2023-07-15 13:02:58

Gezi öyle bir korku yaymış durumda ki..

15 Temmuz 2023, 13:02

Bir dizi yazımızda küresel kapitalizminin dönemsel ve güncel değerlendirmesini yaparken bu bir yanıyla enternasyonal bir yaklaşımken, diğer yanıyla diyalektik saiklerle kapitalizm bir dünya sistemi olduğu için Türkiye kapitalizmin doğru anlaşılması ve kavranması da bu anlamda bütünsel değerlendirmeden geçmektedir. Kapitalizmin yapısal ve dönemsel kriz, çöküş hali gelişmiş veya diğer tüm ülkeleri kapsadığı için ülkeler ve konular değişse bile kapitalizmin yıkımı, kırılganlığı, kaos durumu da hız kesmeden devam ediyor.

Fransa’da 17 yaşındaki çocuğun polis tarafından katledilmesi sonucu başlayan ve devam eden isyan durumu doğalite olarak sönümlenme aşamasına gelmiştir. Bu durum yeniden benzeri isyan, eylemlere devam edecektir. Kapitalizmden kaynaklı yoksulluk ve işsizlik durumu ve sömürgeci anlayışın ürettiği ırkçılık, düşmanlaştırma tutumu ortadan kalmayacağı için Fransa’da yeniden sokaklar ısınacaktır. Bu isyan ve eylemlilikte temel sorunsal başat olarak gençliğin isyanı olmasıdır. Bu isyan ve eylemliliğe işçi ve emekçiler öncülük ve kitlesel katılım sağlarlarsa isyanın adeta rengi değişecektir. Bu durum üretimden gelen güç, grev vb. desteklenirse egemenler yola gelecek ve istenilen talepler önemli kazanımlar olarak yerine getirilecektir.

İşte bu noktada küresel olarak sokakların adeta ateşinin yükselmesi görünür olarak İsrail ile devam etmektedir. 27 haftadır süren İsrail’deki eylemlilik nüfusu 10 milyonluk ülkede yüzbinlerin katılımı ile sistemi, şeriatçı, ırkçı Netanyahu iktidarını sarsmaya devam ediyor. Hitler faşizminin soykırımı ile karşılaşan Yahudilik, 1948 Filistin’in işgali ve sürekli yayılma ile Siyonizm’in soykırım benzeri katliamları tarihsel bir paradoks olmuştur. Laik görünümlü ama özünde koyu bir şeriat devleti olan İsrail’de bilinçli ve mücadeleci bir muhalif hareketlerin olması egemenlerin kabusu olmaya devam ediyor. Son sokak eylemliliği yargı üzerine tasarrufa karşı başlamış olup öyle çok olağanüstü bir talep olmasa da 27 haftadır sürmesi İsrail muhaliflerin bilinç ve kararlılığını örnek ve ders niteliğinde göstermektedir.

Ayrıca bu muhalif hareket içinde sol-sosyalistlerin başat olarak bulunması bu muhalif harekete enternasyonal bir anlam kattığı için İsrail muhalefeti Filistin’in üçüncü büyük şehri olan ve işgal altındaki Batı Şeria’daki Cenin kentine dönük saldırısına da karşı çıkarak ve eylemlerde Filistin’den yana pankart taşıyarak bir örnek ve ders olmuştur. Elbette İsrail’deki bu sokak hareketliliği küresel kapitalizm içinde İsrail kapitalizminin özgün bir krizinin sonucu olduğu açıktır. Orta boyda bir kentin nüfusuna sahip olmasına rağmen özellikle Ortadoğu’da ciddi bir etkinliğine sahip olan İsrail bu gücüne ABD’nin aleni peyki olmasına borçludur. Kendi varlığı ve güvenliği sonuçta diyalektik saiklerle ABD’nin varlığı ve güvenliğini de içerdiği için Ortadoğu’da rutin jandarmalık görevi gelinen aşamanın özgünlüğünde büyük gözaltı görevi olarak devam etmektedir. Dolayısıyla İsrail’deki her reformist kazanım bile Ortadoğu işçi ve emekçiler ve ezilen halklar için küçük de olsa bir özgürlük olacaktır. Bu reformist kazanımların sosyalizm-komünizme bağlanması da kalıcı ve radikal hedefi somut olarak gösterecektir.

