Kapitalizmin dünya sistemi olmasından kaynaklı olarak , küresel kapitalizmin kriz üretmede tüm ülkelere yıkım getirmesi daha görünür hale gelmiştir. Bu yıkım işçi ve emekçilere dönük açlık, yoksulluk ve ölüm olarak dönmektedir. Kapitalizmin kriz teorisinde diyalektik olarak rutin olan çevirim yasalarında toparlanma durumu giderek zorlaşmaktadır. Bu nesnel olarak alt- yapısal ve üst-yapısal süreçlerin farklılaştığını da göstermektedir. Kapitalizmin geçmişteki normal işleyişinde alt-yapısal veya üst-yapısal süreçlerinde birinin başat olduğunda diğeri onu dengeleyen koruma kalkanı göreviyle hareket ederdi. Bu durum kapitalizmin işleyişinde devlet biçimleri olarak burjuva demokrasilerine ve oligarşilere tekabül ederdi .
Gelinen noktada ise kapitalizmin kriz durumunun giderek çöküşe dönüştüğü noktada bu alt-yapısal ve üst-yapısal süreçlerdeki denge durumu ve koruma kalkanı durumu ortadan kalkmaktadır. Bu süreçler ( alt-yapısal, üst yapısal süreçler olarak ) adeta içe içe geçmiş şekilde anlık olarak işlemektedir. Bu durum somut işleyiş olarak çoklu krize tekabül etmektedir. Yani alt-yapısal olarak enflasyon, devalüasyon, stagflasyon durumu bütünsel şekliyle anlık olarak işlemektedir. Bu durum aynı an ve süreçte emekçilere yüksek pahalılık, yüksek işsizlik, ücret, gelir düşüklüğü olarak dönmektedir. Üst yapısal olarak ise artık kapitalizmin bu işleyişi güvenlikçi devlet, faşizm eliyle uygulanabilmektedir. ( Örneğin son dönemde İtalya ve Macaristan’da faşist eğilimde olanların iktidara gelmesi gibi )
İşte kapitalizmin bu somut kriz, çöküş hali servetlerin çok dar bir oligarşi elinde toplanmasını getirmiştir. Bu durumdan kaynaklı ise yoksul insan sayısı giderek yükselmektedir. Bu kapitalizmin insanın normal halini dışlayan, insanı kendisine, topluma ve doğaya yapancılaştıran halini de göstermektedir. Yani bu durum kapitalizmin çürüyen, geberen ve sürdürülemez özelliği demektir. Artık öyle bir kapitalizmle karşı karşıyayız ki egemenlerin emekçilere kırıntıları verecek durumları yoktur. Ya da verdiklerini yer yer fazlasıyla alan ve alacak olan bir kapitalizmle karşı karşıyayız.
Bu durum kapitalizmin “yıkıcı yıkıcılığına” tekabül etmekte olup aynı zamanda nihai krizi demektir. Dolayısıyla kapitalizm kendi içinden kendi mezar kazıcılarını da sürekli ( nicel ve nitel olarak ) üretmektedir. Artık daha da belirgin olarak bu kapitalizmin diyalektik, bütünsel durumu reforme edilemez, dönüştürülemez duruma gelmiştir. Bu anlamda geniş işçi, emekçi kitlesine yanlış hedef göstermek sosyalist-komünistlerin tavrı olamaz. Yani kapitalizm içinde çözüm arayışları ve antikapitalizm bile kalıcı ve radikal çözüm ve alternatif olmayacaktır. Bu durum yanlış hedef olarak da manipülasyon ve illüzyon demektir. Sonuçta tek diyalektik çözüm ve alternatif olarak mücadele anlamında sınıfa karşı sınıf, sistemsel inşa süreci olarak da proleter devrim ve sosyalizm-komünizm kalmaktadır.
Bu Marksizm referanslı arka plan girizgahtan sonra ve buna bağlı olarak küresel kapitalizm ve Türkiye kapitalizminin güncel gelişmelerinin değerlendirilmesine geçebiliriz. Küresel kapitalizmin kendi otantiğinden kaynaklı yani kapitalist mülkiyetin ( özel ve devlet mülkiyeti olarak ) varlığı tüm ülkelerde aynı veya benzeri yıkım getirmektedir. Bu yıkımın konuları da aynı veya benzer olarak tüm ülkelerde yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, alım gücü düşüklüğü anlamında düşük ücret, yoğun yolsuzluk ve rüşvet olarak yansımakta, yaşanmaktadır.
