Kapitalizmin müsilaj şeklindeki kirliliği, güvenlikçi devletin, risk devletinin, faşizmin saldırganlığı, karanlığı günlük gelişmelerle , yükselerek devam ediyor. Böylesi koşullarda bizde yazıya yine bir koyu karanlığın adı olan 12 Eylül darbe ve askeri diktatörlüğün 42 yılı geride bırakıldığı bir dönemin bugünü ve geleceği nasıl şekillendirdiğini değerlendirerek başlamak istiyoruz.
Elbette amacımız 12 Eylülün önemli de olsa tarihsel gelişmelerini vermek olmayacaktır. Bu bizde dahil çoğu kez yapılmıştır. Dolayısıyla burada başat olarak üniformalı bir dönemden geldiğimiz noktada üniformasız bir dönemin benzerliklerini değerlendirmek olacaktır. Ayrıca kapitalizmin potansiyel bir açık diktatörlük eğilimi olan askeri diktatörlükler veya faşist diktatörlüklere geçmesi de mümkün olabilecektir.
Dolayısıyla işçi sınıfının sendikal mücadelesi de dahil yükselen mücadelesi ve 24 Ocak gibi dönemin ekonomik yıkım uygulamaları ancak 12 Eylül askeri darbesi ve sonucunda askeri diktatörlük döneminde uygulanabilirdi. İşte dönemde yükselen işçi mücadelesi ve 24 Ocak kararları ancak açık diktatörlük koşullarında bütünsel olara uygulandı. Başka çözüm olmadığı için askeri darbe ve askeri diktatörlük dönemine bir yıldır hazırlanıldığı, bütün yasal ve fiili tedbir ve saldırganlığın oluşturulduğu da bilinmektedir.
Öncelikle kapitalizmin önündeki engellerin aşılması ve 24 Ocak kararlarının rahatça uygulanması için tek engel olarak işçi sınıfının sendikal ve diğer mücadelesi görülmektedir. İşte 12 Eylülün ilk yaptığı da DİSK’in kapatılması ve yöneticilerinin tutuklanması olmuştur. Ayrıca öncü işçilerin işten atılması ve tutuklanmaları da dönemin özelliği olmuştur. İşçi sınıfının başta ücretler olmak üzere, grev yasaklarıyla önemli kazanımları ortadan kaldırıldı. Basın-yayın, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ağır baskı altına alındı. Burjuva yasalarına göre de hak olmayan lokavt hak olarak yasalaştı. İdamlar, işkenceler, cezaevlerin dolması da dönemin siyasi yıkımı olmuştur.
Yükselen sendika olarak DİSK’in genel başkanı Kemal Türkler’in 12 Eylülden kısa bir süre önce öldürülmesi ve daha önce 1977 1 Mayısında 500 bin kişinin katılımının korkusu iç ve dış egemenleri harekete geçirmiş ve tipik bir kontrgerilla saldırısı ile 30 un üzerinde işçi ve emekçi katledilmiştir. İşte bu ve benzeri saldırılar 12 Eylül darbe ve askeri diktatörlüğün gelişinin önemli işaretleriydi. Çünkü 12 Eylül patronların adeta bayramı, şenliği olacaktı. Nitekim dönemin etkin işverenler konfederasyonunun başkanı Halit Narin’in önce işçiler güldü şimdi sıra bizde açıklaması bunun somut teyidi olmuştur.
12 Eylülün bu arka plan saiklerini bugünlere diyalektik olarak uyarladığımızda gelinen noktanın dönemsel olarak bugünlerin özgün durumuna benzerlikler taşıdığını görürüz. Kapitalizmin kriz-çöküş durumu “yıkıcı yıkıcılık”, yıkıcı kaos, çalışan yoksullar, derin yoksulluk ağı oluşturarak dönemin özelliği olmuştur. Çoklu özellik olarak aynı an ve dönemde, enflasyon, devalüasyon, stagflasyon sarmalı işçi ve emekçileri daha yoksullaştırmıştır. Servet ve zenginlik giderek dar bir oligarşide toplanırken, orta sınıfların ( Özellikle alt-orta sınıfların ) proterleşmesi ile yoksullaşan işçi ve emekçilerin sayısı giderek yükselmektedir.
