2022-07-09 16:54:04

Bizlere düşen kalan dilleri kesmek değil yaşatmaktır

Asım Öz

09 Temmuz 2022, 16:54

Küresel kapitalizmin kriz, çöküş hali her ülkeye aynı anda ve dönemde yansımasa da, sonuçta en zayıf halkaya uğruyor. Bazen bu durum aynı an ve dönemde bir dizi ülkede zincirleme olarak ve adeta domino etkisi olarak görülmektedir. Açıktır ki nesnel bir süreç olarak bu durum daha fazla ülkeyi kapsayarak, yayılacaktır. Kapitalizmin diyalektik olarak bir dünya sistemi olmasından kaynaklı taleplerde de bir ortaklık görülmektedir. Bu ortak talepler son dönemde benzin-akaryakıt zamları, yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret düşüklüğü, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya yolsuzluk bataklığı olarak görülmektedir.

Dolayısıyla kapitalizmin kriz, çöküş halinden kaynaklı direniş ve isyan hali bir veya birkaç ülke de hızlı başlayıp, sönümlenecek, başka bir dizi ülkeye sıçrayacaktır. Tekrar sönümlenen ülkeye sorunlara çözüm üretilmediği için uğrayacaktır. Kapitalizmin çevrim yasalarındaki tıkanma ,daralma durumunda artık toparlanma yasası ciddi zorlanma noktasında kırılganlık içindedir. Artık bu sürecin geçmişteki istikrarı olmayacak, giderek süreç bütünsel saiklerle ilerleyecektir. Kendi nesnel sonuçlarına ulaşacaktır.

Bu ilerleyen süreç giderek tek tek ülkelerde devrimci durumlara ve devrimlere yol açacaktır. Başarı öznelliğin niteliğine bağlı olacaktır. Bu diyalektik ve nesnel sürecin, nihai krizin dünya devrimine evrilmesi de sürpriz olmayacaktır. Bu durum kapitalizmin kırılganlığı ve parçalı yapısı içinde yalnız bir temenni ve ütopya değil, gerçekleşme potansiyelini de kendi içinde taşımaktadır.

Bu direniş ve hareketlenmeye son günlerde ki somut örnek İngiltere, Galler ve İskoçya’da benzin fiyatlarına yüzde 35 zam gelmesi sonucu meydanların direnişle hareketlenmesidir. Bu direnişin otantik sloganı “yavaş gitme” eylemi şeklinde devam etmektedir. Güneş batmayan sömürgeci imparatorluk olarak İngiltere’de de artık kapitalizmin yıkımı gizlenemez noktada aleniyet kazanmıştır. Bu durum yalnız ekonomik saiklerle değil, siyasi olarak Başbakan Johnson pandemi sürecindeki yalancı tutumu ile gelinen noktada bir çok bakanın istifası sonucu, istifa sırasının kendisine geleceği söyleniyor.

Bu arada Rusya-Ukrayna savaşı yüksek sesle olmasa da devam ediyor. Önemli bir olay olunca bu yüksek ses çıkmaya başlıyor. Rusya’nın Kremençuk’ta AVM’ye füze saldırısı sonucu bir çok sivil ölü ve kayıp olduğu söyleniyor. Bu ve benzeri olaylarda yanlış ve kirli bilgi olması savaşın kuralsızlığı sonucu normaldir, olağandır. Yani bu benzeri saldırıları Rusya değil de NATO güçleri yapmış olsa ne değişecek, ölenler, yaralananlar sivil mazlum insanlar olmayacak mı.

Yine NATO’nun Madrid toplantısının tartışmaları devam ediyor. Geçmişteki NATO toplantıları bu derece gündemde kalmazdı. Bunun temel nedeni Rusya -Ukrayna savaşının ve yükselen değer olarak Çin’in varlığı sonucu artık NATO geçmişten daha belirgin ve net şekilde yalnız bir askeri birlik değil, siyasi birlik olmuştur. NATO’nun yeni konseptine göre Rusya’nın baş tehlike, Çin’in asıl tehlike olmasına karar verilmesi bir kelime oyunu değil, sorunların en ince noktaya kadar analizinin yapıldığını göstermektedir.

