Yine acımasız ve yıkıcı bir doğa olayı olan deprem gerçeği ile karşı karşıyayız. Acımızın sonsuz ve tarifsiz olduğu bir toplumsal veya kitlesel toplu cinayet, barbarlık, haydutluk tavrı yine yoksulları vurdu. Bugüne kadar 150 yi aşan yazılarımızda en zorlandığımız yazı bu yazı olacak. Yine yakın zamanda yaşanılan pandemide bir kaç orta düzey ülke nüfusu kadar can kaybı meydana geldi. Elbette kapitalizmin koruyucu hekimlik değil de hastalık oluştuktan sonra tedaviye dönük ticari amaçlı sağlık sistemi bu katliam gibi kayıpların temel nedeniydi. Ama pandemi görünmez ve bilinmez bir virüsünün yıkımı olarak şekillendi. Ayrıca 2 yılı aşan bir süreci kapsamış hala da tam ortadan kalkmamıştır. Yine ortaya çıkış yeri de ülke içinde değil dışarıda yani Çin’den yayılmıştır.
Bu 10 ili ve 13,5 milyon insanı kapsayan yıkıcı deprem felaketinin farkı ise bir kaç gün içinde resmi sayılarla bu aşamada 35 bin insan kaybı , 100 bini aşan yaralı ile devam ediyor. Hala enkazlarda çok sayıda kayıpların olduğu kesin. Yaklaşık 10 bini aşan bina yıkımı olduğu söylendiğine göre kayıp sayısının gizlemezlerse 100 bini bulması sürpriz olmayacaktır. Yine bu deprem felaketi pandemi gibi dışarıda başlayıp yayılmamış, ülke merkezli yaşanmıştır. Daha da vahimi ve bize sonsuz acı veren ve bu yazıyı yazmadaki zorlanmamızın nedeni senelerdir başta AFAD olmak üzere depremlerde ilgili kurumların defalarca yazılı, kitap halinde getirdikleri tehlikenin boyutlarını egemenlerin hiç dikkate almamalarıdır.
Ayrıca alanında uzman olan özellikle yalnız bilgi düzeyinde değil sahayı gezen özellikle Marmara Denizinde sismik gemilerle aylarca tarama yapan Naci Görür gibi uluslar arası çapta deprem hocalarının adeta haykırışları dikkate alınmamıştır. Naci Görür kısa zaman önce adeta nokta atışı şeklinde Doğu Anadolu fayının kırılacağını Kahramanmaraş’la birlikte riski illeri belirtmiştir. Elbette bu derece büyük depremlerde sıfır kayıp olmaz ve bilimsel de değildir. Ama çok az kayıpla bu deprem atlatılabilirdi. Yani bu deprem adeta bağıra çağıra geliyorum demiş ve bilimin gereği olarak gelmiştir.
Elbette 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde ve 10 u aşan şiddetti olan iki büyük depremin aynı gün içinde olması bu depremin temel farkını göstermektedir. Ayrıca bu depremin eş zaman içinde 10 ilde yaşanması ve temel depremlerin büyüklüğü olan 6 veya 6,5 büyüklüğünün artçı deprem olarak görülmesi bu depremin adeta alameti farikası olmuştur. Yine bu bilimsel doğa olayları dışında bu illerde yaşanan deprem öncesi, sırası ve sonrasında alınması gereken hiç bir tedbirin alınmaması anlamında insan odaklı aymazlık, yaşaması gereken binlerce insanın kaybı ile sonuçlanmıştır.
Bu büyüklükte depremin pandemiden bir başka farkı ise pandemi de ölümler kişisel olup yalnız o insanı kapsarken, bu deprem felaketinde ölümler aynı anda toplu olup yalnız o insanın fiziksel kaybı dışında, tüm yaşam alanlarının ( maddi ve manevi tüm birikimler olarak ) kaybı olarak yaşanmıştır. Öyle acı veren bir felaket ki bu deprem onlarca yakınını kaybeden insanların tek başına kalmaları görülmüştür. Bu insanlardan bazıları artık burada yaşayamam diyerek göçü düşünürken, aynı durumda olan insanların bazıları ise bu topraklardan asla ayrılamayız, anılarımızın yoğunluğu var demektedirler. Dolayısıyla bir bölgenin ve onun içindeki 10 ilin yalnız fiziki yıkımı dışında, tarihsel, geleneksel, kültürel dokusu da yok olma noktasına gelmiştir.
