2024-03-16 14:19:24

Marksizm ve Felsefe

Asım Öz

16 Mart 2024, 14:19

Marksizm’in alfabesi diyebileceğimiz felsefeye ( diyalektik materyalizm) çok ihtiyaç olan bugünlerde daha yoğun üzerinde durulması gerekirken adeta unutulması ciddi bir paradokstur. Dolayısıyla düşünceleri kaybetmeden ayakta kalmak için Marksist felsefenin yeniden ele alınması ve değerlendirilmesi zorunlu ve önemli olmuştur. Bu noktada indirgemecilikten, reçetecilikten azade olmak ne kadar önemliyse daha da önemlisi post –akımların Marksist felsefeye verdikleri zarar ve konu hakkında doğru olanları da bozmuş ve şekilsiz haline getirmeleridir. Bunu konjonktürün ve modernitenin avantajlarıyla yapmaları ayrıca bir manipülasyon ve illüzyon olmaktadır.

Bu anlamda Marksist felsefe bütünlüklü kavranmalıdır. Marks’ın felsefesi pratik felsefe geleneğine aittir, ya da diğer bir ifade ile Marks Batı’daki pratik felsefenin kurucusudur. Marks ( ve Engels )tarafından birçok yazı ve konuşmalarında geçen “felsefenin sona ermesi” ve felsefeyi reddeden ifadeleri de aslında geleneksel teorik felsefenin olumsuzlanması olarak anlaşılmalıdır.

İnsanın oluşum sürecinde beynin gelişmesi ile düşüncede gelişmiştir. Düşüncenin gelişim sürecinde ise giderek her insanda bir dünya anlayışı şekillenmiştir. Olayları, olguları, dünyayı, toplumu basit, karmaşık, tekil, özel, genel ve bütünlüklü olarak değerlendirmek ve kavranmak şekillenen dünya anlayışının sonucudur. Örneğin trafik kazası yapan bir şoförü ele alalım. Bütün suçu ve sorumluluğu şoförün dikkatsizliğine, arabayı yüksek hızla kullanılmasına bağlamak da bir dünya anlayışıdır. Bütün bu durumların önemini reddetmeden temelde kazanın, sistemden (kapitalizmden ) kaynaklandığını, karayolu taşımacılığının kârlılığından dolayı otomobillerin geometrik hızla artarken, yolların aritmetik hızla seyretmesi petrol-sanayinin çıkarları sonucudur. Ayrıca şoförün dikkatsizliğinin psikolojik nedenleri varsa bunun maddi nedenlerden kaynaklandığını belirtmek de bir dünya görüşüdür.

Yine savaşların çıkma nedenlerinin insanlarının kızgınlıkları, düşmanlıklarına, güç ve güçsüzlüklerine bağlamak da bir dünya görüşünün sonucudur. Lenin’inde özlü olarak belirtiği gibi kapitalist mülkiyetin varlığı savaşları kaçınılmaz kılar önermesi de bir dünya görüşünün ifade tarzıdır. Elbette savaşların ortadan kalması da kapitalist mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlıdır söylemi de bir dünya görüşünün sonucudur.

Yazı süresince amacımız geniş bir alanı kapsayan felsefenin tarihsel gelişimini değerlendirmek olmayacaktır. Marksizm’in felsefe konusunda değerlendirmeleri referansımız olacaktır. Çünkü Marksist felsefe ( diyalektik materyalizm ) bilimselliği koruyan ve devam ettiren, eskimeyen, güncelliği olan, uygulanabilir özellikler taşıyan “tek” felsefe akımıdır. Doğru ve bütünlüklü anlaşılır ve kavranırsa yaşamdaki tüm sorunları analiz etmek ve analitik önermeler getirmek kolaylaşır.

FELSEFE NEDİR

Tarihin tanıdığı en büyük düşünürlerin bir kaçını yetirmiş olan eski Yunanlılar, felsefe sözünden, bilmek aşkını anlıyorlardı. Filosofiya (phila; sevgi, sophia; bilgi ) sözünün kelime anlamı budur, felsefede buradan gelir.

Felsefe sözcüğü, o çağlardan beri tutundu kaldı, çünkü bir ihtiyaca cevap veriyordu. Çoğu kere, dünya hakkındaki görüşlerin ayrılığına göre, çok çeşitli anlamlar aldı. Ama felsefe sözünün en değişmeyen en kalıcı anlamı şöyledir. Genel bir dünya anlayışıdır ki, insanın hayat karşısında şu ya da bu tarzda davranışı bu anlayıştan doğar.

Dünya anlayışı ( yani felsefe ) çıkarsız, yararsız bir mesele değildir. Mademki birbirine karşıt iki anlayış, birbirine karşıt pratik sonuçlara varıyor.

Gerçekten de, 18. Yüzyıl filozofları, toplumun biçimini değiştirmek istiyorlar, çünkü o zaman devrimci olan ve feodaliteye karşı mücadele eden burjuvazinin çıkarlarını ve dileklerini ifade ediyorlardı. 19. Yüzyıl filozoflarına gelince, bunlar ( ister gizlensinler, ister gizlenmesinler ) artık tutucu olan bu burjuvazinin, artık egemen sınıf olan ve proletaryanın devrimci yükselişinden korkan bu burjuvazinin çıkarlarını ifade ediyorlar. Burjuvazi kendisine en iyi payı veren bir dünyada değiştirilecek hiçbir şey olmadığı kanısındadır. Filozoflar, insanları, toplumu değiştirmeyi hedef tutan bütün girişimlerden döndürürlerken, bu gibi çıkarları haklı gösteriyorlar. Örnek, pozitivistler ( olguculuk filozofları ) onların başını çeken Auguste Comte, birçok kimsenin gözünde bir “ sosyal reformcudur. “ Ama gerçekte o, burjuvazinin hükümdarlığının sonsuz olduğuna inanır ve onun “ sosyolojisi “ üretici güçlerden ve üretim ilişkilerinden habersizdir, bu da, bu sosyolojiyi güçsüzlüğe mahkum eder.

Demek ki aynı sosyal sınıf, Fransız burjuvazi, bir yüzyıldan ötekine birbirinden tüm ayrı iki felsefeye sahip oldu. Çünkü 18. yüzyılda devrimci olan burjuvazi, 19. yüzyılda tutucu, hatta gerici olmuştu. İşte burjuva devrimcisi Camile Desmoulins, felsefeyi devrimin hizmetinde bir silah gibi görürken, muhafazakar Thiers felsefeyi sosyal irticaın hizmetinde bir silah olarak görüyor. İyi felsefe, emekçileri boyun eğmeye çağıran felsefedir. Daha sonra Paris Komüncülerini ( Komünarları ) kurşuna dizdirecek olan adam, işte böyle düşünüyor.

NEDEN FELSEFE OKUYUP ÖĞRENMELİYİZ

İşçilerin ve emekçilerin görevi sömürücülere hizmet eden felsefenin karşısına sömürücülere karşı mücadeleye yardımcı olabilecek bir felsefe çıkarmaktır. Şu halde, felsefe okuyup öğrenmek, emekçiler için çok önemlidir. Bu önem, zaten olgularla karşılaşınca kendini belli eder.

Olgular, günün egemen sınıfı olan burjuvazinin siyasetinin ülkemizin tüm emekçilerine empoze ettiği gittikçe daha çetin olan durumdur. İşsizlik ve hayat pahalılığı, gençlere kapıların kapanması, sosyal haklara, grev haklarına, demokratik özgürlüklere saygı gösterilmemesi, baskı, silahlı saldırılar vb. bu durum karşısında emekçilerin kendilerine ilk soracakları soru, bu durumdan nasıl kurtulmalı sorusudur. İşlerin neden böyle olduğunu bilmek ihtiyacı, gittikçe daha genel, gittikçe daha önemli bir durum alıyor. Savaş tehlikesi nereden geliyor? Faşizm nereden geliyor? Yoksulluk nereden geliyor? Emekçiler bunların ne olduğunu, nasıl değişmesi gerektiğini anlamak istiyorlar.

Ve bu istek doğunca da, eğer felsefe bir dünya anlayışı, pratik sonuçları olan bir dünya anlayışı ise, dünyayı değiştirmek isteyen emekçiler için doğru bir dünya anlayışına sahip olmanın çok değerli bir şey olduğu açıkça belli değil midir?

Kabul edelim ki bütün emekçiler, gerçeğin bilinmeyeceğini düşünüyorlar. O zaman savaş, işsizlik, açlık karşısında kendilerini savunamayacaklardır. Başlarına gelen her şey, onlar için anlaşılmaz bir şey olarak kalacaktır, bunları bir alın yazısı olarak karşılayacaklardır. İşte burjuvazinin de emekçileri sürüklemek istediği nokta budur. Bu yüzden kendi çıkarlarına uygun olan bir dünya anlayışını yaymak için hiçbir çareyi ihmal etmeyecektir. Örneğin “ yeryüzünde her zaman zenginler ve fakirler olacaktır “ gibi fikirlerin yayılması böyle açıklanabilir. Ya da, toplum yabani bir ormandır ve her zaman da öyle olacaktır, o halde herkes başının çaresine bakmalıdır. Eğer başkasının seni yemesini istemiyorsan, sen başkasını ye. İşçi ücretlerinizi hep birlikte savunmak için iş arkadaşınla birleşeceğine, arkadaşının zararına patronun lütuflarını kazanmaya bak, güzel bir hayatın olur. Boş ver ötekiler ne olursa olsun gibi fikirler.

Bu gibi fikirlerle burjuvazi emekçilerin bilincini zehirlemek ister, onun için emekçiler kendilerini bundan korumalıdırlar.

Bütün bu fikirler, son tahlilde bir dünya anlayışından bir felsefeden doğuyor. Toplum dokunulmaz bir şeydir, onu olduğu gibi kabul etmek gerekir, yani ya sömürüye katlanacaksın ya da toplum içinde çabalaya çabalaya kendine küçük bir yer açacaksın.

Eski toplum şu ilke üzerine kurulmuştu. Ya sen yakınını soyacaksın, ya da yakının seni soyacak, ya sen bir başkasının yararına çalışacaksın ya da o senin hesabına çalışacak. Ya köle sahibisin ya da sen kendin kölesin. Kolayca anlaşılabilir ki bu toplumda yetişen insanlar, analarının sütü ile birlikte demek doğru olursa ya köleci ya köle, ya küçük mülk sahibi ya küçük memur, ya küçük görevli, ya aydın. Kısaca bir kelimeyle yalnız kendisi için gerekli olan şeyleri düşünen ve gerisiyle hiç ilgilenmeyen bir insanın psikolojisinin adetlerini ve fikirlerini birlikte emerler.

Kendi bir parça toprağımı işletiyorsam başkalarından bana ne, başkaları açsa daha iyi ya, buğdayımı onlara daha pahalı satarım. Şöyle, hekim, mühendis, öğretmen ya da memur gibi küçük bir mevkiim olsa başkaları umurumda bile olmaz. Belki de iktidarı elinde tutanları pohpohlayarak, onların hoşuna gitmeye çalışarak yerimi muhafaza edebilirim, hatta sivrilmeyi, bir burjuva olmayı bende başarabilirim.

Artık emekçiler, içlerinde umutsuzluk değil güven, kadere razı olma, tevekkül değil, mücadele taşıyan yeni fikirler edinmeye çalışmaları gerekir.

Gorki, Ana’da, Çar’lar Rusya’sında o zamana kadar her şeye boyun eğmiş, umutsuz, yaşlı bir kadının kahraman sosyalist, mücahit oğlu sayesinde halkının çektiği acıların kaynağını anlamış olduğu için bu acılara son vermenin mümkün olduğunu anladığı için, nasıl durdurulamaz bir devrimci haline geldiğini anlatıyor.

Mücadeleye zaten başlamış olanlar için tevekkülü reddedenler için de felsefe okuyup öğrenmez yararsız olmayacaktır, gerçekten de yalnız objektif bir dünya anlayışı onlara mücadelelerinin sebeplerini verebilir.

Doğru bir teori olmadan mücadele başarıya ulaşmaz. Bazıları başarmak için başarı şartının gerçekleşmesinin yeterli olduğunu sanırlar. Bu yanlıştır çünkü bu şartların gerçekleştiğini de bilmek gerekir ve işler karmaşıklaştıkça ne yapacağını bilmek daha büyük bir önem kazanır.

Bu gözlemler devrimci bir mücadele, sosyalizm için mücadele söz konusu olduğu zaman değer kazanır. Lenin “ devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz “ diyordu.

Ama bu gözlemler aynı zamanda başka amaçlar için yapılan mücadelede de demokratik özgürlükler için mücadele de de ekmek için ya da barış için mücadelede de değerlidirler.

HANGİ FELSEFE OKUYUP ÖĞRENMELİ

Bilimsel Bir Felsefe, Diyalektik Materyalizm

Eğer gerçeği ( doğayı ve toplumu değiştirmek istiyorsak onu tanımak gerekir. İnsan çeşitli bilimler yoluyla dünyayı tanır, öyleyse daha iyi bir yaşam için mücadelelerinde emekçilere yalnız bir tek bilimsel dünya anlayışı uygun gelir, bu da Marksist felsefedir, diyalektik materyalizmdir.

Burada akla şöyle bir soru geliyor “bilim” ile “felsefe” arasında nasıl bir ayrım yapıyorsunuz? Birincisini ikincisiyle bir tutmuyor musunuz? Marksist felsefe, gerçekten de bilimlerden ayrılamaz ama onlardan ayırt edilir. Bilimlerin her biri ( fizik, biyoloji, psikoloji vb. ) gerçeğin çok belirli bir kesimine özgü kanunların incelenmesini, öğrenilmesini görev edinirler. Diyalektik materyalizme gelince onun ikili bir amacı vardır.

Diyalektik olarak evrenin en genel kanunlarını, fizik doğadan başlayarak düşünceye kadar canlının doğadan topluma geçerek gerçeğin bütün yönlerini, görünümleri için ortak olan yasaları inceler. Ama diyalektik materyalizmin kurucuları Marks ve Engels diyalektiği bir fantezi olarak kendi kafalarından icat etmediler.

Bilimlerin ilerlemesi onlara felsefenin ortaya koyduğu en genel, bütün bilimlere için ortak olan yasaları bulup ortaya koymak ve dile getirmek imkanı verdi.

Materyalizm olarak Marksist felsefe bilimsel bir dünya anlayışıdır. Bilimsel olan yani bilimlerin bize öğrettiklerine uygun tek dünya anlayışıdır. O halde bilimler neyi öğretirler? Evrenin maddi bir gerçek olduğunu, insanın bu gerçeğe yabancı olmadığını bu gerçeği bilebileceğini ve bu biliş sayesinde bu gerçeği değiştirilebileceğini öğretirler. Marksist materyalizm, bilimlerle özdeş değildir, çünkü onun konusu gerçeğin bu sınırlı yönü değildir ( bu, bilimlerin konusudur ) ama dünyanın bütünüyle kavranıp anlaşılmasıdır, kendileri Marksist olmasalar bile bilginlerin zımnen ( içerik olarak ) kabul ettikleri bir dünya anlayışıdır.

Engels, “ materyalist dünya görüşü doğanın olduğu gibi hiçbir ön şart koşulmaksızın kavranmasıdır” der.

Bilimlerin her biri, doğanın doğada olduğu gibi bir yönünü inceler. Marksist felsefe ise doğanın olduğu gibi genel olarak kavranmasıdır. Onun için, her ne kadar bilimlerle özdeşleşmese de bilimsel bir felsefedir.

Bilimler zorunlu olarak diyalektiktir çünkü eğer maddi evrenin en genel yasalarını bilmezlerse bilimler kurulamazlar. Dolayısıyla Marksist felsefe doğanın ve toplumun gelişmesinin yasalarının bilimidir. Bütün ülkelerde sosyalizmin zaferinin bilimidir. Komünist toplumun inşasının bilimidir.

Devrimci Bir Felsefe, Proletaryanın Felsefesi

Marksist felsefe bilimsel olduğu içindir ki, böyle olduğunun kanıtlarını olgulardan alır ( pratik, teoriyi doğrular ) aynı zamanda proletaryanın felsefesidir. Proletaryanın yani tarihi rolü sosyalizmi inşa etmek olan devrimci sınıfın partisinin teorisidir.

Sömürücü sınıfın, sömürüyü ebedileştirmek için yalana ihtiyacı vardır. Devrimci sınıfın (proletaryanın ) ise sömürüden kurtulmak için gerçeğe ihtiyacı vardır. Devrimci görevini yürütebilmek için doğru bir dünya görüşüne ihtiyacı vardır.

Dünyaya cepheden bakmak materyalizmdir.

Dünyaya gerçek gelişmesi içinde bakmak diyalektik materyalizmdir.

Proletaryanın bilimsel felsefesi olan Marksizm’in ortaya çıkışı, felsefenin, köşesine çekilmişlerin bir uğraşı olduğu dış dünya ile bağlantısı olamayan yaşamdan ve halktan kopmuş halka yabancı bir takım filozofların ve öğrencilerinin meydana getirdikleri okulların tekelinde, onlara özgü bir şey olduğu eski felsefe tarihi çağına son verir.

Marksizm, böyle bir felsefe okulu değildir. Tersine eski felsefe birkaç seçkinin bir fikir aristokrasisinin imtiyazı iken Marksizm bu felsefenin aşılması şeklinde ve felsefenin kurtuluş mücadelelerini yürütmekte olan proletarya yığınlarının elinde bilimsel bir silah haline geldiği yepyeni bir çağın başlangıcı olarak ortaya çıkar.

Sonuçta, emekçiler için özellikle proleterler için Marksist felsefin okunup öğrenilmesi bir lüks değildir, bir sınıf görevidir. Bu görevi yerine getirmemek, burjuva baskısına hizmet eden bilim dışı ve gerici görüşlere alanı boş bırakmaktır, işçi hareketini yol gösterici pusuladan yoksun bırakmaktır.

