söz etmek gerekir.
Sonuçta otokrasiye karşı mücadele eden, sosyalistler için geçici, bir anlık görevdir, ama bu görevi görmemezlikten gelmek ya da küçümsemek sosyalizme ihanetle irticaın oyuna gelmek olur. Hiç şüphe yok ki, proletaryanın ve köylülerin demokratik devrimci ,iktidarı da sosyalistler için geçici, bir anlık görevdir. Ama demokratik devrim döneminde bu görevi unutmak açıkça gericilik olur.
Buraya kadar Lenin’in demokratik devrim konusunda görüş ve tespitlerini değerlendirmeye çalıştık.
Sürekli Devrim Üzerine.
Bir burjuva devrim olarak başlayan devrim, kısa bir süre içinde güçlü sınıf çatışmalarına yol açacak ve ancak, iktidarı ezilen kitlelerin başında durabilecek tek sınıfa , yani proletaryaya devretmekle en son zafere ulaşabilecektir. Proletarya ise, bir kez iktidara geçtikten sonra sadece kendini bir burjuva demokratik programla sınırlamakla istememekle kalmayacak, bunu yapmak elinden de gelmeyecektir. Ancak ve ancak Rus devriminin Avrupa’da proleter devrimine dönüşmesi halinde devrimi sonuna kadar götürebilecektir. O zaman, Devrim’in ulusal sınırlılıklarıyla birlikte burjuva demokratik program da aşılacak ve Rus işçi sınıfının geçici politik egemenliği uzun süreli sosyalist diktatörlüğe dönüşecektir. Ama Avrupa’nın hareketsiz kalması halinde, burjuva karşı devrimi Rusya’da emekçi kitleleri hükümetine boyun eğmeyecek ve ülkeyi gerilere fırlatacaktır, hem de bir işçi ve köylü hükümetinde çok gerilere. Bu yüzden, bir kez iktidarı kazandıktan sonra, burjuva demokrasisinin sınırları içinde kalamaz proletarya. Sürekli devrim taktiklerini benimsemek zorundadır. Yani Sosyal Demokrasinin asgari ve azami programları arasındaki engelleri kırmak, giderek daha radikalleşen toplumsal reformlara gitmek ve Batı Avrupa’daki devrimden hemen ve doğrudan destek aramak zorundadır.
İşte bu tavır, ilk olarak 1904-1906’da Troçki tarafından yazılmış olan çalışmada geliştirilmiş ve öne sürülmüştür.
Burada Sürekli Devriminin taktiklerinin özellikleri, niteliği ve gelişmesini genel çerçevede değerlendirmek istiyoruz.
Rusya’da Devrim, Sosyal Demokratlardan başka herkes için beklenmedik bir şekilde patlak verdi. Marksizm, Rus Devrimi’nin kaçınılmazlığını, kapitalist gelişme ile fosilleşmiş mutlakıyetin güçleri arasındaki çelişkinin sonucu olarak patlak vermek zorunda olduğunu, çok önceleri haber vermişti. Marksizm, yaklaşan devrimin toplumsal karakterini de önceden değerlendirilmişti. Onu bir burjuva devrim olarak nitelendirirken, Marksizm, devrimin dolaysız nesnel görevlerini, bir bütün olarak burjuva toplumun gelişmesi için normal koşulların yaratılması olduğuna işaret ediyordu.
Rusya’nın Tarihsel Gelişmesinin Özellikleri.
Orta çağların, bürokratik mutlakıyete dönüşen estate’ler ( kapitalizm öncesi sınıflar ) monarşisi, belirli toplumsal çıkar ve ilişkileri pekiştiren bir devlet biçimini oluşturuyordu. Ama bir kez ortaya çıktıktan sonra, bu devlet biçimini de, yalnız alt estate’ler, aynı zamanda üst estate’lerin çıkarları ile çatışmaya giren kendine ait ( hanedan, saray, bürokratik ) çıkarları vardı. Halk kitleleri ile devlet örgütü arasındaki vazgeçilmez “ara duvarı” meydana getiren estate’ler, devlete baskı yapıyorlar ve kendi çıkarlarını devletin pratik faaliyetinin içeriği haline getiriyorlardı. Aynı zamanda devlet iktidarı da, bağımsız bir güç olarak, üst estate’lerin çıkarlarına kendi görüş açısından bakıyordu. Onların özlemlerine karşı bir direniş gösteriyor ve onları kendine tabi kılmaya çalışıyordu. Devletle estate’ler arasındaki ilişkilerin tarihi, güçlerin karşılıklı ilişkilerine bağlı olarak, bir çizgi üzerinde gelişmişti.