Yeni NATO konseptinde kitle imha silahları tehditleri bağlamında Kuzey Kore ve İran’dan ilk kez bahsedilmektedir. Yine NATO içinde olmayan Yeni Zelanda, Güney Kore, Japonya, Avustralya zirveye davet edilerek, bu ülkeler de adeta NATO’ya ısındırılarak, genişleme eğilimi devam etmektedir.

Ayrıca NATO Madrid toplantısının bir amacı da Kürt düşmanlığı çerçevesinde AKP-MHP iktidarı ile ortaklıklarıdır. Yine NATO bu toplantıda 10 yıllık stratejik planını belirledi. NATO mevcut küresel ortamı Soğuk Savaş döneminden daha tehlikeli, daha belirsiz süreç olarak tanımlamaktadır. Yine aynı NATO, küresel kapitalizm, kolektif emperyalizm Kürt gerçekliği karşısında yeni konseptler geliştirmek peşindedirler.

Dünya arenasında ki bu son gelişmelerin de etkisiyle Türkiye kapitalizminin çöküş halinin getirdiği bütünsel yıkım da güncel gelişmeler ile devam etmektedir. Kapitalizmin temel yasaları olan üretim ve tüketim araçları üzerindeki özel ve devlet mülkiyeti fiyatları, yani enflasyonu-pahalılığı belirlediği için iktidar-hükümet istese de bu durumu ( Geçerli ve çözüm olmayan zabıta tedbirleri alsa da ) engelleyemiyor.Dolayısıyla kapitalizmin temel yasaları güncel alınan tedbirler ve uygulamalarda açık ve net olarak görülmektedir.

Kapitalizmin kirliliği ve yıkımı, faşizmin karanlığı güncel bir dizi olay ve konuların gelişimi ile devam ediyor. Bu dönemde kapitalizmin rutin kirliliğine olağanüstü kirliliği de eklenmektedir. Bu kirlilik Aktrollerin adeta bir sektör olarak görevlerine devam etmeleridir. Yüz binlerce sayıları olan bu güruhun bir kısmı düzenli maaş alırlarken, bir kısmı da attıkları yalan yanlış mesaj başına 300-500 lira almaktadırlar. İşte bu ülkede 30 milyonu aşan açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan insan varsa bu asalakların varlığı önemli nedenlerden biridir.

Bu 30 milyonun yarattığı değerlerden beslenen bu güruhun bu görevleri bireysel değil, merkezi bir görev olarak şekillenmiştir. Yani merkezi olarak kurulan iletişim başkanlığı adeta takiye üretimi bir başkanlık olarak Alman Goebbels vari taktiklerle bilinçli, planlı faaliyetine hız kesmeden devam etmektedir. Bu Aktroller ordusunun burjuva yasalarıyla bile suçları katlanmış olan Soylu, Albayrak, Küling arasında pay edilmesi yani bunların egemenliğinde olmaları bilindiği için daha fazla bir şey söylemeye gerek yoktur. Bu üçlünün varlığı kirliliğin boyutunu göstermesi anlamında yeterlidir.

Ankara Kızılay’da Somali’li esnafa hem siyahi olması anlamında, hem de , sarı, yeşil, kırmızı renklerle iş durumunu belirten pankartın PKK’nın renkleri olduğu gerekçesiyle polis saldırısı, rutin bir ırkçı, faşizan saldırıya somut örnek olmuştur. Osmaniye’de geçici barınma merkezinden Suriyeli olduğu söylenen 35 sığınmacının firar etmesi sıradan bir firar değildir. Suriye’den kaçanların zorunlu olarak Türkiye’ye geldiği düşünüldüğünde , bu insanların firar etmeleri saldırı, baskı ve bütünsel zorluklar sonucu gündeme gelmiştir. Devamla ırkçı ve faşizan saldırıya bir diğer somut örnekte yaşanmıştır. Van’ın Saray İlçesinde 40 a yakın göçmenin olduğu ifade elden midibüse ateş açılmış. 4 yaşındaki çocuk katledilmiştir.

Bu arada egemenlerin temel taktikleri olan bir taşla çok kuş vurma durumuna örnek olayda , Pınar Gültekin cinayetindeki indirime karşı Erdoğan’ın idam konusunu tekrar gündeme getirerek onaylayacağını belirtmesidir. Bu durum idamın telafisi mümkün olmayacağı ve bu anlamda caydırıcı olamayacağı kesindir. Bu noktada bu katillere diğer ağır cezalar verilmesi mümkünken idam istenilmesi bir tuzak olarak idamların başat olarak hemen her durun ve dönemde muhaliflere uygulanmasından kaynaklıdır.