Burjuvazi, proletarya felsefesinden korkmakta ve her çareye başvurarak onunla savaşmaktadır. On yıllar boyunca Marksizm’i üniversitelerden uzaklaştırarak Marksist teorinin ışığını boğdu. Sonra diyalektik materyalizmin etkisi büyüyünce hile yapmak gerekti o zaman burjuva ideologların havası değişti “ şüphesiz Marksizm eskiden iyiydi ama bugün Marksizm aşılmıştır “ dediler. Sayısız Marksizm’i “aşma” girişimleri buradan geliyor. Bütün bu girişimlerin Marksizm’in felsefi temellerinin tasfiyesi ya da tahrifi diyalektik materyalizmin tasfiyesi ya da tahrifi gibi hazırlık ve giriş mahiyetinde bir ön işlemden geçmeleri anlamlıdır.

Marksist felsefeyi okuyup öğrenmeye girişecek kimselerin hiçbir zaman unutmamaları gereken bir nokta vardır. Devrimci proletaryanın bilimsel felsefesi Marksizm hiçbir zaman teoriyi (yani bilgiyi ) pratikten ( yani eylemden ) ayırmaz. Marks ve Engels’te hem bir düşünür hem de eylemcilerdi. Dolayısıyla Marksist teori bir dogma değil bir eylem kılavuzudur.

MARKSİST DİYALEKTİK YÖNTEMİN İNCELENMESİ

DİYALEKTİK YÖNTEM

Doğa olaylarına yaklaşışı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik doğa olaylarını yorumlayıp bu olayları kavrayışı ve teorisi materyalist olduğundan bu dünya görüşü diyalektik materyalizm adını almıştır.

Yöntem nedir, yöntem ( metot ) sözünden amaca varmak için izlenen yol anlaşılır. Diyalektik, materyalist dünya anlayışına tıpa tıp uygun gelen tek yöntemdir.

METAFİZİK YÖNTEM

Bir çift sarı ayakkabı satın aldık belli bir süre sonunda birçok tamirattan, taban ve topuk yenilenmesinden, yama koymadan sonra hala “ sarı ayakkabıları giyeceğim “ diyoruz. Ayakkabıların artık aynı ayakkabılar olmadığına dikkat etmiyoruz. Ayakkabılarda sonradan meydana gelen değişikliği ihmal ediyor onları değişmemiş eskisi gibi aynı ayakkabılar sayıyoruz.

Bu örnek, metafizik yöntemin ne olduğunu anlamamıza yardım edecektir. Böyle bir yöntem, Engels’in deyişiyle eşyayı “ bir daha değişmemek üzere kesin ve son biçimiyle yapılmış gibi “ kabul eder. Hareketin ve tabi bunun sonucu olarak değişikliğin sebepleri de bu yöntemin dikkatinden kaçar.

Kısaca şunu işaret edelim ki, “metafizik” sözcüğü Yunanca ötesi diye yorumlanabilen meta ve doğru bilimi olan fizik sözlerinden gelir. Metafiziğin konusu doğa, hareket halinde olduğu halde doğa ötesi varlık ( doğaüstü varlık ) değişmez ve sonsuzdur. Bazıları bu varlığa tanrı adını verirler, başkaları ise mutlak vb. sadece bilime dayanan materyalistler bu varlığın hayali olduğunu kabul ederler.

Şu halde metafizik yöntemden bahsederken hareketin ve değişmenin gerçeğini bilmeyen ya da bilmezlikten gelen bir yöntemi anlıyoruz. Ayakkabıların artık aynı ayakkabılar olmadıklarını görmemek metafizik bir tutumdur. Kapitalizmin sonsuz olduğuna, kapitalizmin insanlarda meydana getirdiği ya da sürdürdüğü kötülüklerin ve kusurların ( ahlak bozukluğunun, bencilliğin, hunharlığın vb. ) her zaman var olacağına inanmak, böyle bir metafizikçi gibi muhakeme yürütmektir. Metafizikçi, sonsuz yani değişmez bir insanı gözünün önünde canlandırır.

Neden? Çünkü metafizikçi insanı, çevresinden, toplumdan ayırır, Bir yanda insan, öte yanda toplum kapitalist toplumu yıkıyorsunuz, sosyalist bir toplumu kuracaksınız. Peki sonra? İnsan yine insan olarak kalacaktır der. Burada metafiziğin bir ikinci çizgisini yakalıyoruz, metafizik gerçekte birbirinden ayrılmaz olanı keyfi olarak ayırır, örneğin siyaset burada sendika şurada der. Şüphesiz siyaset ile sendika iki ayrı şeydir fakat siyaset ile sendika birbirinden ayrılır şeyler değillerdir. Siyaset ve sendikadaki gelişmeler birbirine etki yaparlar.

Eşyayı bölümlere ayırmak, metafizikçiyi, her durumda şu şekilde muhakeme yürütmeye götürür. Bir şey ya budur ya da şudur. Aynı zamanda hem bu hem şu olamaz. Örnek demokrasi diktatörlük değildir, diktatörlükte demokrasi değildir. O halde bir devlet demokrasidir ya da diktatörlüktür. Peki, hayat bize neyi öğretiyor? Hayat bize aynı bir devletin aynı zamanda hem diktatörlük hem de demokrasi olabileceğini öğretiyor. Burjuva devlet ( Örneğin ABD de ) bütün haklara bütün iktidara sahip olan bir büyük maliyeciler azınlığı için demokrasidir. Çoğunluk üzerinde (ancak aldatıcı hakları olan ) bir diktatörlüktür. Sovyetik devlet ( proletarya devleti ) halk düşmanlarına karşı devrimin iktidardan uzaklaştırdığı sömürücü azınlık için bir diktatörlüktür, büyük çoğunluk için emekçiler için bir demokrasidir.

Metafizikçiye göre bir varlık ya canlıdır ya da ölüdür. Bir şeyin aynı zamanda hem canlı hem ölü olabilmesi ona anlaşılmaz görünür, bununla birlikte örneğin insan bedeninde her an yeni hücreler, ölmekte olan hücrelerin yerlerini alırlar, bedenin yaşantısı işte tam bu karşıt güçler arasındaki sürekli mücadeledir.

Değişikliğin reddi, ayrılmaz olanın ayrılması, karşıtların sistemli olarak konu dışı tutulması, işte metafizik yöntemin çizgileri bunlardır.

Eski bir Yunan efsanesi, Procuste adlı bir haydudun kötülüklerini anlatır, bu haydut kurbanlarını bir yatağa yatırırmış. Eğer kurban yatağa sığmayacak kadar büyükse haydut onun bacaklarını yatağın boyna göre keser eğer kurbanın boyu yataktan küçükse ayaklarını gererek uzatırmış. İşte metafizik de olguları bu şekilde baskı altında tutar.

DİYALEKTİK YÖNTEM

Diyalektik eşyayı, kavramları birbirleriyle olan zincirleme bağlantıları karşılıklı ilişkileri birbirleri üzerindeki karşılıklı etkileri içinde dikkate alır ve bunların ileri gelen değişikleri, bunların doğuşunu gelişmeleri ve son bulmalarını incelemeye çalışır.

Bu yüzdendir ki diyalektik, her noktada metafiziğe karşıdır. Diyalektik ne dinginliği, ne de gerçekliğin çeşitli görünümleri arasındaki ayrılığı kabul etmediği için değil. Ama diyalektik dinginlikte gerçeğin izafi yönünü görür, oysa mutlak olan harekettir, diyalektik bütün ayrımları da izafi sayar, çünkü gerçekte her şey şu ya da bu biçimde birbirine bağlıdır.

Hareketi ( yalnız basit bir yer değiştirme değil, durum değişiklerini de örneğin sıvı olan suyun, su buharı olarak gaz haline geçişi gibi ) bütün biçimleriyle dikkate alan diyalektik hareketi karşıtların mücadelesi olarak açıklar. Bu diyalektiğin en önemli yasasıdır. Diyalektik karşıtların biri olmadan ötekinin de olamayacağını ve her hareketin her değişikliğin her biçim değiştirmenin karşıtların mücadelesiyle açıklandığını ortaya koyar.

TARİHİ OLUŞUMU

Diyalektiğin ilk taslağını yapmak şerefi, Yuna n filozoflarınındır. Onlar doğayı bir bütün olarak anlıyorlardı. Herakleitos bu bütünün değişikliğe uğradığını öğretiyordu, hiçbir zaman aynı ırmağa girmiyoruz diyordu. Yunan filozoflarında özellikle Platon’da karşıtların mücadelesi büyük bir yer tutar. Diyalektik sözü doğrudan doğruya Yunancadan gelir, tartışmak karşıt fikirlerin mücadelesini ifade eder.

Ama diyalektik yöntemi ilk defa dahice ifade edecek olan büyük Alman filozofu Hegel’dir. (1770-1831) Hegel’e göre her çeşit değişmeyi meydana getiren şey karşıtların mücadelesidir.

Bununla beraber Hegel idealistti. Yani ona göre doğa ve insan tarihi yaratılmamış bir düşüncenin ( idea ) bir gösterisinden bir açığa vuruluşundan ( vahiyden ) başka bir şey değildir.

Şu halde Hegel’in diyalektiği salt tinsel ( ruhi ) alanda kalıyordu.

Marks ( ki önce Hegel’in öğrencisi olmuştu ) diyalektikte tek bilimsel yöntemi bulup tanıyabildi. Ama aynı zamanda materyalist olarak onu doğru koymayı da bildi, maddi evrenin ideanın bir ürünü sayan idealist dünya anlayışını reddeden Marks diyalektiğin yasalarının maddi dünyanın yasaları olduğunu ve düşüncenin diyalektik oluşunun insanların bu dünyanın yabancısı olmamalarından bu dünyaya katılmış ve onun parçası olmalarından ileri geldiğini anladı.

Diyalektik yöntem Hegelci yöntemden yalnız temelden ayrılmaz ona tamamen karşıdır da. Hegel’e göre idea adı ile kişileştirdiği düşüncenin hareketi, ideanın şaşılacak bir biçimden başka bir şey olmayan gerçeğin yaradanıdır. Marks’a göre ise tersine düşüncenin hareketi gerçek hareketin insan beynine getirilip konan bir yansısıdır.

Marks ve Engels’i diyalektiğin nesnel bir temeli olduğunu düşünmeye götüren 18. Yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılın ilk on yıllarındaki doğa bilimlerinde meydana gelen hamlelerdir.

Bu konuda üç büyük buluşun belirleyici rolü olmuştur.

1.En karmaşık organizmaların gelişmelerinin başlangıcı olan canlı hücrenin bulunuşu.

2.Enerjinin biçim değiştirişinin bulunuşu, ısı, elektrik, manyetizm, kimyevi enerji vb. aynı ve bir maddi gerçeğin nitelik bakımından farklı biçimleridir.

3.Darwin’in geliştirdiği dönüşümcülük ( taransformizm )

Paleontolojinin ( taşıllar, fosiller biliminin ) ve hayvancılığın verilerine dayanarak dönüşümcülük bütün canlı türlerin ( insanın da ) doğal bir evrimin ürünleri olduğunu gösteriyordu.

Demek ki diyalektik yöntem Marks ve Engels tarafından başka bir yerden, dışardan keyfi olarak getirilmiş değildi. Marks ve Engels diyalektik yöntemi diyalektik olan nesnel doğayı konu olarak aldıklarına göre bizzat bilimlerin kendisinden çıkarttılar.

Kısacası diyalektik üzerine hiçbir şeyin oturtulmasına izin vermez özünde eleştirici ve devrimcidir.

FORMAL MANTIK, DİYALEKTİK YÖNTEM

Formel mantığın ( geleneksel mantığın ) üç belli başlı kuralı vardır.

1.Özdeşlik ( ayniyet ) ilkesi, bir şey kendi kendisiyle özdeştir. Bir bitki bir bitkidir, bir hayvan bir hayvandır. Hayat hayattır, ölüm ölümdür. Mantıkçılar bu ilkeyi formül haline getirerek a a’dır derler.

2.Çelişmelik İlkesi, bir şey aynı zamanda hem kendi hem de karşıtı olamaz. Bir bitki hayvan değildir, bir hayvan da bir bitki değildir. Hayat ölüm değildir, ölüm de hayat değildir. Mantıkçılar bunu a,a- olmayan değildir derler.

3.Üçüncüsünün olmaması ilkesi ( ya da üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi ), birbirinin karşıtı iki olanak arasında bir üçüncüye yer yoktur. Bir varlık ya bitkidir ya da hayvandır üçüncü olanak mevcut değildir. Hayatla ölüm arasında seçim yapmak gerekir, üçüncü bir durum yoktur. Eğer a ve a-olmayan birinin karşıtı ise aynı bir nesne ya a’dır ya da a- olmayandır.

Gerçekten, kesinlikte hayvanlar ya da bitkiler kategorisinde sınıflandırılamayan canlı varlıkların varlığı bilinmektedir. Bu varlıklar hem biri hem ötekidirler. Aynı şekilde ne mutlak hayat ne de mutlak ölüm vardır. Her canlı mutlak her an ölümü karşı mücadele de kendi kendini yeniler, her ölüm kendi içinde yeni bir hayatın öğelerini ( elemanlarını ) taşır. ( ölüm, hayatın ortadan kaldırılması değildir, bir organizmanın çözülüp dağılmasıdır ) Belirli sınırlar içinde geçerli olan klasik mantık demek ki gerçeğin daha derinliğine inmek gücünde değildir.

Bir hayvanın bitki olmadığı doğrudur çelişmezlik ilkesine uygun olarak onu buna, bunu ona karıştırmaktan sakınmak gerektiği de doğrudur ve doğru olarak kalır. Diyalektik karşıtlık şeyleri birbirine karıştırma değildir. Ama diyalektik, hayvan ile bitkinin gerçeğin birbirinden ayrılmaz iki görünümü oldukları da doğrudur der, bu iki görünüm o ölçüde birbirlerinden ayrılmazlardır ki bazı varlıklar hem bitki hem hayvandırlar ( karşıtların birliği )

Kısaca formel mantık gerçeğin en yakınındaki görünümlerine varabilir ancak diyalektik yöntem daha derine gider bir sürecin bütün görünümlerine ulaşmayı amaç edinir.

Diyalektik yöntemin, bilen, anlayan düşüncenin yasalarına uygulanmasına diyalektik mantık denir.

DİYALEKTİĞİN BİRİNCİ ÇİZGİSİ

Her Şey Birbirine Bağlıdır.

Diyalektik metafiziğin tersine, rastgele toplanmış birbirleriyle ilişkisiz birbirlerinden bağımsız ayrı şeyler ayrı olaylar gözüyle değil, maddelerin ve olayların birbirine organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirine dayandığı ve birbirleriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakar.

Bu yüzden diyalektik yönteme göre mademki doğanın herhangi bir kesimindeki bir olay çevresindeki şartlarla ilişkisiz onlardan ayrı olarak düşünüldüğünde bize anlaşılmaz olacaktır. Öyleyse doğadaki hiçbir olay tek başına çevresindeki olaylardan ayrı olarak kavranamaz.

DOĞADA DORUM

Metafizik bilimsel ilerlemeyi engellediği halde diyalektik, bilimsel olarak kurulmuştur. Şüphesiz bilimler arasında kendilerine özgü ayrılıklar vardır. Kimya, biyoloji, fizyoloji, psikoloji başka, başka özgül ( spesifik ) alanları inceler ama bütün bilimler evrenin birliğini yansıtan temel bir birlik meydana getirmekten geri durmazlar. Gerçek bir bütündür. İşte diyalektiğin birinci çizgisinin ifade ettiği budur.

Örneğin metalden bir yayın ele alalım. Bu yayı çevresindeki evrenden ayrı bir yana ayırarak değerlendirebilir miyiz? Belli ki hayır, mademki yay insanlar tarafından ( toplum ) topraktan ( (doğadan) çıkarılmış bir metalle yapılmıştır. Ama daha yakından bakalım durgunluk halindeyken yayı çevresindeki şartlardan, yerçekiminden, ısıdan, oksitlenmeden vb. bağımsız değildir. Bu şartlar onu yalnız konumunda değil, tabiatından da değişikliğe uğratabilirler. (Pas) yaya bir kurşun parçası asalım bu yay üzerinde bir kuvvet meydana getirir, yay gerilir, yayın biçimi belirli bir direnç noktasına kadar değişir, ağırlık yay üzerinde etki yapar, yay ağırlık üzerinde etki yapar, yay ve ağırlık bir bütün teşkil ederler, aralarında etki, karşılıklı bağlantı vardır.

En anlamlı birbirini etkileme örneklerinden biri de canlı varlıkları var oluş şartlarına “ortamlarına” birleştiren bağdır.

Bitki, örneğin havanın oksijenini alır, ama o da havaya karbon gazı su buharı verir. Ama buradaki sadece bitki ile ortam arasındaki karşılıklı etkinin en basit görünümlerinden biridir. Güneş ışığının sağladığı enerjiden yararlanılarak bitki topraktan çekip aldığı kimyasal elemanların yardımıyla kendi öz gelişmesini olanak hazırlayan bir organik maddeler sentezi (bireşimi) meydan agetirir. O gelişmekteyken aynı zamanda toprağı da ve bunun sonucu olarak da kendi türünün sonraki gelişmesinin şartlarını da değişikliğe uğratır.

TOPLUMDA DURUM

Dünyanın aslının kesin olarak saçma akıl almaz bir şey olduğunu ifade filozoflar ( Albert Camus gibi ) vardır. Felsefe felaket kışkırtıcılarının pek işine yarar. Diyalektikçi doğada olduğu gibi toplumda da her şeyin birbirine bağlı olduğunu bilir. Eğer okullar yıkılıyorsa bu yöneticilerinin yeteneksizliğinden değildir. Onların savaş siyaseti uğruna okullar inşaatını zorunlu olarak feda ettiklerindendir.