Yine Türkiye’yi de doğrudan ilgilendirmesi anlamında bir dış gelişme yaşanmakta ve günceliğini koruyarak devam etmektedir. İsveç’in 32 inci üye olarak NATO’ya katılması Türkiye’nin onayı veya vetosundan geçeceği için var olan dengeler sarsılmış durumdadır. Bu durum küresel kapitalizmin bekası ve çıkarı olduğunda egemenlerin kendi ilkelerini bile hemen, anlık değiştirdiklerini, çark ettiklerini açıkça göstermektedir. Özellikle ABD, Rusya, arasında tarafsız arabulucu gibi rolü olan Türkiye gelinen noktada safını netleştirerek açıkça taraf olmuştur. Zaten nesnel olarak da olması gereken buydu. Küresel kapitalizm içindeki özgün yeri ve NATO’nun ilk üyelerinden olması da bu durumun somut teyidi olmuştur.

Türkiye İsveç’in NATO’ya üyeliğine onay vermiş gözükmektedir. Bu onayın hassasiyetleri kırılmalara yol açarsa da sürpriz olmayacaktır. Yani bu onayın Meclise gelmesi normal koşullarda aynı geldiği gibi rahatlıkla geçeceğini göstermektedir. Bu noktada 1 Mart tezkeresinin Meclisten geçmemesi gibi sürprizlerin zor olduğu bilinmektedir. Geriye kalan Bahçeli’nin tutumu olacaktır. Belirli dönemlerde görevi gereği beklenmeyen, sürpriz çıkışlar yapan Bahçeli bu konuda da şayet görevi İsveç’in NATO’ya alınmasına karşı çıkmak olursa bunu zorlayacağı açıktır. Bahçeli’nin böylesi bir tutumunun maddi bir zemini PKK’lıların iadesinin İsveç tarafından istenilen düzeyde karşılanmamış olmasıdır. Ama Bahçeli gibi Öcalan’ın mektubunu bile savunacak pragmatist ve Makyavelist biri için İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanmasının kabulü de elbette ki sürpriz olmayacaktır.

Bu noktada Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğinin onayını Türkiye’nin AB’ye alınması şartına bağlaması ironik olduğu kadar akıl tutulmasının da somut bir tezahürü olmuştur. Bu durum yalnızca ve başat olarak NATO ve AB’nin farklı konular olması değildir. Temelde ne AB’nin Türkiye’yi bünyesine katacak bir eğilimi vardır. Ne de gerçekçi temelde bakıldığında Türkiye’nin AB’ye girme eğilim vardır. Uzun yıllardır Türkiye’nin AB üyeliği yoğun tartışılsa veya belirli dönemler ve bazı partiler tarafından seçim yatırımı vb olsa da gerçekleşmemiştir. İç ve dış kapitalizmin engellerinin kaldırılması doğrultusunda Gümrük Birliği ile yetinilmiştir.

Elbette AB’nin adeta tescillenmiş bir kapitalist-emperyalist birlik olduğu açıktır. Bu durum özel ve devlet mülkiyetinin bileşkesi olan kapitalist mülkiyet ve emperyalizmin diyalektik saikle 5 maddesini kapsamasıyla da bellidir. Ama geleneksel olarak yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bedel ödenerek ve mücadele ile kazanılan demokratik hak ve özgürlüklerin varlığı ve sürekliliği görünür gerçekliktir. Bu noktada AB Türkiye gibi güvenlikçi devletin uygulaması olan rıza üretiminin bile baskı ve şiddet aparatı ile sağlandığı koşullarda Türkiye’yi bünyesine katmayacaktır. Yine Türkiye gelinen noktada güvenlikçi devletin adeta koşar adım faşizme evrildiği koşullarda AB kapitalizm-emperyalizmin özgürlükçü ortamı bile Türkiye kapitalizmine bol geleceği için AB’den adeta vebalı ve kanserli gibi uzak duracaktır.