Önceki bazı deprem üzerine yazılarımızda da deprem ve binalar öldürmez kapitalizm öldürür anlayışımız bu deprem ile daha görünür ve aleni hale gelmiştir. Bir de bu vampir egemenler adeta ( ayaküstü yalandan kim ölmüş yalanlarıyla ) rutin yalanlarıyla öldürmüşlerdir. Elbette otantik olarak kapitalizm vahşidir ama kendi yasaları ile kuralları, kurumları vardır. Türkiye kapitalizminin vahşiliği ise kendi kural ve kurumlarını reddeden şeklinde haydutça, barbarca, çürüyen, geberen olarak bir mefta şeklinde zombi olarak yok etmeye devam ediyor.
Örgütlü kötülüğün, toplumsal kötülüğün sıradanlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu durum 18. Yüzyılın ikinci yarısında, 1755 Lizbon depremi döneminin düşünürlerine bir çok soru sordurmuştur. Tanrı eğer iyi bir tanrı olarak insanların kötülüğünü istemiyorsa neden Lizbon depremini engellemedi dedirtmiştir o günkü düşünürlere. Bugünde siyasal İslamcı yobaz takımından prof.da olan biri “ Deprem değil, Allah öldürür. Depremde ölenler aynı anda Mars’ta da olsa yine öleceklerdi” demektedir. Bu anlayış adeta bir çırpıda deprem katilleri olan egemenlerin aklanması demektir. Kader, fıtratı da bu vicdanı kurumuşlar bilinçli olarak gündeme getirmektedirler.
Ama her defasında bilim bu egemenlere kaçamayacakları şeklinde dersini veriyor. Bazı yüksek binalar da dahil olmak üzere adeta moloz yığını olarak yerle bir olmuş durumda yıkılmışlardır. Bu katilleri öyle aleni yakalanmışlar ki bu deprem adeta turnusol olmuştur. Depremde ayakta kalması gereken hastane, okul, polis karakolu, havaalanı, afet merkezi vb bile yıkılarak veya hasar alıp kullanılmaz olmuştur. Yani öyle paradoks ki kurtaracaklar, kurtarılanlar hale gelmiştir. Mersin’de çatlayan tek bina Türkiye’nin en büyük şehir hastanesi diye reklamı yapılan şehir hastanesi olmuştur. Diğer taraftan 50 yıllık geçmişi olan binalar yıkılmamıştır. Maraş’ta TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının camı bile kırılmadan ayakta kalmıştır. Yine Hatay’da Erzin ilçesinde ne yıkım ne ölüm yaşanmıştır. Bunlar rastlantı değil bilime değer ve önem vermenin sonucudur.
Bir de bu olağanüstü ölümcül yıkım yetmemiş olacak ki bilim dışında hurafelerle ilgilenen ve bilinçli bir illüzyon ve manipülasyon yapan egemen güruh, depremle ilgili ABD Kürdistan kurmak için bu depremi çıkardı diyecek kadar yönünü kaybetmiş, şaşırmış durumdadır. ABD’nin böylesi depremleri çıkartmaya gücü yetse uygulaması sürpriz olmaz. Ama henüz bu büyüklükte deprem enerjisini üretecek teknoloji daha icat edilmedi.
Şimdilerde kapitalizm öldürür dediğimizde bir çevre kapitalist- emperyalist Japonya ve kapitalist Şili’yi örnek veriyorlar. Japonya’da son yaşanan 7,3 depremde 4 kişinin öldüğü söyleniyor. Yine daha önce 8 büyüklüğüne yaklaşan depremlerde de çok az insan kayıpları olduğu biliniyor. Bu ölümlerin çoğunun da kişisel hatalardan kaynaklı olduğu söyleniyor. O şiddette depremlerde bırakalım insanların kaçmasını evlerinde rutin işlerinde veya televizyon izlemekteler. Bu durum Japon kapitalizminin iyi niyeti veya merhametinden kaynaklı değildir. En geniş Japon halkının geleneksel kültüründen kaynaklı ( örneğin en küçük yanlıştan kaynaklı 10 asırlık intihar töresi Harakiri gibi ) bilinçli ve dirençli tavrının egemenler tarafından bilinerek yerine getirilmesidir. Ayrıca geç kapitalizmin emperyalist aşamaya gelinceye kadar yoğun bir üretime ihtiyaç duyması küçük bir insan grubunun bile depremden ölmesinin egemenler nezdinde engeli olmuştur.