Olayları karşılıklı etkileri ve bütünlükleri içinde dikkate almak ve bir olguyu hiçbir zaman “ “çevre koşullarından” ayırmamak zorunluluğunu gösteren daha birçok örnekleri tahlil edebilirdik. Yalnız şu örnekle yetinelim. Faşist burjuvaziye karşı burjuva demokratik cumhuriyeti istemek Fransa işçi hareketinin bugünkü durumuna tamamıyla uygun düşen bir taleptir. Bu talep en başta gelen düşmana karşı yaşamını sürdürmek için kendi öz legalistini boğmakta başka çıkar yolu olmayan gerici burjuvaziye karşı işçi sınıfının çevresinde geniş bir halk toplaşmasını sağlamaya en elverişli bir taleptir. Ama Sovyetler Birliğinde aynı talebe başvurmak saçma bir şey olur. Neden? Çünkü nasıl ki burjuva demokratik cumhuriyeti faşizme göre bir ilerleme ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de burjuva cumhuriyetine göre kesin bir ilerlemedir. Metafizikçi zaman ve yer koşullarından habersizdir. Demokrasiyi kendi koşullarından ayırır. Burjuva demokrasisi ile Sovyetik demokrasi arsında ayrım yapmaz. Ve burjuva demokrasisinden başka demokrasi tanımadığı için burjuva demokrasisini demokrasi ile özdeşleştirir. Sovyetler Birliğini “ bir demokrasi “ olmamakla suçlar.

Kısaca, metafizikçi, politik biçimi, kendisini yaratan ve açıklayan tarihi koşullarından bütününden ayırır, tecrit eder, diyalektikçi bu koşulları yeniden bulur.

Sonuçta ne doğa ne de toplum anlaşılmaz bir kaosturlar, gerçeğin bütün yönleri bütün görünümleri zorunlu bir karşılıklı bağlarla birbirlerine bağlanırlar.

Elbette ki devrimci proletaryanın diyalektiğin bu birinci yasasına saygı göstermekte çıkarı vardır. Oysa burjuvazi bu yasayı unutturmak isteyecektir. Çünkü çıkarı buna karşıdır. Sosyal adaletsizlikleri ekonomik bunalımları yüzeysel ve ani gelip geçici olaylar olarak gösterir. Diyalektik bilim buna cevap verir. Sosyal adaletsizlik bunalımları kapitalizmin zorunlu sonuçlarıdır.

Burjuva filozofları gerçeği parçalara ayırmak ve bu yolla sömürücü sınıfın yararına gerçeği olduğundan başka göstermek imkanını sağladığı için metafiziğe taparlar.

Tersine diyalektik her şeyin birbirine bağlı olduğunu öğretir. Ve sonuç olarak bir amacın gerçekleşmesi için hiçbir çaba faydasız değildir. Barış savaşçıları savaşın kaçınılmaz olmadığını bilirler. Çünkü savaşa karşı her eylem değeri olan barışın zaferini sağlayan bir eylemdir.

İşte bunun içindir ki diyalektik ile donatılmış her devrimci militan yüksek bir sorumluluk duygusuna sahiptir. Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. Her çabayı gerçek değeri ile ölçer.

DİYALEKTİĞİN İKİNCİ ÇİZGİSİ

Her Şey Durum Değiştirir

Bir örnek ile başlayalım. Masa üzerindeki elma hareketsizdir. Ama diyalektikçi şöyle diyecektir. Bu hareketsiz elma yine de harekettedir. On gün sonra bugünkü halinde olmayacaktır. O yeşil elma olmadan öncede çiçekti. Zamanla ayrışarak çekirdeklerini bırakacaktır. Bu çiçeklerden yeni bir ağaç olacak ve ondan bir sürü elma düşecektir. Başlangıçta bir tek elmamız vardı, şimdi ise birçok. Demek ki evrenin görünüşlere rağmen kendi kendini tekrarlamadığı doğrudur.

Her zaman zenginler ve fakirler olacaktır. Her zaman sömürenler ve sömürülenler olacaktır. Savaş sonsuzdur vb. Bütün bunlar insanı pasifliğe, mütevekki ( olacağa boyun eğen ) bir güçsüzlüğe götürür. Tersine diyalektikçi değişmenin her şeyin kendi içindeki ve kendinden ayrılmaz bir özelliği olduğunu bilir. İşte diyalektiğin ikinci çizgisi buradadır. Değişme evrenseldir, gelişme süreklidir, duraklamasızdır.

Diyalektik metafiziğin tersine doğanın sükûnet ve hareketsizlik, durgunluk ve değişmezlik halinde olmadığını hep bir şeylerin doğduğu ve geliştiği bazı şeylerin parçalanıp öldüğü sürekli bir hareket ve değişme sürekli bir yenilenme ve gelişme halinde olduğunu kabul eder.

Bu yüzden diyalektik yönteme göre olaylar sadece karşılıklı bağlantılı ve dayanışmaları açısından değil ayrıca bu olayların hareketleri, değişmeleri, gelişmeleri, varoluşları ve varoluştan yok oluşa geçişleri açısından da düşünülmelidir.

DOĞADA DURUM

Descartes’a göre hareket yer değiştirme sınırları içinde kalıyordu. Geminin bir yerden bir yere gitmesi, elmanın masanın üzerinde yuvarlanması gibi. Bu mekanik bir harekettir. Oysa hareketin gerçeği mekanik hareket içinde sınırlanmaz. Bir otomobil saatte 70 km olarak hızla gidiyor. Bu mekanik bir harekettir. Bir yerden bir yere gitmekte olan araba yavaşça durum değiştirir. Motoru, tekerlekleri, lastikleri aşınır. Bundan başka yağmur, güneş vb. otomobil üzerinde etki yaparlar. Here ne kadar biz “ bu aynı arabadır “ desek de 1000 km yakmış olan bir taşıt başlangıçtakinin aynı değildir. Bir an gelecek arabanın bazı parçalarını yenilemek gerekecektir. Ta ki arabanın tamamen kullanılmaz hale geleceği güne kadar.

Ve işte doğada durum aynıdır. Doğada hareketin çok çeşitli görünümleri vardır. Yer değiştirme ama aynı zamanda doğanın eşyanın özelliklerinin değişmesi ( örneğin bir cismin elektriklenmesi, bitkilerin büyümeleri, suyun buhar hele geçmesi, ihtiyarlık vb. )

Gitmekte olan otomobil örneğini yeniden ele alalım. Büyük bir hızla giden araba bir ağaca çarpıyor ve ateş alıyor. Madde kaybı var mıdır? Hayır alevler içindeki otomobilde yepyeni, gitmekte olan otomobil gibi maddi bir gerçektir. Ama bu maddenin yeni bir görünümü, yeni bir niteliğidir. Madde yok olmaz ama biçim değiştirir. Maddenin biçim değiştirmeleri madde ile bir bütün teşkil eden hareketin biçim değiştirmelerinden başka bir şey değildir. Madde harekettir, hareket maddedir. Çağdaş fizik enerjinin dönüşümünün ( enerjinin biçim değiştirmesinin ) varlığını bize öğretir. Enerjinin bürünebileceği biçimler çok çeşitlidir.

Çarpma sonucu benzini ateş alan otomobil olayında motorda kinetik enerji haline dönüşen kimyasal enerji şimdi artık bütünüyle ısı (enerji ) haline geçiyor. Ayrıca kalorifik enerji ( ısı ) de kinetik enerji haline dönüşebilir.

Mekanik enerji elektrik enerjisine dönüşebilir, santralı “döndüren” su akımı elektrik enerjisini meydana getirir. Karşılığında elektrik enerjisi (akım ) mekanik enerjiye dönüşür yani motorları işletir ya da elektrik enerjisi, ısı enerjisine dönüşür, ısı verir. ( elektrikle ısınma ) Dolayısıyla evren Newton’un sandığı gibi kendi kendini tekrarlamaktan uzaktır, evren değişikliktir yıldızlar ( güneş dahil ) gezegenler ( dünya dahil ) sürüp gitmekte olan mükemmel bir evrimin ürünüdürler. O halde Newton’un dediği gibi, evrenin bölümleri yerlerini değiştiriyorlar demek yeterli değildir. Onların dönüştüğünü, durum ve biçimlerini değiştirdiklerini söylemek gerekir.

Canlı maddeye gelince Darwin sayesinde ( 19.yüzyıl ) bilim gösterdi ki türler, aralarındaki ve kendileri ile çevre arasındaki karşılıklı etkinin sonucu değişmeye ( transformasyona ) uğramışlardır ve uğramaktadırlar. İnsan türü de büyük evrim kanununun dışında kalamaz.

İlk hayvanlardan başlayarak, sürekli farklılaşma yoluyla sinir sisteminin gelişmesinin en üst, eksiksiz düzeyine vardığı biçime, omurgalılar biçimine ve daha sonra en sonunda doğanın bizzat kendi kendinin bilincine vardığı omurgalıya, insana ulaşmak üzere sayısız hayvan sınıfları, takımları, familyaları, cinsleri ve türleri gelişmişlerdir.

TOPLUMDA DURUM

Gelişme ve değişme sonunda, kapitalist rejimin yerini sosyalist rejim alabilir, nasıl ki kapitalizm de zamanında feodal rejimin yerini aldıysa ilkel topluluklardan, köleci topluma geçişte, gelişme değişmenin zorunlu sonuçlarıdır.

Nasıl ki günah yoksa sonsuz insan da yoktur. Bugün kapitalizme karşı mücadele edenlerin hepsi bu mücadele yoluyla kendi öz bilinçlerini de değişikliğe uğratırlar. İnsanlıktan uzak bir sisteme karşı mücadele ettikleri ölçüde insanlaşırlar.

Değişik anlayışı, yeni anlayış işte metafizikçide eksik olan budur. Tersine, her ortamda her şartta diyalektikçinin üstünlüğünü sağlayan şey de budur. Marksizm’e yaratıcı gücünü veren budur. Marksizm her derde deva, mekanik olarak her duruma uygulanabilen bir reçeteler stoku değildir. Değişikliğin bilimidir deneyle zenginleşir.

DİYALEKTİĞİN ÜÇÜNCÜ ÇİZGİSİ

Nitel Değişiklik

Bir örnekle başlayalım. Suyu ısıtırsak sıcaklığı derece, derece yükselir. Suyun sıcaklığı 100 dereceye vardığında, su kaynama haline geçer. Su, su buharı olarak değişir.

Basit nicelik yani miktar artışına ( ya da azalışına ) nicel yani nicelik bakımından değişiklik denir. Bir nitelikten başka bir niteliğe geçişe, bir durumdan başka bir duruma ( örneğimizde sıvı durumundan gaz durumuna ) geçişe nitel, nitel bakımından değişiklik denir.

Nitelik değişikliği ( sıvı halindeki suyun su buharı oluşu ) bir rastlantı eseri değildir, zorunlu olarak nicelik değişikliğinin, ısının derece, derece artışının sonucunda meydana gelir. Sıcaklık belirli bir dereceye ( 100 dereceye ) vardığı zaman normal atmosfer basıncı şartlarında su kaynar. Eğer atmosfer basıncı değişirse, her şey birbirine bağlı olmasından dolayı kaynama noktası da değişir ama belirli bir cisim için ve belirli bir atmosfer basıncı altında kaynama noktası her zaman aynı olacaktır.

Diyalektik metafiziğin tersine gelişme sürecini nicelik değişmelerinin nitelik değişmelerine yol açmadığı basit bir büyüme süreci gözüyle görmez. Gelişmeyi önemsiz ve belirsiz nicelik değişmelerinden açık temel nitelik değişmelerine geçilen ve bu nitelik değişmelerinin yavaş, yavaş değil de bir sıçrayış biçiminde, bir durumdan ötekine kesin ve hızlı olarak gerçekleştiği bir süreç olarak kabul eder. Buna göre nitelik değişmeleri, rastgele değil, görünmeyen ve yavaş, yavaş oluşan nicelik değişmelerinin doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar.

Nitel değişikliğin bir durum ( hal )değişikliği olduğunu belirttik. Sıvı durumundaki su, su buharı durumuna geliyor, ya da sıvı su, katı su ( buz ) oluyor. Yumurta civciv oluyor. Gonca çiçek haline geliyor. Canlı varlık ölüyor, ceset oluyor.

Yine çiçek yavaş bir olgunlaşmadan sonra birden bire açar yine birden bire gözle görünür bir şekilde patlak veren devrim, yavaş bir evrimin hazırlandığı sıçramalı bir değişikliktir.

Aynı şekilde birbirine hasım sınıflara bölünmüş toplumun bir üst üretim ilişkisine geçişi sıçramalarla olurken, sosyalist toplumun gelişmesi buhransız, dereceli nitel değişikliklerle gerçekleşir.

Yine bunun gibi sosyalizmden komünizme geçişte bir nitelik değişikliğidir ama buhransız gerçekleşen bir nitelik değişikliği, çünkü sosyalist düzende Marksist bilimle donatılmış insanlar kendi tarihlerinin efendisidirler çünkü sosyalist toplum birbirinin uzlaşmaz karşıtı olan sınıflardan meydana gelmemiştir.

DOĞADA DURUM

Örneklersek, bir litre su alalım bunun hacmi iki çeşit parçaya bölelim, bölme cismin tabiatını hiçbir şekilde değiştirmez. Yarım litre su yine sudur. Bu şekilde bölmeye devam edebilir ve her seferinde daha küçük parçalar elde ederiz. Bir tolu iğne başı kadar su hep sudur. Hiçbir nitelik değişikliği yoktur. Ama bir an gelir su molekülüne varırız, su molekülü iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomunu taşır. Bölmeye devam edebilir, su moleküllerini parçalara ayırabilir miyiz? Evet, uygun bir yöntemle bunu yapabiliriz. Ama o zaman elde ettiğimiz şey artık su değildir, hidrojen ve oksijendir. Bir molekül suyun bölünmesi ile elde edilen hidrojen ve oksijen artık suyun özelliklerine sahip değildir. Herkes bilir ki oksijen alevi besler, su ise yangın söndürür.

Bu örnek diyalektiğin üçüncü yasasının parlak bir açıklamasıdır. Nicelik değişmesi ( burada su hacminin dereceli olarak bölünmesi ) zorunlu olarak bir nitelik değişikliğine götürür. ( nitelik bakımından sudan farklı olan iki cismin birden bire açığa çıkması ) Canlı doğada ise evrimin doğurduğu türler gerçekte gittikçe daha karmaşık olmaktadır, canlı varlıkların yapıları gittikçe daha çok farklılaşmaktadır. Aynı şekilde yumurtadan başlayarak birbirinden farklı, her birinin özel bir görevi olan birçok organlar meydana gelir. Canlı varlığın büyümesi demek ki hücrelerin basit bir şekilde çoğalmaları değildir, sayısız nitelik değişikliklerinden geçen bir süreçtir.

Örneğin, sinir sistemine özgü bir olay olan duyum ( ışık, sıcaklık, işitme, dokunma vb. duyumu) ancak uyarma, yani uyarıcının sinir sistemi üzerindeki fizik etkisi, eşik denilen belirli bir nicelik düzeyine ulaşırsa ortaya çıkar. Bunun gibi bir ışık uyarması ancak minima süresi ve şiddeti olduğu takdirde duyum haline dönüşebilir. Duyumun eşiği, uyarıcının niceliğinden, reaksiyonun cevabı, niteliğine doğru sıçramanın meydan geldiği noktadır. Eşiğin altında uyarıcı fazla zayıf olduğu için henüz duyum yoktur.

Aynı şekilde kavram duyumdan başlayarak tekrarlanan pratikte teşekkül eder.

Sosyal pratik sürüp gittikçe, pratiğin seyrinde insanda algılar ve izlenimler uyandıran şeyler birçok defa tekrarlanır ve insan zihnindeki bilgi sürecinde sonucu kavram kurulmasına varan ani bir değişme bir sıçrama olur.

Duyum aslında gerçeğin kısmi bir yansısıdır. Bize gerçeğin ancak dış görünümlerini teslim eder. Ama insanlar tekrarlanan sosyal pratikle, çalışmayla be gerçeği derinleştirirler. Önceleri gözden kaçan iç süreçleri anlayıp kavrama yeteneğini kazanırlar, dış görünümün ötesinde gerçek olanı açıklayan yasalara ulaşırlar. Bu kazanç kavramdır. Her ne kadar duyumlar, kavramın hazırlanışı için zorunlu ve pek çok sayıda iseler de kavram, duyumlara oranla nitelik bakımından yeni bir şeydir. Örneğin insanlar sonsuz derece de çok ve çeşitli ortam koşullarında, sıcaklık duyumunu almamış olsalardı, sıcaklık kavramı hiçbir zaman teşekkül edemeyecekti. Ama duyumlardan, enerji biçimi olarak bugünkü ısı kavramına geçmek için ısının temel özelliklerinin özümlenmesini mümkün kılan binlerce yıllık bir sosyal pratik gerekiyordu. İnsanlar “ateş yakmak” kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere onun ısıtıcı etkilerinden yüz türlü yararlanmayı öğrendiler. Çok daha sonra bir ısı miktarını ölçmesini, ısıyı işe, işi ısıya dönüştürmesini öğrendiler vb.

TOPLUMDA DURUM

Diyalektik yöntem, hareketin iki şekil aldığını öğretir, evrimci şekil ve devrimci şekil. İlerici unsurlar, kendi kendilerine günlük işlerinde yürürler ve eşyanın etki düzeninde bir takım küçük nicelik değişiklikleri yaparken hareket evrimci bir harekettir.