Gelinen noktada kapitalizmin ilkesiz ve omurgasız durumu İsveç’in PKK’ları bugüne kadar iade etmemesine rağmen yeni gelişmelerle iade etmesi ve Türkiye’nin zorunlu koşul olarak öne getirdiği bu iadeler gerçekleşmese de sorun yapmayacak olması da sürpriz olmayacaktır. Türkiye’nin asli yeri olan Batı ittifakı eğer İsveç’in NATO üyeliği kesinleşirse daha da netleşmiş olacaktır. Bu noktada Bıden ile Erdoğan görüşmesi ve Bıden’ın İsveç’in NATO’ya üyeliğine onay verecek olan Erdoğan’a övücü sözleri, S-400 ve F-16 pürüzünün aşılmasının sinyalleri, Ukrayna Başkanı Zelenskiy’in Türkiye ziyareti ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine de Erdoğan’ın onay verebileceği vb gibi somut durumlar Türkiye’nin safını netleştirmiştir. Gerçekte zaten zorunlu bir göstermelik tarafsızlık tutumu da şimdilik tarih olmuş durumdadır. Özellikle son dönemde iki turlu yaşanan seçimde seçim ekonomisi uygulamaları ve yakın da gerçekleşecek olan yerel seçimlerde ki seçim ekonomisi uygulamaları zaten kapitalizmin rutin yapısal sorunlarından kaynaklı çöküş durumuna ekstra yük getirecektir. Bu anlamda sıcak para bulmak ve transferi olmazsa olmaz noktadadır. Bunun için üçlü troyka yani Erdoğan, Şimşek ve MB başkanı Körfeze para bulmak için adeta çıkarma yapmış durumdalar. Ama Körfez parası yeterli olmayacağı için başta ABD olmak üzere Batıya parasal muhtaçlık zorunlu hale gelmiştir. Süreçte IMF’nin kapısını çalmak da olağan bir gelişme olacaktır.

Elbette diplomaside ve özellikle de kapitalist diplomaside taraflar tekil değil çoklu durumdadır. Dolayısıyla etkin bir özne ve taraf olarak Rusya- Putin’de otomatik ve zorunlu olarak devrededir. Türkiye’nin Avrasya’cı ve Rusya yanlısı tutumunun iç ve dış zorunluluklardan kaynaklı göstermelik olduğu daha netleşmiş durumdadır. İsveç’in NATO üyeliği ve süreçte Ukrayna’nın NATO üyeliğine Türkiye’nin adeta yeşil ışık yakması gerçekleşirse, ayrıca Türkiye’deki 5 Alov komutanının Ukrayna’ya iadesinin gerçekleşmesi vb gibi gelişmelerle Türkiye, Rusya ilişkileri bir kez daha önemli yara almış olacaktır. ( Yakın geçmişte Türkiye tarafından Rus uçağının düşülmesi ve iki Rus pilotun ölümünde olduğu gibi ) Bu durum küresel kapitalizm içinde kendi otantikliğinden kaynaklı Türkiye ve Rusya kapitalizminin varlığı uzlaşma ve çelişkilerin de belirleyeni olacaktır. Ama Rusya geleneksel yapısı unutmamaya ve kayıta endeksli olduğu için bir biçimde Türkiye’nin bu tutumunu özellikle siyasi ve diplomatik olarak affetmeyecektir.

Yine dış gelişme olarak iki konu üzerinde de değerlendirme yaparak bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Bunlardan birinin tartışılması yeni olduğu için başlangıç olarak kısa bir değerlendirme olacaktır. Diğeri de pratik bir uygulamanın ele alınışı olacağı için kısa olacaktır.

Son dönmede kapitalist kampta kapitalizmin kriz, çöküş durumundan kaynaklı kirliliği, çürümüşlüğü, vahşiliği kapitalist cephede de yeni çözümler üretilmesi, çözümsüzlük olarak gün demdedir. “demokratik kapitalizm” ve liberal ve piyasa ekonomisi gibi devletin de önemsenmesi gerektiği ve böylesi bir kapitalizmin verimli ve işlevsel olacağı tezi gibi. Son günlerde de somut bir duruma ve işleyişe göre yeni bir sanayileşme tezinin özellikle dijital alandaki sanayileşme olarak gündemde olarak tartışılmasıdır. Bu fiili nesnel durum özellikle liberallerin ve bir kısım solun değer yasasının ortadan kalktığı, mavi yakalıların belirleyici olmasının ortadan kalktığı vb gibi tezlerinin de geçersizliği göstermektedir.

