23.09.2024, 11:21

Muhalefetin halka anlatacak yeni bir hikâyesi var mı?

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında ekonomisiyle, ekolojisiyle, insanıyla, toplumuyla topyekûn bir çürümüşlük ve çöküş yaşıyoruz. Kapitalizmin sistemik krizlerine ilave olarak, yaklaşık 22 yıldır iktidarda olan neo liberal siyasal İslamcı iktidar bu toplumsal çöküşten birinci dereceden sorumludur.

AKP efsanesi çöktü!

  1. , emek ve doğa sömürüsü sistematik bir biçimde sürüyor ve gelir bölüşümü adaletsizliği tarihte görülmemiş ölçüde arttı. İşçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi sınıf ve katmanların, halkın yoksulluğu derinleşiyor, yüksek enflasyon sürerken, işsizlik, özellikle de kadın ve genç işsizliği artıyor. Neredeyse her üç gençten biri ne istihdamda ne de eğitimde bulunuyor. Çocuklarsa, esnek çalışma ve MESEM gibi uygulamalarla bu yüzyılın modern kölelerine dönüştürülüyorlar. Tüm bunların sonucunda toplumun büyük çoğunluğunun yaşam kalitesi giderek daha da kötüleşiyor.

İkinci olarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği büyüyor. İş cinayetlerine ilave olarak kadın cinayetleri de artıyor. Eve kapatılan, ev içi üretimlerinin karşılığı ödenmeyen, aşağılanan, şiddete, cinayetlere, ayrımcılığa, tacizlere ve istismara uğrayan kadınlar aynı zamanda istihdam ve sosyal yaşamın dışına itiliyorlar.

Üçüncü olarak, farklı kimlikler, etnisiteler, inançlar üzerindeki devlet ve egemen kültürün baskısı daha da arttı. Bu kimlikler iktidarlarca birbirlerine karşı olarak da kullanılıyorlar. Laiklikse yerle bir edildi.

Dördüncü olarak, siyasal İslamcılık, milliyetçilik ve militarizm arttı ve bölgesel savaşlar yoğunlaştı. Bununla birlikte görülmemiş ölçüde bir mülteci, sığınmacı sorunu ve bunun da körüklediği ırkçılık artışı yaşanıyor.

Son olarak, küresel çapta olmak üzere, kapitalizmin burjuva demokrasisi ile evliliğini bitirdiği görülüyor. Gelişmiş ülkelerde dahi despotik, otoriter, pro-faşist yönetimler işbaşına geliyorlar. Bunun sonucunda demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırılıyor ya da iyice sınırlandırılıyor. Bu durum özellikle de bizim gibi burjuva demokrasisinin bir zamanlar sadece kırıntılarının olduğu ülkelerde işçiler ve emekçi halklar için çok büyük bir tehlike arz ediyor.

AKP’nin hikâyesi: 3Y

Oysa AKP iktidar olduğunda 3Y olarak özetlenen bir hikâyeye sahipti. Bu hikâye basit ve sade bir hikâye idi: Yoksullukla, yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele!

Daha önceki iktidarlardan çok çekmiş olan halk tarafından bu hikâye kolayca benimsendi ve diğer başka faktörlerin de katkısıyla AKP tek başına iktidar oldu. Hatta liberal solun bir kısmı dahi bu beklentilerle bugünkü rejimin önünü açan anayasa değişikliklerine onay verdi.

Ancak geçen bu 22 yılda bu hikâye tamamen tersine sonuçlar üretti: Ülkede yoksulluk yerini derin yoksulluğa bırakırken, hukuk devleti despotik bir otoriter rejimle yer değiştirdi ve ülkenin her yanında cerahat gibi patlayan yolsuzluklar bir norma dönüştü.

Teşhir yeterli değil, direnç ve örgütlü mücadele gerekiyor!