Devlet, askeri ve mali aygıtıyla ülkeyi sonuna kadar sömürürken, yıllık bütçesini de iki milyar ruble gibi korkunç bir rakama çıkarmıştır. Otokratik devlet, ordusunun ve bütçesinin desteğiyle Avrupa esham ( paylar, hisseler, senetler ) ve tahvilat borsasını kendi maliyesi haline getirmişti. Rus vergi mükellefi de böylece bu Avrupa borsasının da umutsuz bir vergi ödeyicisi haline geliyordu.
Böylece, on dokuzuncu yüzyılın seksenli ve doksanlı yıllarında Rus hükümeti, dünyanın karşısına, yenilmez bir güce sahip, devasa bir askeri bürokratik ve mali borsa örgütü olarak çıkıyordu. Mutlak monarşinin mali ve askeri kudreti sadece Avrupa burjuvazisinin değil, açık bir boy ölçüşmede mutlakıyetle hesaplaşma ve sonuç alma olanaklarına ilişkin bütün umutlarını yitiren Rus liberalizmini de yıldırmış ve körletmiştir. Mutlakıyetin askeri ve mali kudreti, Rus devrimi için hiçbir şans bırakmıyor gibiydi.
Kentler ve Sermaye
Kentsel Rusya, çok yakın tarihin ürünüdür, daha kesin bir deyişle, son birkaç on yılın, birinci Petro döneminin sonunda , On sekizinci yılın ilk çeyreğinde, kentli nüfus 328 bin’in biraz üzerindeydi, yani ülke nüfusunun yüzde 3. ü kadardı. On dokuzuncu yüzyılın ortasında ise, hala nüfusun yüzde 7,8’ini aşmıyordu. Kentler, 3.482 bin, nihayet son sayıma göre ( 1897), kentlerin nüfusu 16.289 bin kadardı, yani toplam nüfusun yüzde 13’ü.
Ne var ki modern Rus kentleri, eski kentlerden sadece nüfuslarıyla değil, aynı zamanda toplumsal tipolojileri ile de ayrılırlar, modern kentler, ticari ve sınai yaşam merkezleridir. Eski kentlerin çoğunluğunun hemen hiçbir ekonomik yolu yoktu, askeri ve idari merkezlerdi bunları buralarda oturanlarda şu ya da bu şekilde devlete hizmetinde çalışıyorlar ve hazinenin sırtından geçiniyorlardı, genel olarak, bir idare, ordu ve vergi toplama merkeziydi kent.
Devletin şiddetli yağması ile birlikte ekonomik düzeyinin düşüklüğü, herhangi bir zenginlik birikimine ya da toplumsal işbölümüne olanak vermiyordu. Batı’ya oranla yazların daha kısa oluşu, daha uzun bir kış serbestisi demekti, Bu etkenlere bağlı olarak, imalat sanayi de hiçbir zaman tarımdan ayrılmamış ve kentlerde yoğunlaşmamış, tersine tarıma yardımcı bir çalışma olarak kırlarda kalmıştı. On dokuzuncu yılın ikinci yarısında kapitalist sanayi yaygın bir biçimde genişlemeye başladığında, kentsel zanaatlarla değil esas olarak köylerdeki el sanatlarıyla karşılaşmıştır.
Rusya’daki azami bir buçuk milyon fabrika işçisine karşılık diyor Milyokov, kendi köylerine ev imalatlarıyla uğraşan en azından dört milyon köylü vardır ki, bunlar aynı zamanda tarımsal çalışmalarını da sürdürmektedirler. Bu Avrupa’da fabrikaların doğmasına yol açan, ama Rusya’da fabrikaların kurulmasına hiç bir biçimde katılmayan sınıftır.