Yine bu ekibin savunduğu ( ama zaten nesnel olarak var olan sanayileşme) sanayisizleşme ve devletsizleşme tezlerinin de dijital sanayi ile yanlışlandığı açıktır. Eski ve yeni dijital sanayinin diyalektik birlik olarak varlığı belirleyici olmaya devam edecektir. Diğer tüm bütünsel göstergeler de bu işleyiş üzerinden şekillenecektir. Yakın dönem için bu dijital sanayileşme askeri - sanayi kompleks üzerinden, militarizmi de yükselterek devam edecektir. Bu somut gelişme adı konmuş olarak özellikle Çin ve ABD arasında rekabeti yükseltecektir. Bu rekabetin teknolojik ve dijital rekabetle pazar savaşı, süreçte sıcak savaşların da kapısını açması sürpriz olmayacaktır.

Kapitalist devletin gelişmiş veya diğer kapitalist ülkelerdeki işleyişi özünde benzerlikler veya aynılıkta ortaktır. Bu durum kapitalist devletlerin burjuvazinin bütünsel çıkarlarını korumak ve devamı için baskı, zor ve şiddet aparatı olduğu ama kapitalizmin varlığı ve sürekliği yalnızca baskı ve şiddetle korunamayacağı için rıza üretiminin de zorunlu olması bu devletin alameti farikasıdır. Dolayısıyla böylesi bir devlet genişletilmiş veya bütünsel devlet olarak adlandırılmaktadır. İşte güneş batmayan İmparatorluk ve ilk aşağıdan burjuva devrimin ülkesi olan İngiltere’de de kapitalist devlet adeta devletliği yapmıştır. “ Yavaş yürümek kamu düzenini bozacağı için” insanların gözaltına alınacak olması ironik olarak hızlı yürümenin demek ki egemenlerin kabusu olacağı için nasıl cezalandıracağı aslında tüm kapitalist ülkelerde yaşanarak görülmektedir. Bu eylemlilik geçmişte Pinochet Şili’sinde de hayata geçmiş ve egemenlerin engellenmesi ile karşılaşmıştır. Açıktır ki gelişmiş veya gelişmemiş tüm ülkelerde kapitalist devlet muhaliflerin yavaş yürümesinden bile korkar hale gelmiştir.

Bu dış olay ve konulardan kaynaklı girişten sonra bu bölüme kapitalist ekonominin güncel gelişmelerinin değerlendirmesi ile başlamak istiyoruz. Öncelikle şunu belirtelim ekonominin güncel gelişmelerinin arka plan neden ve sonuçlarını doğru anlamak ve kavramak için Marksizm referanslı önemli saikleri ele alan bir kapitalizm analizine ihtiyaç vardır.

Üretim ve özellikle büyük tüketim araçları üzerindeki özel ve devlet mülkiyetinin diyalektik toplamı olan kapitalist mülkiyet, işgücü ile birlikte hemen her şeyi meta yaparak (Tam olarak havaya da sıra gelecektir ) diğer toplumsal sistemlerden farkını göstermektedir. Diğer toplumsal sistemlerde diyalektik olarak toplum, siyaset ve ekonomi olarak işleyen bu süreç yine kapitalizmde diyalektik olarak ekonomi ile başlar ve toplum, siyaset olarak devam eder. Bu nesnel durum kullanım değerini dışladığı için her şey alım, satım anlamında değişim değerine tabi hale gelmiştir. Sanayi, ticaret, tarım, hizmetler alanında tekelci sermaye ve büyük holdingler yukardan aşağıya ücret, fiyat, kâr sarmalını kendileri belirlemekteler.

Yine kapitalizmin önemli bir özgün yanı ile devam edelim. Geçekte eşit olmayanı eşitlemek şiddetle mümkündür. Bu da kapitalistin siyasi iradesinin, bu iradenin ifadesi olan devletin, toplumda yasal şiddet tekelini elinde tutan devletin, metaya ,içerilmesi demektir. Bir meta üretildiği anda, bu metaya sadece işçinin alın teri değil, burjuvazinin devleti de içerilir. İşçi metayı çıkaran makinanın düğmesine her bastığında metaya devleti de katar. Devlet metada vardır. Kısacası zor olmadan, meta özünde şiddeti içermeden kapitalist meta üretimi olamaz. Kapitalizm olamaz. Marks’ın devleti , ekonomik kategoriler arasında da incelemeye almasının bir izahı da bu olabilir.