Özellikle Avrupa’da son dönem ve günlerde kapitalizmin gelişmişlik tılsımı giderek ve hızla bozulmaktadır. İstikrar ve sürdürülebilirlik de ciddi yara almış durumdadır. Dolayısıyla kapitalizmin yıkım hali görünür hale geldiği için eylemlerin yaz aylarından beri ilk kez kitlesel boyut kazandığı belirtiliyor. Fransa’da önce Paris’te başlayan eylem, daha sonra ülke genelinde yapılan bir günlük grev, işçi ve emekçilerin tepkisi bakımından önemliydi. Almanya’da da yazdan bu yana irili ufaklı yapılan, yüzler ve binler ile ifade edilen protesto gösterileri, altı büyük kentteki eylemlerle daha üst boyuta çıkmış durumda. İtalya, İspanya, Belçika, İsviçre, Avusturya, Çekya gibi ülkelerde de bugüne kadar değişik eylemler yapıldı ve yapılmaya devam edecek olarak gözükmektedir.
Fransa’daki genel grev, hayat pahalılığına karşı daha fazla ücret talebi açısından örnek teşkil ediyor. Bir gün boyunca hayat dururken, CGT sendikasının açıklamasına göre 300 bin emekçi de alanlara çıktı, insanca bir yaşam için taleplerini haykırdı. Bu süreçten aşırı kâr eden şirketlerden daha fazla vergi alınması, bütün ülkelerde emekçilerin başlıca ortan taleplerinden biri. Çünkü, enerji fiyatları üç-dört kat artmış durumda. Örneğin, petrol rafinesi işçilerinin greve çıktığı Fransa’da, enerji tekelleri Total ve Esso kârlarını ikiye katladı. Hükümetlerin atmak zorunda kaldıkları “tavan fiyatı” da emekçiler lehine ciddi bir yarar sağlamış değil.
Fransa’daki eylemler ayrıca emekten yana güçlerin sokağa çıkmasının aşırı sağın sosyal sorunları kullanmasının önüne geçme bakımından da ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Zira Avrupa’nın dört bir yanında ırkçı-faşistlerin sosyal sorunları kullandığı biliniyor. Eğer anti-faşist emek örgütleri bu süreçte alanlara çıkıp sorunlara sahip çıkmazlarsa tarihin tekerrür etme tehlikesi her zaman var. İtalya bu açıdan tehlike çanlarının çaldığı ilk ülke oldu. Fransa’da ki genel grev aynı zamanda bir süredir özellikle Alman solu açısından hayat pahalılığına karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de gösterdi. Fransa işçi sınıfının kullandığı, “Fransızca konuşmayı öğrenelim “ deyimi bugün bir kez daha gündemde.
Her şeyden önce ise Alman Sendikalar Birliğinin ( DGB ) bir bütün olarak protestoların içerisinde olmaması büyük bir eksiklik. Ülkedeki işçi sınıfının en büyük örgütü olan DGB’nin yönetimi , üyesi olan emekçilerden çok hükümetin tutumunu önemsiyor. Bu nedenle üye sendikaların eylemlerine katılmıyor. Bu durum bizlere tanıdık geliyor. Başta Türk-İş olmak üzere benzeri sendikaların hükümet ve devlet yanlısı tutumları biliniyor.
Ancak üretim yerlerinden ve sokaktan yükselecek ses yönetimleri aşacak düzeyde. Ekonomik gelişmeler ve toplumsal hareketin seyri Almanya’da zaman içinde bir ayrışmanın kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Özellikle de 2023 de bu yıl baş gösteren sorunların önümüzdeki yıl ağırlaşacağını bugünden ifade ediyor. Bütün sorun ise işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının her geçen gün daha zorlaştığı bu dönemde en büyük açmaz ve dezavantaj ülke içinde Devrimci Komünist İşçi Partisi ve dünyada Komünist Enternasyonalin olmamasıdır.