Bu aynı unsurlar kafalarına koydukları ortak bir fikir etrafında bir şeyler ve eşyanın eski düzenini köklerine kadar yok etmek, hayata nitelik değişiklikleri getirmek ve yeni bir eşya düzeni kurmak üzere düşman kampa karşı ileri atılırsa hareket devrimci bir harekettir.

Evrim devrimi hazırlar ve onun için elverişli olanı yaratır, oysa devrim evrimi tamamlar ve onun daha sonraki eylemine katlıda bulunur, yardım eder.

1905 Aralık ayı günlerinde proletarya, irticanın kalesine yürüdü. Proletarya barışçıl bir evrim çerçevesi içinde birbiriyle bağlantısız ayrı grevlerle ve küçük sendikaların kuruluşlarıyla yetindiği sırada önceki yılların uzun devrimci hareketi hazırlamıştır.

Aynı şekilde 1789 Fransız devrimi, yüzyıllık bir sınıf mücadelesiyle hazırlandı. Birkaç yıl içinde ( 1789-1790 ) Fransa’da öyle dikkate değer nitelik değişiklikleri oldu ki nicelik değişikliklerinin derece, derece birikimi olmasaydı, yani burjuvazinin işi bitiren en son saldırısına gelinceye ve kapitalistleri iktidara getirinceye kadar feodaliteyi hırpaladığı sayısız kısmı mücadeleler olmasaydı bu nitelik değişikleri mümkün olmayacaklardı.

Ayrıca nitelik bakımından eski durumundan yeni duruma geçişin bir ilerleme teşkil ettiğini göz önüne almak uygun olur. Kapitalist durum, feodal durumdan daha üst bir durumdur, sosyalist durumda kapitalist durumdan daha üst bir durum olur. Devrim alttakinden üstekine geçişi sağlar. Niçin? Çünkü devrim toplumun iktisadi düzenini, üretici güçlerin gelişmesinin gerekleri ile uygun bir hale getirir.

Yalnız evrimi görmek, reformizme bakmak demektir. Reformculuğa göre toplum değişmeleri devrimsiz gerçekleşebilirler. Gerçekte reformculuk bir burjuva görüşüdür. İşçi sınıfını kapitalist üretim ilişkilerinin mücadelesiz giderilebileceği sanısını verirler. Reformculuk, devrimin düşmanıdır çünkü işçi sınıfını bölmek ve zayıflatmak amacıyla burjuvazinin iktidarını ve iktidarın devrim yoluyla değiştirilmesine karşı korumak amacıyla çökmekte olan rejimin yamalanmasını ve tamir görmesini över.

Fakat ortak dilekçe gibi reformist talepleri küçümsememelidir. Dilekçe, kitle hareketinin (elbette ki ilkel bir biçimidir) o hem gönderilen kimseler üzerinde bir baskı aracı hem de imzalayanlar için toplanma ve örgütlenme unsurudur.

Bu söz konusu olayda ortak dilekçe ücretlilerin patronları olan devlete karşı parlamenter olarak devlet gücünün bir kısmını ellerinde bulundurdukları kabul edilenlere karşı protestolarının örgütlü bir biçimidir.

Kitle eylemi üzerinde gevezelik etmemek ama proleterle birlikte ve onların başında, sınıf mücadelesinin en yüksek biçimlerine ulaşabilmek için kitlelerin en mütevazi protesto biçimlerini ortaya koymayı örgütlendirmeyi ve desteklemeyi öğrenmek gerekir.

Sonuçta kısaca söylersek nicelik nitelikten, nitelik de nicelik den ayrılamaz. Gerçek hem nicel hem de niteldir ve iyice anlamak gerekir ki nitelik değişikliği bir nitelikten ötekine geçiştir. “sıvı” olma niteliği belirli bir ısının nicel birikimi ile “gaz” olma niteliği haline geçer.

DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ ÇİZGİSİ KARŞITLARIN MÜCADELESİ ( 1 )

ÇELİŞKİNİN KARAKTERLERİ

1.Çelişki İçtedir

Bütün gerçek harekettir. O halde hiçbir hareket yoktur ki bir çelişkinin bir karşıtlar mücadelesinin ürünü olmasın. Bu çelişki bu mücadele bir iç çelişki ve mücadeledir. Yani ele alınan herhangi bir hareketin dışında değildir. Onun özü esasıdır.

Örneğin hayat, çiçeklerini ve meyvelerini verdikten sonra ölüme doğru yönelir. Çünkü hayat sadece hayat değildir. Hayat ölüme dönüşür çünkü hayat bir iç çelişki taşır. Çünkü hayat ölüme karşı her gün ki mücadeledir. ( her an bir kısım hücreler ölür, başkaları onların yerini alır, ta ki ölüm onlara da üstün gelinceye kadar )

Şeylerin gelişiminin ana sebebi dışta değil içte yani şeylerin iç çelişkilerindedir. Şeylerin hareketleri ve gelişmeleri içlerinde bu gibi çelişkilerinin varlığı sebebiyle olur. Bir şeyin içindeki bu çelişki gelişmesinin ilk sebebi olup bir şeyin öteki şeylerle ilişkileri ( bunların iç bağları ve birbiri üzerine etkileri ) ikinci derecede bir sebeptir.

Bu dış şartlar çevre şartları hiçbir rol oynamaz demek değildir. Örneğin su olayında durum değişikliği için zorunlu olan bir dış şart vardır. Bu ısının yükselmesi ya da azalmasıdır. Sıcaklığın yükselmesi moleküllerin kinetik enerjisinin artmasını yani onların hızının artmasını mümkün kılar. Soğumanın ise tersine bir etkisi vardır.

İç çelişkilerle ( temel sebepler ) dış şartların ( ikincil, türev sebeplerin ) karşılıklı rolleri üzerinde durulacak bir noktadır. Gerçekten de bu rol “devrimin ihraç edilmediğini” anlamaya imkan verir. Hiçbir nitelik değişimi bir dış müdahalenin doğrudan doğruya ürünü olamaz. Bunun gibi Sovyetler Birliğinin varlığı ve ilerlemeleri kapitalist ülkelerde proletaryanın genel mücadele şartlarını değiştirdi. Ama Sovyetler Birliğinin ne varlığı ne de ilerlemeleri öteki ülkelerde sosyalizmi yaratmak gücüne sahip değildir. Ancak her ülkeye özgü olan sınıf mücadelesinin gelişmesi kapitalist ülkeleri karakterize eden iç çelişkilerin gelişmesi bu ülkelerde devrimci değişikleri meydana getirebilir.

2.Çelişki Yenileştiricidir

Demek ki yalnız yalnız iç çelişkilerini saptamak yeterli değildir. Bu çelişkinin eski ile yeni arasında mücadele olduğunu da görmek gerekir. Yeni eskinin bağrında doğar, eskiye karşı büyür. Çelişki yeninin kesin olarak eskiye üstün geldiği zaman çözümlenir. O zaman iç çelişkilerin yenileştirici karakteri, verimliliği ortaya çıkar. Gelecek, geçmişe karşı mücadelede hazırlanır.

Metafizikçi çelişkinin yenileştirici gücünü değerlendiremez. Ona göre çelişki iyi bir şey getirmez. Evren hakkında statik bir görüşü harekete karşı bir görüşü olduğu için varlığın ( doğanın ya da toplumun ) her zaman özdeş olmanı istediği için çelişki metafizikçiye göre saçmalıkla eş anlamlıdır. Bütün gücüyle onu uzaklaştırmaya çalışır. Bu yüzden diyalektikçiye göre kapitalizmin temel iç çelişkilerinin açıkça görünen belirtileri olan ekonomik krizler, metafizikçi için geçici sıkıntılardır. Aynı şekilde sınıf mücadelesi “ elebaşların kötü niyetinden ileri gelen can sıkıcı bir musibettir.”

3. Karşıtların Birliği

Çelişki ancak en az iki güç arasında mücadele varsa vardır. O halde çelişki zorunlu olarak birbirine karşıt olan iki ucu içinde saklar, çelişki karşıtların birliğidir.

Karşıtlar birbirleriyle savaşırlar ama birbirlerinden ayrılmazlar. Kendi kendine bir burjuvazi yoktur. İlk önce feodal toplumun bağrında feodal sınıfa karşı burjuvazi doğdu. Sonra kapitalist toplumda ( daha feodal toplumun bağrında iken de ) proletaryaya karşı bir burjuvazi vardır. Karşıtlardan biri öteki olmaksızın birbirinden ayrı, ayrı yerlere konamazlar. Proletarya sömürülen sınıf olarak ortadan kalkınca burjuvaziden sömürücü sınıf olarak ortadan kalkar.

Karşıtların birliği, karşıtların karşılıklı bağlantısı özellikle sürecin belirli bir anında karşıtlar birbirlerinin yerini almak üzere birbirlerine dönüştükleri zaman önemli bir anlam kazanır. Geçekten belirli şartlarda karşıtlar biri öteki haline dönüşürler, o zaman karşıtlar arasındaki karşılıklı bağlantı, karşılıklı dönüşüm olur, bir nitelik değişikliği meydana gelir ve işte bu aynı dönüşüme “nitelik” kavramının bilimsel olarak tanımlanmasına imkan verir.

Örnek burjuva-proletarya karşıtlarının mücadelesinin belirli bir anında karşıtlardan her biri öteki durumuna geçer, egemen sınıf olan burjuvazi hükmedilen sınıf haline gelir, hükmedilen sınıf proletarya egemen sınıf olur. Aynı şekilde okuyup öğrenmekte olan cahil bir insan kendi karşıtına değişir, bilen insan olur ama o hale gelip de her şeyi bilmediğini anlayan bilgin insan da kendi karşıtına yani yeniden öğrenmeyi isteyen bilgisiz adam olarak değişir.

Bununla birlikte karşıtların birbirine dönüşmesinin mekanik bir yorumunu yapmamak önemlidir. Karşıtların birbirine dönüştüğünü söylediğimiz zaman bununla basit bir sıra değiştirmeyi yani karşıtın birinden ötekine geçiş bir kere olduktan sonra yine de hiçbir şeyin değişmemiş olacağı bir sıra değiştirmeyi anlamıyoruz. Egemen sınıf olan burjuvazi hükmedilen sınıf haline gelir, hükmedilen sınıf proletarya hükmeden sınıf olur. Ama bunun için proletarya burjuvaziden bambaşka bir sınıf olmaktan çıkmaz, çünkü burjuvazi sömürücü bir sınıftır oysa proletarya kendi iktidarını yürütürken hiç kimseyi sömürmez. Sosyalist kuruluşun koşullarını yaratır. Başka terimlerle söylersek karşıtların karşılıklı dönüşmeleri nitelik bakımından yeni bir durum yaratır. Aşağıdan yukarıya bir geçiş, bir ilerleme teşkil eder.

Bu durumda sosyalizm sömürücü sınıf olarak burjuvaziyi ve sömürülen sınıf olarak da proletaryayı tasfiye ettiğine göre karşıtların durum değiştirmesi onların yok olmasına sebep olur. Sosyalist toplumun karakteristiği olan daha başka yeni çelişkiler ortaya çıkarlar ama burjuvazi-proletarya çelişkisi aşılmıştır.

Dolayısıyla karşıtların birliği şarta bağlıdır. Süreksiz, geçici, nispidir. Karşılıklı olarak birbirleriyle uyuşmayan karşıtların mücadelesi mutlaktır, gelişmenin ve hareketin mutlak oldukları gibi mutlaktır.

DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ ÇİZGİSİ KARŞITLARIN ÇELİŞKİSİ (2)

Çelişkinin Evrenselliği, Doğada Durum

Fizik dünyada karşıt güçlerin mücadelesi evrenseldir.

Paslanmış bir çatal gibi bayağı bir olay demirle oksijen arasındaki mücadelenin ürünüdür.

Doğada hareketin başlıca temek biçimi çekme ile itme arasındaki mücadeledir. Bu iki karşıtın yani çekme ve itmenin birliği ve mücadelesi, isterse en uzak saman yolları, yıldızlar ya da güneş sistemi ( katı kitleler, sıvı damlalar ya da gaz kümeleri ) isterse moleküller, atomlar ya da onların çekirdekleri söz konusu olsun. Bütün maddi yığınların, kümelerin oluşumunu, evrimini, devamlılığın durum değiştirmesini ve parçalanıp yok olmasını belirler.

Güneş sistemini alalım gezegenlerin güneşin çevresindeki hareketleri bu iki karşıtın gezegeni güneşin üzerine düşürme eğilimindeki çekim ile gezegeni güneşten uzaklaştırmaya eğilim gösteren eylemsizlik olmadan anlaşılamaz.

Canlı doğaya gelince bu da karşıtlar yasasına göre gelişir. Belirli bir türü, bitki ve hayvan türünü ele alalım. Bu türü meydana getiren bireylerin her biri sırası gelince kaçınılmaz olarak ölür. Bununla birlikte tür kendini sürdürür ve çoğalır. Birey ölçüsünde ölümün hayat üzerindeki zaferi vardır ama tür sayesinde üstün gelen hayattır. Türün genel gelişmesi ise yeninin eskiye karşı galibiyeti, alttakinden üstekine doğru bir ilerlemedir.

Toplumda Durum

Belirli bir sosyal düzeni alırsak görürüz ki oda aynı şekilde bir temel çelişki ve gelişmekte olan ikincil çelişkilerle açıklanır. Üretim araçlarına sahip olan kapitalist burjuvazi ile proletarya arasında çelişki olmaksızın kapitalizm olmaz. Bu kapitalizm durağan bir şey değildir, değişmeye uğrar böylece ilk dönemin kapitalizmi yani rekabetçi kapitalizmi ikinci bir döneme tekelci kapitalizme dönüşür. Rekabet gerçekte en güçlü kapitalistlerin zaferini sağlar ve işte o zaman rekabetten ortaya çıkan ama onu aşan tekelci kapitalizm haline gelir. Rekabet kendi karşıtına dönüşür.

Uzlaşmaz Karşıtlık ( Antagonizm ) ve Çelişki

Kapitalizmin sonunun çelişkinin de sonu olduğu hayali uzlaşmaz karşıtlık ( Antagonizm ) ile çelişkiyi birbirine karıştırmaktan ileri gelir. Antagonizm özel bir durumdur, çelişkinin bir anıdır. Her uzlaşmaz karşıtlık ( Antagonizm ) çelişkidir ama her çelişki bir Antagonizm değildir.

Elbette ki son derece zayıf bir arsenik dozu ile organizmamız arasında çelişki vardır. Eğer vücutça emilen arsenik dozu çok zayıf kalırsa çelişki Antagonizm halinde bir evrim göstermez. Dozu arttırınca işte o zaman Antagonizimdir. Yani şiddetli Antagonizm için ölümcül olan karşıtlık halinde evrim gösteren çelişki. Aynı şekilde kapitalist toplumun bağrında da her zaman bir arada bulunan karşıtların mücadelesi vardır. Burjuvazi ve proletaryanın mücadelesi

Fakat iki sınıf arasında ki çelişki belli bir aşamaya kadar gelince açık bir uzlaşmaz karşıtlık biçimi alır ve devrime dönüşür.

Bu durumda sosyalizmde olan nedir? Burjuvaziyle birlikte sınıflar arasındaki Antagonizm ortadan kalkar. Bununla birlikte bütün bir dönem süresince işçi sınıfı ile köylü sınıfı arasında, şehir ile kır arasında ve aynı şekilde kol emeği ile kafa emeği arasındaki ayrımlar devam eder. Antagonist olmayan bu ayrımlar yine de yenilmesi gereken çelişkilerdir. Çünkü insan geleceğin sınıfsız toplumunda, bugün ki toplumda farklı bireyler arasında paylaşılan çok çeşitli eylemlerde bulunmak yeteneğine sahip olacaktır. Çünkü özellikle kol emeği ile kafa emeği arasındaki çelişki daha üst bir birlikte çözümlenecektir.

Bununla birlikte sosyalist toplumda çelişkiler, çatışmalar, Antagonizmler halinde evrim göstermezler çünkü bu toplumun üyelerinin çıkarları dayanışma halindedir. Çünkü bu toplum Marksist bilimle, çelişkiler bilimiyle silahlanmış bir parti tarafından yönetilmektedir. Onun için çelişkilerin çözümlenmesi krizsiz gerçekleştirilir. Ama çelişkiler bu yüzden daha az verimli değildirler çünkü topluma ilerleme imkanı sağlarlar.

Aynı şekilde sosyalist insanın hayatında eleştiri ve özeleştirinin genel pratiği, çelişkilerin Antagonizm olmadan gelişmesinin en net örneklerinden birini meydana getirir.

Yine yığınların eleştirisinin karşıtların mücadelesinin bir yönü olduğu açıktır. Çünkü sosyalist toplumun ilerlemesine engel olan yanlış ve kusurların ve kalıntıların giderilmesine imkan verir ama bu eleştiri kardeşçe bir eleştiridir. Çünkü çıkarları aynı olan insanların eseridir.

Partinin kendi içinde bile, fikir mücadelesi, karşıtların mücadelesi, karşıtların mücadelesinin özel bir ifadesidir. Bu mücadele partiye çalışmasını durmadan düzeltme imkanını sağlayan ama Antagonizm halinde dejenere olmayan bir mücadeledir.

KARŞITLARIN MÜCADELESİ, DÜŞÜNCENİN HAREKET ETTİRİCİSİ

Bilme bir süreçtir, düşünce bu süreç aracılığıyla sınırsız bir şekilde ve sonsuz olarak nesneye (objeye) yaklaşır. Doğanın insan düşüncesindeki yansısı “ölü” bir tarzda “soyut” ve hareketsiz olarak çelişkilerden arınmış bir şekilde anlaşılmamalıdır. Sonsuz hareket, çelişkilerin doğucu ve onların çözümlenişi süreci içinde anlaşılmalıdır.