Modern kentin esas ekonomik özelliği, kırlardan gelen hammaddeleri işlemesidir. Bu yüzden ulaşım koşulları onun için hayati bir önem taşır. Ancak demir yolunun kuruluşudur ki, kentlerin tedarik kaynaklarını, o kadar büyük insan kitlelerini bir araya toplayacak ölçüde genişletebilmiştir. Nüfusun bir araya toplanmasının gereği, büyük fabrika imalatının genişlemesiyle ortaya çıkmıştır. Modern bir kentin hiç değilse belli bir ekonomik ve politik bir önem taşıyan bir kentin nüfusunun çekirdeği kesin çizgilerle ayrılmış ücretli işçi sınıfıdır. Devrimimizde belirleyici rolü oynayacak olan sınıfla, Büyük Fransız Devrimi zamanında henüz esas olarak tanınmayan bu sınıf olmuştur.
Fabrika sanayi sistemi, yalnız proletaryayı öne geçirmekle kalmaz, aynı zamanda burjuva demokrasisinin ayağının altındaki toprağı da kaydırır. Burjuva demokrasisi daha önceki devrimlerde desteğini kentli küçük burjuvaziden bulmuştur, zanaatkarlar, esnaf vs.
Rus proletaryası tarafından oynanan, oransız denecek kadar büyük politik rolün bir başka nedeni de, Rus sermayesinin büyük ölçüde yabancı kaynaklı oluşudur. Kautky’ye göre, bu olgunun sonunda, proletaryanın sayısı, gücü ve etkisi, burjuva liberalizmin gelişmesi ile orantılı olmayan bir biçimde büyümüştür.
Yukarıda söylediğimiz gibi, Rusya’da kapitalizm, el sanatları sisteminin içinden çıkmamıştır. Kapitalizm, arkasında , bütün Avrupa’nın ekonomik kültürü ve karşısında dolaysız rakibi olarak da çaresiz köy zanaatkarları ve sefalet içindeki kent zanaatkarları varken fethetmiştir. Rusya’yı ve emek gücü kaynağı olarak da yarı mülksüzleşmiş köylülüğü bulmuştur. Mutlakıyet de, ülkenin kapitalizmin zinciri ile bağlanmasına çeşitli yollardan yardım etmiştir.
Ayrıca o dönemdeki Rusya’da şu da yaşanmıştır. Devlet borçları Avrupa sermayesinin Rusya’ya tek giriş yolu değildir. Rus bütçesinin önemli bir bölümünü emen bu borçlar, ödendikten sonra, ülkenin el değmemiş doğal zenginlikleri ve o zamana kadar herhangi bir direniş göstermeye alışmamış olan örgütsüz emek gücü tarafından cezp edilen ticari-sınai sermaye biçiminde, yeniden Rus topraklarına geri dönmektedir. 1893-1899’daki sınai patlamasının ikinci yarısı, aynı zamanda Avrupa sermayesinin yoğun olarak Rusya’ya aktığı dönemdir de. Böylece, Rusya’da işçi sınıfını hareketlendiren şey, eskisi gibi büyük ölçüde Avrupalı olarak kalan ve politik gücünü Fransa ve Belçika parlamentolarında elde eden sermaye olmuştur.
Avrupa sermayesi, bu yeni ülkeyi ekonomik olarak esir ederek, temel üretim kollarını ve iletişim yöntemlerini, bunların ilk ortaya çıktığı ülkelerde geçmek zorunda kaldıkları bir yığın ara teknik ve ekonomik aşamanın üzerinden atlatmıştır. Ama ekonomik egemenliğinin yolu üzerinde ne kadar az engelle karşılaşmışsa, politik rollü de o kadar küçük ve önemsiz olmuştur.
Rus mutlakıyeti ise, Batı devletlerinin doğrudan baskısı altında gelişti. Onların hükümet ve idare yöntemlerini, Rusya’daki ekonomik koşulların bir kapitalist burjuvazinin yükselişine olanak vermesinden çok daha önce örnek aldı ve benimsedi. Daha Rus kentleri iyice önemsiz bir rol oynarken, mutlakıyet, devasa bir daimi orduyu ve merkezileşmiş bir bürokratik ve mali yapıyı çoktan kurmuş ve Avrupalı bankerler karşısında ödenmesi olanaksız bir borç altına girmişti.