Kısaca AKP efsanesi çöktü. Kuşkusuz tüm bu kötü gidişi, toplumsal çöküş ve parçalanmayı, çürümeyi ve bunun sorumlusu siyasal yapılanmaları, iktidarları olduğu kadar, bu kötülüklerin içinde yeşerdiği kapitalist-emperyalist sistemi de teşhir etmek gerekiyor. Ancak tek başına teşhir etmek de yeterli değil. Düzene karşı bilinçli bir mücadeleyi ve direnişi de örgütlemek gerekiyor. Yani teşhir ve mücadele eşanlı olmak zorunda: Ne tek başına teşhir etmek yeterli ne de yeterli bir teşhir olmadan mücadeleye girişmek.

Yeni bir hikâyemiz olmalı

Eğer sözünü ettiğimiz toplumsal çöküş ve çürümenin insanlığını sonunu getirecek olan yeni savaşlarla ve barbarlıkla sonuçlanmasını istemiyorsak, bu düzenin yerine neyi koymak istediğimizi, insanlığı ve doğayı yok olmaktan kurtaracak hangi politikaları hayata geçirmemiz gerektiğini içeren yeni bir hikâyeye ihtiyacımız olduğu çok açıktır.

Marx’ın “bir sorun ortaya çıktığında, çözümü de hali hazırda kendini var etmeye başlamıştır” biçimindeki insanlığın çözümsüz olmadığını vurgulayan ünlü sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır.

Ya da “günün eskinin ölmekte olduğu ama yeninin de henüz doğamadığı bir gün olduğunun ve bunun insanlık için çok büyük tehlikeler de içerdiğinin bilincinde olarak”, bu çöküşü, bu düzeni değiştirmek için elimize geçen önemli bir fırsat olarak da görebiliriz.

Yani “artık bizim zamanımızın geldiği”ne inanmalıyız. Mevcut kötücül düzenin çöküşünden adil ve eşitlikçi bir toplumun inşa edilebilmesi ise ancak anlatabileceğimiz gerçekçi bir hikâyenin varlığıyla mümkündür.

Özetle, yeni bir hikâyemiz yoksa eskisini etkisiz kılamayız. Eskisi ne kadar kötü olursa olsun, onu ne denli teşhir edersek edelim, yerine yenisini koymadan onu yenemeyiz. Meydan okuma sadece ve sadece mevcut “kötünün” yerine yeni “iyiyi” koyduğumuzda gerçekleşebilir.

Basit bir hikâye

Yeni hikâyemiz son derece sade ve basit bir hikâye olmalıdır. Bu hikâyenin ana teması ise: “Yaşadıklarımız kaderimiz değildir, yeni bir dünya yaratmak ve buna uygun yeni bir toplum inşa etmek mümkün ve gereklidir” olmalıdır. Yani sınıfsız, sınırsız, engelsiz, sömürüsüz, ezen ve ezilenlerin olmadığı, eşitlikçi ve doğanın haklarının korunduğu bir toplum inşa etmeyi hedeflemeliyiz.

Bu temanın temel değerleri ya da ilkeleri, emekten yana, doğa dostu, kadını güçlendirici ve özgürleştirici, farklı kimlikler, etnisiteler ve inanç gruplarının haklarına ve özgürlüklerine saygılı, barıştan yana ve çoğulcu-katılımcı-yerinden demokratik olma ilkeleri olabilir.

Ülkede izlenecek ekonomik ve sosyal kalkınma ve gelişme stratejileri de bu temaya ve değer ve ilkelere uygun olarak tasarlanmalıdır. Yani “nasıl bir toplum ve dünya istiyorsak ona uygun bir gelişim stratejisi kurgulanmalıdır”.

Anlaşılır ve pozitif dil gerekiyor

Bu hikâyenin başta emekçiler olmak üzere toplumun tüm kesimleriyle buluşturulabilmesi ise bu hikâyenin dilinin kolay anlaşılır, pozitif ve esin verici, cesaretlendirici, umutlandırıcı olmasıyla mümkündür. Hikâye kısa ve öz ve tekrarlanabilir olmalı, akılda kolayca tutulabilmeli ve içsel tutarlılığa sahip olmalıdır. Bu, toplumun en başta tüm ezilenlerini içeren bir hikâye olmalı ve başından sona kadar gelişmeyi, ilerlemeyi, kurtuluşu anlatmalıdır.