Türkiye kapitalizmine geldiğimizde, kapitalizmin kırılgan ve zayıf hali sürdürülemez noktada devam etmektedir. Bu kırılgan ve zayıf durum “yıkıcı kaos” ile birleşmiş durumdadır. Bu durumun somut hali ise klasik tekelci burjuvazinin kârları ( özellikle banka kârları ) yüksek düzeyde artarken, beşli çete vari türedi zenginlerin hazine garantili servetleri de katlanmaktadır. Ayrıca her alana bulaşan yolsuzluk ve rüşvet skandalları hız kesmiyor. Bu yıkıcı durum özellikle alt orta sınıflarında giderek yoksullaştığı veya önceki dönemdeki gibi rahat yaşamadığı koşullarla birlikte açlık ve yoksulluk ekstra kırılganlık, kaos üretmektedir.
Seçim tarihi yaklaştıkça bu kırılgan ve kaos durumu daha netleşmekte ve belirgin hale gelmektedir. İktidar seçimi kazanmak ve iktidardan gitmemek için her boydan rıza ve ikna araçlarını , baskı ve şiddet aparatını kullanmasına rağmen istediğini ve beklediğini bulamamaktadır. Ama emekçilere dönük asgari iyileştirmeler sonucu iktidarın yüzde 2,3 oranında yükselmesi bile burjuva muhalefete olumsuzluk yani kaos ve kırılganlık özellikle de panik hali olarak yetmektedir. Altılı masanın parçalı hali ve net bir senkronize olmamış durumları somutta özellikle Kürt sorununda seçim öncesi ve daha da önemli olarak ( Seçim sonrası Kürt sorunu masaya geleceği için ) seçim sonrası altılı masanın akıbetini belirleyecek durumdadır.
Ama sol-sosyalistler olarak da atalet, yeterince duyarlı olamamak, adeta ölü toprağı toplumsal ve siyasal muhalefetin de alameti farikası olmuştur. Bir normal olmayan durumda özellikle gençliğin ( özellikle üniversiteli gençliğin ) ataletidir. Oysa kapitalizmin bu derece kirlendiği , faşizmin karanlık saçtığı koşullarda öğrenci gençliğin öncülük yapması, gençliğin kendi aktif otantiğinin gereğidir. Bu olumsuz durum bir araştırma, inceleme konusu olmalıdır. Eğer bugün yani gelinen noktada, sansür yasası çıkmışsa, muhalif TV lere yasaklamalar geliyorsa , 11 Kürt gazeteci gözaltına alınmışsa, Türk Tabipler Birliğinin kapatılmasının yüksek sesle Bahçeli’nin savunusu yanına Erdoğan’nın da eklenmesi ilk işaretini Şebnem Hocanın tutuklanması ile sonuçlanmış ise , Amasra’da 41 madencinin taammüden sosyal cinayet ile katledilmesi üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen adeta unutulmuşsa bu durum yani atalet ciddi bir sorundur. Bu da araştırma ve inceleme konusu olmalıdır.
Oysa böylesi olumsuz yıkım ve karanlığın yaşandığı koşullarda yer yerinden oynamalı, adeta med-cezir yaşanmalıydı. İran’da olması gereken şekliyle mücadele değişik yaratıcılıklarla 1 aydan fazla devam etmektedir. Bizler önceki bazı yazılarımızda ısrarla yakın tarih olarak Gezi’den bugüne önemli olayları unutmamak için gündeme getirdik. Çünkü önemli olayları unutmamak geniş emekçi kitlesinin politikleşmesini geliştirmektedir ve mücadele azim ve kararlılığını da yükseltmektedir. İşte böylesi olumsuz ve yıkım koşullarının panzehiri ise evrensel ve günceliği diyalektik olarak yakalayan Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturmasından geçtiği de net ve açıktır. Ama tüm bu yıkıma karşı karamsarlığa da yer yoktur. Nasıl ki kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı varsa onun uzlaşmaz karşıtı olan komünizmin temizliği ve aydınlığı da olacaktır. Bu durum bilimselliğin gereği olarak, nesnel ve öznel süreçler olarak yaşanacaktır.
Bu bölüme ekonominin güncel gelişmeleri ile devam ediyoruz.