Bu arada sessizce geçiştirilen, duyulması istenilmeyen bir gelişme de Kürt bilge-aydını Musa Anter cinayeti davasının 3 ay sonra zaman aşımı ile düşeceği, ortadan kalkacağıdır. Katilleri , tetikçileri bilinen bu cinayetin bir kontrgerilla katliamı olduğu açıktır. İşte böyle bir cinayetin bırakalım bütünüyle ortaya çıkmasını, küçük bir yanının bile aydınlatılması istenilmeyen noktalara gideceği korku ve endişesi, bu davanın bilerek, zaman aşımına uğratılmak istenildiğini göstermektedir. Bu durum açıktır ki Musa Anter gibi Kürt bilge-aydından egemenlerin yaşarken korkularının, katledildikten sonrada devam ettiğini göstermektedir.

Son dönem ve günlerin adeta flaş olay ve konusu arka arkaya ortaya çıkan yolsuzluklar olmuştur. Yakın dönem sayılabilecek olan Adnan Oktar çetesiyle başlayan süreç Sezgin Baran’la devam etmiş, son günlerde özellikle Peker’in ifşaları sonucu Demirören, demir -çelik kralı Evcil ve ünlü denilenlerin de içinde olduğu Sarallar operasyonu ile devam etmektedir. Bunlar görünen kısım olup, gizlenenlerin çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Zaman içinde diğer bazılarının da servis edilmesi sürpriz olmayacaktır.

Bu noktada mafya tipi yolsuzlukların detayları önemli olsa da bizim açımızdan siyasi bazdaki özü olacaktır. Dolayısıyla mafya yolsuzluklarında , aynı zamanda kendi içinde çıkarlar çelişkisi sonucu olarak cinayetlerde görülmektedir. Bu mafya tipi yolsuzluklar diyalektik olarak bütünsel saiklerle şekillenmiştir. Yani devlet mafya içinde, mafya devlet içinde aktif olarak var olduğu koşullarlarda bu yapılar varlıklarını devam ettirmektedirler.

mafya tipi yolsuzlukların servis edilmesi ve operasyon yapılması bir yanıyla devleti de ilgilendiren ve bağlantısı olan yerlere ulaşmasını engellemek, diğer yanıyla bu yapıların bütününe değil bir kısmına dönük bu operasyonlar seçim dönemine dönük propagandayı kapsamaktadır. Ama bu süreçte bu yolsuzlukların bu kadarı bile olsa ortaya çıkarılması veya ortaya getirilmesi bir kitle baskısı sonucu yaşanması da önemlidir. durum ayrıca geniş emekçi kitlesinin bilgi-bilinçlenmesine de katkı sağlayacaktır.

Sonuçta tüm bu olumsuzluklara, yıkıma karşı üretimden gelen güçle, sokakların aktif kullanılması başarıyı getirmektedir, Burada temelde önemli olan bu mücadelelerin parça parça değil mümkünse eş zamanlı ülke çapında yapılmasıdır. Egemenlere özellikle son dönem ve günlerde gerek İstanbul Sözleşmesinde geri adım attırmak, gerekse bir sansür ve oto sansürün yasasının ertelenmesi bu tepkisellik ve mücadele ile yaşanmıştır.

Bu bölüme son günlerin öne çıkan ve önemli gördüğümüz konuların değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Ekonomin güncel gelişmelerine baktığımızda kapitalizmin yıkım ve kirlilik halinin en yakıcı olarak görüldüğü alan hipere yaklaşan enflasyon-pahalılık olmuştur. Emekçiler ve yer yer orta sınıfları da etkileyen bu enflasyon-pahalılık durumu çekilmez noktada el ve cep yakacak boyutlara gelmiş durumda. Bu enflasyon pahalılık durumuna karşı nominal ücret ve gelirler değil, geçek ücret ve gelirler yükseltilse emekçiler bir denge tutturacaklardır.