Batı sermayesi ülkeye, mutlakıyetin doğrudan işbirliği ile girdi ve kısa bir süre bir takım eski, kadim kentleri ticari ve sanayi merkezleri haline getirdi ve hatta bir süre sonra, daha önce insanların yaşamadığı yerlerde ticari ve sınai kentler yarattı. Bu sermaye, daha çok büyük anonim şirketler biçiminde ortaya çıkıyordu. 1893-1902 arasındaki on yıllık sınai patlama döneminde toplam hisselere bölünmüş sermaye iki milyar ruble arttı, oysa 1854-1892 arasında sadece 900 milyon rublelik bir artış göstermişti. Proletarya, birdenbire kendini çok büyük kitleler halinde bir araya gelmiş buldu, bu kitleler ile otokrasi arasında ise, sayıca çok küçük, “halk” tan kopuk, yarı ecnebi, tarihsel geleneklerden yoksun ve gözü kârdan başka bir şey görmeyen bir kapitalist burjuvazi yer alıyordu.
Devrim ve Proletaryanın Gelişimi.
Proletarya, kapitalizmin büyümesi ile birlikte büyür ve güçlenir. Bu anlamda, kapitalizmin gelişmesi, proletaryanın da diktatörlüğe doğru gelişmesi demektir. Ne var ki iktidarın işçi sınıfının eline geçeceği gün ve saat, doğrudan doğruya üretici güçlerin düzeyine değil, ama sınıf mücadelesi içindeki ilişkilere, uluslararası duruma ve nihayet bir takım öznel etkenlere ( gelenekler, işçilerin inisiyatifi ve savaşa hazır durumları ) bağlıdır.
İşçilerin ileri bir ülkeden önce , ekonomik olarak geri bir ülkede iktidara gelmeleri mümkündür. 1871’de işçiler, küçük burjuva Paris’te bilinçli olarak iktidarı ellerine aldılar, evet sadece iki ay için, ama Britanya’da, Amerika gibi büyük kapitalist merkezlerde işçiler iktidarı bir saat için bile ele geçirememişlerdir. Proletaryanın diktatörlüğünün teknik gelişmeye ve ülkenin kaynaklarına şu ya da bu şekilde otomatik olarak bağlı olduğunu düşünmek, saçmalığa varıncaya kadar basitleştirilmiş “ekonomik” Maddeciliğin önyargılarından biridir. Bu bakış açısının Marksizm ile bir ilişkisi yoktur.
Sanayi proletaryasının sayısının, yoğunluğunun, kültürünün ve politik öneminin, kapitalist sanayinin gelişme derecesine bağlı olduğu kuşkusuz doğrudur. Ama bu bağımlılık dolaysız değildir. Belli bir anda, bir ülkenin üretici güçleri ile o ülkenin sınıflarının gücü arasında, ulusal ve uluslar arası karakterde çeşitli toplumsal ve politik etkenler yer alır ve bunlar ekonomik ilişkilerin politik ifadesini yerinden kaydırır, hatta kimi zaman büsbütün değiştirir. Birleşik Amerika’nın üretici güçlerinin Rusya’nın üretici güçlerinden on kat büyük olmasına rağmen, Rus proletaryasının politik rolü, kendi ülkesinin politikası üzerindeki etkisi ve yakın gelecekte dünya politikasını etkileme olasılığı, Amerika proletaryasıyla karşılaştırılmayacak kadar büyüktür.
Proletaryanın , iktidarı aldıktan sonra, sadece konumunun mantığı ile sanayinin devlet tarafından yönetilmesini getirmeye itileceğini hiç düşünmeden Rusya’da toplumsal koşulların bir sosyalist ekonomi için henüz olgunlaşmamış olduğuna kendimizi inandırabilir ve rahat bir nefes alabiliriz. Ama Burjuva Devrimi gibi bir genel sosyolojik terim, belli bir burjuva devriminin işleyişinin ortaya attığı politik- taktik sorunları, çelişkileri ve güçlükleri asla çözemeyecektir.
Proletaryanın İktidarı ve Köylülüğün Durumu.