Kapitalizmin güncel ekonomik gelişmelerine bakıldığında onun temel yasalarına bağlılık durumu her geçen gün daha aleniyet kazanıyor, görünür hale geliyor. Enflasyon- pahalılığın günlük yükselmesi, adeta etiket değiştirmenin sektör haline geleceğini gösteriyor. Bu yükseklikte pahalılık durumunda önceden emekçiler ücretlerinin artırmalarını başat olarak isterlerken bugün pahalılığın ortadan kalkmasını değil, bir miktar düşmesini bile ister noktaya geldiler. Üretim ve tüketim araçlarının kapitalist mülkiyetinde tekelci durum pahalılığın temel nedeni olarak varlığını devam ettiriyor. Yani fiyatlar tekelci fiyatlar olarak belirleniyor. Tüketicilere ulaşıncaya kadar tedarik zincirindeki egemenlik fiyatları ekstra yükseltiyor. Artık en alt düzeydeki satış elemanları bile bu sarmalın yukardan başladığını bizim yapacağımız bir şey yok demektedirler.
Aynı zamanda pahalılıkla birlikte geniş işçi ve emekçisini açlık ve yoksulluk cenderesinde bunaltan diğer olumsuz durumda, yüksek işsizlik ve her geçen gün pahalılıktan kaynaklı alım gücünün düşüklüğü sonucu ücretlerin düşüklüğü olmuştur. Yine yüksek işsizliğin ve gelir düşüklünün nedeni olarak da kapitalist mülkiyetin varlığı temel olmuştur. Bu arada tarımdaki kapitalizmin dönemsel ve güncel yıkımının da küçük çiftçi ve tarım çalışanlarının mahvına devam ettiğini de belirtelim. Dolayısıyla Marksist iktisat yasalarındaki ücret, fiyat, kâr sarmalının güncelliği de kapsayan diyalektik gelişmesi enflasyon, pahalılık, yüksek işsizlik ve ücret düşüklüğünün belirleyeni olmuştur.
Kapitalist mülkiyetin sömürü mekanizmasını oluşturan artı değere bağlı olarak gelişen yolsuzluk, rüşvet ve lüks yaşam da emekçilerin ekstra açlık ve yoksulluğunu göstermektedir. Örneğin Cumhurbaşkanın 13 adet olduğu söylenen lüks uçakları, Külliyenin total harcamalarının uçuk derecede yüksekliği, yazlık, kışlık külliyenin her ilde yapılacak şekilde adeta külliye enflasyonun görüleceği şekilde devam edeceği de açıktır. Kıbrıs’ta da Cumhurbaşkanlığı külliyesi yapılacağı harcama miktarının 2 milyar 850 milyon olduğunu söyleniyor. Bu külliye için harcanacak miktarla 188 yeni okul, 13 yeni hastane yapılacağı, 107 MR cihazı satın alınabileceği belirtiliyor.
Yine güncel ekonomik gelişmeler olarak Merkez Bankasının faizi düşürme tutumu iktidarın rutin tutumu olarak devam etmektedir. Şimdilik MB 1 baz puan daha faizi düşürmüştür. Bunun da nedeni olarak doların 19 liraya yaklaşan yükselişi de devam etmektedir. Hem faizin düşüklüğünden, hem de doların yükselişinden servetler katlanırken, emekçilerin ekmeği küçülmekte ve açlık ve yoksul insan sayısı da giderek yükselmektedir.
Bu arada bütçe görüşmeleri başlayacaktır. Bu bütçenin de güvenlikçi devlet bütçesi olduğu açıktır. Devletin güvenlik aparatları olan TSK, MİT, Emniyet bütçelerinin yüksekliği devam ederken, sağlık, eğitim, sosyal güvenliğin bütçelerinin düşüklüğü de rutin kapitalist eğilim olmuştur. Ama bu bütçe için söylenecek çok detaylara da gerek olmayacaktır. Yani bu bütçe tek kelimeyle faiz bütçesidir. Bütçeden bu yıl 565 milyar TL yi aşan faiz ödemesi var. Bu faiz ödemeleri kur korumalı mevduata, tahvil ve borçları gidecektir. Elbette bu faiz yükünü de artı değer sömürüsünün yüksekliği, doğrudan ve dolaylı vergilerle emeçliler çekecektir.