Yine daha geriye gitmeden devam edersek Gezi ile başlayan devlet şiddeti sonucu aleni 8 genç katledilmiştir. 15 Temmuz darbe kalkışması sonucu 250 ölü, yüzlerce yaralı olması dışında darbe kalkışması sonuç olarak başarısız olsa da OHAL ile güvenlikçi devletin saldırganlığı, şiddet ve baskısı hız kesmeden devam etmiştir. 7 Haziran 1 Kasım arası kontrgerilla saldırganlığı sonucu özellikle Ankara Garda İŞİD bombalı saldırısı sonucu 102 insanın katledilmesi sayısal yükseklik olarak ilk olmuştur. Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta öldürmeye dönük linç girişimi, İzmir’de kontrgerilla saldırganlığı olarak Deniz Poyraz’ın katliamı dönemin öne çıkan güvenlikçi devlet ve faşizmin uygulamaları olmuştur.
Ekonomik olarak somut duruma baktığımızda, yolsuzluk adeta yasal ve aleni şekilde uygulanmaktadır. Burjuva anlamda kuralların bile kuralsızlık olduğu koşullarda hazine garantili yap-işlet modeli adeta bir sektör olarak zenginleşme kaynağı olmuştur. Dönemin özelliği olarak borsa ve dijital para yeni servet birikiminin aracı olmuştur. Kur Korumalı Mevduat ile trilyonluk servetler anlık yasal mevzuat ile emekçilerden çalınarak dolar zenginlerine aktarılmıştır . Bu anlamda Merkez Bankası ile diğer bankalar arasında para alış satış uygulaması sonucu ilk başlarda 128 milyar dolar ,hırsızlığın adı olarak buharlaşmış olup, giderek bu miktar 200 milyar dolara yaklaşmış bulunmaktadır. Bu miktar yine emekçilerden çalınan meblağ olarak onların ekstra yoksullaşma demektir.
12 Eylül askeri diktatörlüğü ile bugünün öne çıkan uygulamalarının kıyaslanması kendi otantikliğinde özgün benzerlikler taşımasına rağmen neden bugünkü uygulamalar açık bir diktatörlük olan askeri diktatörlükle veya faşist diktatörlükle değil de örtülü diktatörlüklerin devlet biçimi olarak adı olan oligarşilerle uygulanmaktadır. Öncelikle şunu belirtelim kapitalizmin potansiyel bir eğilimi olan bu açık diktatörlüklerin şartlar uygun olduğunda gerçekleşmesinin zemini vardır. Yukarda da değindiğimiz gibi bu yıkım şeklindeki uygulamaların bu açık diktatörlük sürecini hızlandırdığını söylemek de doğru olacaktır.
Bugün neden kapitalizm bu alt-yapısal ve üst-yapısal yıkım uygulamalarını (Örneğin özellikle 24 Ocak kararlarının uygulaması zemin olarak ancak 12 Eylül askeri diktatörlükle gerçekleştirilmiştir.) açık diktatörlüklere gerek duymadan uygulanması birbirlerine diyalektik olarak bağlı süreçler sonucudur. Bu durum bir yanıyla var olan devlet aparatının sürdürülemezlik ve tıkanma anlamında ciddi zorlansa da başat olarak şiddet araçlarıyla, türev olarak rıza ve ikna araçları ile devamında var olan devlet yeterlidir.
Diğer yanıyla bu uygulamaların örtülü diktatörlük ile hayata geçmesinin temel nedeni 12 Eylül gibi sendikal ve diğer alanlardaki başta yaygın grevlerle yükselen bir işçi mücadelesi olmamasıdır. Var olan işçi mücadelesinin de parça parça olması, çabuk sönümlenmesi ve bu anlamda sürekli olmamasıdır. Ayrıca daha önemli olan işçi sınıfının özellikle artı değeri üreten mavi yakalıların 12 Eylül dönemine göre nicel ve nitel olarak gerilemesi, sendikalı işçi sayısının 12 Eylül dönemine göre oranının düşüklüğü mücadele seviyesini önemli ölçüde geriletmiştir.
