Bu haftanın doğal olarak tek konusu maden faciası olmuştur. Bartın- Amasra’da grizu patlaması sonucu 41 işçi adeta taammüden katledilmiştir. Bugüne kadar hemen tüm yazılarımızda kapitalizmin kirliliğinin güncel gelişmeleri üzerine yazdık. Bu güncel gelişmeleri Marksist çerçevede kapitalizmin genel yasalarına bağlamanın önemine değindik. Artık geçmişteki gibi kapitalizmin kirliliği ve yıkımının bütün özellikleri gizlenemez boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Bu iş cinayeti ve facianın da öncesi, sırası ve sonrasındaki gelişmelerinin önemli özellikleri de aleniyet anlamında ortaya çıkmıştır. Elbette kapitalizmde tam bir açıklık olmadığı gizlenen veya kapatılan yanların bulunması da sürpriz olmayacaktır.
Gelinen noktada iş cinayetleri yalnız madenlerde değil tüm işyerlerinde devam ediyor. İş cinayetlerinde önlenebilirlik oranı olarak bir bilimsel veri yüzde 98 derken, diğer bir bilimsel veri yüzde 100 önlenebilir demektedir. Dolayısıyla patronların küçük maliyetlerden kaçarak iş güvenliği tedbirlerini almadıkları için 20 yılda 1983 madenci işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Bu iş cinayetlerinin önlenebilir oldukları bu Amasra iş cinayetti ile de adeta bağıra bağıra gelmiş, belli olmuştur. 3 yıl önce Sayıştay 300- 350 kodlarda ciddi risk olarak grizuyu göstermiştir. Bu grizu patlaması da bu kodlarda meydana gelmiştir. Yine aynı Sayıştay kömür ocağında önlemlerin yetersiz olduğunu söylemiştir. Oysa önlemin hası çoktan alınmıştır. “ Endişe, korku ve panik yaratarak kamu düzenini ve barışını bozacak yayınlar için 3 yıla kadar hapis”. Ayrıca 5 Ekimde yine Sayıştay ve Taşkömürü görevlilerinin denetledikleri işyerinde aynı grizu riski gündeme gelmiştir.
Ama kapitalizm seri katil olarak öldürmeye devam ettiği için bu grizu patlama riskini de dikkate almamıştır. Kapitalizm bu seri katil olarak öldürme rutin tutumunu depremlerde, sellerde, yangınlarda da göstererek sosyal cinayeti taammüden işlemeye devam etmektedir. Kapitalizmin çürüme ve geberen olarak insanlığın normal halini dışlayarak yüksek kâr hırsı özellikle madenlerde somut verilerle görülmektedir. 6 bin işçinin yapacağı üretimi 400 işçinin yapması, bir başka veri ile 7 yıldaki yapılması gereken üretimin 3 yıla sığdırılması, yani az işçiyle çok üretim bu soysal cinayetlerin temel saiki olmuştur. Ayrıca bu taşkömürünün sanayide ve özellikle demir- çelik sanayinde kullanılması maden ve demir-çelik patronlarının işçilerden ekstra verimlilik anlamında ortaklığını da göstermektedir.
Bu sosyal cinayetlerin önlenebilir olduklarına bir somut örnekte görebiliriz. Bir maden işçisinin güvenli korunmasının maliyetinin 19 bin dolar olduğu belirtiliyor. Yani 100 milyon dolarla 7 bin işçinin korunması rahatlıkla yapılmaktadır. Erdoğan’ın koruma ekibine günde 1,3 miyon TL ayda 39 milyar harcanmaktadır. Egemenlerin bu benzeri harcamalarının küçük bir bölümü ile binlerce maden işçisi yaşıyor olacaktı. Yine işlevsiz olan şehir hastanelerine milyarlar akıtılırken maden bölgesinde uygun hastane olmadığı için yaralılar İstanbul veya Ankara’ya gönderilmektedir. Erken müdahale yapılsa hayatını kaybeden işçiler belki de yaşıyor olacaklardı. Ama kapitalizmin bu arkaik modern barbarlık hali elbette kan ve ölümlerden beslendiği için sosyal cinayetlerine seri katil olarak devam etmektedir. Bu sosyal cinayet hali dijital tedbirlerle Amasra faciasında da rahatlıkla önlenebilir olduğu söyleniyor. Gaz ölçüm aletleriyle 1 ölçekteki birikimde temizlik yapılması, 2 ölçek birikimde işçilerin tahliyesi gerekirken, 4-5 birikim patlama olduğu için bu yüksekliğe kadar adeta 41 işçinin katline yol verilmiştir.