Bugünü tanımlayan ve geleceğe yön veren hikâyelerimiz yoksa umut da yoktur. Kaçınılmaz olarak, politik yenilgimiz hayal etme, yeni hikâye yaratma konusundaki başarısızlığımızdan kaynaklanır. Çünkü teorik olarak ne denli güçlü ya da bilimsel olursa olsun, insanlar eğer bu söylenenin arkasında iyi bir hikâye varsa ve bu hikâye yeterince sıklıkla anlatılıyorsa ona inanmayı sürdürürler. Bilimsel verilerle ve gerçeklerle yalanları her zaman etkisiz kılmak mümkün değildir. Hatta insanlar anlamsız bir biçimde daha da kemikleşmiş olarak iktidar sahiplerinin anlattıkları hikâyelere inanmayı sürdürebilirler. Önyargıların çok zor terk edildiği unutulmamalıdır.

Mikro alanlarda bu hikâyeler her yanlış hikâyenin karşısına doğrusunu koymakla yazılabilir. Örneğin, “yerli ve milli otomobil” projesi söylemine sadece gerçek anlamda yerli ve milli olmadığı için karşı çıkmak, bunu teşhir etmek bu projeye verilen desteği ortadan kaldırmaz, hatta sorgulamaktan uzak kitlelerin buna daha fazla sahip çıkmasıyla sonuçlanabilir.

Buna karşı bizim doğa ile uyumlu, istihdam yaratan, eşitsizlikleri azaltan, insanlara boş zaman bırakan, tamamıyla ücretsiz, demir yolları ulaştırması ve hafif raylı sistemler gibi kamusal toplu ulaştırma sistemleri kurmayı esas alan bir hikâyemiz olmalı ve bu hikâyeyi bıkıp usanmadan anlatmalıyız.

Özcesi pozitif ve gerçekçi öneriler içeren yeni bir hikâyemiz olmalıdır. Bu karşıtlık biçiminde ya da reaktif (tepkisel) olmamalıdır. Eğer böyle bir hikâyemiz yoksa hiçbir şey değişmez. Makro düzeyde “yeni bir yaşamı ve bunun ekonomisini ve siyasetini” anlatan yeni bir hikâye değişim ve dönüşümün başlangıç adımı olabilir.

Önce eleştirel düşünceye sahip olmak gerekiyor

Diğer yandan böyle bir hikâye anlatısı eleştirel düşünceyi gerekli kılar (eleştirel terimi Yunanca “kritikos” kelimesinden gelir ve yargılamak ya da ayırt etmek anlamına gelir). Eleştirel düşünme, okuduğumuz, duyduğumuz, söylediğimiz veya yazdığımız şeyleri sorguladığımız, analiz ettiğimiz, yorumladığımız, değerlendirdiğimiz ve bunlar hakkında bir yargıya vardığımız bir düşünme türüdür. İyi bir eleştirel düşünme güvenilir bilgilere dayanarak güvenilir yargılarda bulunmakla ilgilidir.

Düşünme amacımızı ve bağlamını netleştirmemiz, ardından bilgi kaynaklarınızı sorgulamamız ve sonra argümanları belirlememiz, daha sonra da bu argümanlar için kaynakları analiz etmemiz gerekir. Daha sonra, alternatif olabilecek argümanları değerlendirip son olarak da, sunulan tüm görüşlere dayanarak kendi argümanımızı oluşturmamız gerekir.

CHP’nin anlatacak gerçekçi bir hikâyesi var mı?

Yaşam, siyasi yaşam da dâhil olmak üzere, sınıfı, kimliği, inançları ve arzuları tanımlayan bir hikâye anlatımı etrafında döner. Bir bütün olarak muhalefet partileri şu anda anlatı eksikliği yaşıyorlar ve bu da onları yönsüz ve kaotik bir hale getiriyor.