Oysa son verilere göre TÜİK için enflasyon yüzde 78,62, ENAG ‘a göre 175,55 olan enflasyon sarmalı, gıda enflasyonu olarak yüzde 90 ‘ı geçmiş durumda. Birde çarşı Pazar pahalılığına baktığımızda yüzde 200 lere yaklaşan enflasyon olduğu rahatlıkla görülecektir. Bu durumuna rağmen nominal olarak yükseltilen asgari ücretin yüzde 30 lar olarak artırılması ( Asgari ücret net 5 bin 500 e yükseltilmiştir ) ve memur ve emeklilere yüzde 40 zam bu bütünsel enflasyon-pahalılığı düşündüğümüzde TÜİK oranlarını bile karşılayamamaktadır. Dolayısıyla bu enflasyon-pahalılık şimdiden ücret ve sabit olan gelirleri eritmiş olup, süreçte bu erime daha net hissedilecektir.

Bu koşullar da işçi ve emekçiler için ücret ve gelirlerin artırılması ne kadar önemli ise daha da önemli olan enflasyona-pahalılığın durdurulması veya zamların geri çekilmesidir. Alım gücü olarak ücretlerin erimesinin engellenmesinin temel nedeni budur. Bu durumu sağlayacak olan sendikalar ise hala adeta kış uykusundadırlar. Asgari ücret toplantılarına işçi sınıfını temsilen katılan Türk-İş kendi düşük olan asgari ücret miktarı olan 6 bin 391 liraya bile ulaşamamıştır. Buna rağmen geçmişte açık mikrofon azizliğine uğrayan Türk-İş Başkanı patron yanlısı işçilerle alay eden bir açıklama yapmıştır. Bugünde açık mikrofonun azizliğine uğramadan Cumhurbaşkanına teşekkür etmektedir. Tek kelimeyle ve uzatmadan söylenecek olan sendika yönetimlerine bürokrat sendikacılar yerine sınıf bilinçli işçiler gelmedikçe bu olumsuz sürecek devam edecektir.

Son günlerin bizce göre önemli ve öne çıkan diğer bir konu da Ümit Özdağ’ın son açıklaması olmuştur . Psikolojik savaşın uzmanı olan Özdağ yine zamanlamayı yakalayarak bir açıklama yapmaktadır. Resmi bir görevi olmamasına rağmen devletten ( özellikle başta MİT olmak üzere diğer istihbaratlardan bilgi aldığı açıktır ) bilgi aldığını ve operasyon kararları verdiğini söyleyen bir görev adamı olarak her açıklamasına ihtiyatla, şüpheyle yaklaşılmalıdır.

Özdağ’ın iç savaş çıkacak açıklaması, aktif kodu olanların hava alanlarından Türkiye’ye girdiği açıklaması ve Konya’da üretilen silahların kimlere verildiği açıklaması, öncelikle bir Özdağ tarzı olup bir taşla çok kuş vurma tarzıyla da görevini yerine getirmektedir. Bir yanıyla korku yaymanın psikolojik savaş yöntemimdeki önemini bilerek bu açıklamayı yapmaktadır. ( Peker’in kan banyosu açıklamasını SADAT ile birlikte korku yaymak için yaptıklarını belirtmesi gibi ) Diğer yanıyla, tek risk olarak mültecileri ve FETÖ’yü hedefine alarak mültecilere karşı ırkçı ve faşizan yanını aleni göstermektedir. FETÖ ‘ye karşı hedefi ise kendi ırkçı- faşizan kontrgerilla yapılanmalarının gizlenmesi saiki ile yapması da sürpriz olmayacaktır. Elbette bu iç savaş, aktif kod, Konya’daki silah dağıtımının doğru olması da ( kapitalizmin bu kirli ve faşizmin karanlık ortamında ) sürpriz olmayacaktır.

SONUÇ YERİNE

Bu bölümde bir kaç gündür ciddi boyutlarda ve yoğun tartışılan Dayanışma’daki tartışmaya katkı amacıyla değerlendirme yapmak istiyoruz. Öncelikle belirtelim konuyu kişilerin tek tek ne söyledikleri üzerine değil, ilkeler bazında değerlendirmenin doğru ve uygun olduğunu düşünüyoruz. Zaten muhteva çerçevesinde tartışılan konuyu yalnız buradaki arkadaşlar gündeme getirmiyorlar. Uzun zamandır bu muhtevalı konular gündeme geliyor. Bazen dönemsel özelliklerden kaynaklı ( Kürt Hareketi ile ilgili önemli gelişmeler olursa ) daha yoğun tartışılmaktadır.