Kapitalizmin doymak bilmez zenginleşme tutkusu Soma’da 301 maden işçisini taammüden katlederken de açıkça görülmüştür. Soma’da maden patronları maliyetleri düşürmek saiki birlikte küçük tedbirleri ( Yaşam odaları, maske vb ) almayarak 301 işçinin katili olmuştur. Kapitalizmde yargıda aleni şekilde egemenlerden yana olmuştur. Soma’da patron dışarıdadır. Soma işçisine tekme atan zat ödüllendirilerek Frankfurt’a ticari ateşe olarak atanmıştır. Ama işçilerin vicdanı olan avukatlar Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay cezaevindeler. Patronun her işçinin katli için 8 gün yatacak olması adaletin somut sınıfsal yanıdır. Öyle kirlenmiş, vicdanı kurumuş kapitalizm ve egemenleri ile karşı karşıyayız ki işçiler hala birikmiş tazminatlarını alamadıkları için Ankara yollarında biber gazı vb. saldırı ile durdurulmaktadır.
Erdoğan Soma iş cinayetinde 301 maden işçisinin hayatını kaybetmesine fıtrat diyerek bilinçli bir dini referansla hareket etmiştir. Bu Amasra iş cinayetine de kader diyerek bu tutumunu devam ettirmiştir. İşçilerin yaşatılması temel olması gerekirken, işçilerin ölü bedenlerinin çıkarılmasının öne çıkarılması ve bunun başarı olarak sunulması çaresizliğin, akıl tutulmasının dışa vurum halidir. Ama bu topraklarda güzel ölümlerden bahsedilmesi bilindiği için Erdoğan’ın bu açıklaması da sürpriz olmamıştır. Soma iş cinayetinin sorumlularından biri olan dönemin enerji bakanı Taner Yıldız NASA’da iki ölümlü kazayı bu iş cinayetiyle kıyaslayarak bir kez daha Soma yetmemiş olacak ki Amasra iş cinayetinin de kader gibi kaza diyerek Reisine katkı sağlamaktadır. Erdoğan’ın bu ve benzeri iş cinayetlerinden fıtrat ve kader diye bahsetmesi de adeta malumun ilanı olmuştur. Erdoğan’ın bu tutumu başat olarak iki saikle gündeme gelmiştir. Bunlardan biri Erdoğan’ın ideolojik olarak siyasal İslamcı kimlikte olmasıdır. Diğeri ise özellikle seçim yaklaşırken oy kaybını önlemek için kendi kitlesini kaybetmemektedir. Ama unutmayalım bu fıtrat, kader retoriği muhafazakar çevrede önemli ölçüde tutmaktadır. ( Kaza olan yerlerde bile bu dinsel aidiyetler başat olarak tepki çekmemektedir )
Bu sosyal cinayetler yalnızca Türkiye’nin değil küresel kapitalizminin de önemli sorunu olduğu için konu hakkında Engels ve Marks analiz ve analitik önermeleri ile konuya önemli katkı yapmışlardır. Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu adlı eserinde şunları söylemektedir. “Bir birey, diğerlerine bedensel bir zarar verirse ve böyle bir zarar da ölümle sonuçlanırsa, buna insan katli deriz. Mütecaviz kimse, yapacağı zararın ölümle sonuçlanacağını önceden bilirse, onun bu davranışına cinayet deriz. Aynı şekilde toplumda yüzlerce proletaryayı çok erken ve bir kılıcın ya da kurşunun yol açtığı ölümler kadar vahşi ve hiç de doğal olmayan bir ölümle karşılaşacağı duruma soktuğunda, binlerce kişiyi yaşaması için gerekli olanlardan yoksun ve yaşayamayacağı koşullar altında bıraktığında ve bu binlerce insanın yok olacağını bile bile bu koşullar içinde kalmalarına göz yumduğunda bir bireyin işleyebileceği cinayetten hiç de farklı olmayan bir cinayet işlemiş sayılır”. Marks’da Kapital’de “ Sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulaşmış olarak gelir “ diyerek bir dönemin kanlı panoramasını yapmaktadır.