Böylece duyumdan kavrama nitel geçiş çelişki tarafından meydana getirilen bir harekettir. Duyum aslında gerçeğin tekil ( münferit ) sınırlın bir görünümünü yansıtır. Kavram evrenseli doğrulamak kesin hale getirmek üzere bir tekil görünümü inkar eder. Nesnenin bütünlüğünü ifade etmek için duyumun sınırlamalarını aşar. Bu anlamda kavram duyumun reddidir. ( örneğin dalganın ve zerrelerin birliği olarak ışığın bilimsel kavramı, ışık duyumunu yani bize ışığın varlığını bildiren ama onun ne olduğunu söylemeyen duyumu reddeder ) ama kavram duyumun inkarı ile ( bilmenin bu alt düzeyine karşı mücadele ile ) hazırlanmış olan kavram, karşılık olarak duyum üzerinde etki yapar. Onu yadsıdıktan sonra ona kendi kendini yeni bir güçle doğrulamak, kesinlemek çareleri verir çünkü anlaşılan şey daha iyi algılanır. ( İdrak edilir )

Yine teorik-pratik, diyalektik bir karşılıklı etkileme, etkilenme durumunda bulunan iki karşıt güçtür, karşılıklı olarak birbirine nüfus eder ve birbirlerini verimli kılarlar.

En bayağı bir nesnenin basit tanımlaması zaten bir çelişkinin ifadesidir. “ Gül bir çiçektir “ dediğimiz zaman gülü kendinden başka bir şey yapıyorum, onu çiçekler sınıfına yerleştiriyorum demektir. İşte bu diyalektik düşüncenin bir başlangıcıdır. Diyalektik olmayan bir düşünce “gül güldür” demekle yetinecektir be deyim doğa hakkında gülün karakterleri hakkında hiçbir şey öğretmez.

Diyalektik mantık sabit dış görünüşün ötesinde iç hareketi çelişkiyi yakalar. Diyalektik mantık suyun, sudan hidrojene ve oksijene geçebilmesini açıklayan çelişkileri kendi içinde taşıdığını bulup ortaya koyar. Aynı şekilde diyalektik mantık burjuvaziyi proletarya ile muhalefet halinde onun karşıtı olarak tanımlar. Aynı zamanda onu kendisini meydana getiren ögelerin çeşitliliği içinde tanımlar ve der ki kendi kendisiyle özdeş bir sınıf olarak burjuvazi burjuvazidir. Ama örneğin büyük ve küçük burjuvazi vardır ve bunlar çelişik çıkarlara sahiptirler.

DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ ÇİZGİSİ KARŞITLARIN MÜCADELESİ ( 3 )

ÇELİŞKİNİN ÖZGÜL KARAKTERİ

Maddi hareketin her bir evresinin özgül (spesifik ) tabiatıdır ki fizikten biyolojiye, biyolojiden insan bilimlerine kadar bilimlerin çeşitliliğini açıklar.

Bu yalnız bilimlerin bütünü için değerli değildir. Aynı ve tek bir bilimin içinde de özgül çelişkileri incelemek gereğini buluruz. Örneğin atomun özgül hareketleri vardır. Fizikçi görülebilen cisimlerin hareketinden ( düşen bir bilye ) atomun hareketlerine geçtiği zaman, dalgalar mekaniğinin konusu olan yeni kanunlar ortaya çıkar.

Örneğin sanat, ötekilerin özellikle bilimin yerine geçilemez bir eylem biçimidir. O halde başka alanlarda olduğu gibi bu alanda da özgül çelişkiler vardır ve sanatçı bu çelişkileri çözümlediği ölçüde diyalektikçidir. Eğer çelişkileri çözümlemiyorsa sanatçı değildir. Eğer sanatçı ( şair, ressam, müzisyen ) kendini ilk duyumularının üstünde tutma ve izlenimlerini geliştirme yeteneğindeyse sanat ancak amacına ulaşır. Ama sanat eseri sanatçının fikrine uyan imgeleri bulamazsa başarısızlığa uğrar.

Lenin’in büyük değeri özellikle kapitalizmin Marksist analizine dayanarak kapitalizmin emperyalist aşamasındaki özgül çelişkilerini bulmasındandır. Lenin bu çelişkilerin savaşı kaçınılmaz kıldığını, köleleştirilmiş halkların milli hareketinin desteklediği dünya proletaryasının devrimci hareketinin bu koşullar altında kapitalizm zincirini en zayıf noktasından koparabileceğini gösterdi.

Ancak gerçeğin belirli bir yönünün titizlikle incelenmesi bizi dogmatizmden yeni tek biçimli değişmez bir çevrenin çeşitli durumlara mekanik olarak uygulanmasından koruyabilir. İşte bunun içindir ki Lenin devrimcilere her durumda, her koşulda kafalarını çalıştırmayı öğütlüyordu. Gerçek Marksist, Marksizm’in klasiklerini ezbere bilen bütün problemleri birkaç tipik çözüm yolu ile çözümleyebileceğini sanan kimse değildir. Her meseleyi onun çözümü için gerekli verilerin hiçbirini ihmal etmeden somut olarak koyma yeteneğinde bir tahlilcidir.

EVRENSEL VE ÖZGÜL BİRBİRİNDEN AYRILMAZLAR

İyi bir diyalektik analiz şu ya da bu sürecin özgül karakterini yakalar, ama bu ancak diyalektik analiz bu süreci onun varlığını şartlandıran hareketin bütününden ayırmadığı, tecrit etmediği takdirde mümkündür. Özgül ancak evrensele bağlantılı olarak kendi değerini alır. Özgül ve evrensel birbirinden ayrılmazlar.

Metafizikçi, bu özgülle evrenselin birliğini olduğu gibi sürdürmeyi bilmez. Özgülü evrensele feda eder, ( örneğin Platon’un soyut rasyonalizminin yaptığı budur, Platon’a göre somut deney hor görülecek bir şeydir ) ya da evrenseli özgüle feda eder o zaman da bütün genel fikirleri kabul etmeyi reddeden ve kendisini sınırlı bir pratisizme mahkum eden ampirizm olur. Marksist bilgi teorisi böyle bir tutumu, anti diyalektik ve tek taraflı bir tutum sayar. Bilgini iki aşaması birbirinden ayrılmaz, bilgi özgülden genele, genelden özgüle gider, bu hareket hiçbir zaman durmaz. Lenin bu gidişi, bir spiralin hareketine benzetir. Spiral sarmal hareket, kısır bir gidiş geliş değildir, gerçeğin derinleştirilmesidir. Marks, kendi çağındaki kapitalizminin özgül çelişkilerini inceleyecektir ki üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki evrensel uygunluk yasasını buldu. Bununla kapitalizmden önceki sosyal düzenlerin özgül çelişkilerini, bu çelişkiler evrensel uygunluk yasasından ortaya çıktıklarına göre anlamak imkanını sağladı, aynı zamanda kapitalizmin kendisinin de daha sonraki hareketi içinde ( tekelci kapitalizm, emperyalizm ) her zaman daha derin ve daha özgül bir şekilde incelenmesini mümkün kıldı.

BAŞ ÇELİŞKİ, İKİNCİL ÇELİŞKİ

Her sürecin, bir dizi çelişkinin toplaştığı yer, bir merkez olduğu bilinir. Ama bu çelişkiler arasında bir tanesi baş çelişkidir. Sürecin başından sonuna kadar mevcut olan ve varlığı ve gelişmesi sürecin doğasını ve gidişini belirleyen çelişkidir. Ötekiler ikincil ( türevsel ) çelişkilerdir, baş çelişkiye tabi olan çelişkilerdir.

Örneğin kapitalist toplumun baş çelişkisi nedir? Besbelli ki, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkidir. Kapitalizm var oldukça bu çelişki de vardır ve mademki proletaryanın zaferi kapitalizmin ölüm saat ını çalar, son tahlilde, kapitalizmin kaderine karar veren bu baş çelişkidir. Ama tarihi süreci içinde ele alınan kapitalist toplum, baş çelişkiye oranla ikincil olan başka çelişkiler de taşır. Örneğin, hüküm sürmekte olan burjuvazi ile yenilmiş feodalitenin kalıntıları arasındaki çelişki emekçi köylülerle ( küçük toprak sahipleri, ortakçılar, gündelikçiler ) burjuvazi arasındaki çelişki, burjuvazi ile küçük-burjuvazi arasındaki çelişki tekelci burjuvazi ile tekel dışı burjuvazi arasındaki çelişki vb.

Kapitalizmin kendi tarihi içinde ortaya çıkan ve gelişen bütün çelişkiler ve bu gelişme dünya ölçüsünde gerçekleştiğine göre başka, başka kapitalist ülkeler arasındaki çelişkiyi emperyalist burjuvazi ile sömürge halkları arasındaki çelişkiyi de dikkate almak gerekir.

Ayrıca çelişkilerin yer değiştirmesi, ikincil bir çelişkinin bir zaman için baş çelişki haline gelmesi bütün pratik sonuçları içinde göz önüne alınması gereken bir şeydir. Örneğin Çin Hindin de döktüğü kanlarla zayıflamış ve Amerikan emperyalizmi tarafından soyulmuş bir Fransa işte ( Fransız burjuvazisinin yardımıyla belini doğrultmuş olan! ) Alman burjuvazisi için Sovyetler Birliğinden daha kolaylıkla yutulacak bir av.

ÇELİŞKİNİN AĞIR BASAN YÖNÜ VE İKİNCİL YÖNÜ

Bir çelişkinin ağır basan yönü ile ikincil yönünün karşılıklı durumları yer değiştirir. Belli koşullarda ağır basan yön ikincil, ikincil yön ise ağır basan yön durumuna geçer.

Örneğin su moleküleri bir araya toplama eğilimindeki bitişme kuvvetiyle molekülleri birbirinden uzaklaştırma eğilimindeki dağılma kuvveti arasındaki çelişkinin bulunduğu yerdir. Katı durumda çelişkinin ağır basan yönü moleküller arasındaki bitişme kuvvetidir. Sıvı durumu ise iki kuvvet arasında sağlam olmayan yani her iki tarafa da kayabilen denge durumudur.

Fransa’da eski düzende feodalite ile kapitalizm arasındaki çelişkinin ağır basan rolü “feodalite” yönüydü. Ama kapitalist burjuvazi eski üretim ilişkilerine karşı mücadelesinde o tarzda gelişti ki yeni ilişkilerin, kapitalist ilişkilerin üstünlüğünü kabul ettirdi. Çelişkinin ikincil yönü olan bu kapitalist ilişkiler böylece ağır basan üstün yön haline geldiler.

Görülüyor ki çelişkinin iki yönünün birbirine karşı durumları ağır basan ikincil, ikincil olan ağır basan yön olmak üzere kökten değişikliğinde nitelik değişikliği vardır. Ve aynı zamanda eski karşıtlar birliğinin parçalanması, yeni bir karşıtlar birliğinin ortaya çıkışı vardır.

Başka bir örnek, sosyal pratik ve devrimci teori bir karşıtlar birliği meydana getirirken her biri öteki üzerinde etki yapar. Eğer süreç uzun bir dönemde dikkate alınacak olursa belirleyici yön pratiktir. Ama belirli alanlarda ikincil yön başta gelen yön olur, teori kesin bir önem kazanır. 1917 de Bolşevik Partisi objektif durum hakkında doğru bir teorik değerlendirme geliştirmemiş olsaydı bu duruma elverişli sloganları atamayacak yığınları seferber edemeyecekti. Demek ki teorik yön sadece ihmal edilmeyecek bir yön olmakla kalmaz bazı şartlarda ağır basan yön haline yani belirleyici yön haline de geçer.

Lenin’in “ devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz “ sözlerini söylediği sırada devrimci teorinin yaratılması ve savunulması baş ve tayin edici bir rol oynuyordu. Herhangi bir iş yapılacağı zaman bu işin yapılması ile ilgili direktifler metotlar plan ya da prensipler yoksa ana ve tayin edici faktör direktif, metot, plan veya prensiptir.

MATERYALİST DÜNYA GÖRÜŞÜ

Materyalizm sözcüğünün öz anlamı, doğru anlamı onun felsefi anlamıdır. Bu anlamda materyalizm bir dünya anlayışıdır.

Yani belli ilkelerden hareket ederek doğa olaylarını ve bunun tabi sonucu olarak sosyal hayatın olaylarını anlama ve yorumlama tarzıdır. Bu “dünya görüşü” her durumda ve şartta uygulanan çeşitli bilimlerin temelidir. Her çeşit bilimsel çalışmalara sağlam bir temel kısaca teori denen şeyi sağlayarak evrenin genel bir açıklamasını meydana getirir.

MADDE VE RUH

Her şeyden önce “materyalizm” ( maddecilik ) sözünün türetildiği “madde” ile ne anlaşıldığını kesin olarak belirtmemiz gerekir.

Gerçekten de, gerçekte görebildiğimiz, dokunabildiğimiz, ölçebildiğimiz ve maddi denilen şeyler vardır. Öte yandan fikirlerimiz, duygularımız, isteklerimiz, anılarımız vb. gibi ne görebildiğimiz ne dokunabildiğimiz ve ne de ölçebildiğimiz ama diğerlerinden daha az mevcut olmayan şeylerde vardır. Bunların maddi olmadıkları anlatmak için ideal ancak düşüncede düşüncel oldukları söylenir. Dolayısıyla bu maddi yön bir de düşünsel yön vardır. Bir heykele biçim verecek olan bir heykelcinin düşüncesi fikri ile bitmiş tamamlanmış heykel arasındaki farkı herkes anlar. Yine herkes anlar ki başka bir kişinin bu heykeli görmeden önce bu heykel hakkında bir fikri olmayacaktır.

Sosyal hayat alanında da maddi yön düşünsel yönü birbirine karıştırmaya izin verilmez. Bunun gibi sosyalist üretim tarzında üretim araçlarının sosyalist (toplumsal ) mülkiyeti esastır. Bununla birlikte bu konuda yanıltılan bir emekçinin sahip olduğu fikir, onun ilkesini bilen bir komünist militanın sahip olduğu fikirlerle hiç de aynı değildir. İşte burada da yine bir yanda gerçek öte yanda da bu gerçek hakkında sahip olunan “tasarımlar” var.

Görülüyor ki maddenin ve ruhun ayrımı büyük bir önem taşıyor. Bunu kendini gösterdiği bütün biçimlerde bulup tanımayı bilmek gerekir. Örneğin bunu dinlerin can ile beden arasındaki yaptıkları ayrımda buluyoruz. Bazen “madde” ve “ruh” ifadeleri kullanmak yerine “varlık ve “düşünce” den bahsedilir ya da “doğa” ve “bilinç” karşı karşıya getirir ama bu hep aynı ayrımdır. İşte felsefenin temel meselesi budur.

Ya madde ( varlık, doğa ) başı sonu olmayan bitmez tükenmez ilktir ve tin ( akıl-ruh ) (düşünce ve bilinç ) bundan türemiştir.

Ya da tin ( akıl-ruh ) ( düşünce ve bilinç ) başsız sonsuz bitmek tükenmez ilktir ve madde (varlık-doğa ) bundan türemiştir.

İşte birinci cevap felsefi materyalizmin temelini teşkil eder,

İkinciye gelince bu şu ya da bu biçimde felsefi idealizmden gelen bütün doktrinlerde bulunur.

Bu iki felsefi tutum ( her ne kadar bünyelerinde tutarlı olan bu felsefelerse de ) taban tabana birbirine karşıdırlar.

İdealizm sözünden ( dar görüşlü burjuva ) fazilete, insanlığa ve genel olarak “daha iyi bir dünyaya” imanı anlar, başkalarının önünde bunlara geçiş yaptırır. Ama kendisi bunlara ancak onun her zaman ki “materyalist” aşırılıklarını zorunlu olarak izleyen sıkıntı ya da buhran dönemlerini aşmak söz konusu olduğu zaman inanır ve üstelik pek hoşlandığı nakaratı tekrarlar durur. İnsan dediğin nedir? Yarı hayvan yarı melek

Materyalistlere gelince onlar fikirlerin varlığını hiçbir zaman inkar etmezler. Pratikte bir işçi ideali olduğu açıktır. Devrimci proleterlerin bir ideali vardır. Sosyalizm. Bu ideal en yüksek en güçlü bir idealde olsa en çıkarsız bir idealdir çünkü insanın öteki dünyadaki kişisel “kurtuluş” umudunun bu idealde hiçbir payı yoktur.

MATERYALİZM VE İDEALİZMİN TEORİ- PRATİK KARŞITLIĞI

Materyalizm ve idealizm teoride olduğu kadar pratikte de birbirlerine karşıdırlar.

İdealizm ve materyalizm bir birlik meydana getirirler iki karşıt gibi ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdırlar. Materyalizmin her ilerlemesi idealizme indirilmiş bir darbedir ve tersine materyalizmden her uzaklaşma idealizmin bir ilerlemesidir. Bu karşıtların birliği materyalizmle idealizm arasındaki mücadelenin kaçınılmaz olduğu, idealizmle materyalizm arasında hiçbir sentez hiçbir uzlaşma olmayacağı anlamına gelir.

Örneğin bir yıldırım tehlikesi karşısında iki şekilde buna tavır alınmaya çalışılır ya paratoner kullanılarak ya da tanrıya niyaz edip bir mum yakarak. Birinci yöntem yıldırımın belirli maddi sebepleri olan maddi bir olay olduğu ve bunun sonuçlarından da bilimsel bilginin ve tekniğin bize sağladığı çarelerle sakınabileceği fikrinden hareket eder. İkinci yöntem yıldırımın her şeyden önce doğaüstü bir sebebi olan tanrısal öfkenin ve tanrı kudretinin bir işareti olduğu ve bundan ötürü de mum yakma ve dua gibi sihirli, büyülü çarelere başvurarak insan ruhunun tanrının ruhu üzerindeki etkisinin savuşturulmaya çalışılması fikrinden hareket eder. Böylece gördüğümüz gibi olayların anlayış tarzı kaçınılmaz olarak farklı pratik çarelere birinci durumda materyalist ikinci durumda idealist çarelere başvurmaya götürür ve pratik sonuçları da farklı olur.