Devrimin kesin bir zafere ulaşması halinde, iktidar, mücadelede önderlik yapan sınıfın eline, başka bir deyişle proletaryanın eline geçecektir. Şunu hemen belirtelim ki, bu, proleter olmayan toplumsal grupların devrimci temsilcilerinin hükümete katılmalarını asla engellemez. Bunlar hükümete girebilirler ve girmelidirler de, doğru ve sağlıklı bir politika, kent küçük burjuvazini, aydınların ve köylülüğün nüfuslu önderlerini iktidara çağırmaya iteleyecektir proletaryayı. Bütün sorun şudur, hükümetin politikasının içeriğini kim belirleyecektir. Kim hükümetin içinde sağlam bir çoğunluk oluşturacaktır?
Proletaryanın temsilcilerinin bulunmadığı bir devrimci demokratik hükümet düşüncesinin anlamsızlığını görmek için, böyle bir şeyi bir an için zihnimizde canlandırmak yeterlidir. Sosyal Demokratların bir devrimci hükümete katılmayı reddetmeleri, böyle bir hükümeti tümüyle olanaksız kılacak ve bu yüzden de devrime ihanet anlamına gelecektir. Ama proletaryanın bir hükümete katılması da, ancak hakim ve ağır basan bir katılma olduğu taktirde nesnel bakımından olanaklı ve ilkeler açısından izin verilebilir bir şeydir. Böyle bir hükümet , proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü olarak, proletarya, köylülük ve aydınların diktatörlüğü olarak, hatta işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin koalisyon hükümeti olarak tanımlanabilir. Elbet, yine de su soru önümüze çıkmaktadır, hükümet içinde ve dolayısıyla ülke içinde hegemonya kimde olacaktır. Biz, işçi hükümetinden söz etmekle, hegemonyanın işçi sınıfına ait olması gerektiğini belirtmiş olmaktayız.
Biz, işçi hükümeti sözüyle, işçi sınıfı temsilcilerinin hakim durumda bulunduğu ve önderlik rolünü üstlendiği bir hükümeti kastediyoruz. Proletarya, iktidarını perçinlemek için, devrimin tabanını genişletmek zorundadır. Çalışan kitlelerin birçok kesimleri, özellikle kırdakiler, ancak devrimin öncüsü olan kent proletaryası devletin başına geçtikten sonra devrime çekilecek ve politik olarak örgütleneceklerdir. Ondan sonra devrimci ajitasyon ve örgütlenme, devlet kaynaklarının yardımıyla yürütülecektir. Bizzat yasama gücü, kitlelerin devrimcilileştirmesi için güçlü bir araç haline gelecektir. Burjuva devriminin bütün yükünü proletaryanın sırtına bindiren toplumsal ilişkilerimizin niteliği, işçi hükümeti için sadece çok büyük güçlükler yaratmakla kalmayacak, ama aynı zamanda, en azından var oluşunun ilk döneminde, ona paha biçilmez avantajlarda sağlayacaktır. Bu, proletarya ile köylülük arasındaki ilişkileri de etkileyecektir.
1789-1793 ve 1848 devrimlerinde iktidar ilk önce mutlakıyetten burjuvazinin ılımlı ögelerine geçti ve devrimci demokrasi iktidarı almadan, hatta almaya hazırlık bile yapmadan önce köylülüğü özgürleştiren de bu sınıf oldu. ( Bunu nasıl yaptığı ayrı sorun ) Özgürlüğünü elde etmiş köylülük, “şehirlerin” politik oyunlarına, yani devrimin ilerleyişine duyduğu bütün ilgiyi yitirdi ve kendisini “düzen” in ayakları dibine ağır bir temel taşı gibi yerleştirerek devrimi Sezarist ve rejimci mutlakıyetçi gericiliğe teslim etti.
Rus Devrimi, demokrasinin en temel sorunlarını çözebilecek herhangi bir burjuva – anayasal düzenin kurulmasına olanak vermemektedir ve uzun bir süre daha vermeyecektir. Sonuçta, köylülüğün, hatta bir bütün olarak, bir estate köylülüğün en temel devrimci çıkarları, devrimin bütününün kaderini, yani proletaryanın kaderine bağlı olacaktır.