Yine bu arada güncel ekonomik gelişmeler olarak iktidarın seçim yatırımı göstermelik konut desteği programı yeni versiyonları ile devam etmektedir. Önceki konut programı 5 yılda 500 bin konut desteği olarak açıklanmıştı. Yeni olan ise eşini kaybeden kadınlara dönük 18 yaşından küçük 3 çocuğu varsa 300 bin TL lik destek. Bunlar üzerinde duracağız ama öncelikle temel önemde yanları ele alarak Marksizm’in konut alanında tutumuna değineceğiz. İnsanların temel ihtiyacı olan konut sorununun öneminden dolayı Engels konuyu kitap boyutunda ele almıştır. Kapitalist mülkiyetin ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak ) egemenliği konut alanında da yıkım getirdiği için Engels İngiltere’de işçi sınıfının barakalara mahkum olduğunu bu şekilde konutların işçilerin sağlığını etkilediği için yaşam sürelerini de kısaltmasından bahsetmektedir. “ Saraylara savaş barakalara özgürlük” bir yanıyla da konut sorununa gönderme olarak gündeme gelmiştir.
Türkiye’de de kapitalizmin konut alanında ki özel ve devlet mülkiyeti olarak tekelci yapısı tüm inşaat sektörünün deki araç, gereçlerin egemenliğini de kapsamaktadır. Konut satışlarının ve kiraların yükselliği de bu kapitalist mülkiyetinin varlığına bağlıdır. Kapitalizmin anarşik yapısının en açık olarak görüldüğü yerde konut alanlarıdır. ( Bu durum ABD’de de konutta borç krizi “Mortgage” kapitalizmin köpüğü olarak yaşanmıştır ) Yani sorun konuttaki üretim düşüklüğü değildir. ( Diğer alanlardaki gibi kapitalizmin krizini, anarşik yapısını açıklayan aşırı üretim, eksik tüketim gibi ) Zaten konutta üretim düşüklüğü de yoktur. Somut verilere göre 4 milyon konuttan 800 binin boş olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla konut alanında da eksik tüketim yani talep yetersizliği temel sorundur. Özellikle devlet tekeli olarak TOKİ nin uygulamaları adeta konut alanının çöplüğe, hurdalığa döndüğünü göstermektedir.
Somut duruma geldiğimizde İktidarın önceki ve yeni açıklayacağı konut desteği de sonuçta tutmayacaktır. Çünkü gerçeklikten uzak ve her seçim öncesi açıklanan konut projeleri adeta fiyasko ile sonuçlanmıştır. Önceki 2 yılda 100 bin konut projesi de bazı alanlarda temel bile atılmadan atıl durumunda bırakılmıştır. Bu son 5 yılda 500 bin konut projesi aylık taksitleri ve önemli bir peşinatı kapsadığı için asgari ücretlileri ve altındaki ücretlileri kapsaması mümkün gözükmemektedir. Konu ile ilgili Bakan bu durumu bildiği için emekçilerden ek iş yapmalarını veya yakınlarından borç almalarını önermiştir. Dolayısıyla bu konut projesine başvurunun yüksekliği ( son olarak 7 milyon başvuru olduğu açıklandı ) bir kısım solu da olumlu olarak etkilemiş olacak ki bu başvurunun yüksekliğini iktidarın başarısı olarak görmektedirler.
Bu yüksek başvurunun bir illüzyon ve manipülasyon olduğu da görülmemektedir. Bu başvuru sayılarının yüksekliğinin iktidar tarafından başarı olması için asgari ücretlilerin ve onun altındaki ücret ve gelirleri olanların başvurularının başat yüksekliğine bağlıdır. Daha önceki uygulamalara bakıldığında 50 binden ancak 600 yoksul kişi başvuru yapmıştır. ( Onlarda bir çok şeyden kısıntı yaparak ve borçlanarak ) Dolayısıyla bu başvuru sayısının daha da yükselmesi mümkündür. Çünkü başvuru şartlarını karşılayacak ekonomik durumda olan milyonların varlığı bilinmektedir. Ayrıca başarının bir başka kıstası da bu konutlar zamanında teslim edilecek mi veya maliyetlerin yükselecek mi yaşayarak bakmak gerekecektir.
