“Savaşta önce gerçekler ölür” , “Duvarda bir tüfek asılıysa sonunda patlar” sözlerinin doğrulandığı günlerden geçiyoruz. Kirli ve haksız savaş bütünsel yıkımı ile devam ediyor. ABD yaptırımlarla Rusya’nın çökeceğini ,yıpranacağını hesaplayarak savaşı uzatmaya çalışıyor. Elbette ki Rusya’da hem Ukrayna’daki hedefi çerçevesinde işgali tamamlamak, hem de kendi hinterlandın da gördüğü ülkelere gözdağı vermek için savaşı uzatmak istiyor.
Savaş kuralsızlığın kural olduğu bir vahşet ve barbarlık örneğidir. Bu anlamda nerede başlayıp nerede biteceği kestirilemeyen bir yıkım demektir. Dünya savaşları da olsa Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının her ikisinin de 4 yıl gibi çok uzun sürmesi kayıpları yükseltmiştir. 60 milyon insan kaybı ve bütünsel kayıplar savaşın vahşetini göstermiştir. İnsan dünyasına açtığı yaralar ve maddi kayıplar ile bugünün dünyasına etkileri de devam etmektedir. Ayrıca ABD’nin Japonya’ya karşı ( Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine ) kullandığı atom bombasının patolojik ve psikolojik etkileri hala devam etmektedir. En vahşisi de kapitalizmin-emperyalizmin milyonlarca insanın ölümüne yol açan atom bombasını deneme amaçlı kullanmasıdır.
Savaş uzadıkça yeni soykırım şeklindeki vahşet görüntüleri de belirli sınırlarda servis edilmektedir. Gelinen noktada Rusya Kiev’de işgali tamamlayamamanın moral çöküşünü yaşamaktadır. Ukrayna’nın şehir savaşı çerçevesinde sivil ve askeri olarak direnişi Rusya’nın Kiev’i işgalinin engeli olmuştur. Dolayısıyla Rusya zorunlu olarak ve beklide şimdilik Kiev’den çekilmiştir. Ama Rusya’nın Doğu ve Güneye ( Başta Odessa olmak üzere ) dönük büyük bir saldırıya hazırlandığı belirtiliyor. Bu durum artık daha net olarak doğu, batı, güney olarak bölünme ve parçalanmanın yıkımını göstermektedir. Daha da vahimi bu durum giderek halklar arasında düşmanlığı, ırkçılığı körükleyecektir.
Soykırım şeklindeki vahşet görüntüleri Mariupol’dan sonra bu kez Kiev’e yakın Buça’da görülmüştür. 400 üzerinde ki sivil katliam olduğu söylenmektedir. Sokaklarda ve sığınaklarda elleri bağlı sivil ölümlerin görüntüleri yayınlanmıştır. Ayrıca bu ölü bedenlerde kan ve hasar görülmemesi kimyasal , biyolojik veya benzeri silahların kullanılmasını çağrıştırmaktadır. Her ne kadar Putin- Rusya’sının bu vahşet görüntülerini montaj olarak açıklaması da sürpriz olmamıştır. Bu tip olaylarda montaj açıklaması despotların, monarkların ortak manipülasyon görüşleri olmuştur. Ayinesi iştir lafa bakılmaz , sözünün doğruluğu Putin’in uygulamaları ile bilinmektedir. Putin’in içlerinde zehirleterek de dahil binlerce muhalifi katlettirdiği unutulmamıştır.
Daha öncede Mariupol’daki doğum hastanesine saldırı görüntüleri servis edilmişti. Buça’da ve diğer yerlerde son barbarlık görüntüleri henüz açığa çıkan ve bilinen görüntülerdir. Özellikle savaş bittiğinde daha beter vahşet görüntüleri sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla Başta Putin olmak üzere bu savaşın çıkması ve devamında eli olan herkes suçludur. Bu suç Birleşmiş Milletler ve diğer bir dizi alanda yasal hale gelmiştir. Bu suçun adı insanlığa karşı suç ve savaş suçu olarak gerekli cezanın nedeni olacaktır.