Bu noktada şunu da özellikle belirtelim. Ezen ulus sosyalisti-komünisti olarak Kürt sorunun otantiğinden kaynaklı en küçük noktada bile şovenizme, sosyal şovenizme düşmemek için azami ihtiyatlı ve dikkatli olmak gerektiğini düşünüyoruz, düşünmeliyiz.

Yine tartışılan konu muhteva olarak şunları kapsamaktadır. PKK ve HDP’nin milliyetçiliği, emperyalizmle bağı, Türkiye partisi olamaması, HDP’nin PKK ile arasına mesafe koyamaması gibi. Yukarda da belirttiğimiz gibi bu savunu genelde de aynı siyasi çizgi ve anlayışı savunanların ortak görüşü. Dolayısıyla başat olan bu konuların varlığı nedeniyle elbette “kuyrukçuluk” gibi konular teorik ve felsefi tartışmalar olarak önemli olsa da bu tartışılan konular içinde bizce tali kalmaktadır. Kendi adımıza kısaca şunları söyleyerek bu bahsi kapatmak istiyoruz. Siyasi çizgi olarak proleter devrim ve sosyalizmi-komünizmi tutarlı ve tavizsiz savunduğumuz noktada dönemsel ve zamansal olarak uygunsa HDP’yi desteklemek, savunmak, içinde çalışmak doğru ve gerçekçi bir tutum olacaktır.

Dolayısıyla tartışılan konunun başat özelliği kapitalizm-emperyalizmin parçala böl anlayışı dışında yok etme anlayışının başat olmasıdır. Konuya bu noktadan baktığımızda Beşikçi’nin bazı kitaplarında röportajlarda söyledikleri ve benim katılarak dinlediğim Beşikçi’nin konuşmacı olarak bir toplantısında konu hakkında söyledikleri hemen çağrışım yaptı. Beşikçi’ye sorulan soru, sosyalist olarak başladığın Kürt sorununda araştırma, incelemelerinde, giderek hemen hiç bir noktada konunun sosyalizm boyutuna değinmediği için eleştiri konusu yapılmıştır. Soru şudur PKK emperyalizmle bağlantılı ve milliyetçi, böylesi bir hareket savunulur, desteklenir mi. ( o dönemdeki koşullarda Türkiye partisi tartışmaları gündemde değildi ) Beşikçi genel ve özet olarak şunları söylüyor.

Başlarda özellikle sahada yaptığım çalışmaları, giderek daha derinleştirip, araştırma, incelemelerimde geldiğim nokta da Kürdistan gerçekliği diğer sömürgelerden daha özgün ve altlarda olarak farklıdır. Bu anlamda artık Kürdistan alt- sömürgedir . ( Diğer sömürgelerden, iç sömürgeden , denizaşırı sömürgelerden farklı olarak ) Bu durum sınırların belirsizliği, daha da önemlisi dilinden dolayı yok edilmesini yaşayan başka halklar, sömürgeler yoktur. Örneğin Filistin’in devlet kuramaması, yaşadığı katliamlar olsa bile, dilline dönük böylesi yasak görülmemiştir. Dolayısıyla böylesi sömürgelerden daha aşağı bir alt-sömürge gerçekliğinde sosyalizmi bana sormayın, emperyalizmle bağı ve milliyetçiliği bana sormayın diyerek konuyu kapattı. Bir daha tüm ısrarlara rağmen konuyu açmadı, cevap vermedi.

Bizler yorumlarsak elbette Beşikçi’nin teorik çerçevede tüm ulusal sorunların kalıcı ve radikal çözümünün adına-aslına uygun bir sosyalizm-komünizmden geçtiğine itirazının olacağına zannetmiyoruz. Ama Beşikçi somut bir Kürt Halk gerçekliğinde her şeyin önünde akut sorun olarak Kürtlerin bu barbarlıktan özgürlüğü olduğunu tespit etmiştir. Elbette bu görüşleri savunan ( 20 yılı aşan cezaevinde yatarak bedel ödeyen ) Beşikçi’nin görüşleri önemlidir. Ama Beşikçi’nin bu görüşlerinin önemi bizce bu görüşlerin doğru ve gerçekçi olmasındandır.