Ama bu durum nesnel bir gerçeklik olsa da öznel, bilinçli, örgütlü çabalarla bu süreç aşılabilir. Bunun da çok defa söylediğimiz gibi çözümü Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturmasından geçmektedir. Elbette ki bu parti, ezberlerden, mutlaklardan azade bir şekilde dönemin değişme, gelişme, zenginleşmesine diyalektik olarak açık olmadır. Devrimci Marksizm’in evrensel ve güncel ilkelerini diyalektik olarak birleştirmelidir.
Böyle bir parti özgürlük ile disiplinin, yatay ile dikey örgütlenmelerin, öncüleri ile kitlenin diyalektik birliğinin adı olarak 12 Eylül dönemindeki mavi yakalı işçi sınıfının etkinliğinin yerine boşluğunu rahatlıkla doldurabilir. Bilinçli ve örgütlülüğün adı olan böyle bir parti dar anlamda öncülerin, geniş anlamda kitlesinin diyalektik birliğini oluşturacaktır. Bu durum esneklik ile merkezi olarak, geçici değil kazanıncaya kadar sürekli olacaktır. Böyle bir parti ufkunun adeta sonsuz genişliği ile bünyesinde tüm toplumsal bileşenlerin bilinçli ve fiili katılım ile bulunacağı için nerede başlayıp, duracağını da bilecektir.
Bu girişten sonra somut güncel gelişmelerin değerlendirilmesi ile devam ediyoruz.
Artık seçimlere sayılı ayların kaldığı koşullarda iktidar burjuva yasalarda bile suç olan uygulamaları ile birlikte öyle bir kirlilik ve karanlık yaratmış durumda ki, iktidardan düşerse ne olacağını kestirememektedir. Bütünsel konumunu kaybedeceği korkusu, endişesi içindedir. Dolayısıyla iktidardan gitmemek için her yola ( Yasal ve yasadışı olarak ) başvurmaktadır. Elbette iktidar kapitalizm sınırlarında iktidardan düşse bile yeni dönemde de yoğun bir toplumsal baskı olmazsa ciddi bir cezalandırmak ile karşılaşmayabilir, hatta devr-i sabık da sürpriz olmayacaktır. Tersine yoğun bir toplumsal baskı olduğu yeni iktidar döneminde beklenilenden daha fazla ceza veya zarar görmeleri de mümkün olacaktır.
Dolayısıyla devlet-iktidar ortaklığı başat olarak iç ve dış egemen kanatlardan aldığı destekle muhaliflere dönük saldırganlığa devam etmektedir. Bu durumu şimdilik iki alanda sürdürmektedir. Birisi Kılıçdaroğlu bağlantılı CHP’yi etkisizleştirmek, giderek altılı masanın parçalanması veya dağılması için her şeyi yapmayı bir merkezi karar olarak almış durumdalar. Diğeri Peker’in Saraya yaklaşan yolsuzluk, rüşvet ifşaları ile biraz daha dağılan iktidarın Peker’i susturma operasyonudur.
Kılıçdaroğlu’nun son dönemde hem parti içinde gücünü pekiştirmesi ve hem de dışa dönük öneri ve teklifler ile ( Örneğin, emekli ikramiyeleri, ÖTV indirimleri, Öğrenci burs faizlerinin silinmesi vb gibi önerileri ) iktidardan gündemi aldığı gibi, bu ve benzeri öneri ve tekliflerin iktidar tarafından anında yerine getirmesiyle de farkındalık yaratmıştır. Bu durum CHP’yi bütünsel olarak daha aktif hale getirmiştir. Özellikle Meclis kapalı olmasına rağmen grup toplantılarının her birini illerde yapması önemli olmuştur.
Ayrıca daha önce Cumhurbaşkanlığı adaylığında Erdoğan’a göre geride olan Kılıçdaroğlu’nun son dönemde Erdoğan’ı yakalayıp öne geçmesi, iktidarda konsept değişikliğine yol açmıştır. Yani daha önce CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adayı olarak önde olan İmamoğlu ve Yavaş’ın aday olmasını istemeyen Erdoğan ve çevresi şimdi Kılçdaroğlu’nun yükselişi sonucu adaylığının engellemek ve caydırmak için her türden numara ve tezgaha başvurmaktadır.