Savaşın Türkiye cephesi ve bağlantılı anlamda diğer gelişmelerle genel değerlendirmeye devam ediyoruz. Türkiye’de özellikle burjuva siyaset seçime kilitlenmiş durumda. Baskın veya erken seçim olmasa da normal seçim tarihi de yakınlaşmış durumdadır. Devlet- hükümet ortaklığının elinde bu savaştan yararlanmak dışında bir şey kalmamıştır. Buna Erdoğan’ın pragmatik ve makyavelist politikaları ve özelliği başat olarak zemin hazırlamıştır.
Elbette bu durum bir yanıyla devlet- hükümet ortaklığı sonucu olmuştur. Diğer yanıyla müzakere görüşmeleri için Türkiye’nin seçilmesi tesadüf değildir. Yani Antalya ve İstanbul’daki Rusya ve Ukrayna görüşmeleri ve diğer ülke heyetlerinin gelmesi Türkiye’ye bir jest değildir. Temelde karşılıklı çıkarlar ve pazarlıklar sonucudur. İlk aklımıza gelenler mültecilerin kabulü, savaşın yayılması noktasında Türkiye’de ki üslerden yararlanma ve stratejik avantajı olan Türkiye’ye kıyı olan denizlerin kullanılması gibi.
Türkiye’nin savaşa doğrudan müdahil olmaması ve yaptırımlara katılmaması elbette ki olumludur. Ama bu durum savaş yanlılarının değişmesi sonucu olmamıştır. ( Bir somut örnek savaşın insani dram ve yıkımı devam ederken Dış İşleri Bakanının TOKİ’ye Ukrayna’da iş bağlaması vicdanlarının kuruması anlamında bizce sürpriz olmamıştır ) Belki sokakların kullanılması anlamında çok açık görülmese de savaş karşıtlarının barış yanlısı tutumları sonucu olmuştur. Bu durum elindeki tüm argümanlarını kaybeden iktidar için adeta bir can simidi olmuştur. Ne olursa olsun iktidarda kalmak için beklide son tavrı olacaktır. İşte bu kolaylaştırıcı anlamında arabuluculuk rolü iktidara kısa ve geçici bir süre için nefes aldırmıştır. Seçmen nezdinde de oy oranlarında da küçük olsa ( yüzde iki, üç gibi ) bir artış olmuştur.
Diğer taraftan altılı ittifak kendi içinde çalışmalara devam etmektedir. Son hazırladıkları güçlendirilmiş parlamentoya dönüş bildirgesi çok fazla heyecan ve cazibe çekmemiştir. Her ne kadar farklı gözükse de bu altı parti arasındaki birlik çok da sağlam değildir. Kırılgandır, kaos yaratmaya açıktır. İyi Partide başlayan sorunların diğer partilere sıçraması da sürpriz olmayacaktır. Bu partilerin tümü biçimsel farklılıklarla devlet-sermaye yanlılarıdır. Kapitalizmin çöküş durumu , yönetememe ve sürdürülemezlik durumunun varlığı korumaktadır. Bu şartlarda küçük sorunlar ve kırılganlıklar bile büyük açmazlara, sorunlara yol açabilecek potansiyeli taşımaktadır.
Böylesi koşullarda hangisi olursa olsun ( Baskın, erken veya zamanında seçim gibi ) seçim, bir dizi önemli çelişkiyi kendi içinde barındırmaktadır. Bir suç ortaklığı şeklindeki iktidar seçimleri kaybetmemek üzere her yola başvuracaktır. Bu bir blöf değil geçmiş seçim hileleri ile de sabit olarak görülmüştür. ( Örneğin ıslak imzalı zarfların kabulü gibi ) Dolayısıyla seçim güvenliği daha da önemli hale gelmiştir. Seçim güvenliği yalnızca sandık güvenliği veya oy güvenliği değildir. Daha da önemli olan bugüne kadar kışkırtılarak zemin oluşturan düşmanlaştırıcı tavırdır. Bu zemininin varlığı ve kırılganlığı küçük kıvılcımların büyük ateşlere yol açacağını göstermektedir. Bugün çok gündeme gelmese de yoğun silahlanma durumu iç savaş veya diğer çatışmaların kaynağı olabilecektir.
