Son yazılarımızda kapitalizmin dünya sistemi olduğunu daha yoğun gündeme getirmeye başladık. Bu durum nesnel bir zorunluluk oldu. Ülkeler arasında kapitalizmden kaynaklı yıkım uygulamaları adeta kopya kağıdı misali benzerlikler göstermektedir. Artık geçmiş zamanda literatüre giren küresel köy anlayışı son dönemde daha görünür hale geldi. Küresel kapitalizmin zayıf ve güçlü halkalarına sürekli yeni ülkeler ekleniyor. Kapitalizmden kaynaklı yıkım politikalarının ürettiği sorunlar ve talepler işçi ve emekçiler için giderek daha yoğun ortaklaşma getirmektedir.
Yani özellikle benzin zamları ile başlayan enflasyon-hayat pahalılığı ,işsizlik, ücret gelir düşüklüğü, devlet ve hükümet kanadında gizlenemez noktada yolsuzluk, rüşvet, iltimas, kayırmacılık ortak sorunlar olup, bunlara karşı da yoğun bir sokağı ve üretim yerlerini kullanılan direniş, mücadele devam ediyor. Dolayısıyla ülkeler arasında işçi ve emekçilerin, tüm ezilen halkların birbirlerinden neden ve çözümler konusunda çok şeyler öğrenecekleri de açıktır. Bu somut durum bir laboratuar işlevi görecektir. Aynı zamanda bir turnusol işlevi de görecektir.
Somut duruma baktığımızda küresel kapitalizmden kaynaklı bazı güçlü ve zayıf halkalarda direniş, isyan, mücadele devam etmektedir. ABD’de kapitalizmin en hızlı geliştiği yıllarda bile işçi sınıfının haklarının tanınmadığı bir ülke oldu. Sağlık ve eğitim hakkı hep paralı oldu. Bu durum işçi sınıfı ve hatta orta sınıflar için her durumda yıkım oldu. Sarı sendikalar egemen sendikacılık anlayışı oldu ve mafya sendikaların içinde yoğun şekilde yer aldı. Kapitalist devletin işçi hareketi karşısında tutumu doğal olarak hep acımasız oldu. Örneğin bu durum Reagan’ın 1982’de hak arayan on binlerce hava kontrol işçisini işten atması ile net olarak görüldü.
Ama aynı ABD son yıllarda önemli grevlerle sarsılıyor. Pandemi öncesi öğretmenlerle başlayan grev dalgası domino etkisiyle yayıldı. Geçen yıl hemşireler ve madenciler ile devam etti. Nabisco ve Kellogg işçilerini, 10 bin John Deere işçisiyle 60 bin film ve TV emekçisi takip etti. Bu yıl öğretmenlerle, sağlık işçileri çeşitli eyaletler de aynı dönemde greve çıktı. Amazon’da ilk sendikal örgütlenme yoğun mücadele sonucu gerçekleşti. En son Bıden 115 bin demir yolu işçisinin çıkacağı grevi 60 günlüğüne yasakladı.
İngiltere’de de 41 bin demir yolu işçisi 3 günlük uyarı grevi ile hayatı felç etti. İngiltere’de 40 bin Telekom, 115 bin posta , 170 bin kamu ve yarım milyondan fazla eğitim işçisinin grevi yolda. İngiltere ve Fransa’da havaalanı yer hizmeti işçileri iş yavaşlatıyor. Almanya’da Kuzey Denizi limanlarında dok işçileri grevde.
Çin’de ise genellikle birikmiş ücret ödemelerini alabilme talebiyle özellikle özel sektörde yüz binlerce medya, inşaat, sağlık lojistik, eğitim,tarım ve yiyecek ve imalat sanayi işçisi haziranı grevle geçirdi. Rusya ‘da ise bu yıl martta Urallar’da kompresör fabrikası işçileri greve çıktı.