Bunun gibi Nazi saldırısına karşı milli mukavemet hareketi sırasında Katolikler, işgalcilere karşı çeşitli mücadele biçimlerine katıldılar. İdealist felsefeden yana olanların hayatta materyalist davranmaları da genel bir olgudur.

Savaşa karşı somut eylemi reddeden ve genel olarak emperyalistlerin özellikle de Hitler’in “ “iyi niyetine” inanırmış gibi görünen pasifistlerin idealizmi ise pratik olarak Nazilere yardım ediyor ve 1939 da “ölmektense kölelik” sloganına arka çıkıyordu.

MARKSİST MATERYALİZMİN BİRİNCİ ÇİZGİSİ, EVRENİN MADDİLİĞİ

İDEALİST TUTUM

İdealizmin en eski biçimi doğa olaylarını maddi olmayan güçlerin etkisiyle açıklamak ve doğayı “ruhlar” tarafından canlandırılmış olarak kabul etmekten ibarettir.

Fakat alemin tümüyle ele alındığında var olmak için bir üstün evrensel ruha ihtiyacı olduğu fikri bilindiği gibi özellikle tek tanrılı dinler biçiminde hala durmaktadır.

Örneğin tek tanrılı Hıristiyan dini evrenin maddi gerçeğini pekala tanır. Ama bu ikincil, yaratılmış bir gerçektir. Sahici varlık sonucu ve derin gerçek ruhtur salt ruh olan, evrensel ruh olan tanrıdır, İşte objektif idealizm denen şeye örnek.

Platon’a göre ise maddi gerçek ideal ( düşünsel ) bir alemin var olmak için maddi aleme ihtiyacı olmayan salt aklın hüküm sürdüğü idealar ( fikirler ) aleminin bir yansısından başka bir şey değildir.

Hegel’e göre doğa ve insan toplumlarının gelişmesi, kendiliğinden var olan mutlak ve evrensel düşüncenin dış kılıfından görülebilir yönünden ve cisimleşmesinden başka bir şey değildi.

Şu halde görülüyor ki bütün bu filozoflara göre alem ancak görünüşe göre maddidir, son tahlilde onun derin gerçeği başka yerdedir. Onun derin sebebini ruhun varlığında aramak gerekir. Bu ruh bizim bireysel insan bilincimizden bağımsızdır, onun için bu filozoflara objektif idealizm grubunda yer verilir.

İnsana gelince objektif idealizm çok kez can ile beden birbirinden ayırt etmeye varır, canı spritüel aleme yani ruh alemine bedeni ise maddi aleme bağlar. İnsanın böyle iki ilkeye bağlı olmasını isteyen görüşe düalizm denir, insanı konu alan bilimlerde düalizm idealizmden esinlenir.

1.Çünkü düalizm doğanın bir varlığını bu varlığın içindeki bir “can” ile açıklar. Bu animizme bağlanır.

2.Çünkü düalizm kısaca bu “can” bir üstün ruhun varlığına bağlar. Zaten eğer onu maddi ilkeye bağlanmış olsaydı artık düalist değil, monist olurdu.

Objektif idealizm bazı çağlarda rasyonel ( akli ) bir çekirdeği olan büyük felsefeler doğru bilinseydi de can çekişen burjuvazinin her çareye başvurarak yığınların dikkatini dünyanın materyalist açıklamasından çevirmeye ihtiyaç duyduğu çağımızda ( emperyalizm çağında ) idealizm açıkça irrasyonalist ( akıl dışı ) ve obskürantist ( bilmesinlerci ) bir durum alır.

MARKSİST GÖRÜŞ

Dünyayı bir “mutlak ideanın” bir “evrensel ruhun”, “bilincil” timsali olarak gören idealizmin tersine Marksist felsefi materyalizm dünyayı haliyle maddi olarak kabul eder, dünyadaki bütün değişik olayları, hareket halindeki maddelerin değişik biçimleri olarak görür. Diyalektik yöntemin ortaya koyduğu gibi olayların karşılıklı ilişkileri ve birbirine bağlılıkları hareket eden maddenin gelişme tasasıdır. Dünya maddenin hareket yasalarına uygun olarak gelişir ve bu gelişmede onun ruha hiç ihtiyacı yoktur.

MADDE VE HAREKET

İdealizme göre hareket, dinamizm, eylem, yaratıcı güç sadece ruha aittir. Madde durgun, hareketsiz, pasif, kendine özgü bir biçimden yoksun bir yığın olarak temsil edilmiştir. Maddenin bir suret edinmesi için ruhun baskısını taşıması, onun iznini alması ve ruh tarafından canlandırılması gerekir. Onun için idealist görüşe göre madde kendinden hiçbir şey üretemez ve madde hareket halinde olduğu zaman bu hareket ona dışardan yani tanrıdan, ruhtan gelmektedir.

Materyalizme göre tersine hareket maddenin temel özelliğidir. Madde harekettir daha Demokritos, atomları alemin ögelerini başı ve sonu olmayan bir hareketle canlandırılmış olarak tasarımlıyordu. Bu fikirler Rönesansı etkilediler. Galilei, 17. Yüzyılın başlarında cisimlerin düşüşünü bilimsel olarak inceledi. Bilimlerde ki ilerleme materyalizmi ilerletiyordu ve aralarında Deskartes’in de bulunduğu filozoflar doğada her şeyin cisimlerin mekanik hareket yasalarının işleyişiyle açıklandığı fikrine vardılar. Böylece katı mekanik bir determinizm ( gerekircilik ) durmak bilmez bir çarklar sistemi tanrısal zekanın gizemli eyleminin yerini alıyordu.

İdealizm materyalizme karşı saldırılarında durmadan kendisine büyük fırsatlar veren mekanist materyalizme başvurur gerçeğin makanist materyalizmin sakatladığı yönlerini kolaylıkla ortaya koyar. “ insanı bir makineye benzeten, insanı bir robot yapan materyalizm” vb. üstüne bir sürü nakarat bundan ileri gelir.

Yalnız diyalektik materyalizm maddenin hareketinin özgül biçimlerinin söz konusu olduğunu göstererek, maddenin yalnız mekanik harekete değil, gerçek değişikliklere ve nitelik dönüşümlerine yetenekli olduğunu nihayet maddenin, şeylerin kendi bağrındaki çelişkilerin varlığında yatan bir iç dinamizme bir etkinliğe, bir yaratıcı güce sahip olduğunu göstererek bu olaylara doyurucu bir açıklama getirebildi.

Doğanın diyalektiğini apaçık gösteren, mekanist materyalizmin kesin olarak aşılmasını ve diyalektik materyalizmin kurulmasını sağlayan büyük bilimsel buluşlar üç tane olmuştur.

1.Nitelik değişikliği fikrini yaratan ve çeşitli fizik “kuvvetleri” maddenin hareketinin başka başka yönleri olarak ortaya koyan enerjinin dönüşümünün bulunması.

2.Canlı organizmanın yapısının sırrını açıklayan kimyasaldan biyolojik olana geçişin sezilmesine ve canlı varlığın gelişmesinin anlaşılmasına imkan veren canlı hücrenin bulunuşu.

3. Çeşitli türler arasındaki metafizik engeli insanla doğanın geri kalan bölümü arasındaki engeli yıkan canlı türlerin evriminin bulunması ve insan toplumları da içinde olmak üzere bütün evreni doğal tarih süreci olarak tarihi bir gelişmeye bağlanmış madde olarak ortaya koyan genel anlamıyla evrim teorisinin bulunması.

Diyalektik materyalizm bilimin gücüne inanır, güvenir. İdealizm ise tersine sanki her şeye göre hazırlanmış bir cevabı olması gerekmiş gibi güçsüzlüğünü ilan etmekte acele eder. Bilimin her kapıyı açan bir cevabı yoktur. İdealizmin ise böyle bir cevabı vardır bu “ruh” tur, ama bu bilgisizliği örten bir kelimedir. “ Ruh” tanımlamaya göre belli bir anda maddenin bilinen özelliklerinden hiç birine sahip olmadığın için maddenin henüz bilinmeyen özelliklerinden ileri gelen her şeyi “açıklamaya” imkan verir. İdealist kısaca bilmediğini ruha atfediyorum der.

DOĞAL ZORUNLULUK

Marksist materyalizm bilime verimli üretken bir doktrin getirir. Bilimin bulduğu kanunların diyalektik yöntemle düzenlediği ilgi ve b ağlantıların keyfi ilişkiler olmadığı hareket halindeki maddenin zorunlu kanunları oldukları fikrini getirir.

Materyalist bilim olayların birbirini peşi sıra gelişini tespit etmekle yetinen ve durmadan kendi kendilerine yarın güneşin doğup doğmayacağını sorabilen “görgücüler” in ( ampiristlerin ) sıkıntı ve korkusunu tanımaz.

Materyalist bilim belli koşullar altında öngörülen olayın meydana gelmemesinin mümkün olmadığı çünkü doğanın kendi kendine sadık olduğu doğanın bir olduğu fikrinden hareket eder.

Materyalist bilim bilimsel kanunun maddenin objektif bir özelliği ifade ettiği belli koşullar altında belli bir gelişme sırasındaki belli bir olayın ortaya çıkışının kaçınılmazlığını ifade ettiği fikrinden hareket eder.

Doğanın ve toplumun yasalarını keşfedebilir, tanıyabilir, tatbik edebiliriz. Hareketlerimizde bunları göz önünde tutabilir bu yaslardan topluma faydalı olacak şekilde yararlanabiliriz fakat bunları değiştiremeyiz, ortadan kaldıramayız. Hele bilimsel kanunları meydana getirmek veya yaratmak büsbütün imkansızdır.

O halde yalnız diyalektik materyalizm doğa ve toplum olaylarının bilimsel olarak önceden bulunması için sağlam bir teorik temel teşkil eder. Gerçeğin bilimsel olarak tanınması temeli üzerinde girişilmiş bir eylemin sonucu hakkında şüpheyi ise kökünden yok eder. Şu halde insana kuşkusuz hareket etme olanağını vererek ona hem azami bir kesinlik, doğruluk hem de azami özgürlük sağlar.

MARKSİZM VE DİN

Lenin’nin naklettiği gibi dünya birdir ne tanrı ne de bir insan tarafından yaratılmadı belirli kanunlara göre parlayıp güçlenen ve sönen her zaman için sonsuza kadar canlı bir alevdi, alevdir ve alev kalacaktır diyen ilk çağ filozofu Heraklitos’un materyalist görüşü demek ki diyalektik materyalizm ilkelerinin mükemmel bir açıklamasıdır.

Diyalektik materyalizmin gelişmesi sonucu tanrı kavramı bütün muhtevasını yitirdi. Tanrının varlığı “problemin” yerini insanların kafalarındaki tanrı fikrinin varlığı problemi aldı, objektif idealizm bu iki problemi birbirine karıştırıyordu. Dolayısıyla tanrısal olan insanın yarattığı bir şeydir önermesi kabul görmeye başladı.

Egemenler kendi sınıf baskılarını sonsuzlaştırmak için yığınların pasifliğine, eylemsizliğine, onların tevekkülüne, yumuşak başlılığına, mutsuzluğun kaderde yazılı olduğu inancına muhtaçtırlar ama aynı zamanda yığınların mutluluk umutlarının öteki dünyaya doğru çevrilmesi gerekir. Gerçeğe ait avutucu cennet umudu sömürülen yığınlara yeryüzündeki “fedakarlıklarının” mükafatı olarak sunulmuştur. Böylece ilk önce antik çağda aman vermez bir alınyazısı olarak tasarlanan canın ( nefsin, ruhun ) ölümsüzlüğü, öteki dünyada kurtuluş umudunu dönüşmüştür.

Teorik plan üzerinde dinin felsefi muhtevası kesin bir yenilgiye uğradığı halde siyasi kullanımı 1789 Devriminin çağdaşı Kant tarafından mükemmel bir şekilde ortaya konmuştur. Ona göre tanrının varlığı ispat edilemez. Bununla birlikte onu “kabul etmek” gerekir çünkü bu fikir olmasa her şey mubah olurdu artık büyük adalet koruyucusu olmazdı. Artık gökyüzünün jandarması, artık bir ödül ve ceza güvencesi kalmazdı. “Doğru” olan cesaretini yitirir “Kötü” olan cesaret bulurdu kısaca burjuva düzeni tehlikeye düşerdi. Şu halde “Tanrı” doğrudan doğruya karşı devrimci bir silahtır, hatta onun varlığından teorik olarak emin olmak bile gerekli değildir. Onu pratik olarak ve yararı bakımından kabul etmek yeterlidir.

Sonuçta materyalizm insanı ezmek şöyle dursun insana “kader” diye “alınyazısı” diye bir şey olmadığını, gerçeğin bilimsel olarak bilinmesiyle, tanınmasıyla durumunu değiştirebileceğini yeni bir hayata geçebileceğini hayatın mutluluklarını tadabileceğini veriyor.

İnsan ancak kendi kendinden ve bu yeryüzündeki hayattan bir şeyler bekleyebilir ve işte tam diyalektik materyalizmdir ki insana “dünyayı olduğu gibi” tersyüz olarak değil doğru yüzüyle görmeryi öğretir.

Yunan materyalist Epiküros’un öğrettiği gibi, materyalizm binlerce yıllardan beri boş inançlara dayanan bir tanrı gazabı korkusuyla ezilen insan bilincini kurtarır ve bizde ekleyelim, boş inançlara dayanan devlet korkusu “ulu tanrı” nın sözde iradesinin cisimleşmesi olan “kurulu düzen” korkusu ile ezilen insan bilincini özgür kılar. Marks’ın işaret ettiği gibi materyalizm insanı sosyalizme götürür.

MARKSİST MATERYALİZMİN İKİNCİ ÇİZGİSİ MADDE BİLİNÇTEN ÖNCEDİR

İDEALİST GÖRÜŞ

18. yüzyılda batmakta olan dünya anlayışının yerini almak üzere yeni bir idealizm biçimi bugün birçok filozoflarda bulduğumuz idealizm biçimi ortaya çıktı. Bu idealizm İngiliz piskoposu Berkeley’in ( 1688-1753 ) idealizmdir.

Berkeley’e göre madde bizim tinimiz ( akıl-ruhumuzun ) dışında var olduğunu düşünürken vardığımız şey değillerdir. Biz sanıyoruz ki şeyler mevcuttur çünkü onları görüyoruz, onlara dokunuyoruz bize duyumlar verdikleri içindir ki onların varlığına inanıyoruz.

Ama duyumlar bizim usumuzdaki, ruhumuzdaki bizim sahip olduğumuz fikirlerden başka bir şey değildir. Şu halde duygularımızla aldığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve fikirler bizim zihnimizin usumuzun dışında var olamazlar.

Berkeley’in ünlü formülleri şöyle açıklanır “ varlık, algılanmış olmak ya da algılamaktır.” Ama benim “tin” im öteki insanları bana duyumlarla tanıdığıma göre mantıki olarak bundan çıkan sonuç insanlarında ancak benim tinimin fikirleri oldukları sonucudur. Sonuç olarak dünyada yalnız benim bilincim vardır.

Başka bir gerici felsefede Bergson’un felsefesidir. Bergson’a göre dünya imgelerden yapılmıştır ve bu imgeler ancak bizim bilincimizde mevcuttur. Beynin kendisi de bu imgelerden birisidir, böyle olduğuna göre bilincin beyinsiz mevcut olmaması şöyle dursun tersine “bilinç” siz var olmayacak olan beyindir! Bilinç bağımsız bir gerçektir, beyin kendinden önce var olan düşüncenin hizmetinde bir mekanizmadır.

Nihayet idealizmin en son savunucuları Alman Heidegger ve Fransız öğretilerinin bun arada Jean Sartre’nin varoluşçuluğudur. Burada söz konusu olan varoluş “ benim varlığımın, varoluşumun bilincinden başka bir şey değildir.” Bu bilinç tek gerçektir. Varlık bilimsel bilgi nesnel veriler ve bunları yansıtan kavramlar değerden düşürülmüştür.

MARKSİST GÖRÜŞ

Marksist felsefi materyalizm şu ilkelerden hareket eder, madde, doğa, varlık, bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçektir. Madde bir veridir çünkü duyumların, tasarımların, bilincin kaynağıdır. Oysa bilinç ikincil bir veridir, türevdir çünkü maddenin yansısı varlığın yansısıdır. Düşünce gelişmesi içinde yüksek bir yetkinlik derecesine varmış olan maddenin ürünüdür daha açık deyimle düşünce beynin ürünüdür ve beyin düşüncenin organıdır. Böyle olduğuna göre düşünceyi maddeden ayırmak kaba bir yanılgıya düşmek olur.

Madde, varlığın kendine bağlı olmaksızın onu kopya eden onu resmeden ve onu yansıtan duyumları içinde insana verilen nesnel gerçeği belirtmeye yarayan felsefi bir kategoridir.

Lenin başka bir yerde şöyle açıklıyor. Nesnel gerçek kendisini yansıtan insan bilincinden bağımsız olarak mevcuttur. Örneğin mikropların bulunuşlarından öncede var olduklarından hiç kimse söz etmez çünkü o zaman kadar tedavi edilemez sanılan ve mikropların bulunuşuyla iyileşen hastalıklar mikropların bulunuşundan öncede vardı.

Lenin bütün bilgi teorisinin belli zaman ve yer koşulları içinde dünyada bulunan insanın gerçek varlığı ile insandan önce ya da insanın yokluğunda gerçek olarak var olan dünyanın tasarımlanmasıdır. Ve zihin yoluyla yardımcı olan bilinç ve düşüncenin hayali bir şekilde var olmasını birbirinden ayırmayı kesin olarak bilmekten ibaret olduğunu uzun zamandan beri belirtmiş bulunuyor.