Bu noktada seçim ile ilgili önemli olan iki konu üzerinde daha durmak istiyoruz. Bunlar Kararsızlar ve oy kullanmayanların durumu gibi. Kararsızların durumu anketçilerin teknik ve matematik hesaplama yöntemleri ile yapılmaktadır. Bu hesaplama yöntemi bir dizi seçimde de doğrulanmıştır. Ama bu seçimin özgünlüğü ve olağanüstü durumu anketçileri yanlışlayabilecek potansiyeli taşımaktadır. Türkiye’de seçmen davranışı başat yanlar olsa da tek bir yanla açıklanamaz. Ekonomik yıkım durumu başat olsa da , ( Somut bir ekonomik durum olarak tencerenin kaynamaması gibi ) alışkanlıklar, küçük hesaplar veya babadan miras gelenekler vb. gibi kültürel kodlar da seçmen davranışlarında önemli etmenlerdir.
Dolayısıyla bu seçimlerde kararsızların tavrının başat olarak değişmiş olduğunu düşünüyoruz. Yani kararsızlar diğer seçimlerde kararsız olsalar da seçim günü yine AKP ‘ye oy veriyorlardı. Bu seçimde ise kararsızlar, hangi partiye oy verelim anlamda kararsızlardır. Yani tekrar AKP ‘ye dönmeleri zorlaşmıştır. Bu durum başat olarak muhalefet partilerinin alternatif olmasından kaynaklanmamıştır. Ekonomik durumun özellikle hiper enflasyonun yakınlaştığı ve bunun sonucu pahalılığın nefes aldırmaz noktadaki yıkımı sonucu olmuştur.
Oy kullanmayanların yüzde 10 lara kadar çıkan durumu ise istatistik anlamında verilerle netliğe ulaşmamıştır. Ama genel olarak çıkarsama ve yorum düzeyinde şunları söyleyebiliriz. Bu oy kullanmayanların bir kısmı burjuva parlamentodan umutlarını kesen bilinçli insanlardır. Bu zemin bu anlamda komünistlerin faaliyetlerinin yoğunlaştığı zemin olmalıdır. Ama bu komünist faaliyet oy faaliyeti değil o insanları komünist saflara kazanma faaliyetidir. Dolayısıyla bu faaliyet özel bir çabayı gerektirmektedir. Bu insanları bulup, ortaya çıkarmak ( Elde kesin ve net veriler olmadığı koşullarda ) ilk bakışta zahmetli bir iş olarak görülmektedir. Oysa burjuva parlamentonun kutsandığı bugünkü koşullarda parlamentodan kopan insanların hazır hali zahmet değil sonuçta önemli bir kazanım olacaktır.