Yine Çin’de köylü direnişleri devam ediyor. Henan köylerdeki dört bankanın karıştığı skandal binlerce mevduat sahibini paralarını çekemez hale getirdi. Köy Bankası kurulması için yeterli sermaye olmadığı için inşaat ve emlak işine yönelenler ve kripto para ve çevirim içi sıkıntılar bu köylü direnişlerinin başat nedeni oldu.
Benzer koşullar içinde, haziran ayında Ekvador içinde hareketli ay oldu. 13 Haziran’da Ekvador Yerli Halkları Konfederasyonu- CONAIE tarafından başlatılan genel grev ve bir çok gösteri düzenlendi, yollar kapatıldı, göstericiler ve güvenlik görevleri ile çıkan çatışmalarda 6 kişi hayatını kaybetti. CONAIE’nin hükümete yönelik taleplerinin başında yakıt fiyatlarının düşürülerek son yapılan zamların geri alınması ve belirli fiyatta dondurulması geliyor.
İkinci talep ise çiftçi borçlarının dondurulması oldu. Üçüncü talep de tarımsal ürünlerin adil fiyatlandırılması, çünkü girdi maliyetlerine karşı Ekvador’da özellikle yerlilerin oluşturduğu çiftçilerin üretimden gelir elde edemediği koşullar ortaya çıkmış durumda.
Türkiye’de de belki çok gündeme gelmese veya medyaya yansımasa da işçi direnişleri de yaygın şekilde devam ediyor. Örneğin Kocaeli’de Asen Alüminyum, Bursa’da Acarsoy Tekstil , Eskişehir’de Atışkan Alçı, Manisa’da Termokar, Çorlu’da Lila Kağıt, İzmir’de Lezita ve TPI Composite gibi. Bu direnişler içinde önemli olan bir direnişi kısaca ele almak istiyoruz. Rüzgar santrallerine kanat imal eden Amerikalı TPI Composite’in Menemen ve Çiğli’de kurulu bulunan ve toplamda 3 bin 600 işçinin çalıştığı iki fabrikasında devam etmektedir.
Direniş patronların yüzde 5’lik zam teklifi karşısında işçilerin yüzde 30 ek zam talebiyle başlamıştır. İşçilerin iş bırakarak direnişe geçmesi karşısında patronlar 100 işçiyi işten atmış, bayram izinlerinde olmalarına rağmen işçileri çalışmaya çağırmış, bu arada iki temsilciyi daha işten atmıştır. Sonuçta bu örnek teşkil edecek direniş sendika bürokrasisinin aşılarak, birlik olurlarsa yenilmeyeceklerini net olarak göstermiştir.
Bu değerlendirmelerde açık ve net olarak gösteriyor ki küresel kapitalizmin yıkım uygulamaları devam ederken, bu yıkım uygulamalarına karşı direnişlerde devam edecektir. Bu direnişlerin öncülüğünü Devrimci Marksistler üstlendiğinde asgari program, azami programa bağlanacak ve nihai çözüm ve başarı gelecektir. Bunun somut ifadesi ise Marksizm’in evrensel ilkeleri ile güncellenen ilkelerinin diyalektik birliğinin adı olan Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturulmasıdır. Sonuçta gelinen noktada bir dönem için emperyalizm çağı nitelemesi, artık bugün ve gelecekte devrimler çağı, ayaklanmalar çağı olarak yaşanacaktır.
Bu arada küresel kapitalizm ve kolektif emperyalizmin eski aktörlerinin itirafları devam ediyor. Döneminin kasabı olan Henry Kissinger 90 yaşından sonra metanet getirerek yazdığı kitap ve açıklamalar ile daha “makul” bir ABD nasıl olur noktasında yol gösteriyor. Özünde ABD içte huzur ve istikrar, dışarıda korku ve savaş politikasına devam ediyor. Bu politikayı dönemsel doktrinlerle açıklıyor. PAN Amerika barışı ve önleyici savaş doktrini gibi. İşte Kissinger başarısız olan bu politikalara fiili olarak görevde olanlara akıl vererek görevini yerine getiriyor. Sonuçta Kissinger’in bu “yeni” önerileri de halklara yıkım getirecektir.