Yeni konut desteği olumlu gibi gözükürken, şartların bu desteğin de göstermelik ve gerçekleşme durumunun düşüklüğünü göstermektedir. 18 yaşından küçük 3 çocuğun olması şartlarında bu 300 bin desteğin verilmesi bu desteğin dar bir alanı dönük olduğunu göstermektedir. Bu desteğin makul ve önemli olması için tek şart eşleri ölen yoksul aileleri kapsaması ile mümkündür. Bu destek açıklanır açıklanmaz 2 veya 1 çocuğu olanlar veya yaşa takılanlardan yoğun tepki geldiği de açıktır. Bu durum bir yanıyla da ciddi bir manipülasyona dönme potansiyelini taşımaktadır. Yani evlat edinme, yaş küçülmesi gibi yoksullara adeta eziyet gibi uygulamalar sonuçta yoksul insanların istismarına yol açacaktır. Ayrıca bugünkü konut fiyatlarının yüksekliği ile 300 bin ile herhalde bir oda ( bir artı bir değil ) almak ancak ironik olacaktır.
SONUÇ YERİNE
Kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı dönemsel ve güncel gelişmeleri ile de giderek daha da görünür hale gelmiştir. Seçimler yaklaştıkça milletvekili transferleri başlamıştır. Giderek transferlerin fazlalaşması da sürpriz olmayacaktır. Geçmişte de gündeme gelen bu transferler bugün teknolojinin nimetleri ile daha aleni hale gelmiştir. Burjuva temsili sistemde bu tip transferler ( Çıkarlara dönük özellikle de milletvekilliğinin garantisi için ) olağan olup sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla bu tip transferleri gündeme almak başat olarak bizim tarzımız ve işimiz değildir. Ama iki transfer de yani teğmen Çelebi ve Feyzioğlu transferleri de sonuçta bizler için sürpriz olmamıştır. Ama bu transferlerin hem bir çıkar yanının hem de ideolojik bir yanının olması ve bunların sosyal demokrat eğilimde olan CHP’den kopmaları bu transferleri değerlendirmeye almamızın temelini oluşturmuştur.
Teğmen Çelebi milletvekilliği garantisi ve diğer akçeli çıkarlar ile bir yolculuk serüvenine çıkmış 10 partiyle görüştüğünü söyleyerek sanırız bir rekora imza atmıştır. Önce CHP’den koparak İnce’nin partisine katılmış orasını yeterli görmemiş, Ümit Özdağ’ın partisine katılacağı söylenmiş buradan da vazgeçmiştir. Elbette bu partilerin gücü ve olanakları şimdilik şartıyla Teğmen Çelebi’nin taleplerini karşılayacak durumda değildir. Geriye kalan ve bu taleplerinin fazlasıyla karşılanacak yegane yer iktidar olduğu için oraya adeta kapaklanmıştır. Akçeli işler noktasında ileri de daha belgeli ve netleşmiş durum ortaya çıktığında görüş belirtmek üzere bunu geçiyoruz.
İdeolojik olarak ise bu zat ve benzerleri adeta ırkçılık noktasında Kürtlerden ve HDP düşmanlığından beslenmektedirler. Bu güruh ideolojik eğilim olarak Kürt düşmanlığı yapan herkesle birlik olmakta en küçük bir beis görmemiştir. Bu eğilim aynı Doğu Perinçek- Vatan Partisi gibi Kürt düşmanlığı yapan devrimcilerin katilleri birlikte olmayı bile rahatlıkla yerine getirme durumundadırlar. Daha önce bu ulusalcılar konu Kürt düşmanlığı olduğunda düşünce bazda otomatikman iktidardan yana olurlarken, bu transferlerle artık pratikte de iktidar yanına geçmişler ve süreç şimdilik tamamlanmıştır. ( AKP’ye üye olmaları Cumhur İttifakı olarak iktidar yanlısı olmanın engeli değildir ) Şimdilik diyoruz sırasını bekleyenler olduğunu duyuyoruz.
Feyzioğlu da kendi kişisel akçeli işlerinin çözümünün İktidardan geçtiğini bildiği için geçmişte adının CHP genel başkanlığı için geçtiğini unutarak çark etmiştir. Ayrıca Barolar Birliğinin toplantısında Erdoğan’ın sert tepkisine ve toplantıyı terk etmesine yol açan konuşmayı da unutmuşa benziyor. Kıbrıs’a iktidar tarafından büyükelçi olarak atanarak bu iktidara görevini yerine getirmiştir. Aynı zamanda da CHP genel başkanlığı için adının geçmesi ve Barolar toplantısındaki konuşmasının da sahici olmadığı bugün daha da netleşmiştir. Sonuçta tam gönüllü ulusalcılar değil, yarı gönüllüleri bile bulaşıcı olarak zehir saçmaya devam edeceklerdir.