Birde bizde ki iktidar ve muhalefete benzerlikleri noktasında Macaristan’daki seçimler üzerinde durmak istiyoruz. 14 yıldır iktidarda olan Orban despot bir diktatör olarak seçimleri yine kazandı. Bu seçim normal değil anormal şartlarda diktatörlerin güvenlikçi devletinin bütün avantajlarını kullanması sonucu kazanılmıştır. Seçim yasasında Orban’a dönük düzenlemeler ( aynı Türkiye’de Erdoğan’a dönük seçim yasasının çıkarılması gibi ) bu kazanımda önemli olmuştur. Popülist monark olarak Orban ‘ın güncellik anlamında Macaristan’ı savaş dışı tutması bu seçim başarısında önemli bir özellik olmuştur. Ayrıca geniş kitleleri doğrudan ilgilendiren gıda ve ulaşımda zam yapmaması ve ücret gelirlerini belirli düzede sabitlemesi popülizm olsa da tutmuştur. ( Erdoğan ‘ın yerel seçimlere kadar popülist politikalarının tutması gibi )
Diğer yandan Macaristan seçimlerine nesnel olarak baktığımızda kazanan Orban değil, kaybeden 6 partili ittifak olan muhalefet olmuştur. Muhalefetin yenilgisini başat olarak kendi yanlışları oluşturmuştur. Aday seçiminde yanlış önemli bir faktör olmuştur. Ayrıca geniş kitlelere seçimi kazanmak yeterliliğinde inememişlerdir . Daha da önemlisi adında sol, sosyalist partiler yazmasına rağmen sağ politikaları savunmak yenilgide önemli olmuştur. Sağa karşı sağ politikalar tutmamıştır. Sağdaki emekçi kitleleri kazanmak için sol politikaların savunulmasının farkı görülmemiştir. Savaşı savunmak, ABD ve NATO yanlısı tutum adeta hüsranla sonuçlanmıştır. Farklı şekilde savaşa hayır diyenlerde cılız kalmışlardır.
Bu noktada Macar seçimlerinin sonuçlarını ve Orban’nın seçimi kazanmasını Türkiye ve Erdoğan’a benzetmek tek kelimeyle nafile bir çabadır. Ancak bu benzetme trol ordusunun kendi boşluklarını doldurmak için manipülasyon ve takiye çerçevesindeki alışkanlıklarıdır. Yukarıda açıklamaya çalıştık. Macaristan’da yüzde 8 ler da olan enflasyona karşı , Türkiye’de resmi son enflasyon oranı yüzde 61 olarak açıklandı. Gerçek enflasyon ise yüzde 140 ları aşmış durumda. Bu koşullarda Erdoğan ve Cumhur İttifakının seçim ne zaman olursa olsun kazanması mümkün gözükmüyor. Bu durum hemen tüm önemli anketlerinin de sonucudur. ( Muhalefetin tüm yetersizliklerine rağmen de böyledir)
Bu bölüme ekonomideki güncellenen son gelişmelerin değerlendirilmesi ile devam ediyoruz. Küresel kapitalizmin, kolektif emperyalizm, alt-emperyalist ülkelerin adı konsun veya konmasın kriz- çöküş hali açık-gizli olarak sürmektedir. Avrupa’nın en gelişmiş kapitalist ekonomisi olan Almanya’nın ekonomik durumuna genel olarak baktığımızda bu durum açık ve net olarak görülmektedir.
Almanya’da Mart ayı enflasyonu 7,3 olarak açıklanmış. Bu oranın son 40 yılın en yüksek oranı olduğu söyleniyor. Enflasyon enerji ve akaryakıtta yüzde 39,5, gıda da 6,2 artmış. Almanya, Avrupa’nın en zengin ülkesi olmasına rağmen halkının yüzde 15,9 u yoksulluk içinde yaşamaktadır. İşsizliğinde dev gibi büyüyeceği söyleniyor. Sermaye ve hükümet özgürlük için soğukta kazakla oturmayı, otomobil kullanmamayı, ayçiçeği yağı tüketmemeyi öneriyor.
Yine küresel kapitalizmin istatistik verilerine baktığımızda yıkımın şiddeti net olarak görülmektedir. 2020’de dolar milyarderlerinin sayısı 2 bin 95 ken, 2021’de 2 bin 755 sayısına yükselmiştir. Türkiye’de ise 23 olan dolar milyarderleri 27 ye çıkmış durumda. Dünyada dolar milyarderlerinin toplam serveti 13,1 trilyon dolara ulaşmış. Aynı dönemde ABD ‘de de 80 milyon kişi işini kaybetmiştir. 8 milyon kişi yoksulluk sınırının altına gerilemiştir. Dünyada aç insan sayısı 1 milyara yaklaşmış durumdadır.