İktidardaki proletarya, köylülüğün önünde, onu kurtarmış bir sınıf olarak duracaktır. Proletaryanın hakim durumda olması, sadece demokratik eşitlik, öz-yönetim, vergilendirme bütün yükünün zengin sınıflara aktarılması, daimi ordunun silahlanmış halk içinde eritilmesi ve zorunlu kilise vergilerinin kaldırılması anlamına değil, aynı zamanda toprak ilişkilerinde köylüler tarafından gerçekleştirilen bütün devrimci değişikliklerin ( Toprağa el koyma ve mülksüzleştirmeler ) de tanınması anlamına gelecektir. Proletarya bu değişiklikleri, bundan sonra tarımda alınacak devlet tedbirlerinin çıkış noktası yapacaktır.
Ama köylülüğün proletaryayı, bir yana itmesi ve onun yerini alması mümkün değil midir? Hayır, bu mümkün değildir. Bütün tarihsel deneyler bu varsayımın karşısındadır. Tarihsel deneyler , köylülüğün kesinlikle bağımsız bir rol oynamayacağını göstermektedir.
Kapitalizmin tarihi, kırın kente bağımlılaşmasının ve boyun eğmesinin tarihidir. Avrupa kentlerinin sınai gelişmesi bir noktada tarımda feodal ilişkilerin daha fazla sürmesini olanaksızlaştırmıştır. Ama kırsal kesimin kendisi, feodalizmin kaldırılması doğrultusundaki devrimci görevi üstlenebilecek bir sınıfı hiçbir zaman ortaya çıkarmamıştır. Tarımı sermayeye bağımlı kılan kent ise, kırsal kesim üzerindeki politik hegemonyayı kendi eline geçiren ve devlet ve mülkiyet ilişkilerindeki devrimi kırlara yayan bir devrimci güç yaratmıştır. Bu gelişmenin sonucunda, kırlar ekonomik yönden sermayeye, köylülük de politik yönden kapitalist partilere esir olmuşlardır.
Proleter Rejimin Özellikleri.
Hükümetin ilk görevi, ordudan ve idari yapıdan halkın kanıyla lekelenmiş bütün insanların kovulması ve halka işlenmiş suçlara en çok bulaşmış birliklerin dağıtılması ve kaldırılması olacaktır. Bunu , devrimin ilk günlerinde, yani seçilmiş ve sorumlu görevliler sisteminin yerleştirilmesi ve ulusal bir milisin örgütlenmesi olanağının kazanılmasından çok daha önce yapması gerekecektir. Ama iş burada bitmeyecektir. İşçi demokrasisi, doğrudan doğruya, iş gününün uzunluğu tarım sorunu ve işsizlik sorunu gibi meselelerle karşı karşıya kalacaktır.
Bir şey açıktır. Her geçen gün, iktidardaki proletaryanın politikasını derinleştirecek ve onun sınıf karakterini gittikçe daha çok belli edecektir. Bunun yanı başında, işçi hükümetinin politikası, bir genel demokratik politika olmaktan çıkıp bir sınıf politikası haline geldiği ölçüde proletarya ile ulus arasındaki devrimci bağlar kopacak, köylülüğün sınıfsal parçalanması politik bir biçim kazanacak ve köylülüğü çeşitli katmanları arasındaki antagonizma artacaktır.
Proletarya, sınıf mücadelesini köylere taşımak ve böylelikle, görece dar sınırlar içinde olsa da hiç koşulsuz bütün köylülerde bulunabilecek olan çıkarlar ittifakını kırmak zorunda kalacaktır. İktidarı aldığı andan itibaren, köy zenginleri ile köy yoksulları arasındaki, tarım burjuvazisi ile tarım proletaryası arasındaki antagonizmalardan destek bulmak zorunda kalacaktır. Köylülüğün heterojenliği güçlükler yaratır ve proleter politikasının uygulanma temeline daraltırken, sınıf farklılaşmasının yetersiz düzeyde oluşu da, proletaryanın dayanmasına bir araç olan gelişmiş sınıf mücadelesinin köylülük içine sokulmasına bir engel yaratacaktır. Dolayısıyla, proleter politikasının, kendi müttefiklerinden muhalefet görecek olan iki yönü kolektivizm ve enternasyonalizm olacaktır.