Şili’de de 8,8 şiddetinde ve 3 dakika süren büyük yıkıcılıkta olan adeta hayatı durduracak büyüklükte depremden 600 kişinin ölümü görülmüştür. Şili halkının Latin geleneğinden kaynaklı mücadele kararlılığı Şili egemenlerine deprem öncesi, sırası ve sonrasında alınması gerekli tedbirlerle bu depremlerin zararlarının azalması sağlanmıştır. Japonya ve Şili’de insanlar depremle yaşamaya alışmışlardır. İlkokuldan başlayarak her düzeyde okullarda uygulamalı deprem dersi adeta bir kültür gibi şekillenmiş ve gönüllü yapılarak yaşam tarzı olmuştur. Zaten deprem bölgeleri için başka bir yaşam tarzı adeta ölüm olduğu için Türkiye gibi ülkelerin bundan azade durumu, deprem felaketlerinin büyük yıkımını getirmiştir, getirecektir.
Elbette ki kapitalizm içindeki bu tekil örnekler, analoji uygunsa Bonapartizm gbi genellenemez. Ayrıca hemen her durumda kapitalizmin içinde de bu benzeri kazanımlar mücadele ile aşağıdan veya yukarıdan alınır, verilir. Ama kapitalizmin varlığı bu kazanımların kalıcı olmasının engeli olduğu için geri alınmasını getirmesi de sürpriz olmayacaktır.
Bu girizgah şeklindeki genel değerlendirmeyi Camus’un özgün bir sözü ile tamamlamak istiyoruz. Camus “ Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” der. Elbette bu depremle birlikte küçük bir sayı dışında ölmeyecek insanlar on binler, yüz binlerle ifade edilecek sayılarla adeta taammüden, haydutça, barbarca, vampirce katil eller tarafından katledilmişlerdir.
Bu bölüme depremle ilgili somut gelişmelerin değerlendirmesi ile devam ediyoruz.
Açıktır ki büyüklüğü, şiddeti, 10 ili kapsaması, temel depreme benzeyen artçıları ve aynı gün içinde iki kez yaşanması anlamında sıra dışı bir doğa olayı olsa da böylesi bir depremde bile bu nesnel durumun arkasına sığınılmayacaktır. Yani sıra dışı olan bu deprem sıra içi olarak kapitalizmin bütünsel çöküşünü, enkaz altında kalışını getirmiştir. Adeta analoji yaparsak kolonları kesilmiş bir kapitalizm ile karşı karşıyayız.
Önce depremin bu yukarda açıkladığımız şeklindeki sıra dışı durumuna sığınmışlar, bu tutmamış yine kadere bağlamışlar, din adamları getirmişler, sala okutmuşlar bu da tutmamıştır. Yine rutin yaptıkları gibi ellerindeki tek kullanışlı ve şiddet aparatı olan devletin saldırısına aleni başlamışlardır. Literatürde geçen uygulamanın en görünen hali bu depremle aleni hale gelmiştir. Yani havuç şeklindeki rıza ve ikna araçlarının üretimi durduğu için bunları bile sopa ile, devletin baskı ve şiddet araçları ile yapmaları hemen tek yöntemleri olmuştur.
İşte 10 ilde 3 aylık OHAL böylesi noktada gündeme gelmiştir. 15 Temmuz ile kısa bir zaman olacak denilen OHAL yıllarca sürmüştür. Bu OHAL de yoğun bir toplumsal baskı olmazsa uzun süre devam edecektir. Elbette bu OHAL başat olarak depreme dönük olmadığı için burjuva muhalefetinde karşı çıkmasını getirmiştir. Dolayısıyla bu OHAL muhaliflere dönük ekstra bir saldırı olarak dönmüştür ve devamı da gelecektir. Özellikle enkaz altındakilerin kurtarılması için ( Yine yakınlarının haberleşmesi için ) önemli bir araç olan sosyal medyanın bir süre kapatılması bile egemenlerin vicdansızlığını, kirliliğini göstermektedir. Muhalif TV lere ceza, sol muhalefet güçlerini sahada ters kelepçe ile gözaltı olayı şimdiden sopa olarak OHAL’in kimler için geldiğinin somut göstergesi olmuştur.