Engels devamla “ Katil somut olarak görünmeyen, gizli ve kimsenin kendini koruyamayacağı bir şekilde gerçekleşen bu cinayet , belli bir emirle değil de ihmalkarlık olarak ortaya çıktığından gerçekte bir cinayete benzememektedir. Ama yine de cinayettir. Şimdi İngiltere’deki toplumun , işçilerin yayın organlarının sosyal cinayet olarak tanımladıkları suçu her gün ve her saat işlediklerini, işçileri ne sıhhatlerini koruyabilecekleri ne de uzun bir süre yaşayabilecekleri koşullar altına koyduklarını, bu işçilerin yavaş yavaş , azar azar hayati güçlerini ortadan kaldırdıklarını ve böylece daha vakit gelmeden onları mezara doğru koşturduklarını kanıtlayacağım. Daha da ötesi, toplumun bu koşulların sağlığa ve işçilerin yaşantılarına ne denli zararlı olduklarını bildiklerini ve yine de bunları düzeltmek için hiçbir şey yapmadıklarını göstereceğim. Ayrıca bu koşulların sonuçlarını bildiklerini ve bu yüzden de hareketlerinin sadece bir insan öldürme değil, bir cinayet olduğunu, resmi belgelerden, parlamento ve hükümetin raporlarından yapacağım, alıntılarla kanıtlamış olacağım.
Marks için “ Özünde artık değer üretmek , artık emek yutmak demek olan kapitalist üretim” sadece işçilerin manevi ve fiziksel güçlerini emerek onların körelmesine neden olmaz. Sermaye, “Bizzat emek gücünün zamanından önce tükenmesini ve ölümüne de sebep n olur”.
Marks için kapitalist üretim yalnızca artı değer sömürüsüne , artı değer hırsızlığına neden olmaz. Kapitalist üretim sistemi, “Sermayenin elinde aynı zamanda sistematik bir soygunculuk haline gelir, işçiye çalışırken gerekli olan hayat koşulları üzerinde , yani mekan, hava, Işık ve işçiyi emek sürecinin tehlikelerine veya sağlığa zarar veren etkilerine karşı alınması gereken koruyucu tedbirler üzerinde yapılan bir soygundur.
Marks da, Engels’de kapitalizmin açığa çıkardığı o muazzam üretici güçlerin aynı zamanda devasa yıkıcı; ölümcül güçler olduğu, felaketin de, cinayetinde sermaye birikim süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu hususunda nettiler. Ekolojik yıkımın ve nükleer savaş tehdidinin giderek daha belirgin hale geldiği günümüzde, kapitalist sosyal cinayet düzeninin bedeli giderek ağırlaşıyor, insanlık ve hatta gezegendeki canlı yaşamın bütünü açısından topyekun bir yıkım tehdidini gündeme getiriyor.
Troçki’de daha 1940’ta bu ihtimale işaret ediyordu. “Proleter devrim için gerekli nesnel önkoşullar sadece ‘ olgunlaşmakla’ kalmayıp neredeyse çürümeye yüz tuttular. Hatta önümüzdeki tarihsel dönemde, sosyalist devrim olmazsa, bütün insanlık kültürünü bir felaket tehdit etmektedir.
Yine Mandel “Sosyal cinayet artık kapitalist üretim ilişkilerine içkin bir arazdan, kapitalist gelişmenin mütemmim cüzünden ibaret değil. Durdurulamadığı takdirde yerküre üzerindeki bütün canlı yaşamı tehdit eden bir eğilim halini almış bulunuyor”. demektedir.