Toplumun maddi hayatının insanların bilincinden bağımsız olarak var olduğundan hiç kimse şüphe etmez çünkü ne kapitalist ne de proleter kimse iktisadı buhranı dilemez ama o yine de kaçınılmaz bir şekilde meydana gelmektedir.

Bir meta içinde bulunan emek miktarının değer ve değerin biçimleri vasıtasıyla ifade edilmesi kanunu her ne kadar iktisatçı Ricardo bunu 19. Yüzyılda bulduysa da meta üretiminin ta başından beri işlemektedir.

Burjuvazi ve soylular arasındaki sınıf mücadelesi burjuvazinin ilk günlerinden beri bir gerçektir. Bununla birlikte ancak 19. Yüzyıldadır ki burjuva tarihçileri Guizot, Mignet, Thieri bu gerçeği bulmuşlar ve bilerek ifade etmişlerdir.

Bilincin, varlığın, doğal ve toplumsal gerçeğin yansısı olduğu fikri ne demektir?

Bu demektir ki düalizm artık sona erdi düşünce hareket halindeki maddeden ayrılmaz. Bilinç maddeden bağımsız olarak ve onun dışında mevcut değildir. Duyularla algılanabilen ve bizim de dahil bulunduğumuz maddi dünya tek gerçektir.

Bu hiç de düşüncenin, organlarımızın salgıları gibi maddi olduğu anlamına gelmez. Buna inanmak, materyalizmle idealizmi karıştırmaya doğru yanlış bir adım atmak madde ile düşünce arasında madde ile bilinç arasında bir özdeşlik ( ayniyet ) kurma demektir. Kaba materyalizm içine düşmek demektir.

Bilincin, varlığın bir biçimi olduğu fikri hiçbir zaman bilincin de tabiatı gereği madde olduğu anlamına gelmez. Marks materyalizme göre bilinç ve varlık, fikir ve madde, ya da toplum gibi genel bir ad taşıyan aynı ve bir tek olayın iki ayrı biçimidirler. Şu halde biri ötekinin inkarı değildir. Öte yandan ikisi aynı ve tek bir olayı meydana getirmezler.

Bu Marksist teze göre bilincin pasif olduğu, hiçbir rolü bulunmadığı, Marksistlerin “ bilincin rolünü reddettikleri vb. anlamına da gelmez.” Eğer bilinç hiçbir etki meydana getirmeseydi Marks ne diye o kadar kitap yazacaktı ne diye Birinci Enternasyonali kuracak, fikirlerini yaymak için her çareye başvuracaktı.

Bizim tasarımlarımız, bizim “ben” imiz ancak bizim “ben” imizin izlenimlerinin yaratıcısı, dış koşullar mevcut olduğu ölçüde vardırlar. Bizim dışımızda bulunan bir nesne bizim ondan edineceğimiz yani biçim nesneye göre onun muhtevasına göre geride kalır. Eğer bir ağaca bakıyor ve onu görüyorsam bu sadece şu anlama gelir, ağacın tasarımı ( beynimdeki resim ) benim kafamda belirmeden çok önce ağacın kendisi mevcuttu ve bende kendisine uygun düşen tasarımı doğurdu.

Nihayet Marksist tez bilincin doğa ve toplum tarihi açısından olduğu kadar bireyin ve her bir bireyin kişiliğinin tarihi bakımından da tarihi gelişmenin bir ürünü olduğunu ifade eder.

Maddi yanın yani dış koşulların gelişmesi düşüncel yanın yani bilincin gelişmesinden önce gelir ilk önce gelir ilk önce dış koşular, maddi yan değişir sonra onun sonucu olarak bilinç, düşünsel yan değişir.

DÜŞÜNCE VE BEYİN

Engels, düşüncemiz ve bilincimiz “ bize ne kadar madde üstü görünürlerse görünsünler, sadece madde ve vücudumuza ait bir organın, beynin ürünleri olduğunu belirtir” ve Lenin “ Alemin tablosu, maddenin nasıl düşündüğünü gösteren bir tablodur” diyor ve “ düşünce bir hareket değildir, düşünce düşüncedir demek hemen hemen ısının bir hareket değil ısı olduğunu ileri sürmek kadar bilimseldir” gözleminde bulunuyor.

Yine Engels, ünlü bir metinde işin, çalışmanın, hayvanlıktan henüz çıkmakta olan insanın duyumlarını çoğaltarak ellerini ve bunun sonucu olarak da beynini nasıl geliştirdiğini ve bunun da ona nasıl bir pratik ilerlemeler sağladığını göstermiştir.

Öte yandan bilimlerde öğretiyor ki eğer bir kişi bütün toplum hayatından kopar onun dışında kalırsa düşüncesi aşırı ölçüde bozulur, körelir, belleği dağılır, iradesi çöker, yok olur. Eğer bu kişi toplum hayatını hiç tanımadıysa onun insan niteliği kaybolur. Ormanlara bırakılmış ve kurtların koruyup baktıkları çocukları kurtların huylarını aldıkları görülmüştür.

Engels bütün insan çalışmasının da ilk zamanlardan beri topluluk halinde bir çalışma olduğunu aksi halde insanın doğal tehlikelere bile karşı koyamayacak olduğunu kaydediyor.

Aynı zamanda insan beyni inceleniyor ve yeni bağlantılarla zenginleşiyor. Şu halde beyin sosyal bir üründür de nihayet dilin ortaya çıkışı öz anlamıyla düşüncenin ve düşünmenin ortaya çıkışı demektir. Önemli bir basmak atlanmış ileri doğru kesin bir adım atılmıştır. İş olmadan sosyal eylem olmadan dil olmaz, düşünce olmaz.

Marks’a göre dil, düşüncenin dolaysız gerçekliğidir. Düşüncenin gerçekliği dilde tezahür eder. Sadece idealistler “doğal maddesi” olan dilden kopmuş bir düşünceden dilsiz bir düşünceden söz edebilirler.

Demek ki böylece beynin düşüncenin organı olduğu ama onun sadece organ olduğu çok doğrudur ve bu Marksizm’in “insanların varlığını tayin eden şey, bilinçleri değildir tam tersine onların bilincini tayin eden sosyal varlıklarıdır” diyen öz görüşü yalanlamaz.

Yine bilginin birinci aşamasından algılar, izlenimler, heyecanlar derecesinden, ikinci dercesine, kavramlar aşamasına geçiş kayda değer önemli bir diyalektik örneğidir çünkü nitelik bakımından yeni olan bu olayı yani kavramı meydana getiren şey algıların nicelik bakımından birikimidir.

Lenin’in formülünü alırsak kavramlar kendisi de maddenin en yüksek ürünü olan beynin en yüksek ürünleridirler.

Eğer insan fikirleri arasında çelişkiler varsa bu bizim düşüncemizin yansıttığı gerçekte de çelişkiler olmasındandır. Eşyanın diyalektiği fikirlerin diyalektiğini yaratır, fikirlerin diyalektiği eşyanın diyalektiğini yaratmaz.

Marks da daha önce şöyle demişti düşünce süreci gerçek olanın maddi dünyanın insan kafasındaki yansımasından ve düşünce şekline girmesinden gerçek dünyanın düşüncemizde yansımış şeklinden b aşka bir şey değildir.

Ayrıca sosyalist bir bilinçle yeni bir insan yeni sosyalist hayat koşullarında meydana gelebilir. Bunun için ne yapmalı? Sosyal gerçek üzerinde gayri insani kapitalist sistem üzerinde meydana getirilecek değiştirici bir etkiyle bu yeni koşuların gelişini hızlandırmalı. Marks’ın dediği gibi “eğer durum ve koşullar insanı şekillendiriyorsa durum ve koşuları insanca şekillendirmek gerekir.

MARKSİST MATERYALİZMİN ÜÇÜNCÜ ÇİZGİSİ, DÜNYA TANINABİLİR, ANLAŞILABİLİR

İDEALİZMİN GÖRÜŞÜ

Felsefenin temel meselesine cevap vermenin imkansız olduğunu çünkü bizim eşyanın birincil ilkelerini bilmek, tanımak yeteneğinde olmadığımızı ve hiçbir zaman olamayacağımızı ileri süren bir eğilimde ( Yunanca bilmek yeteneğinde olmayan anlamına gelen iki sözcükten türetme ) agnostisim- bilinemezciliktir.

Bu felsefenin 18 yüzyıldaki habercisi İskoçyalı David Hume’dir. Bu felsefenin başlıca temsilcisi Fransız devriminin çağdaşı Alman Emmanuel Kanttır. ( 1724-1804 ) Fransa’da 19. Yüzyılda Auguste Comte ( 1798-1857 ) buna yakın bir tutumu benimsemiştir.

Agnostisizm ( bilinmezcilik ) yüzeyde bir “ara” durum gibi algılanır. Bu ancak görünüşte bir “ara” durumdur. İlk önce pratik olarak Comte de örneğin siyasette mutlağın reddi ne anlama gelir? Buna Comte’un kendi sloganı ile görüyoruz. “ ne eskiye dönüş, ne devrim” mükemmel bir burjuva sloganı, agnostik taraf tutulamaz bahanesiyle yüzü açık dövüşmeye girişmeyen utangaç bir materyalizmle yetinecek alanı boş bırakır ama her iki tarafa da eşit şekilde kuvvetli olana pratikte daha kuvvetli olan hangisidir? Lenin’in Ne Yapmalı? Da gösterdiği gibi daha kuvvetli olan idealizmdir, bu inkar edilemez çünkü idealizmin resmi ideolojisi olarak eski olman üstünlüğü vardır ve çünkü teorik olarak kafaları yokuşa sürmez kolayına çeker. Materyalizm tersine resmi ideoloji değildir güçtür çünkü bilimseldir ve alışılmışın dışındadır. Agnostisizmin “tarafsızlığı” İspanyol cumhuriyeti ile faşist müdahalesi arasındaki çatışmada Leon Blum’un “müdahale etmesine” benziyor.

Bizzat Kant da çok iyi bilir ki geçerli bir teorik cevaptan yoksun bırakılan insanlar böyle bir cevap getirdiklerini ileri sürenlere ve işin başında olanlara, idealistlere, ilahiyatçılara doğru döneceklerdir çünkü insanların felsefi bir açlığa, kesinlikle ihtiyaçları vardır. O halde agnostisizmin “tarafsızlığı” ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Üstelik teorik planda agnostisizmin idealistçe ön varsayımları ( ön faraziyeleri ) vardır.

MARKSİST GÖRÜŞ

Dünyayı ve onun kanunlarının bilinebileceğini inkar eden bilgimizin objektif olduğuna inanmayan, objektif gerçeği kabul etmeyen ve dünyanın bilimle anlaşılmayacak “kendi kendine şeyler” le dolu olduğunu savunan idealizmin tersine Marksist felsefi materyalizm dünyayı onun kanunlarını tümüyle bilinebilir, deney ve pratikte doğrulanabilir. Doğa kanunları hakkındaki bilgilerimizin objektif gerçeğin tutarlılığını taşıyan bilgiler olduğunu kabul eder ve dünyada bilinmeyecek hiçbir şey yoktur, sadece henüz bilemediğimiz ama bilim ve pratiğin çabalarıyla açıklanacak ve bilinir hale sokulacak şeyler vardır.

1.Pratiğin Rolü

Marksist pratik anlayışı nedir? Pratik sözcüğü aynı zamanda hem 1. İş, üretim sanayi hem de 2.bilimsel araştırma çalışması, deneyim, deneysel denetleme 3.toplumsal pratik öteki iki pratiğin tabi oldukları pratiğin en üst biçimi, örneğin sınıf mücadelesi pratiği için kullanılır. Pratik gerçeğin biçimini değiştiren insanın eylemidir, pratik maddi iş ve duyum ile başlar. Kant, duyumu basit bir imge olarak kabul eder, duyarlığı pasif bir yeti bir özellik sayar. Diyalektikçiye göre duyum harekettir, duyum pratik eyleme bağlıdır. Duyarlık ve eylem Kant’ın metafizikçi olarak öğrettiği gibi birbirinden ayrılmış şeyler değildir. Dolayısıyla dünyanın bilinebilirliğinde pratiğin rolü önemli olup yadsınamaz.

Engels’in söylemiyle tekrarlarsak “ çöreğin kanıtı, onu yememizdir “ bilimin doğru, sahici, olduğunun kanıtı doğal ve toplumsal dünyayı değiştirmeye imkan vermesindedir.

Bunun için Marks insanın düşüncesinin nesnel bir gerçeğe varıp varamayacağı meselesi değil fakat pratiğe dayanan bir meselesidir. Pratik içindedir k insan düşüncelerinin doğruluğunu yani gerçekliğini ve kuvvetini, geçerliliğini ispat etmelidir diye yazdı.

Sonuç olarak yanılgıyı insan için doğal bir şey gibi gösteren ve gerçeğin bulunmasını hemen, hemen bir mucize sayan idealizmin tersine materyalizm, ilk elde hemen eksiksiz olması bile gerçeğin birinci olduğunu gösterir çünkü gerçek, gerçek olanın insan beynindeki yansısından başka bir şey değildir ve bu yansı doğal bir süreçtir. Dünya bizim için her an mevcuttur.

Materyalizm, idealizmi yalnız çürütmekle kalmıyor ama kökenini de açıklıyor. Lenin idealizm için aşırı bir şekilde mutlak içine mücadeleden kopmuş bir mutlak içine dalan bilginin çizgilerinden ya da küçük yüzeyciklerinden biri, bir urudur diye yazmıştır. İdealizm elbette ki gerçek olanı yansıtır ama tersine ve onu baş aşağı yürütür. İdealistler diyor, Lenin, kısır çiçeklerdir nesnel ve mutlak olan gerçek insanlık bilgisinin canlı, üretken ve güçlü ağacı üzerinde biten asalaklardır.

2.Marksistb Pratik Kavramının Bir Tarifi

Marksizm’in yükselişine karşılık burjuvazide kendine bir iş bir eylem felsefesi hazırlamak istedi işte bu pragmatizm denen doktrindir.

Pratik, bilginin gerçekliğini ispatladığına göre pragmacılık bundan şu sonucu çıkartmak iddiasındadır. Başarılı olan her şey yararlı olan her şey gerçektir. Gerçek olan her şey yararlı olduğu formülünden hareket eden pragmatizm, bunu döndürür ve yararlı olan her şeyin gerçek olduğunu beyan eder. O halde Marksizm’in tam karşıtıdır. Örneğin pragmacılık şöyle diyecektir, din mevcuttur bazı kimseler için yararlıdır, o halde gerçektir. Aslında gerileyen burjuvazinin bilimi inkar eden burjuvazinin tipik ideolojisi olan pragmatizm, gerçeği doğrudan doğruya egemen sınıfların çıkarına tabi kılar bu Makyavelciliğin savunmasıdır. Eğer sermayenin çıkarı öyle ise zaman zaman birbirine en zıt şeyler doğru ve gerçek olarak karar altına alınacaktır. Bu azami kâra tapınmaktır.

Marksist anlayış bambaşka bir anlayıştır. Bir fikrin yararlı olduğu için gerçek ve doğru olması şöyle dursun tam tersine bir fikrin doğru ve gerçek olduğu yani nesnel olarak şekillenmiş olduğu içindir ki ve yalnız bu takdirde yaralıdır, uygulanabilir çünkü zamanında rasyonalist Descartes’in de belirttiği gibi pratik gelip yanlış anlayış ve görüşü, hatalı yöntemi “cezalandıracaktır.”

Amerikan emperyalizmi Hitler’in de yaptığı gibi bunu her gün deneyip duruyor. Bu fikir başarısızlığa uğradığı için yanlış ilan edilmez, tersine nesnel olarak yanlış olduğu için başarısızlığa uğramıştır.

İZAFİ GERÇEK VE MUTLAK GERÇEK

Diyalektik materyalist bilgi teorisine göre bir mutlak gerçek yani kendiliğinde gerçek olana uygun olan gerçek vardır. Kant’a göre gerçek insan ruhuna göre izafidir. Kant’ın tersine, Marksizm gerçeği doğal bir süreç olarak tanımlar, insanların bilincinde bu bilincin dışındaki objektif gerçeğin gittikçe daha doğru olan yansısı Marksistlerin gerçeği inkar ettiklerini söylemek bu artık düpedüz iftiradır.

Agnostisizm ( bilinmezcilik ) kötümser olduğu ve insan ruhunun güçsüzlüğünden eksikliğinden yakındığın halde materyalist iyimserdir. Hiçbir problemi, örneğin kanser problemini çözümsüz saymaz. Yalnız geçici olarak bilinmeyen şeyler vardır ve kapitalist sistem bilimin hızını engelleyerek bu geçiciliği uzatır.

Ama şunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Dünyada hiçbir zaman bizim bilgimiz içinde yer almayacak pek çok şey vardır ama her şey birbirine bağlı olduğuna göre bilmediklerimiz de bildiklerimizle de birbirine bağlıdırlar. Sonuç olarak bilim belli bir noktada duraklamaz ve bu anlamda bilimin gerçeklerinden her biri kendi başına ele alındığında izafidr çünkü bütün öteki gerçeklere bağıntılıdır. Molekülün ötesinde atom keşfedildi, atomun ötesinde elektron çekirdek bulundu, çekirdeğin ötesinde parçacıklar ama gerçeğin tükenebileceğini sonuna ulaşabileceğini sanmak yersizdir. Elektronun kendisi de ( diyor Lenin ) bitmez tükenmez. Bu da bilgilerimizin nesnel değerinden hiçbir şey kaybettirmez çünkü “izafinin içinde mutlak vardır” ( Lenin )

Çağımızın materyalizmi açısından yani Marksizm açısından bilgilerimizin nesnel mutlak gerçeğe yaklaşıklık sınırları tarihi bakımından izafidir ama bu gerçeğin varlığının kendisi inkar edilemez.