Öyle bir vahşileşmiş kapitalizm ile karşı karşıyayız ki iktidarı ve tüm kurumları ile kirlenmiş olarak, bataklıktan çıkamaz haldeler. Muhalefet tarafından Yasama organına 58 deprem araştırma önergesi verilmiş hepsi reddedilmiştir. 8 kez de imar barışı veya affı çıkarılmıştır. 10 ilde 294 bin kaçak yapıya imar affı gelmiştir. Türkiye genelinde ise yaklaşık 3 milyon kaçak bina imar affı ile adeta ödüllendirilmiştir. Bu vahşet binlerce canın kıyımını getirdiği gibi ayrıca bu yoksul insanlardan 25 milyar toplayarak ekstra zenginleşmişlerdir.
Bu depremin bir başka yaşattığı yıkım da alınması gerekli ve zorunlu tedbirlerin zamanında alınmayarak veya geç kalınarak yerine getirilmesi olmuştur. Adeta diğer her alanda haşmetli olan devlet 2 gün adeta buhar olmuş, ortada gözükmemiştir. En hayati enkazdan kurtarılma saatleri olan 6 saat ve 72 saat kesiti bilerek heba edilmiştir. Bu derece çok sayıda ölümlerinde bu saatlerde olduğunu düşünüyoruz.
Her muhalif toplumsal hareketlerin üzerine elindeki her türden şiddet aracıyla zaman kaybetmeden saldırıya geçen asker veya diğer güvenlik en az 2 gün ortada olmamıştır. Her depremde şu veya bu şekilde yasal görevi olarak katkısı olan Kızılay ve AFAD bu daha da yıkıcı olan depremde adeta toz olmuşlardır. Daha sonra az sayıda asker ve özellikle AFAD ve bir ölçüde Kızılay piyasaya çıkmışlar ama artık geçmiş olsun. AFAD’ın bu ataleti yönetiminin ve kadrolarının ehli insanlardan değil tekbir getiren siyasal İslamcılardan oluşması sonucu sürpriz olmamıştır. En kirli ve vicdansız durumda, AFAD’ın tek merkez olarak şekillenmesi sonucu saniyelerin bile önemli olduğu zamanlarda saatler kaybedilerek diğer kurtarma ekipleri çaresiz kalmışlardır.
Diğer bir kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığına örnek olay ırkçılık olmuştur. Böylesi yıkıcı depremde bile ırkçılık , rekabet ve üstünlük yarışı ancak insanlık dışı bir tavır olmuştur. Başta Yunanistan, Ermenistan, İsrail gibi ülkelerin yardım talebi kabul edilmemiş, daha sonra zorunluluk ve toplumsal baskı sonucu 45 ülke yardım için Ankara ile bağlantı kurmuştur. Bu ülkelerin bir çok insanı kurtarması ve sevinçleri, sanırız ırkçılığa önemli ders olmuştur. Zaten halklar arasında ırkçılık, düşmanlık yoktur. Bunları yaratanlar her durumda egemenler olmuştur.
Irkçılığa bir somut örnek de Suriye’lilere yapılanlar olmuştur. Deprem öncesi de bir kesim solun da açık ,gizli hedefinde olan Suriye’liler depremde göçük altında kalmışlar, yaşayanlarda kurtarmaya katıldığı halde bu ırkçılık zehrinden kurtulamamışlardır. Elbette konu ırkçılık, faşizm olunca ilk ortaya çıkan görevli ırkçı olarak yine Ümit Özdağ olmuştur. Özdağ dükkanları yağmalayanlar Suriyeli, “askere vur emri verin” diyerek bir kez daha halklara düşmanlığını göstermiştir. Daha sonra yağmalamanın Suriyeli olmadığı ispatlanmıştır.