Yine Marks ve Engels Komünist Manifesto’da “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür ile köle, patrisyen ile plep, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ya tüm yapısının devrimci bir dönüşümüyle, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüyle sonuçlanmıştır. Yani Marks ve Engels’e göre kapitalizm koşullarında sınıf mücadelesinin iki olası sonucu söz konusuydu, Ya kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin devrim yoluyla dönüştürülmesi ya da yıkım.
Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nun sonlarına doğru tarım emekçilerinin mahkum edildiği sosyal koşulları aktarırken toprak sahiplerinin mülkiyet haklarını koruyan av yasalarının pek çok tarım emekçisinin hayatına mal olduğundan bahseder. Sonra şu soruyu sorar. Ama toprağın efendileri için bunun önemi nedir ki. Artık nüfustan bir iki kişinin yaşaması ya da ölmesi, onlar için hiçbir şey ifade etmez. Av Yasaları artık nüfusun yarısını bile ortadan kaldırsa, İngiliz toprak sahiplerinin hayırseverliğine göre bu diğer yarı için daha hayırlı olur. Engels ısrarla, üstüne basa basa vurgular. Sosyal cinayet, ( hatta imhacılık ) bilinçlidir. Cinayetler taammüden işlenmektedir demektedir.
Yine Marks’a göre kapitalist tıpkı maden, makine, kumaş, buğday gibi metaları satın almasına benzer biçimde iş gücü pazarından da iş gücünü satın alır. Yani kapitalist için diğer metalar gibi işgücü de bir metadır. Kapitalist böylece iş gücünü alırken, ister istemez işçiyi de almış olur. İşçinin işgücünü nasıl taşıdığı, sağlığı, hastalığı, ölüp ölmemesi kapitalisti ilgilendirmez,
Bu 41 işçinin aleni katliamı olan Amasra’daki sosyal cinayet koşulları, E. Zola’nın 19. Yüzyılda madenciliğin hangi vahşi koşullarda yapıldığını anlatan ünlü eseri Germinal’daki koşullarla yarışacak mahiyettedir.
SONUÇ YERİNE
Amasra maden alanındaki sosyal cinayet kapitalizmin bir sonucu olarak önemli olsa da, temel önemde olan kapitalizmin nedeni ve kendisidir. Kapitalizm güncel vahşeti olan bu maden sosyal cinayetini doğru anlamak ve kavramak için kapitalizmin temel yasalarına bütünsel anlamda vakıf olmak gerekmektedir. Kapitalizmin temel yasalarına vakıf olmak ise ancak her boydan kapitalizm değerlendirilmesi ile değil, Marksizm referansla değerlendirmekle mümkündür.
Kapitalizm üretim ve tüketim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyet ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak ) olarak önceki toplumsal sistemlerden farklıdır. Yani önceki sınıflı toplumlarda toplumsal, siyasi alandan ekonomiye diyalektik geçiş mümkünken, kapitalizmde ise ekonomik alandan toplumsal , siyasi alana geçiş başat olmuştur. Kapitalizmde işçi sınıfı ekonomik ,siyasi, kültürel olarak mülksüzleştirilmiştir. Üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyet ile üretimin sosyal niteliği ( yeni toplumun inşası için ) antagonist çelişki olarak devam etmektedir. Kapitalizmin temel yasaları olan ücret, fiyat , kâr, artı-değer diyalektik saiklerle devam etmektedir. Üretim sürecine katılanlardan hiçbiri artı değer, “yeni değer”, “fazla değer” üretmez. Değeri yaratan canlı emektir, yani insandır. Kapitalizm sürekli meta üretir, bu anlamda hemen her şey meta olmuştur. Bu durum kullanım değerinin reddi, değişim değerinin egemenliği demektir.