Örneğin ana muhalefet partisi CHP ülkede devasa bir gelir ve servet eşitsizliği ve yoksulluk söz konusu iken, büyük servetlerin adil bir şekilde vergilendirilmesi aracılığıyla yeniden bölüştürücü politikaları gündeme getirmediği gibi, sosyal adalete yönelik taahhütlerini de net olarak ifade edemiyor.

Tutarlı bir alternatif hikâyeye sahip olmayan CHP, bugün birinci parti konumuna yükselmiş olmasına rağmen, emek ve sermaye çelişkisi konusunda takınacağı tutum konusunda yaşadığı kafa karışıklığı nedeniyle, bırakın erken seçimi zorlamayı, çelişkili söylemleriyle 2028’de yapılacak olan seçimlerde iktidar olabilme imkânını da giderek zayıflatıyor. Yeterince yıpratıcı muhalefet yapmadığı için, iktidarın dış finansmanla ilgili olarak ortaya çıkması muhtemel imkanlarla, iktidara bu süre içinde yabancı kaynak temin ederek enflasyonu düşürme ve ekonomiyi toparlama ve böylece seçmen kitlesini konsolide etme şansı tanıyor.

Tutarlı bir sol-sosyal demokrat ideolojiden de yoksun olduğundan, kendisini temsil siyasetinin bürokratik mekanizmalarından ve kişisel hırsların dağıtıcı etkilerinden kurtaramıyor. Halkın önüne somut ekonomik, sosyal ve siyasal hedefler koyamıyor, bu hedefleri içeren hikâyeler anlatamıyor. Oysa siyasi yaşam da dâhil olmak üzere tüm yaşam, kim olduğumuz, ne olduğumuz, ne düşündüğümüz ve ne umduğumuz hakkında hikâyeler anlatma becerimize bağlıdır.

Görebildiğimiz kadarıyla bir bütün olarak muhalefetin ama daha da önemlisi ana muhalefetin ne olduğu, neye inandığı ve ne için var olduğu konusunda anlatacak tutarlı bir hikâyesi ya da hikâyeleri mevcut değil.

DEM Parti “Üçüncü Yol” un hikâyesini anlatabildi mi?

Muhalefetin önemli bir parçası konumundaki ve kurulduğu zamandan bu yana demokrasi, eşit yurttaşlık, barış, toplumsal cinsiyet eşitliği, halkların kardeşliği ekoloji ve barış gibi çok önemli talepleri dillendiren ve programına alan ve bunlar için mücadele eden DEM Parti ise, son seçimlerden bu yana Kuzey Irak ve Suriye’deki devam etmekte olan operasyonların da etkisi altında “Türkiyelileşme” projesini ikincil plana itmiş gibi görünüyor.

Emek, işçi sınıfının durumu, yoksulluk ve sınıf mücadelesi gibi, aslında bu döneme damgasını vurmaya başlayan sınıfsal meselelere yeterli ilgiyi göstermediği gibi, bu tür konuları tartışmaktan ya da bu konularda sol seçenekler sunmaktan uzak bir görünüm sergiliyor. Örneğin ilk ortaya atıldığında büyük heyecan uyandıran “Üçüncü Yol” siyaseti ete kemiğe büründürülemedi.

Neo liberalizm tehlikesi sürüyor

Oysa Güney Afrika ve İrlanda’da yaşananlar, sol ile bağını zayıflatan ya da koparan, sol kadroları tasfiye eden ulusal kurtuluş hareketlerinin iktidar olduklarında nasıl sonuçta neo liberalizme teslim olduklarının ve bu durumun “radikal demokrasi” ve “antikapitalist demokratik ekonomi” uygulamalarıyla ilgili olarak yarattığı hayal kırıklıklarının örnekleriyle doludur. Kısaca, sadece ana muhalefetin değil, DEM’in de anlatacak elle tutulur bir hikâyesi yok gibi görünüyor.