Yine bir itirafta ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’dan geldi. Bolton “ Trump darbe yapacak kadar etkin değil. Bunu başka ülkelerde darbe planlamasına katılmış ve yardım etmiş biri olarak söylüyorum” diyerek örnek olarak da Venezüella’yı göstermektedir. Venezüella’yı göstermesi de bilinçli bir seçimdir. Çünkü ABD’ye çıkışları ile uzlaşmaz ülkelerin başında Venezüella gelmektedir.
Yine NATO’nun son Madrid toplantısında alınan savaş kararları ve Bıden’in Ortadoğu turunda bu kararların uygulanmasına dönük tutumu gündemdeyken, bunlara bir yenisi daha eklenmiştir. Tahran’da gerçekleştirilen Rusya, İran, Türkiye’nin katıldığı başkanlar düzeyinde zirveden biri 1,5 yaşında olmak üzere üç çocuk, 3 kadın 9 sivilin Irak’ta katledilmesi çıkmıştır. Bölgeye dönük kullanılan yasaklı silahlar, Taktik nükleer silahlar, Temobarik bombalar, Kimyasal silahlarda sürpriz olmamıştır. Adeta yeni bir Roboski bombalamasını hatırlatan bu katliamın sorumlusu olarak Irak’ın Türkiye’yi göstermesi de sürpriz olmamıştır. Teknolojinin bu derece geliştiği dünyada istihbaratında dijital olduğu düşünülürse Irak’ın bu saldırıyı kimin yaptığını öğrenmesi rahatlıkla mümkün olmuştur. Özelliklede Irak halkının Türkiye’yi protestosu da bu katliamı kimin yaptığının somut teyidi olmuştur.
Türkiye zaten aylardır Irak’a operasyondan bahsetmektedir. İşte bu bombalama bir işaret fişeği gibi olup temel hedef Rojova’dır. Rojova’nın kantonlar paradigması sömürgecilerin kabusu olmaya devam ediyor. İşte bu zirve kısa zaman önce İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmaları sürecinde iki yüzlü tavırla bu ülkelerin Kürtlere dönük tutumları tutarsızlık olarak döndüğü görülmüştür.. Bu üçlü zirvede de Rusya ve İran açıklamalarıyla, Türkiye’ye dönük Irak operasyonunu onaylamadıklarını söyleseler de, böyle bir zirve sürecinde bu bombalamanın gerçekleşmesi, Rusya ve İran’ın da onaylaması veya yol vermeleri sonucu gerçekleşmesi bu ülkelerin de kapitalist olarak iki yüzlü olduklarını göstermektedir.
Bu değerlendirmeden sonra Türkiye kapitalizmini güncel gelişmelerine geçebiliriz. Özellikle yolsuzluklar servis edilenler çerçevesinde devam etmektedir. Bu anlamda Sezgin Baran Korkmaz’ın Avusturya’dan ABD’ye iadesi sürpriz olmamıştır. ABD başka ülkeleri emekçilerinin paralarını çalarken ve bunu rutin ve rahatlıkla yapmaktan en küçük beis görmemektedir. Aynı ABD kendi parası olan bu olaydaki kara parayı da muhatabı olarak Sezgin Baran’dan almak için engel tanımayacaktır.
Bu noktada Türkiye’nin korkusu Korkmaz’ın itirafçı olursa açıklayacaklarıdır. Rıza Sarraf, Halk Bank, Erdoğanların mal varlığı dosyaları kapanmamış olup, Korkmaz dosyası ile birleştiğinde süreç içinde pazarlıklar sonucu Pandoranın Kutusu açılırsa içinden hangi üst düzey bürokratların çıkacağını görmemiz sürpriz olmayacaktır.