İşte kapitalizmin bu ve benzeri otantik varlığı, yani kapitalizmin kendisi iş cinayetlerinin nedeni olarak devam etmektedir. Amasra’daki iş cinayeti veya sosyal cinayetin önemli bir özelliği de Taşkömürü kurumunun bir devlet işletmesi olmasıdır. Soma’da 301 işçinin taammüden katliamı özel sektörde yaşandığı için daha açık ve net görülmektedir. Bu ve benzeri devlet işletmelerindeki iş cinayetleri ise üzerinin örtülmesi ve koruma kalkanına sahiptir. Bir kesim sosyalist tarafından da özel mülkiyete karşı devlet mülkiyeti, özelleştirmelere karşı, devletleştirmelerin savunulması bir illüzyon ve manipülasyon yaratmaktadır.
Amasra iş cinayetinin bir devlet kurumunda yaşanması ve 41 işçinin katliamı ile sonuçlanması ve Kozlu maden faciasında 8 işçinin katlinde sorumluluğu olan ve ceza alan kişinin Taşkömürü kurumuna genel müdür atanması somut olarak devletin sınıfsal yanını göstermektedir. Bu somut durum ve benzerleri bir kesim sosyalistler ve ulusalcıların kapitalizmde devletin sınıfsal yanını kısmi de olsa görmelerine neden olmuştur. Kısmi diyoruz çünkü bu eğilim kapitalizmde devletin sermayenin kolektif yapılanması olduğunu kabul etmiş değildir. Eleştirileri devlet işletmelerinin özel mülkiyet gibi yönetilmelerine olmuştur. Ya da liyakat anlamında yöneticilerin uygun seçilmemeleri olmuştur. Dolayısıyla bu eğilimler hala özel mülkiyete karşı devlet mülkiyetini alternatif ve çözüm olarak gördükleri için illüzyon ve kafa karışıklığı yaratmaktadırlar.
Kapitalizmin bu sosyal cinayet olarak vahşeti madenlerde yaşanmaya devam edecektir. Bu noktada önemli olan bu ve benzeri faciaları unutmamak ve unutturmamaktır. Egemenler emekçilerin acısını istismar etmekte adeta şerbetliler. Yani bir zaman sonra yaşam devam ettiği için emekçilerin, çocuk ve kendi yaşamlarının zorlukları öne çıkacağını bilen egemen güruh onları maddi destekle manipüle etmeye çalışmaktalar. Zaten genç işçiler başka iş olmadığı için biraz da fazla ücret aldıkları için bu ölüm çukurlarını zorunluluk olarak kabul etmektedirler.
Dolayısıyla bu çaresiz insanları iktidar ve egemenlerden yana tavır aldıkları veya sessiz kaldıklarında eleştirmek ancak üstenci bir tavır olur. İşte bu noktada devreye sendikalar ve sosyalist-komünistler girmek zorundadır. Sendikalar özellikle Türk-İş sarı sendika olduğunu bu vahşet şeklindeki iş cinayetlerinde bile göstermektedir. Türk-İş başkanın İktidar yanında adeta hazır oldaki biatı sürpriz olmamıştır. Özelikle Bağımsız Maden İşin sınıf sendikacılığı önemlidir. Bu ve benzeri sınıf sendikalarının temel görevi işçileri ve ailelerini sürekli kapitalizmin kirliğine karşı bilgi- bilinç anlamında eğitmeleridir. Sosyalist- komünistlerde işçi sınıfı ve bu ve benzer iş cinayetinde hayatını kaybeden işçilerin ailelerine kapitalizmin kirliliği ve kurtuluşun sosyalizm-komünizmle mümkün olduğunu somut verilerle sürekli anlatmalıdırlar.
Sonuçta bu ve benzeri sosyal cinayetlere karşı kapitalizm içinde de mücadele önemlidir. Bu mücadeleler iş cinayetlerinin azalması ve önemli kazanımla sonuçlanabilir. Bunun için işçi sınıfı ve tüm toplumsal ve siyasi muhalefet ülke çapın da üretimden gelen gücünü ve sokağı kullandığı ve bunu kazanıma kadar sürekli hale getirirse egemenler geri adım atacaktır, atmışlardır. Ama kapitalizmin yıkımına karşı kalıcı ve radikal tek çözüm proleter devrim ve onu üzerine inşa edilecek sosyalizm- komünizm olacaktır.