Kapitalizmde devletin her müdahalesi, değer yasasının işleyişine bir müdahaledir. Meta değişimi devletsiz yani şiddet olmaksızın gerçekleşemez. Bugün kapitalist devletin ekonomik rolü, politik mekanın bütününü değiştirdiği için, ekonomik işlevler devlet bünyesinde hakim konuma gelmiştir. Kapitalizmle devlet arasında dışsallık değil bütünleşmişlik vardır.

Kapitalizmin alt yapısal ve üst yapısal arka plan gerçekliğinin önemli yanlarının değerlendirilmesi ile birlikte, somut verilerle kapitalist ekonominin güncel gelişmelerini ele alarak devam ediyoruz.

Sonuçta Şimşek’in beklenen müjdeleri arka arkaya gelmeye başladı. Zorunlu seçim ekonomisinden kaynaklı emekçilere dönük nominal artışlar vergi ve zam yağmuru ile birlikte henüz artışlar ellerine geçmeden, erime başladı. Yerel seçimler sonrası nominal artışları da görmemek veya erimeyi ekstra görmek sürpriz olmayacaktır. Kısa zaman içinde belli olan torbadaki emekçiler için yıkım ve el yakan tedbirlere baktığımızda işçi ve emekçiler adeta hiç boşu olmayan tedbir ve uygulamalar ile karşı karşıyalar.

Resmi gazetede yayımlanarak, 6 bin 19 TL olan yurt dışından getirilen telefon harçları 20 bin liraya çıkartıldı. KDV oranları yüzde 18 den, yüzde 20 ye, yüzde 8 den, yüzde 10 a yükseltildi. Karar kapsamında yargı, noter, tapu, pasaport ve trafik harçlarına kadar pek çok harç ve hizmete devasa zamlar yapıldı. Nitekim KDV ler de yapılan artışların ilk yansıması sigara ve akaryakıtta oldu, Sigaraya paket başında 5 TL zam gelirken, benzine litrede 40, motorine 38, oto gaza da 13 kuruş zam geldi.

Elbette zamlar sadece KDV lere yapılmasıyla da sınırlı kalmayacak. Dolar başta olmak üzere başlıca döviz türleri karşısında TL nin yüzde 30 düzeyinde değer kaybetmesi de var. Bu değer kaybının enerjiden, gıdaya, giyimden barınmaya, ulaşımdan eğitime, sağlığa, emekçilerin her alandaki ihtiyaçlarına zam olarak yansıyacağını yaşayarak öğrenmiş bulunuyoruz. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek “ Önümüzdeki dönemde bütçe açığını kontrol altına alarak mali disiplini yeniden tesis etmek suretiyle kamu maliyesi göstergelerinde kalıcı bozulmalara geçit vermeyeceğiz. Cari açığı azaltacak adımları atarak ülkemizin risk primini düşüreceğiz” diyerek bu durumu teyit etmiş oldu.

Bu arada kapitalist ekonomini kriz, çöküş halinden kaynaklı kirliliği ve çürümesi ve vahşiliği somut verilerle de daha görünür hale gelmiştir. Kapitalizmin kendi kurallarında işleyişinde yani kırılganlık ve tıkanmalarda önemli bir işleve sahip olan cari açık yükselmeye devam ediyor. Cari denge kapitalist ekonominin önemli bir göstergesi olup bunun yara alması yani bu açığın büyümesi süreç içinde tıkanmalara yol açacak potansiyel taşımaktadır. İhracat ve ithalat arasındaki döviz cinsinden açığın adı olan cari açık Merkez Bankasının verilerine göre mayıs ayında yaklaşık 8 milyar dolara ve 12 aylık cari açık da 60 milyar dolara yükselmiş durumda. Yine kapitalizmin varlığı ve sürekliği için, kitle tepkisini ve direnişini azaltan bir faktör olarak hane halkı ve tarımsal borçlar adeta arşa çıkmış durumda. Kredi ve kredi kartı borcu 2,2 trilyon, tarım sektörünün borcu 4.45 milyar olmuştur şimdilik bu aşamada.