Ama iktidar sosyalist bir çoğunluğa sahip bir devrimci hükümetin eline geçer geçmez, programımızın azami ve asgari olarak bölünmesi, hem ülke açısından hem de doğrudan pratik açısından bütün anlamını yitirir. Bir proleter hükümet, hiçbir zaman kendisini bu tür sınırların içine hapsedemez. Sekiz saatlik iş günü sorununu alın, bilindiği gibi, bu, kapitalist ilişkilerle zaman çelişmez, onun içinde Sosyal Demokrasisinin asgari programında yer alır. Ama tedbirin bir devrim döneminde, sınıf öfkelerinin yoğunlaştığı bir dönemde alındığını düşünelim, o zaman bu tedbirin, kapitalistlerin, diyelim lokavtlar ve fabrikaların kapatılması biçimindeki örgütlü ve kararlı teşhisi ile karşılaşacağı kesindir.
Proletaryanın politik egemenliği altında ise, sekiz saatlik işgününün getirilmesi büsbütün başka sonuçlara yol açar, liberalizmin yaptığı gibi sermaye değil de proletaryaya dayanmak isteyen ve burjuva demokrasisinin “tarafsız” bir aracın rolünü oynamayı arzu etmeyen bir hükümet için, fabrikaların kapanması elbette iş gününün uzatılması için bir gerekçe olamaz. Bir işçi hükümeti için bir tek çıkış yolu vardır, kapatılan fabrikalara el koyma ve buradaki üretimi toplumsallaştırılmış bir temel üzerinde örgütlemek.
Bütün bunlar açıkça göstermektedir ki, Sosyal Demokratlar, işçilere daha işin başında asgari programdan gerilemeyeceklerini söz verip, burjuvaziye de bunun ötesine geçemeyeceklerini vaat ederek katılmazlar bir devrimci hükümete. Böyle çifte bir yükümlülüğün yerine getirmesi mümkün değildir. Proletaryanın temsilcilerinin, güçsüz rehineler gibi değil, önder bir güç olarak hükümete girmesi olgusunun kendisi bile, asgari ve azami programlar arsındaki sınır çizgisini siler, yani, kolektivizmi gündeme sokar. Proletaryanın bu yönde ilerleyişinin durdurulacağı nokta, proletarya partisinin ilk baştaki niyetlerine değil, güçler ilişkisine bağlıdır.
Troçki’nin Sürekli Devrim teorisinin genel bir değerlendirmesini de bu çerçevede yapmaya çalıştık.
SONUÇ YERİNE
Avrupa’da tipik şekliyle yaşanan burjuva devrimi, Rusya’da Menşeviklerin savunduğu devrim biçimiyle örtüşmektedir. Dolayısıyla Rusya’da ( Yukarıda da değerlendirmeye çalıştık ) devrimin üç kavranışının anlaşılması çözüm için önemli argümanlar sunmaktadır.
Devrime ilişkin Menşevik tavrın şekillenmesini sağlayan Plehanov olmuş, Plehanov’un Marksizm’i, Rusya ile Batının tarihsel gelişme yollarının ilkesel özdeşliğini tanıtlamak üzerine yoğunlaşmıştı. Bu durum şöyle ifade ediliyordu. Rus burjuva devriminin zaferi, ancak liberal burjuvazinin önderliği ile anlaşılabilir bir şeydir ve iktidarı onun ellerine teslim etmelidir. Demokratik rejim, ardından, Rus proletaryasına sosyalizm mücadelesinde şimdiye kadar görülenlerle karşılaştırılmayacak bir başarıya ve Batıya yetişmek olanağını verecektir.
Lenin’in devrim perspektifi ise şöyle şekillenmiştir. Geç kalmış Rusya burjuvazisi kendi devrimini sonuna kadar götürmekten acizdir. “ Proletaryanın ve köylülüğün diktatörlüğü” aracılıyla eksiksiz zaferi, ülkeyi ortacağlıktan temizleyecek. Rus kapitalizmin gelişmesini sağlayacak, kentlerde ve kırda proletaryayı güçlendirecek ve sosyalizm mücadelesi için geniş olanaklar açacaktır. Öte yandan Rus devrimini zaferi, Batı’da sosyalist devrim için güçlü bir etki sağlayacak ve Batı böylelikle yalnızca Rusya’yı geri dönüş tehlikesinden kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda Rus proletaryasının görece kısaca bir aralıkta iktidarı zapt etmesine olanak sağlayacaktır.