Bu noktada yağmala olayına değindiğimizde yine ırkçılar ve düzenlerinin bozulacağından korkanlar sonuca bakarak tutum alıyorlar. Böyle bir kaos durumunda organizasyon konusunda sınıfta kalanlar, aç insanlara el uzatmazlarsa o insanların yağma tutumları doğal ve meşru olacaktır. Bu yağmalama olayları irade dışında nesnel bir ekonomik, sosyal, psikolojik durumdur. Elbette bu tespitimiz mafya vari yağmacıları dışarıda tutmaktadır. Bir de bu insanlara dönük linç girişimi ne kadar arkaik bir tavırken, daha da vahim durum resmi görevlilerce bu insanlara işkence yapılmasıdır. İdam ve işkence kime uygulanırsa uygulansın telafisi mümkün olmadığı ve insanlık dışı bir tutum olduğu için her durumda karşı çıkılmalıdır.
Bu arada atlamadan belirtelim. Bu deprem Suriye’de de yaklaşık 6 bin insanın kaybına yol açmıştır. Zaten iç ve dış savaştan bunalan Suriye halkının bu depremden bu derece zarar görenlerin, depreme dayanıklı evlerden yoksun olan yoksullar olduğu da açıktır. Daha yoğun olarak İdlip’i vuran bu depremde bile yine şeriatçı, siyasal İslamcılar sahneye çıkıp, yardımları engelleyip, yardımları Türkiye’ye yönlendirmeleriyle ırkçı yanlarını da göstermişlerdir. Önemli ve olumlu bir gelişmede bu depremde birlikte birbirlerine düşman olan halkların barışması ve ketenlenmesi olmuştur.
SONUÇ YERİNE
Bu deprem felaketi ile bizim ortaya çıkarıp, derlediğimiz dışında bir dizi diğer insanlık dramlarının yaşandığı açık ve net olarak görülecektir. Kapitalizmin vahşiliğinin ve kirliliğinin eseri olan bu deprem felaketine karşı adeta seferberlik şeklinde aktif tutum içinde olunmalıdır. Çünkü bir deprem ülkesi olarak başta İstanbul, İzmir gibi büyük kentler olmak üzere beklenen deprem olması durumunda büyük bir kayıp, yıkım yaşanacağı açıktır. Bu öyle bir vahşilik, kirlilik, çürümüşlük, kepazelik ki insanlar anasının cenazesini çıkarmak için parayla adam tutmaktadırlar, yine böylesi bir felakette bile insanlar torpil arayışına girmek zorunda kalmaktadırlar.
Deprem enkazının altında kalan devlet-iktidar ortaklığı öyle dağılmış, şaşkın durumdaki, bu durum tedbir olarak uygulamalarında da açık olarak görülmektedir. Zaten çok zor koşullarda yurtlarda kalan öğrencilerin yurtlarının boşaltılarak oralara depremzedelerin yerleştirilmesi tek kelime ile akıl tutulmasıdır. Çözüm diye öğrencileri mağdur eden ancak bu devlet-iktidar aklı olabilir. Yine tedbir olarak tüm okulların kapatılması da çöküşün bir başka tezahürüdür.
Gelinen noktada kapitalizm içinde şu somut çözümler ısrarla savunulmalıdır. 1999 Gölcük depremi ile özel iletişim vergisi olarak toplanan 37 milyar dolar ortaya çıkarılması sağlandığında bu deprem bölgesinde ve özellikle İstanbul’da on binlerce konut depreme dayanıklı hale getirilebilir. Çünkü emekçilerden kesilen bu büyük miktar yasal olarak başka bir alanda kullanılamaz. Ama bu asalak güruh bu meblağı betona gömdüklerini rahatlıkla söylemektedirler. Dolayısıyla bu 37 milyar dolar ısrarla istenmelidir.
Deprem önlenemez bir doğa olayı olsa da az zararla atlatmak insan merkezlidir. Dolayısıyla deprem öncesi, sırasında ve sonrasında alınacak tedbirler bütün yönleri ile bilindiği için bu tedbirleri almak zor değildir. Elbette bütünsel bir tedbirler zorunludur. Yani yalnız yapıların depreme dayanıklı olması insanların yaşamasını sağlaması anlamında başat olsa da diğer alanlar olan yönetim, çevre, altyapı, ekonomi vb gibi doğrudan insan yaşamının alanlarının da önceden düzenlenmesi zorunludur. Tüm bu tedbirler içinde yerellerin bu tedbirler anlamında önceden hazırlanması da olmazsa olmaz noktada önemlidir. Çünkü bu depremde açık ve net olarak görülmüştür ki saniyelerin bile önemli olduğu koşullarda yardımların yerellerde değil de diğer yerlerden gelmesinde geçen zaman , kayıpların artmasını getirmektedir.