Yine bu arada emeklilere yapılan zammın son eklemeyle yüzde 25 e yükseltilmesi ve bu artışın kök maaşlara gelmesi sonuçta en düşük emekli maaşının 7 bin 500 olduğu düşünülürse emeklilerin büyük bölümü zam almamış olacaklardır. Bu duruma Bahçeli bile karşı çıkarken kendi yoksul küçük burjuva kitlesini yerel seçim yatırımı olarak düşündüğü açıktır. Sonuçta Bahçeli’ye rağmen yüzde 25 zam Meclisten geçmiştir. Belki Bahçeli’nin de talebi olarak memurlar gibi emeklilere de seyyanen kısmi bir zam seçim yatırımı olarak yapılırsa sürpriz olmayacaktır.

Ekstra vergi ve zamlarla adeta kuşatılmış olan emekçilerin gerçek ücretleri yani alım güçleri düşerken, yüzde 25 zam şimdiden erimiş, yok olmuştur. İşte bu noktada Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın maaşının yüzde 39 artışla 140 bin olması tepki toplamıştır. Geniş emekçi kitlesi için ilk görülen eşitsizlik ve haksızlık olan bu durumun arka plan saikleri olan kapitalist mülkiyet ve meta üretiminin egemenliği olduğu ve bu Cumhurbaşkanı maaşının yüksekliğinin de bu durumdan kaynaklandığı bilinmelidir. Ayrıca bu meblağın yine emekçilerden vergi ve zamlarla çıkacağı da açıktır.

Yine bu noktada garabet bir durum daha yaşanmıştır. Kılıçdaroğlu’nun kişisel ve partisel dağılma durumu devam ediyor. Bu durum son vergi ve zamlara karşı kitlelere siz harekete geçin demesi bir kez daha bırakalım toparlanmayı, dağılmanın somut teyidi olmuştur. Elbette kitlelerin kendiliğinden mücadelesi örgütünü, partisini harekete geçirir ve onları aktif hale getirir. Ama bu durum istisna olarak görülür. Normal işleyiş partilerin merkezi olarak özellikle kendi kitlesini harekete geçirmesidir. CHP’nin 10 milyonu aşan seçmeni, 1 milyonu aşan üye sayısıyla ülke çapında her sokak veya meydan eylemliliği devleti, iktidarı sarsacak ve sürekliliği sağlanırsa kazanımla çıkılacaktır. Bunun Türkiye ve dünyada bolca örneği vardır. Adalet yürüyüşü gibi sivil itaatsizlik eylemleri egemenler nezdinde korku yaratırken emekçilere de güven verdiği bilinmektedir.

Sonuçta geniş emekçi kitlesi son vergi ve zamlarla bir cenderenin kuşatması ve yıkımı altındayken, buna karşı sessizlik, adeta ölü toprağı olarak kanıksama, kabullenme, egemenlerin dur, durak bilmeden ve rahatça her boydan uygulamaları ile devam edecektir. Bu durum süreklilik olarak yeni yıkım uygulamalarını getireceği gibi, kazanılmış olanlarında kaybedilmesi ile sonuçlanması da sürpriz olmayacaktır. Sosyal demokrasinin-CHP’nin ve sağ muhalefetin ataleti, edilgenliği, suskunluğu siyasi çizgileri gereği doğal olmasa da anlaşılır olacaktır. Ama tüm sendikalar , ( Özellikle muhalif sendikalar ) ve yine muhalif kitle örgütlerinin ve sol-sosyalist parti ve çevrelerin bu atalet ve sessizliğin gerekçesi hiç bir noktada makul değildir. Bu noktada en olumsuz ve a-politik durma tekabül eden bu sessizlik hali merkezi yönetimler tarafından geniş emekçilerin kitle veya taban aktifliğinden, kitle ve taban pasifizmine mahkum edilmeleridir. Bu durum zaman uygun olduğunda harekete geçmeyenlerin bir kez daha ( Aynı suda iki kez yıkanılmaz misali ) aynı zamanı bulmaları zorken, benzer zaman bulunsa bile kemikleşmiş ataletle yol almak mümkün olmayacaktır