Anket şirketlerinin bazılarının satın alınması sonucunda, seçim sonuçları ile Erdoğan’ın oy oranlarını yüksek göstermek aleni uygulanmaya başlamıştır. Ayrıca CHP içinde bir kısım paraya düşkün veya zaaflı olan omurgasızlarında kafaya alınarak KIlıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığını engelleme girişimi, Kııçdaroğlu’nun aldığı bilgi dahilinde ( SADAT ‘da dönük etkin yerlerden aldığı bilgi vb gibi ) şimdilik deşifre olmuştur. Elbette bu süreç başka versiyonlar ile seçime kadar devam edecektir.
Gelinen noktada iç dış egemen kanatların desteği ile iktidar ( Seçimleri ertelemek veya kazansa da gitmemek dahil olmak üzere ) gitmemek için her yola başvurmaya devam edecektir. Muhalefet ise yine kendilerini destekleyen iç ve dış egemen kanatların desteği ile alternatif ve çözüm olarak yeni iktidara hazırlanmaktadır. Bu noktada iki egemen kanatlar arasında savaş devam edecek, kim diyalektik süreçte başat olursa o varlığına devam edecektir. Ama bir somut gerçeklikten bahsetmek gerekirse şimdilik tıkanan kapitalizm emekçilere kırıntıları verecek durumda olmadığı için burjuva muhalefete bile tahammül gösterecek durumda olmadığı da görülmelidir. Bu bize hemen şöyle bir çağrışım yapmaktadır. En eski parti geleneği olan İngiltere’de iki partili sistem vardır. Yani İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti. Burjuvazi sermaye birikim önünde engel olursa Muhafazakar Partinin , kâr oranlarının yükselmesi için de İşçi Partisinin İktidara gelmesini ister. Bu örneği şunun için verdik. Altılı masanın olası iktidarı hem İşçi Partisi, hem de Muhafazakar Parti eğilimini kapsamasına rağmen burjuvazinin tercihi olmasında korku veya endişe devam etmektedir.
Peker’in susturulması da sürpriz bir gelişme olarak görülmemelidir. Bu susturma son günlerdeki servis edilen bilgilere göre hem dijital olarak engellemek, hem de suikast sonucu öldürülerek engellenmek istenmektedir. Bu anlamda uluslar arası bir suikast timi kurulduğu ve 25 milyon dolar verileceği de servis edilmiştir. Peker’in özellikle seçimlere 2 ay kala açıklayacağı ifşa belli ki iktidarı, Sarayı adeta alt-üst etmiş durumdadır. Bu durum elbette Peker’in kişisel bir tercihi değil ifşalarının başından itibaren destekleyen kanatların sonucu yapılmaktadır. Özellikle BAE olması nedeniyle ABD ( CİA ‘nın ) korunmasında olması olağan olan Peker’in yine de başka suikast timlerince öldürülmesi de mümkündür. Hatta ABD ve bir kısım Türk egemenleri tarafından korunan ve desteklenen Peker yeni pazarlıklar sonucu bu güçlerce de öldürülürse sürpriz olmayacaktır.
Peker’e dönük İstanbul Beykoz’da evinin korunması için görevli olan 6 kişiye rağmen yapılan silahlı saldırı sonucu ile bir görevlinin ağır yaralanması bilinçli bir saldırı olarak görülmelidir. Çok kısa mesafeden yapılan bu saldırı öldürmek amacıyla değil korkutmak amacıyla yapılan bir saldırı olduğunu göstermektedir. Elbette basit bir alacak- verecek anlamında bir mafya saldırısı olması da mümkün olabilir. Ama başat olan bir gün öncesi bir gazetecinin Peker’e suikast yapılacağını açıklaması sonrası İstanbul’da ki saldırı Peker’e dönük suikastin devamı gibi gözükmektedir. Açıktır ki Peker’e dönük bu ve benzeri saldırılar özellikle seçimlere kadar değişik versiyonlar olarak da devam edecektir.