Böylesi bir Kürt gerçekliğinde PKK’nin ve HDP’nin emperyalizmle bağı ve milliyetçiliğini gündeme getirmek sonuçta kıtalar halinde insanları anti-emperyalist yapmıyor ama, kapitalizm, ataerkil aile yapısı ile başlayan, egemen ve resmi ideoloji ile devam eden süreç anında Kürt düşmanlığı, ırkçılığa dönüşüyor. Bunun en dramatik bir gerçekliğini ,pratiğini yaşayan birisi olarak bunu kısaca anlatmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Genç bir üniversite öğrencisinin şoförlük yaptığı bir arabayla yol alırken, babası ve patronu bir arkadaşta aynı arabadayız, babası da CHP’li. Konu Kürt sorunundan açıldı. PKK ve Kürdistan gerçekliğinden bahsettiğimde bu genç gözü dönmüş bir şekilde, yüksek sesle şimdi bu hızla giderken ben atlarım ve araba nereye çarparsa çarpsın hepiniz ölün diyerek, hava atmıyor, hiç tereddütsüz kendi gerçekliğini söylüyordu. Bizim alttan almamız babasının sert tutumu olmasa hiç abartmadan bu eylemini kesinlikle gerçekleştirecekti. Babasından öğrendiğimiz kadarıyla bu genç yanlış hatırlamıyorsam Afyon’da bir okulda öğrenci olarak faşist özellikte olan tarikat bir yapılanmasının sorumlularından biri olmuş.

Bu gencin tavrının münferit olduğu düşünülebilir, tek kişide olsa sonuçta önemlidir. Ama bu düşünce ve eğilimde, yüz binler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu gencin böylesi bir noktada adeta zehirlenmesinin nedeni kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığının bu gençteki etkisi kadar, sol-sosyalist olup PKK’ya terörist diyenlerin, PKK ile mesafe koyun , Türkiye partisi olun diyenlerin etkisini görmemek siyasi körlüktür.

Sol-sosyalistlerin diğer başka konularda ( örneğin kapitalizm, emperyalizm, faşizm gibi konularda ) böylesi yanlış değerlendirmeler yapmaları süreç içinde belki zarar verebilir. Ama konu PKK olduğunda bu değerlendirmeler anında akut hale geliyor ve pratiğe dönüyor. İşte bu dil ( İstemlerden, niyetlerden bağımsız ) PKK terör örgütü değil diyen Tahir Elçi’nin kısa zamanda katledilmesini getirmiştir. Tahir Elçi insan hakları savunucusu bir hukukçu demokrat olma dışında sosyalist-komünist olmamasına rağmen katledilmiştir.

HDP'nin sosyalist parti olmaması da bir zafiyet değildir. Eğer başat olarak Kürtlerin Partisi ise HDP , biz ancak egemen ulus sosyalisti- komünisti olarak, şovenizmden, sosyal şovenizmden azade olmak saiki ( Yani ezilen ulusun milliyetçiliğinin nesnel olarak da demokratlığa tekabül ettiğini bilerek ) ile sosyalist olmalarını bir zorunluluk olarak görmez, nasıl isterseniz öyle yapın deriz. Bu anlayışımız Devrimci Marksizm’in ilkeleri çerçevesinde proleter devrim ve sosyalizmi-komünizmi savunmalarını istememizi engellemez. Ayrıca Hikmet Kıvılcımlı’nın çeşitli sosyalizmlerden ( Burjuva sosyalizm, küçük burjuva sosyalizmi gibi ) bahsetmesi aklıma geldiğinde, kapitalizmi radikal olarak aşmayan sosyalizmlerle, Devrimci Marksizm’in savunduğu sosyalizm-komünizmin temel farklılığının önemi hemen teyit edilmiş olur. programına bütünsel olarak baktığımızda bugün isimlerinde komünist, sosyalist partilerden geri değil , diğer konular yanında ,akut sorun olan Kürt sorununa doğru yaklaşımıyla bu partilerden daha ileri olduğunu rahatlıkla söyleriz.

Sonuçta kapitalizm, faşizmin barbarlığı ve karanlığı çok dil kestiği için, kesilecek dil ya kalmadı yada azaldı. Bizlere düşen kalan dilleri kesmek değil yaşatmaktır. Bu anlamda küfür ve hakaret içermeyen her düşünce ( Elbette sol-sosyalist beyan çerçevesinde ) önemli olup bastırılması ve engellenmesi düşünülemez, savunulamaz. Son sözümüz “ İlkelerde savaş, devrimci kardeşlik” olsun.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.