Küresel kapitalizmin işleyişinde öyle bir tekelleşme var ki bu servet yoğunlaşması giderek çok az kişide toplanmaktadır. Bu durum zorunlu olarak çok uluslu tekellere karşı tedbirleri almayı getirdiği söyleniyor. Büyük teknoloji şirketleri ( Tröstler, karteller gibi ) kurulu oldukları ABD ‘de de bile anti-tröst davalar ile karşılaşmaktadırlar. Teknolojik gelişmeler yenilikler yaratmaya devam ediyor. Wep 3.0 metaverseye, kripto para, sanal para olarak dolaşıma girmiş durumda . Bu gelişmelere dijital dünyada “gözetleme kapitalizmi” deniyor. Dijital tekelci kapitalizm, kapitalizmi ortadan kaldırmıyor. Tersine servetlerinin katlanmasına yo açıyor.
Türkiye’de son güncel ekonomik gelişmelere baktığımızda kapitalizmin normal olmayan hali hiper enflasyona yaklaşır şekilde yıkıma devam etmektedir. Bu noktada Erdoğan ve diğerlerinin traji komik ve ironik açıklamaları da hız kesmeden sürmektedir. KDV nin yüzde 18 den 8 indirilmesi göstermelik dışında anlamı olmamıştır. Hemen tüm işletmeler bu KDV indirimini fiyatlara yansıtarak, daha fazla zam yapmışlardır. Son açıklanan enflasyon oranlarını TÜİK yüzde 61, ENAG yüzde 142 olarak açıklamıştır. Daha önce yüksek enflasyonun sonucu Erdoğan asgari ücretin yükseltileceği izlenimi veren açıklama yapmıştır. Ama daha sonra çark ederek bundan vazgeçmiştir. Asgari ücret artırılmasını normal ayı olan Aralık ayına havale etmiştir.
Yine Erdoğan sabredin, bize güvenin açıklaması ile geniş emekçi kitlelerine artık açlık yetmiyor, açlıktan ölün demektedir. Ayrıca pahalılık konusunda halkın aşına, ekmeğine göz dikenlere acımayacağız diyerek kendisini işaret ederek yeni bir pota daha imza atmıştır.
Kapitalizmin kolektif sermaye özelliği olan devlet aparatının günlük gelişmeleri devam etmektedir. Haziranda ödenmek üzere günlük 45 bin geçiş garantisi verilen Çanakkale köprüsünden 6 bin kişi geçiş yapmıştır. Bu açıklamayı sayılarla uğraşmayın diyen Ulaştırma Bakanı rahatlıkla yapmaktadır. Yine gıda enflasyonu yüzde 70 olarak açıklanmıştır. Buna rağmen milli gelirin en az yüzde 1’ i çiftçilere verilmesi gerekirken bu verilmemiştir. Yani çiftçilerin devletten alacakları olan 220 milyara yakın meblağ ödenmemiştir.
Bu bölüme de kapitalizmin devlet yağması, talanları ile başlamak istiyoruz.
Önceki aylarda olsa da temel bir arpalık konusu olan Türk Telekom’un satışı güncelliğini korumaktadır. Elbette bu yazı çerçevesinde Türk Telekom’un tarihsel ve bütünsel özelliklerini ele almak değildir amacımız. Temelde bu satışla yapılmak istenen manipülasyon ve illüzyona dikkat çekmek istiyoruz. Kapitalizmde fonlar burjuva anlamda bile denetime tabi olmadığı için adeta bir arpalık olarak kullanılmaktadır. Her türden satış, alış, devir işlemleri yapılmaktadır. Bir nevi örtülü ödenek işlevi görmektedir fonlar. Fon yöneticilerinin maaşlarının yüksekliği de ayrı bir soygundur.