Son günlerin öne çıkan ve yoğun tartışılan bir konusu da CHP Milletvekili Gürsel Tekin’in bir soru üzerine HDP’ye bakanlık verilebilir açıklaması olmuştur. Bu açıklama ile adeta kıyamet kopmuş, hazır kıta bekleyenler tam boy saldırıya geçmişlerdir. Kürt düşmanı, ırkçı çevrelerin bu tavrı rutin olduğu için doğaldır. Bir de kendilerini sol gösterip olay Kürt sorunu olunca mutlaka ama ekleyenler var. Bunlarda isteksiz bir şekilde evet HDP’ye bakanlık verilebilir ama Tekin bu açıklamayı şimdi yapmamalıydı. Zamanı uygun düşmemiştir.
İşte bu amadan da destek alan ırkçı güruh saldırısını daha rahat ve yükselterek yapmaktadır. Tekin’in bu açıklaması üzerine İyi Partili belirli ırkçı tayfa ( Her Kürt sorununda olmak üzere ) hemen harekete geçmiş bu açıklamayı fırsat bilerek CHP’ye saldırıya geçmişlerdir. Bu rutin bir tavır olmuştur. Bu noktada bu tip sesler çıktığında Akşener sözde arabulucu tavır gösterirdi. ( Örneğin bir İyi Partilinin Alevilere karşı hakareti çağrıştıran açıklama yaptığında Akşener’in karşı çıkması ve özür dilemesini istemesi gibi ) Konu Kürtler ise aynı Akşener’in ırkçı yüzü hemen açığa çıkmaktadır.
Akşener Tekin’in bu açıklamasına karşı HDP’nin olduğu yerde biz, bizim olduğumuz yerde HDP olmaz demiştir. Daha da ilginç olan altılı masanın bir bileşeni olmasına rağmen Tekin’in bu açıklamasının CHP’nin genel anlayışı olduğunu söylemesi olmuştur. Elbette Tekin bu açıklamayı hangi saikle yaptı, amacı, çıkarı var mı, Tekin’in siyasi eğilimi vb önemli olsa da konunun özgünlüğünden bunlardan bağımsız yalnızca Tekin’in bakanlık açıklaması üzerinde durduğumuzu özellikle belirtelim.
Bizler İyi Partinin kuruluş anından bugüne merkez partisi olmadığını başat olarak faşist eğilimli parti olduğunu söylüyoruz. Bunu bir yanıyla MHP’den kopan bir kısım üst düzey ve tabanın İyi Partiye katılması, daha da önemli ve bağlantılı olan ise İyi Partinin HDP’ye adeta düşman gözüyle bakmasıdır. Bu öyle bir illüzyon yaratmış durum ki İyi Partililer ve Akşener’in bu ırkçı, faşizan açıklamasına karşı çıkmak gerekirken Tekin’le ve amalarla uğraşmak var olan düzeyinde somut göstergesi olmuştur. Gelinen noktada Kürt sorunun her şeyi kesen olduğu nesnellikle HDP’yi düşman gören bir anlayış merkez partisi olamaz. Bu durum önceki bazı yazılarda bahsettiğimiz gibi ırkçılık konusunda yer yer CHP ile örtüşen İyi Partinin bu ırkçı, faşist anlayışı bugün ve olası koalisyon olarak iktidara geldiklerinde önemli bir sorun olmaya adaydır. Şimdiden Kılçdaroğlu ve Akşener arasında bu açıklamadan kaynaklı sorun olduğunun belirtilmesi sürpriz olmamıştır.
Bu arada Kürtlere dönük ırkçı tutum ve saldırılar da devam etmektedir. Bu saldırılar iç ve dış saldırılar olarak devam etmektedir. Bu saldırılar adeta Nelson Mandela’nın sözlerinin teyididir. Mandela “ Türkleri tanımak istiyorsanız, sadece bir gün Kürt olmak yeterlidir” demektedir. Birleşmiş Milletler destekli kız eğitim merkezi, Türk savaş uçakları tarafından bombalandı. 4 öğrenci hayatını kaybederken, 11 öğrenci de yaralandı.
İçte ise fiziki bir saldırı olmasa da onun kadar etkili olan Musa Anter davasının zaman aşımına uğraması ile adeta tarih olmasıdır. Bu durum da gösteriyor ki Musa Anter korkusu hala devam etmektedir. Bilge olan birikimi ile Musa Anter egemenlerin kabusu olmaya devam ediyor. Burjuva yasalarında bile böylesi davalarda zaman aşımı olmamasına rağmen, zaman aşımı süresi 20 Eylülde doluyor, duruşma ise 21 Eylülde. Bu durum burjuva anlamda bile yargının bağımsız ve tarafsız olmadığının somut göstergesidir.