Dolayısıyla Lenin’in devrim perspektifinin Plehanov’dan farkı, Plehanov’da burjuva devrim, liberal burjuva önderliğinde ve kapitalizmin gelişmesini kapsamaktadır. Lenin ise burjuva devrimin önderliği proletaryaya vererek Plehanov’dan ayrılmıştır. Ama Lenin ile Plehanov’un örtüştüğü nokta kapitalizmin gelişmesini savunmalarıdır.
Troçki’nin Sürekli Devrim perspektifi ise özünde şöyle şekillenmiştir. Rusya’da demokratik devrimin eksiksiz zaferi, köylülüğe dayanan proletaryanın diktatörlüğü biçim dışında anlaşılır bir şey değildir. Gündeme kaçınılmaz olarak yalnızca demokratik görevler değil, sosyalist görevleri de getirecek olan proletarya diktatörlüğü aynı zamanda uluslararası sosyalist devrime güçlü bir ivme verecektir. Rusya’yı burjuva geri dönüşten kurtaracak ve ona sosyalist inşanın tamamlanması olanağını verecek olan ancak Batı proletaryasının zaferidir.
Bu değerlendirmelerden de anlaşılıyor ki , Lenin’in devrim perspektifi olan demokratik devrimin ( Şubat Devrimi ) sosyalizme evrilmesi gerçekleşmemiş, yani demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz bir şekilde barışçıl bir geçiş gerçekleşmedi ve ikinci bir siyasi devrim gerekti. Bu durumun temel nedeni de proletaryanın hegemonyasının kurulmamış olmasıydı, Küçük burjuva hegemonyası altında proletarya ve köylülük ittifakı, iktidarı kendi eline alacağı yerde, burjuvaziye vermişti. Böyle olması da , ne bir tesadüf ne de zorunlu bir durumdur, devrim perspektifinin yanlışlığının sonucudur. Yani “ proletaryanın ve köylülüğün diktatörlüğü” tezinin yanlışlığıdır. Çünkü burada köylülükten anlaşılması gereken bütün köylülüktür. Yeni zengin, orta ve küçük köylülük, böyle bir durumda egemenlik zengin köylülükte olacaktır. Zengin köylülüğün , tarımın sanayiye bağlı olmasından dolayı kentsel burjuvaziye bağlı olması da zorunludur. Bu anlamda Troçki, Lenin’in gerçek anlamda köylülüğü savunmadığını söylemektedir. Sonuçta burjuvazi iktidarı ele geçirmiş, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin- komünizmin inşa süreci gerçekleşmemiştir. Daha sonra ( Ekim Devriminde ) Lenin, Troçki’nin Sürekli Derim teorisine yaklaşmış ve Ekim Devrimi başarıya ulaşmıştır.
Gerçekleşen süreç ise Troçki’nin Sürekli Devrim perspektifinin doğruluğunu göstermektedir. Ekim Devrimi, yoksul köylülüğün desteklediği proletaryanın sosyalist devrimi olarak gerçekleşti, geçerken demokratik ( Savaş, ulusal sorun ve toprak sorununu ) sorunları çözdü. Burada polemik konusu yapılan Ekim Devrimi’nin, Şubattan önce değil şubattan sonra olmasıdır. Bu yüzey ve biçim olup muhtevayı değiştirmez, kaldı ki geçerken de bütün süreçler yaşanabilir ve yaşanmıştır. Yani ayrı bir devrimin ( Şubat Devrimi gibi ) her durumda yaşanması ne mümkündür ne de gereklidir. Yani Ekim Devrimi kendi içinde demokratik ortamı bütünüyle barındırmaktadır. Unutmayalım ki ileri kapitalist ülkelerde ( Örneğin ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’da ) demokratik devrim yani ikinci bir devrim ne zorunludur, ne gereklidir ne de mutlaktır. Kapitalist-emperyalizmin oluşması, gelişmesi ve sürekliliği sonucu Rusya’da ve bizim gibi ülkelerde kapitalizmin niteliği ve gelişmiş düzeyi ( Devrimin öncüsü proletaryanın gelişmişliği, niteliğinin gerçekleşmesi ve sürekliliği anlamında ) demokratik muhtevanın oluşması açısından yeterlidir.