Türkiye Varlık Fonu, Türk Telekom’un çoğunluk hissesini aldı. Yüzde 55 hissesini 1 milyar 650 milyon dolara satın aldı. Daha önce 2005 Türk Telekom Lübnanlı Hariri ailesine 6,5 milyar dolara satılmıştı. Türk Telekom’un 40 milyar dolar kadar değeri olduğu söylenmektedir. Yani 40 milyar dolarlık Türk Telekom’un 6,5 milyar dolara satılması zaten baştan adı konmuş soygun olmuştur. Emekçilerin ürettiği değerlerle kurulan bu işletmelerden iç ve dış asalaklar zenginleşmişlerdir. Hariri Türk Telekom’u ucuza kapatmakla kalmamıştır. 1,6 milyar dolar borcu verip, kalanı ödemeden, 7 milyar dolar kârla kaçmıştır. Ayrıca banka kredilerini ödemeyerek toplam 12 milyar dolar servet edinerek yoluna devam etmektedir.
Türk Telekom’un tekrar devletleştirme süreci yani Varlık Fonuna devri yeni bir soygun olmuştur. Bu soygunlardan asal kişiler veya şirketler dışında, aracı olan, komisyon alan bir dizi soyguncunun olduğu da bilinmektedir. Elbette Türk Telekom veya benzerleri özel sektör kuruluşu olsa üzerinde durmazdık. Ama sol- sosyalistler içinde de kapitalizm içindeki bu devletleştirmeleri veya devlet kurumlarını özel mülkiyete karşı bir alternatif sol- sosyalist model olarak sunmaları ciddi bir illüzyondur.
Kapitalizmde devlet üst yapı olarak baskı ve zor aparatı, şiddetin örgütlenmiş halidir. Alt yapıda da sermayenin servetinin korunmasının bekçilik görevini yapmaktadır. Yani nasıl ki özel sektör sermayenin özel aparatı ise, devlet sektörü de sermayenin kolektif aparatıdır. Dolayısıyla bir kesim ulusal sol-sosyalistin hala Kemalizm’in devlet işletmelerini alternatif olarak göstermeleri devam etmektedir. Bu geniş emekçi kitlesine yanlış hedef göstermedir. Yine bu kitlenin kafasının karışmasına hizmet etmektedir.
Kapitalizmde küresel olarak da özel sektörün gelişmesi ve kurtarılmasında devletin önemli rolü görülmelidir. Türkiye ‘de ise özel sektör burjuvazisi bizzat devlet eliyle servet sahibi olmuş ve zenginleşmiştir. ( Bu durum özellikle Koç ve Sabancı’da net olarak görülmektedir ). 1929-30 döneminde ( Finans kapitalin çöküş- buhran dönemi ) kapitalizmin tıkanan kananlarını açmak için uygulamaya giren devlet işletmeleri dönemi Keynesyen bir dönemin başlangıcı olmuştur. Emekçilere dönük kısmi iyileştirmeler kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için zorunlu olmuştur. Gelinen noktada yani bugün kapitalizmin diyalektik süreci devlet sektörünün kısmi olumluluklarını da ortadan kaldırmıştır. Yani bugünkü kapitalizm 1929-30 döneminde olsaydı aynı işleyiş sürecekti. Dolayısıyla devletleştirmeler veya devlet sektörünün farklı süreçleri kapitalizmin gelişme ve değişmesinin özgün yanına bağlı olmuştur.
başka devlet soygunu ve talanı ile zenginleşen bir örnekte son günlerde yoğun tartışılan Ethem Sancak olayı olmuştur. Ethem Sancak’ın Erdoğan’la aşkını sonlandıran son açıklaması olmuştur. Sancak AKP’yi iktidara ABD getirdi açıklaması ile yeni bir tartışma başlatmıştır. Önce bu açıklamasını reddetse de ses kayıtlarının yayınlanması sonrası çark etmiştir. Hakkında ihraçtan önce istifa etmiştir.