Bizler önceden Musa Anter davasının zaman aşımı ile sonlandırılacağını yazdığımızda duyarlı olunup kitlesel tepki verilseydi, bu durum engellenebilirdi. Açıktır ki bu tip saldırıların adresi kontrgerilla, JİTEM gibi yapılanmalar olduğu için yargı burjuva anlamda bile yasal görevini yapamamaktadır. Bu noktada şimdilik de olsa yasal süreç kapandığından, Anter’in oğlu zorunlu olarak dosyayı Kılıçdaroğlu’na vermiştir. Kılıçdaroğlu’nun iktidar olduklarında gücü yetecek mi (bu benzeri davalara ) yaşayarak göreceğiz.
SONUÇ YERİNE
Kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığına dönük güncel gelişmeler o kadar çok ki bunların içinden seçme yapmak zorunda kalıyoruz. Güncelliğini kaybetmediğini düşündüğümüz bir dizi olay ve konuyu gelecek yazıya bırakarak iki olayı ele alarak yazıyı sonlandırmak istiyoruz.
İstanbul Avcılar’da iki belediye metrobüsünün çarpışması sonucu AKP’li genç bir kadın önceden önlüklerle hazırlanarak şu açıklamayı yapıyor. Kaza sonucu binlerce yaralı var, sayıları belli olmayacak kadar ölü var. Kaza sonucu ölüm olmadığı, binlerce olmayan yaralananlar olduğu netleşmiştir. Bu genç elbette ki kendi inisiyatifi ile böyle bir açıklama yapmıyor. Zorunlu biat kültürü bu gence bu açıklamayı yaptırıyor. Bu açıklamanın ekonomik, sosyolojik, psikolojik, pedagojik saiklerle yapıldığı açıktır. İşsizlik, açlık , yoksulluk gençleri bu mekanlarda çalışmaya zorlamaktadır. Bu gencin ailesinin ve kendisinin siyasi eğilimi bu iktidardan yana olsa bile bizler Marks’ın “ Egemen fikirler egemen sınıfların fikridir” mottosundan referansla bütünsel değerlendirme yapmanın doğru ve gerçek olduğunu düşünüyoruz. Bu noktada sonuç olarak şunu söylüyoruz. Nasıl ki Rakel Dink’in sözleri ile çocuktan katil üreten kapitalizm, bu gençleri de yaşanan acılarda bile yalana, istismara başvurdurarak adeta kirletmekte, zehirlemektedir.
İstanbul’da çocuklarda dahil kalabalık bir AVM restoranında yabancı mafya gruplarının silahlı çatışması sanki bir gösteri gibi, kurgu gibi yaşanmıştır. Eğitimli oldukları belli olan bu mafya grupları çatışmasında ölüm çıkmamıştır. Ama özellikle çocuklar da bu çatışmanın psikolojik etkisi, travması gelecekte yıkım olarak yaşanması sürpriz olmayacaktır. Elbette bu mafya gruplarının yabancı olmaları anlamında bir kesim ırkçıların bunlara dönük saldırgan tutumu bizden her durumda azade olmuştur. Ama göçmenler içinde sınıfsal olarak büyük servet sahipleri ile yoksulları ayırdığımızı yani yoksullardan yana olduğumuz da açıktır. Bu anlamda Mafya gruplarının etnik yanlarına bakmaksızın kendi çıkarları olduğunda çocukları bile düşünmeden böylesi çatışmalara girmelerine de potansiyel olarak karşı olduğumuzda açıktır. Ama bu konuyu gündeme almamızın diğer önemli bir nedeni de burjuva anlamda bile kuralsızlık ve cezasızlık ortamının aleni ve görünür olmasıdır ki bu durum bu ve benzeri çatışmaların zeminini oluşturmaktadır . Bu da güvenlikçi devlet ve faşizmin kurumsallaşmasının hızlanmasının somut göstergesi demektir.