Yine son günlerin Erdoğan tarafından itiraf gibi iki açıklaması önemli olmuştur. Bunlar “Artık kaybedecek çok şeyimiz var” açıklaması ve “ Rakiplerimiz birleştikleri için kaybettik açıklaması” Erdoğan son dönemde içinde bulunduğu bunalım sonucu ilginç açıklamalarına devam ediyor. Bu açıklamalar malumun ilanı gibi açıklamalar olup adeta sıfırdan ( Bir yüzükten ) kendisi ve çevresinin zenginleşmesinin itirafı olması dışında bu zenginliğin korunmasını da içermektedir. Bu anlamda yanarsak, hep beraber yanarız diye de birlik çağrısıdır.
Rakiplerimiz birleştikleri için kaybettik açıklaması da kendi içinde bir doğruyu ifade eden açıklama olmuştur. Bu kendi kitlesine dönük bir açıklama olduğu kadar , bilerek veya bilmeden muhalefete de yeniden kazanmanın hedefini göstermektedir.
Yine ilginç ve önemli bir olayda kazanmayı düşünürken kaybettiler, galip bu yolda mağlup sözlerine uygun Kılıçdaroğlu’un Erdoğan’ın ABD’deki çevirmenine dönük “ hanım kızıma” açıklamasına karşı bir AKP’linin “rezil” açıklaması ancak akıl tutulmasını sonucu söylenebilir. Erdoğan’ın kadınlara dönük sürtük açıklaması varken böyle bir “ rezil “ açıklaması ancak dağılmanın, tıkanmanın, şaşkınlığın sonucu söylenebilir.
Bu arada güvenlikçi devletin, faşizmin uygulamaları kirliliğin sınır tanımadığı noktada devam etmektedir. Akit’te HDP eş genel başkanı Pervin Buldan’ın Babasının ölümü üzerine terör sevici Pervin Buldan diyecek kadar alçalan bu güruhu Allaha değil halkların hesap sorma gününe havale ediyoruz.
Yine Munzur Festivalinde Grup Yorum ve Grup İsyan Ateşinin konserlerinin yasaklanması ve kente girişlerin engellenmesi açık bir faşizm uygulaması olup, Dersim’in tarihsel olarak cezalandırılmasına adeta bu olayda eklenmiştir.
Son günlerin önemli bir olayına da kısaca değinerek bu bölümü de sonlandırmak istiyoruz. 15 Temmuz üzerine yeterince değerlendirme yaptığımız için bu somut olayın üzerinde kısaca duracağız. Kayıp 15 Temmuz raporunun şimdi ortaya çıkması tescilli FETÖ ‘cü komisyon başkanı Reşat Peker’in şimdi bu raporu gündeme getirmesi bir yanıyla AKP’nin gidici olduğunu gördüğü noktada yasal bir raporun kayıp olmasının suç olduğunun bilmesindendir. Diğer yanıyla FETÖ’cü olmasından azade olmadığı için AKP’yi sıkıştırma, açmaza düşürme çabasıdır.
Bu raporun burjuva sınırlarında bile olsa önemi 15 Temmuzun asıl failleri olan dönemin Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanının, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın komisyona gelmemeleridir. Raporun asgari de olsa 15 Temmuzun nedenlerini, karanlık noktalarını açığa çıkmasını engellemek için bilinçli olarak kayıp edilmiştir. Rapora yasa dışı ekler yapılması ve CHP ‘nin raporunun eklenmemesi de bu durumun somut nedeni, teyidi olmuştur.