Burada Ethem Sancak özelinde iki özelliğin diyalektik bağlantısı üzerinde durmak istiyoruz. Bunlar Sancak ‘ın devlet serasında zenginleşmesi ve kişisel özellikleridir. Sancak’ın devlet serasında adeta bir çiçek gibi yetişmesi BMC ile başlamıştır.Tank üretimi ile başlayan süreç adeta başlamadan bitmiştir. Erdoğan’ın oluru ile BMC ‘nin sahibi olan Sancak, Erdoğan’ın oluru ile BMC ‘yi bırakmıştır. Daha sonra Tank Paleti alan Sancak bunu da bir miktar meblağ karşılığı Katar’a devir etmiştir. Elbette amacımız Sancak’ın zenginleşme sürecinin tarihsel kesitini vermek olmadığı için kısa geçiyoruz. Burada da amacımız Türk Telekom ‘da olduğu gibi zenginleşmenin sınıfsal olarak devlet eliyle gerçekleşmesinin önemini göstermek içindir.
İşte devlet eliyle büyük servet sahibi olan Sancak, kişisel özellikleri ile de ders niteliğinde örnektir. Perinçek’in Aydınlık grubu ile birlik olan Sancak çıkarı için her kılığa girerek siyasi duruşunu da net olarak göstermiştir. Önce Ergenekonculara karşı çıkıp Soroscu unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Bu dönemde cezaevinde olan Perinçek’le köprüleri atmıştır. Uzatmıyoruz gelinen noktada tekrar eski çizgisi olan Perinçek yanında olmuştur.
her dönemde pragmatik ve makyavelist anlayışı ile ünlenen Perinçek bir dönem düşman kardeşleri oynayan Sancak’la bir araya gelerek siyasi çizgisinin gereğini yapmıştır. Sancak artık başka vurgun ve soygun için ABD-NATO’dan çark etmiştir. Yeni soygunlar için Rusya savunuculuğuna atlayan Sancak izlenmesi gereken bir fenomen olarak gündemi işgal edecektir.
Bu iki örnek olayı yeni ve açığa çıkan olarak değerlendirmeye çalıştık. Benzeri çokça bu tip örnekler bulmak zor olmayacaktır. Burada komünizm ve komünistler olarak bilinmeli ki kapitalizmde devletin sınıfsal yanını atlamak tek kelimeyle siyasi körlüktür. Bu yanlış kapitalist devlet savunuculuğu yalnızca analiz çerçevesinde kalsa belki çok sorun olmazdı. Ama bu yanlış aynı zamanda bir analitiği de gündeme getirmiştir. Yani yıkılanların adı olan yukarıdan, ikameci sosyalizm anlayışı alternatif olarak sunulmak suretiyle bir illüzyon yaratılmaktadır.
SONUÇ YERİNE
Gazeteci Kaşıkçı’nın barbarca öldürülmesi bir kez daha despotların, faşizmin karanlık yüzünü somut olarak göstermiştir .Kaşıkçı kalleşçe Türkiye’de Suudi Arabistan Konsolosluğuna çağrılıp katledilmiştir. Boğularak öldürülmesi, elektrikli testere ile parçalara ayrılıp, yakılması ayrı bir vahşet olmuştur. Kaşıkçı’nın Suudi monarşisine muhalefeti veya monarklar aleyhine bir şeyler açıklayacak olması veya başka nedenler bu vahşetin yapılmasını sağlamıştır.
Bu noktada egemenlerin küçük çıkarlar için zalimliği, vahşiliği böylesi bir cinayeti göstermiştir. Kaşıkçı cinayeti olduğu günlerde Suudi monarklarına aşırı tepki gösteren, adeta lanetleyen iktidar burada da rutin olan çark etme tavrını göstermiştir. Türkiye’de işlenen bu cinayetin hukuki olarak Türkiye’de görülmesi gerekmektedir. Ama Adalet Bakanlığının onayı ile bu dava Suudilere devredilmiştir. Neye karşılık bu barbarlık işlenmiştir. Bir miktar sıcak para için. Tek söylenecek olan insanlıktan yoksunluk olarak, insanlık ölmüş , vicdanlar kurumuştur.