TEORİ VE PRATİĞİN BİRLİĞİ

Diyalektik materyalizme göre bilgi, aklın duyguların verilerini “yorumlamasına” aracılık eden bir işlem değildir. İnsan beyninde gerçeğin gittikçe daha doğru daha şaşmaz yansısını meydana getiren karmaşık bir süreçtir. Biliyoruz ki bu süreç nitelik bakımından birbirinden ayrılan iki dereceyi içine alır pratik ve teori. Ayrıca gördük ki pratik teorinin zamanla hareket noktası bilginin kaynağıdır ve aynı zamanda gerçeğin ölçütüdür. Şu halde her teori zorunlu olarak pratiğe dönmelidir ve bu iki sebepten böyle olmalıdır. Birincisi teori kesin olarak pratik tarafından yaratılmıştır, dünyayı seyreden heveskarca bir boş merak için değil, dünyayı değiştirmeye yardım etmek için kurulup hazırlanmıştır. İkincisi mademki gerçek kesiksiz hareket ve değişikliktir. Kendi kendine yeterli olmaya bakan bir teori kısırlaşır, artık ölü bir doğmadan başka bir şey değildir. Israrla durmadan pratiğe dönmezse bilgi süreci duraklar artık gerçeğin gittikçe daha kesin daha şaşmaz bir yansısını elde etmek, teorisinin yetersizliklerini düzeltmek dünya bilgisini derinleştirmek mümkün olmaz.

Bilginin tüm bilinci dereceye, duyumlar derecesine dayandığını düşünen filozoflara ampiristlere ( görgücüler ) denir. Fikirlerin teorik bilginin rolüne büyük yer v eren ama onları gökten inmiş sayan fikirlerin pratikten çıkamayacağını kabul eden filozoflara da rasyonalist idealistler ( akılcı idealistler ) denir. Bunlarda ötekilerde bilginin iki derecesini keyfi olarak ayırırlar bu iki derecenin birliğini kavramazlar.

Teoriyi ihmal eden pratisizme ( pratikçiliğe ) saplanır. Körler gibi davranır ve karanlıklar içinde yürür. Pratiği ihmal eden ise dogmatizm ( dogmacılık- inakçılık ) içinde donar kalır.

Geçekten de teori devrimci pratiğe bağlanmış değilse amaçsız bir hale gelir aynı şekilde eğer devrimci bir teori pratiğin yolunu aydınlatmıyorsa pratik kör bir pratik olur.

Bilgi kazanmak isteyen dünyayı yani gerçeği değiştirme pratiğine bizzat katılmalıdır. Armudun tadını bilmek isteyen armudu yiyerek değiştirmek zorundadır. Atomun yapısını ve özellikleri bilmek isteyenin atomun durumunu değiştirmek için fizik ve kimya denemeleri yapması gerekir. Devrimin teorisini metotlarını bilmek isteyen devrime katılmak zorundadır. Bütün gerçek bilgi dolaysız denemelerden doğar.

Bilgi pratik ile başlar. Pratik yoluyla teori düzeyine ulaşır ve ardından yine pratiğe dönmek zorundadır. Bilginin aktif görevi yalnız algısal bilgiden akla uygun bilgiye sıçramasında görülmez, aynı zamanda ( ve bu daha önemlidir) akla uygun bilgiden devrimci pratiğe sıçramasında görülür. Dünyanın kanunlarını kavramamıza yarayan bilginin yönü dünyanın değiştirilmesi pratiğine doğru çevrilmeli yani o tekrar üretime, sınıf mücadelesine, devrimci savaşa ve tabi bunların yanı sıra bilimsel deneylere uygulanmalıdır. Teoriyi sınama ve geliştirme süreci bütün bilgi sürecinin devamı budur.

Yeni Sosyal ve Siyasal Fikirler ve Teoriler Nasıl Ortaya Çıkar

İnsanlık kendi önüne ancak çözüme bağlayabileceği meseleleri koyar çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki meselenin kendini ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi şartların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.

Diyalektik materyalizme katılmamış bir kimse için anlaşılmaz olan bu cümle şöyle açıklanır. Kim ki “problem” der çözümlenecek “çelişki” demektir ama çelişki eski ile yeni arasında bir mücadele değil de nedir? O halde eğer bir çelişki beliriyorsa bu demektir ki yeni daha önceden orada vardır tohum halinde de kısmen de olsa yeni daha önceden oradadır. Örnek feodal toplum ancak kendi bağrında daha sonra kendisini yıkacak olan karşıt güçlerin ( sanayi burjuvazisi ) işlemeye başladıkları gün suçlanabildi. Problemin çözümü yolunu aramakta olan bu yeninin zaferi oldu.

Kalıntılar Meselesi

Maddi temeli değişmekte olan bir toplumda insanlar ancak belli bir gecikmeyle bu değişikliklerin bilincine erişirler. Bu değişikler ortaya çıktıklarında o zaman geçmişte saklamış oldukları eski fikir depolarında çözümler ararlar. Kalıntılar ( eski nesnel koşullarda doğmuş olan fikirler ) yeni nesnel koşullara uyan yeni fikirlere engel olurlar. Örnek kapitalizmin en başında sanayi burjuvazisinin sömürdüğü proleterler zanaatçılığa ütopik şekilde bir dönüşle yoksulluklarına bir çözüm arıyorlardı onu için de makineleri tahrip ediyorlardı.

Ama kalıntılar objektif çelişkiler geliştiği ölçüde önüne geçilemez bir şekilde gerilemek zorundadırlar o zaman geçmişe dönüş gittikçe daha imkansız görülürken yani fikirler yalnız yükselmekte olan objektif güçlere uyabilen yeni fikirler kuvvetlenir. Geçmiş bilinçlerde uzanır gider ta ki içinde bulunan zaman (hal) yerinin bulunmasını gerektirecek ölçüde dayanılmaz bir hal alıncaya kadar. İşte o zaman üstün gelen, kazanan gelecektir.

SOSYAL HAYATTA FİKİRLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ

Sosyal fikirlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kuruluşların kaynaklarının ortaya çıkışları ve toplumun ruhsal hayatının maddi hayat şartlarının yansıması olduğu gerçeğidir. Bu sosyal fikirlerin; teorilerin, politik görüş ve politik kuruluşların önemine, tarihteki rollerine gelince materyalizm onları asla inkar etmez. Bu faktörlerin toplum hayatı ve toplum tarihi üzerindeki rollerini ve önemlerini özellikle belirtir.

KABA MATERYALİZM

Anti-diyalektik materyalizmin mekanist anlayışları ( biz bunu bilimsel materyalizme karşılık olarak “kaba” materyalizm olarak nitelendiriyoruz ) çok tehlikelidir. Neden? Çünkü bu anlayışlar idealizme yardım ediyorlar. Kaba materyalizm fikirlerin rolünü inkar ederek, idealist filozoflara böylece boş bırakılmış olanı işgal etmek olanağını veriyor. Öyleyse bir yanda gerçeği fakirleştiren dar görüşlü bir materyalizm var öte yanda ise yetersizliklerini “yerini doldurmak” için idealizmin cömertçe getirip sunduğu “ruh katması” var. İdealizm, mekanizmi düzeltiyor yani yanılgı yanılgıyı düzeltiyor.

Mekanik materyalizme göre sosyal bilinç maddi varlığın ancak pasif bir yansısı olduğu halde diyalektik materyalizme göre sosyal bilinç pekala yansıdır ama aktif bir yansıdır.

Fikirlerin bütün gücünü reddeden tez bir ikinci anlamda da diyalektiğe aykırıdır biliyoruz ki gerçek karşılıklı bağımlılıktır. Geçeğin çeşitli yönleri aralarında bağıntılıdır biri diğeri üzerinde etki yapar. Burada şu sonuç çıkıyor, toplumun maddi hayattan türeyen manevi hayatı bu maddi hayattan ayrılamaz o halde karşılığında kendisi de toplumların maddi hayatları üzerinde etki yapar.

Engels toplumda fikirler arsındaki bu karşılıklı ilişkiyi, bu karşılıklı etkiyi şöyle ifade ediyor.

İktisadi durum temeldir ama üstyapının çeşitli unsurları ( sınıf mücadelesinin siyasi biçimleri ve sonuçları ), ( savaşı kazandıktan sonra muzaffer sınıfın yaptığı anayasalar, vb.) hukuk kalıpları ve hatta bütün bu gerçek mücadelelerin tarafların beyinlerdeki akislerdir. Bu siyasi, hukuki, felsefi teoriler, dini görüşler ve bunların daha sonra dogmatik i sitemler halinde gelişmeleri de tarihi mücadelelerin akışı üzerine etki ederler ve birçok halde bu mücadelelerin biçimini özellikle tayin ederler. Bütün bu etkenler karşılıklı etki halindedir.

DİYALEKTİK MATERYALİST TEZ

1.Fikirleri Maddi Kökeni Onların Gücünü Meydan Getirir

Diyalektik materyalizm madde ile düşünceyi birbirinden ayrılmış, bağsız iki ilke haline getirmez. Madde ve düşünce biride öteki kadar gerçek olan aynı ve tek doğanın aynı ve tek bir toplumun iki yönüdürler. Biri olmadan öteki tasarımlanamaz, temsil edilemez her ikisi bir arada bulunurlar, birlikte gelişirler ve böyle olduğuna göre onların karşılıklı olarak birbirlerini itip uzaklaştırdıklarına inanmamız için hiçbir sebep yoktur.

Diyalektik materyalizmin değeri şudur, sosyal fikirlerin maddi kökeni bulmuş olduğu için ve doğrudan doğruya bu sebeple sosyal fikirlerin çıkmış oldukları bu dünya üstündeki etkinliklerini de anlayabilecek durumdadır. Sosyal fikirlerin ve teorilerin maddi kökeni onların ne önemine ne de rolüne yalnız bir şey kaybetmemekle kalmaz onlara bütün etkinliklerini verir.

Fikirleri küçümseyen, hor gören diyalektik materyalizm değildir. Onları boş sözcükler haline getiren, onlardan güçsüz birer korkuluk yapan idealizmdir. Diyalektik materyalizm, fikirlerin sonuçlarında doğa kuvvetleri kadar maddi olan somut bir güç budur.

2. Eski Fikirler ve Yeni Fikirler

Değişik çeşitte sosyal teoriler ve fikirler vardır. Günlerini doldurmuş olan ve toplumun can çekişen güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski görüşler ve teoriler vardır. Bunların önemi toplumsal gelişme ve ilerlemeye zarar vermelerinden dolayıdır.

Açıktır ki bilimlere karşı nefret ve küçümseme burjuvazinin işine yaramaktadır. Çünkü bilimlerin barışçıl hamlesi burjuva rejimini tehlikeye düşürebilir. Ama karşı uçta bilimlerin ilerlemesini yüreklendirmek gerektiği fikri proletarya tarafından, devrimci sınıf tarafından yayılmaktadır. Bu gerçekte üretici güçlerin gelişmesiyle tam bir uyuşma halindedir. Bundan böyle artık yalnız proletaryanın devrimci mücadelesi bu atılışı sağlayabilir.

Birde toplumun ilerici güçlerinin çıkarlarına hizmet eden yeni ve ileri fikirler vardır. Bunlar toplumun gelişmesine, ilerlemesine yardım ettikleri için önem taşırlar ve maddi hayat şartlarındaki gelişmenin gereklerini ne kadar doğru yansıtırlarsa önemleri de o kadar büyüktür.

İşte bunun içindir ki işçi sınıfı iktidarı, bilimin açılıp gelişmesi için en elverişli maddi şartları yaratır. Bütün imkanlarıyla bilimin, insanların mutluluğu için zorunlu olduğu fikrini destekler.

Demek ki fikirlerde birer güçtürler. Eski fikirler gericiliğin güçleridir ve onun için gerici sınıflar bu fikirleri işlerler. Öncü fikirler toplumların ilerlemelerine katkıda bulunan fikirlerdir, bunun içinde yükselen sınıflar bu fikirleri bütün güçleriyle desteklerler .

Ayrıca yeni fikirlerden söz ettiğimiz zaman bunu şematik bir tarzda anlamamalıdır. Gerçekten de öyle olur ki bir sınıf tarafından bırakılan bir fikir daha sonra başka biçimlerde, başka bir sınıf tarafından kabul edilir. Bunun gibi bilimin iyilikçi, yardımsever, olduğu fikri devrimci burjuvazi tarafından işlendi. Devrimci proletarya aynı fikri yeniden aldı ve yeniledi. Proletarya ( sosyalizmin inşasında ) ondan bütün pratik sonuçları çıkartabilir, oysa burjuvazi bu fikri sonuna kadar götüremiyordu. Böylece sınıflar daha önce kullanılmış fikirlerden yararlanabilirler. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. İnsanlar kendi tecrübeleriyle fikirlerin gücünü öğrenmiş olduklarını için bir sınıf daha önce mevcut olmuş olan fikirler arasında kendi hükümdarlığını ya da kendi yükselişini ( bütünüyle ya da kısmen ) kolaylaştıran ihmal etmez. Tersine, bir sınıf kendisine artık uygun gelmeyen şu ya da bu tarihi fikri ideolojisinden kovar. Faşist burjuvazi bugün evvelce feodaliteye karşı ezilen yığınların ittifakını kendisine kazandıran “ burjuva demokratik özgürlükler bayrağını “ artık altında çiğniyor.

3.Yeni Fikirlerin Örgütlendirici, Harekete Getirici ve Değiştirici Bir Etkisi Vardır

Yeni sosyal fikirler ve sosyal teoriler topluma tamamen gerekli oldukları için ve bunların örgütleyici, harekete geçici ve değiştirici nitelikleri olmaksızın toplumun maddi hayat şartlarındaki gelişmesinin zorunlu amaçlarının başarılması imkansız olacağı için doğarlar. Toplumun maddi hayat şartlarındaki gelişmenin ortaya koyduğu görevlerin gereği olarak doğan bu yeni sosyal fikirler ve teoriler kendilerine yol bularak yığınların malı olurlar. Yığınların toplumun can çekişen güçlerine karşı harekete geçirerek örgütlerler böylece de toplumun maddi hayat şartlarındaki gelişmeye zarar veren bu güçlerin yıkılmasını kolaylaştırırlar.

Teori yığınların arsına girdiği andan itibaren maddi bir güç haline gelir.

Tarih yeni fikirlerin rolünü bol, bol ortaya koyar.

1789’da öncü fikir, ulus egemendir. Ulus bütün Fransızları kanun önünde eşit kılacak ve ayrıcalıkları ortadan kaldıracak bir anayasaya ortak olmalıdır. Bu fikir en geniş halk yığınlarını harekete geçiriyordu çünkü tarihi problemine cevap veriyordu. Halka, eski düzene, feodal düzene karşı örgütlü ve değiştirici hamleyi meydana getirdi.

1917’de öncü fikir savaştan kurtulmak için toprağı ele geçirmek için ezilen milliyetlerin kurtuluşunu sağlamak için vb. Krensk’nin burjuva hükümetini tasfiye etmek bütün iktidarı Sovyetlere vermek bu fikir yığınların örgütlenmesini ve seferber olmasını ve bununla da toplumun değişmesini sağladı.

SONUÇ YERİNE

Marksist felsefenin ( diyalektik materyalim ) bütünlüklü bir analiz ve analitiğini yaparak değerlendirmeye çalıştık. Yazılanların doğru ve yanlış olmasının temel ölçütü nasıl okunduğu, nasıl anlaşıldığı ve nasıl kavrandığına sıkı sıkıya bağlıdır. Dolayısıyla yaptığımız analiz ve analitik doğru okunur, anlaşılır ve kavranırsa Marksist felsefenin diğer bütün felsefelerden üstün olduğu, güncelleştirmeye, uygulamaya açık olduğu net olarak görülür. Marksist felsefenin var olduğu savunulan eksiklikleri, yanlışları, boşlukları bizce temelde yanlış okunmasındandır, ayrıca farklı farklı yerlerde yapılan analizlerin birleştirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, maddeye bir yerde çok sık ve aşırı vurgu, başka bir yerde normal sınırlardaki vurguya yerini bırakmıştır. Ama farklı bir yerde maddi ve düşünce eşit şekilde yer almıştır vb. Fakat varsa eksikliklerin, yanlışların düzeltilmesi dogmatizmin reddi devrimci olmanın gereğidir.

Marksist felsefe temel yasaları ortay koymuştur, bu felsefeyi kavramak isteyenin asal görevi hem bu temel yasaları kavramak hem de üçüncü boyuttaki yani derinlikteki saiklerin kavranmasıdır. Derinliğin kavranması, bu temel yasaların kavranmasına bağlı olduğun için önemi büyüktür. Marksistler ( hatta tüm insanlar ) için doğadaki ve toplumdaki tüm olayları doğru kavramak ve yorumlamak, doğru yargılara varmak için Marksist felsefeye ihtiyaç vardır. Ayrıca mücadelede tıkanmamak sabırlı, tutarlı, medcezirleri de kabullenen olmak için yerine “daha doğru” başka bir “felsefe” konmadığı müddetçe en doğru felsefe olan diyalektik materyalizmi kabullenmek ufuk açıcı olup yolumuzu aydınlatacaktır.

bu felsefeyi var olan dönem ve konjonktürü hesaba katarak bilimsel kuşkuculuğu ( (Septisizm ) reddetmeden, sorgulayıcı, değiştirici, dönüştürücü şekilde mutlaklardan, şematizm den arınmış bir tarzda kullanmayı içselleştirerek öğrenmeyi kavramalıyız. Çünkü Marksizm bir dogma değil eylem için kılavuzdur. Dünyayı yalnız yorumlamak değil değiştirmektir söylemine ciddi önem vermektedir.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.