Bu bölüme kapitalizmin ekonomik yağma ve talanının güncel gelişmeleri devam ediyoruz. Öncelikle şunu belirtelim. Kapitalizmin ( çok kez gündeme aldığımız gibi ) evrensel ilke ve yasalarıyla, güncellenen ilkelerinin diyalektik birliğinin önemini yeniden belirtelim. Güncel gelişmelerin doğru kavranması da bu kapitalizmin bütünselliğine bağlı olduğu bilinmelidir. Balzac “ Her servetin altında bir suç yatar” özgün sözüyle kapitalizmin barbarlığını, vahşetini anlatmaktadır. Bu duruma somut bir örnekle başlamak istiyoruz. AKP’li Varank’ın Trabzon ‘da konuşmasında NATO’dan istediğimizi aldık açıklamasına toplantıda bulunan bir emekçi , ekmek 8 lira, un çuvalı 500 lira tepkisi alkış aldı. Varank’ın hemen derdest edilecek vatandaşa dönük bırakın o vatandaşı demesi burjuva yasalarının bile işlemediğinin somut göstergesidir. Bu ve benzeri tepkiler münferit değildir. Açıktır ki insanlar asgari özgür olsalar, bu tepkiler çok daha yoğun ve şiddetli olacaktır.
Yine özellikle üniversite öğrenci gençliğinin kapitalizmin yıkım politikaları sonucu geriye doğru sınıf atladıkları görülmektedir. Geçmişte “küçük burjuva” diye nitelenen gençlik, gelinen noktada öğrenciliği ile birlikte market, kurye işçiliği yaparak artık “proleter” diye nitelenmektedir. İşte bu üniversite gençliği zaten çalışsa da ekonomik olarak zorlanırken, yoksulun ve gençliğin yemeği olan tabldot yemeğe yüz yüz zam gelerek 40 lira oluyor. Yine başat olarak yoksulların ve öğrencilerin içkisi olan biraya önceki zamlara ek olarak yüzde 20-25 zam yapılması yoksullar ve öğrenci gençlik için ekstra yıkım olmuştur.
Bir tarafta aşırı yükselen enflasyon-pahalılık bunun getirdiği yoksullara düşen iyi veya orta beslenmeyi bıraktık ögün atlamaları ( yani şimdilik öğünü ikiye indirdiler ) adeta zorunluluk oldu. Yine kapitalizmin zavallılığı ve iğrençliği ki emeklilerin küçük kırıntılarına bile göz dikmiştir. Emeklilere yüzde 46 zam yapılması gerekirken, yüzde 41 zam yapılarak yüzde 5 adeta çalınmış, gasp edilmiştir. Diğer taraftan Ford’un işçi başına kârı 2021 ‘de 466 bin lira olmuş. İşçiler ayda 20 bin bile alsalar yılda 240 bin lira eder ki sömürü oranının somut göstergesidir.
Kapitalizmin dünya sistemi olduğu gerçeğiyle, önemli gördüğümüz bir dış ekonomik verilerle bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Gelişmiş kapitalizmin manipülasyonu ile övülen Almanya’da 13,8 milyon insan yani toplam yüzde 16,6 sı yoksul. 1,7 milyon insan gıda yardımına muhtaç durumda.
Bu bölüme daha önce şimdilik final yazı olarak son verdiğimiz pandemiye şimdiliğin önemi açığa çıktı ki yeniden başlangıç yazısı olarak dönüyoruz. Dünyada da artan vaka sayıları sonucu başta Almanya olmak üzere özellikle belli alanlarda yeniden maske takma zorunluluğu getirildiği belirtiliyor. Türkiye’de de vakaların 40 kat arttığını belirten Sağlık Bakanı zaten ortadan kalmamış pandeminin varlığına rağmen pandemi öncesine dönüş tedbirlerini açıklayarak açıkça suç işlemiştir.