Yine bu deprem göstermiştir ki yoksul halkların dostu her durumda sol-sosyalistler olmuştur. Sahada her zorluğa katlanarak sınırlı olanaklar ile dayanışma, paylaşma örneği verenler onlar olmuştur. Bu dayanışmayı ve birlik anlayışını ( özellikle deprem bölgesinde HDP, CHP birlikteliği gibi ) somut hedef ve taleplerle devam ettirmek gerekmektedir. Bunlardan en başat ve önemli olanı iktidarın acilen, hemen şimdi istifa etmesinin ısrarla istenmesidir. Yalnız bazı bakanların istifa etmesi yetmeyecektir. Öyle bir batağa batmış iktidar ile karşı karşıyayız ki önceki mezalimleri bir yanda dursun. Bu depremde resmi sayılarla bir kaç ülke kadar yani 40 bine e yaklaşmış kayıplar olmasına rağmen bir kişi bile istifa etmiyor.
Japonya’da benzeri bir felaket durumunda yanlış yapılarak bir kişi bile ölmüş olsa o kişi bırakalım istifa etmeyi, anında harakiri yapması sürpriz olmayacaktır. Öyle bir burjuva siyasi garabet durum yaşanıyor ki, analoji yaparsak muhalefet iki kere iki dört eder diye önerge verse iktidar tarafından adeta bakmadan reddediliyor. Elbette bu durumun başat nedeni hemen hepsinin bulaştığı suç ortaklığıdır.
Bu istifa olayı iktidarın en zayıf döneminde üretim yerleri, sosyal medya başta olmak üzere hayatın her alanında gündeme gelir ve sokaklar ve meydanlar ısınırsa iktidarın kaçışı belki kurtuluşları olacaktır. Bu noktada toplumsal ve siyasal muhalefetin en güçlü partisi olan CHP yine geleneksel devlet bağlantılı misyonunu unutursa iktidarın istifası daha da kolaylaşacaktır. Ama yakın geçmiş tecrübe ile 7 Haziran 2015 seçimlerinde beklemediği tarzda tek başına iktidar olmayı kaybeden AKP adeta itelesen yıkılacak durumda iken CHP sokağı ve meydanları kullansa o iktidar gidecekti. Ama CHP iktidar ile koalisyon pazarlığına girmiş hem koalisyon gerçekleşmemiş hem de 1 Kasım seçimleri ile iktidar tek başına hükümet kuracak oranda oy almıştır. Elbette yalnızca istifa yetmeyecektir. Tüm sorumlular burjuva yasalarına göre de suçlu oldukları için cezalandırılmalıdırlar.
Yine yoksulların canı ve yaşamları için tüm birikimlerinin kaybına yol açan müteahhitler, yapı denetimciler, belediye ve ilgili bakanlık da yargılanmalı, hesap vermeli ve cezalandırılmalıdır. Toplumsal baskı sonucu bir kaç müteahhit tutuklansa da yeterli değildir. Adeta imar ve beton imparatoru olan bu iktidarın koruduğu müteahhitler ve diğer sorumlularda ortaya çıkarılmalı, dışarıya kaçmadan yakalanıp, tutuklanmalıdır. Bu da yetmeyecektir. Her emekçiden çaldıkları bu paralar faizi ile birlikte geri alınmalıdır.
Gelinen noktada ve süreç içinde başta büyük metropol olarak İstanbul olmak üzere bir çok yerde büyük depremler olması mümkün olduğu kapitalizm içinde de akut çözüm için yukarıda belirttiklerimizle birlikte yeni, yaratıcı çözümler üretilmeli ve ivedilikle hayata geçirilmelidir. Ama kapitalizm içinde de kararlı ve tutarlı tavır almak yine Devrimci Marksizm referansıysa kapitalizm eleştirisine ve alternatif olarak komünizmin praksisine sahip olmak gerekmektedir. Ayrıca başta deprem olmak üzere tüm doğal afetlerden en az zararla çıkmak için kalıcı, radikal, verilenlerin bir daha alınmayacağının zemini olan proletarya devrimi ve bağlantılı olarak adına ve aslına uygun komünizm ısrarla, tekrarla savunulmalıdır.