Bu bölüme Gezi davasının güncel gelişmesinin değerlendirilmesi ile devam ediyoruz. Yargıtay Başsavcılığı tarafından Gezi tutsaklarına daha önce verilen 18 yıllık cezanın onaylanması için tebliğname ( iddianame ) hazırlanması bir kez daha ve doğal olarak Gezi’yi gündeme getirmiş olup bu ve benzeri tutumlarla gündemden inmeyeceği de açıktır. Egemenler için Gezi kabusu hız kesmeden devam ediyor. Kendi koydukları burjuva yasaları bile çiğneyen, dikkate almayan bir güvenlikçi devlet uygulaması, tasarrufu ile karşı karşıya kalınmış durumdadır. Bunun son günlerdeki somut ifadesi Hatay milletvekili olarak seçilmiş olan avukat, sosyalist, aktivist Can Atalay’ın hala cezaevinde tutulmasıdır.

Gezi Bayburt dışında ülke çapında kitlesel bir direniş ve isyan hareketi olarak, yakın ve uzak tarihe bakıldığında örneği olmayan ilklerden olmuştur. Bu durum egemenlere hala kabus yaşatmaktadır. Unutmak isteseler de beklemedikleri bir anda adeta bir hayalet gibi karşılarına çıkmaları dengelerini bozmaktadır. Can Atalay olayının da absürtlüğü de ancak bu şartlarda mümkündür. Dolayısıyla Gezi’nin başlama koşullarının tekil değil çoklu koşulları olduğu somut durumdan ve taleplerden de bellidir. Gezi’nin gücü, etkinliği ve önemi de bütünselliğinden kaynaklıdır. Yalnızca bir ağaç katliamına dönük başlasa da bundan daha fazlasıdır. Yani yaşam tarzına, cinsel yönelime, giyim tarzı ve çok görünür olmasa da belki de en önemlisi olan yoksulluğa karşı çoklu talepler olarak başlamış ve 1 ayı aşan süreçle de ilklerden olmuştur.

Ayrıca kendiliğinden olması ve bir örnek direniş veya isyan olması dışında, yeni bir alternatif paradigma olmasıdır. Somutta komünizmin komünü şeklindeki diyalektik kolektif yaşam bir test ve sınama olarak egemenlerin adeta bozgunu olmuştur. Kendiliğinden bir hareket olarak iktidardan uzak olması veya iktidarı hedeflememesi doğal olmuştur. Ama aynı zamanda çabuk sönümlenmesi ve bir kez daha aynı ve benzeri olarak ortaya çıkmaması ve yeterince kazanımla çıkılamaması örgütsüzlüğün sonucu olmuştur. Gezi’nin kendiliğinden olması ise günlük düşünen egemenler için nerede başlayıp veya nerede biteceğinin belirsizliği daha riskli olmuştur. Örgütlü yapıların merkezi talimatı direnişleri genelde sonuçlandıracağı için direniş veya isyanların engellenmesi mümkündür. Ama kendiliğinden hareketlerin böyle bir durumu yoktur. Elbette bu durum kendiliğinden hareketlerin lidersiz, öncülerinin olmadığı anlamına gelmez. Ülke çapında ve merkezi olarak önceden hazırlığı, planlaması yapılmış örgütlülük olarak liderlerinin veya öncülerinin olmadığı anlamına gelir.

Sonuçta 10 yılı aşan bir zaman skalasına rağmen hala Gezi’nin ülke çapında hayaleti egemenler nezdinde korku yaymaya hız kesmeden devam etmektedir. Gezi öyle bir korku yaymış durumda ki seçilmiş milletvekili bile tahliye yapılmıyor. Tahliye olanlar tekrar tutuklanıyor. Yer yer uzun tutukluğa rağmen davalar sonuçlanmıyor. Kendi burjuva yasalarına uymadıkları gibi, uluslararası yaslara da ( Örneğin AHİM gibi ) uymayarak suç işlemektedirler. Bu anlamda gelinen noktada yapılması gereken komünistler olarak yeni Gezi’lerin zemini oluşturmak ve işçi sınıfı öncülüğünde ve kitleselliğinde örgütlü bir hale getirmektir.