Bugüne kadar resmi sayıların en az iki katının ölümü ile devam eden pandemide alınması zorunlu ( küçük bütçelerle bile ) tedbirler olan aşıların zamanında ve nitelikli aşı getirilmediği, çalışanlara hibe şeklinde ödeme yapılarak 30 gün kapanma , karantina uygulamadığı için tüm egemenler bir kaç savaşın sayısından fazla ölümlerden sorumludurlar. Hastalara adeta şifa taşıyan yüzlerce hekim ve sağlık çalışanının kaybedilmesinden de bu barbarlar sorumludur. Dolayısıyla suç-ceza konseptinde bu zevat tümden suçlu oldukları ve çoklu ölüme neden oldukları için cezalandırılmalıdırlar.
Sonuçta pandemi ile ilgili çok yazıda güncel değerlendirme yaptığımız için onları tekrarlamak istemiyoruz. Ama pandemilerin temel sorumlusunun kapitalizm olduğunu rahatlıkla söylemeliyiz. Kapitalizmin sağlık politikası koruyucu hekimlik, yani hastalığın önlenmesi için birinci basamak sağlık ocakları olması gerekirken bunlar değil, ilaca ve tedaviye dönük sağlık politikasına dönüş yıkım olmaya devam ediyor.
Kapitalizmin sınırlarında bile yapılacak olanlar kazanıncaya kadar sürekli mücadele ile devam edilmelidir. Bu mücadele sağlık çalışanların bütünsel haklarını da içermeli ve ülke çapında onlarla birlikte sürdürülmelidir. Sonuçta somut duruma baktığımızda elbette yeterli olmasa da belirli bir aşılama yapıldığı için Pandeminin başına dönüş zor gözükse de buna bile dönüş tam olarak ortadan kalmamıştır. Elbette artık kapanma mümkün gözükmüyor. Maske takmanın yanlış bir kararla her alanda kaldırılmasının olumsuzluğunun sorumluluğu yine bu egemenlerdedir. Bu olumsuzluğun önemli bir yanı artık zaten 2 yıldır maskeden bunalan insanlara adeta alışkanlık kazanmış şekliyle çıkartılmış maskeyi yeniden takmalarında ciddi zorlanacakları açıktır. Dolayısıyla yapılacak olan özellikle toplu taşıma araçları olmak üzere kapalı alanlarda hemen maske takma zorunluluğu getirilmelidir. Ayrıca herkes kendinin doktoru olarak başta maske takmak olmak üzere diğer tedbirlere azami uyulmalıdır.
SONUÇ YERİNE
Yukarıda da değindiğimiz gibi küresel kapitalizmin barbarlık şeklinde yıkımına karşı başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin direniş ve isyanı devam edecektir. Gelinen noktada nasıl ki ( bir analoji yaparsak) 12 Eylül öncesi kitleselleşme için anti faşist mücadelenin bütünsel özelliklerini yerine getirmek zorunlu olduysa ( anti-faşist mücadelenin de nihai başarısı için işçi sınıfı öncülüğü ve sosyalizm-komünizmin başat eksikliğini unutmadan ) bugünde kitleselleşmek için somut durum işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri olan enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret- gelir düşüklüğü vb. gibi ekonomik talepler başat durumdadır. Ayrıca bağlı olarak sağlık, eğitim, enerji, konut sorunu da önemli sorunlardandır.
Bu taleplerin işçi sınıfının ve sosyalist-komünist hareketle birleşmesi ve maddi güce dönüşmesini getirecektir. Bu taleplerin asgari ve azami program çerçevesinde çözümü için özne olan işçi sınıfı ürettiği gibi yöneteceği paradigma olan sosyalizme-komünizme ulaşacaktır. Bu anlamda artık razı olan sınıf, toplum, insan profili bir dönem için kapitalizmin egemen ideoloji ve kültürü olarak devam etse de, gelinen noktada bu anlayış tarih olmuş durumda . Artık razı olmayan sınıf, toplum, insan başat durumdadır.
Son söz olarak artık ‘tek yol devrim’, ‘ devrim için savaşmayana komünist denmez’, ‘ işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacak’ özgün sözleri rutin bir slogan dışında gerçekleşme potansiyeli giderek yükselecektir.