SONUÇ YERİNE

Bir önceki yazımızda verili durumda kitleselleşmenin yer ve zaman olarak nesnel koşullarının fazlasıyla olduğu koşullarda bu durumu atlamak veya yakalayamamak ciddi bir siyasi zafiyet olacaktır. Dolayısıyla bu sorunsalın ortadan kalkması için bir önceki yazımızda sosyalistlerin birliğine önemle vurgu yapmıştık. Bunu bir ütopya veya bir temenni olarak yapmamıştık ( Ayrıca böyle olsaydı da yanlış olmayacaktı ) Önümüze koyduğumuz, gücümüzü aşmayan bir praksis görev ve sorumluluk olarak gündeme getirmiştik. Bu anlamda önceki yazımızdaki o bölümü tekrar gündeme alıp kısa bir ekle yazıyı sonlandırmak istiyoruz.

Elbette faşizme karşı adı konmuş merkezi birliklerin bile gerçekleşmediği koşullarda sosyalistlerin birliğini istemek gerçeklik olarak görülmeyebilir. Elbette bizler de bunun zorluğunun farkındayız. Ama işçi sınıfı ile sosyalistlerin birleşmesinin geçmişten bugüne özlemine ulaşmak ancak böylesi birliklerden geçmektedir. 80 milyonu aşan bir nüfusa sahip Türkiye’de küçük bir yüzde olan egemen sınıflar dışında milyonlarca işçi ve emekçilerin bulunduğu koşullarda tek başına ve hatta bugünkü ittifaklar bile yeterli değildir, olmayacaktır. Dolayısıyla tüm sosyalistlerin nitelikli kadrolarına ve onların birlikteliğine ihtiyaç vardır. Bu kadrolar ortak program çerçevesinde adeta seferberlik gibi sahaya çıktıklarında ve bu faaliyetleri sürekli hale getirdiklerinde geçmişin de özlemi olan işçi sınıfı ile sosyalistlerin birleşmesi ete-kemiğe bürünmüş şekliyle maddi bir geçeklik olacaktır. Elbette bu faaliyet bir başlangıç olacak ve ancak süreçte istenilen sonuçlara ulaşılacaktır.

Gelinen noktada sosyalistlerin birliği sağlanırsa veya bu birliktelik gerçekleşmezse tekil örgütlerin kendi güçleri oranında yapacakları vardır ve devam edecektir. Yani praksisin somut olarak gerçekleşmesi için diyalektik saiklerle asgari ve azami program çerçevesinde ajitasyon, propaganda ve örgütleme faaliyeti devam etmelidir. Bu faaliyetin konuları somut şartların somut analizi çerçevesinde olmalıdır. Bu da yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, düşük ücret ve geliri gündemde tutmakla mümkün olacaktır. Yine acil ihtiyaçlardan olan sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, tüketim, tarım, gıda güvenliği, su, enerji ve konut gibi konuları kapsamalıdır.

Azami program ise yine diyalektik saiklerle ideolojik, teorik, politik, örgütsel konuları ve bu konuların evrensellik ile güncelliğin diyalektik birliğini kapsamalıdır . Bunları geniş boyutlarda önceki yazılarımızda ele aldığımız için burada yalnız başlıklar olarak vereceğiz. Tüm değişen, yenilenen, gelişen koşullara rağmen yani mavi, gri, beyaz yakalı konumuna rağmen nicelik ve nitelik olarak, üreten ve yönetecek olarak tek devrimci sınıf proletarya ve onun güncellenebilir özelliğiyle, canlı, dinamik ideolojisidir. Teorik ve politik olarak .Politik ekonomi, emperyalizm , devlet, faşizm , sosyalizm uygulamaları ( Bürokratik devlet kapitalizm, dejenere işçi devleti, bürokratik diktatörlük, bürokratik sosyalizm gibi ) ve komünizm , örgütsel olarak da devrimci komünist işçi partisinin oluşturulmasını kapsamalıdır. Devrimci-komünist faaliyet ise praksis olarak asgari ve azami programın bütünselliği ile uygulanırsa doğru sonuçlara ulaşacaktır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.