Ayrıca her iki parti de eleştirel düşünceye sahip, dolayısıyla da ana akıma karşı alternatifler üretebilecek kapasitedeki sol sosyalist entelektüelleri barındırma açısından tarihlerinin en kısır dönemlerini yaşıyorlar. Bu partiler bu kesimlere yeterince yer vermedikleri gibi, bu kesimler de çeşitli gerekçelerden hareketle bu partilerde yer almak istemiyorlar. Bu da alternatif hikâyelerin oluşturulmasını zorlaştırıyor, iktidara karşı ideolojik hegemonyanın yaratılmasını zorlaştırıyor.

Kuşkusuz muhalefet partileri ve hareketleri CHP ve DEM ile sınırlı değil. Ancak İYİP, Yeniden Refah, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Zafer Partisi gibi kendilerini muhalefette bulan siyasal partiler de mevcut. Ancak bunların ortak özelliği sağcı ve statükocu olmaları. Yani toplumu ilerici bir hikâye doğrultusunda dönüştürebilecek ideolojiye ve amaca sahip değiller. Zafer Partisi ise daha ziyade mülteci-sığınmacı düşmanlığı üzerinden siyaset yapan pro-faşist bir parti görünümünde.

Teoride toplumu emekten, doğadan ve eşitlikten yana dönüştürme misyonunu üstlenen, ancak darmadağınık bir durumda bulunan sosyalist partilerse, tamamının oyu yüzde 3’ü aşamadığından, bu hikâyenin yazımı ve anlatımında söz sahibi değiller.

Sonuç yerine

“Ne abartılmış kötümserlik, ne de abartılmış iyimserlik” içine düşmemek gerekiyor. Çünkü aşırı kötümser analizler bizi pasifizme, aşırı iyimser analizlerse maceracılığa götürür ki bu da uzun vadede hayal kırıklığı ve ardından da pasifizmle sonuçlanır. “İhtiyatlı iyimserlik” bugün korumamız gereken asıl duygudur. Bunun koşulları da ülkede mevcuttur.

Nitekim AKP’nin 22 yıldır ülkeyi toplumsal bir çöküşün içine sürüklediğini yaşayarak görüyoruz. Ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimi, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi zaruri hizmet alanlarına dahi erişimde ciddi sorunlar yaşıyor. Ancak tek başına bu durum mevcut iktidarın gönderilmesi için yeterli değil. Bunu demokratik yollardan yapabilecek bir siyasal irade öncülüğünde bütünleşik bir sınıf ve halk hareketine de ihtiyaç var.

Yani sosyalist sol jargon ile “objektif koşullar sağlanmış gibi görünüyor. Mesele “sübjektif koşullar”ın hızla yaratılmasıdır. Ancak ortada böyle bir siyasal özne ve onun geniş kitleleri yanına alabileceği bir hikâyesi hala yok. Bu olmadığı sürece, son kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi, CHP’nin birinci parti ve DEM Partinin barajı aşan parti konumunda olmasına rağmen, kararsız seçmen oranının yüzde 35’i bulması hiç şaşırtıcı değil.

İçinde bulunduğumuz bu durumdan emekten, ezilenlerden, ekolojiden yana çıkış alternatiflerini ortaya koyabilecek ve bu alternatifleri hayata geçirebilecek, aynı zamanda ideolojik, örgütsel ve politik olmak üzere üçayaklı bir yenilenme sağlamaya niyetli sol, sosyalist, sosyal-demokrat, yurtsever politik örgütlenmelerin, siyasal partilerin, sendikaların ve diğer emek ve meslek örgütlerinin kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekiyor.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 16 44
2. Fenerbahçe 16 36
3. Samsunspor 16 30
4. Göztepe 16 28
5. Eyüpspor 17 27
6. Beşiktaş 16 26
7. Başakşehir 16 23
8. Gaziantep FK 16 21
9. Antalyaspor 16 21
10. Kasımpasa 16 20
11. Konyaspor 16 20
12. Rizespor 16 20
13. Trabzonspor 16 19
14. Sivasspor 17 19
15. Alanyaspor 16 18
16. Kayserispor 16 15
17. Bodrumspor 16 14
18. Hatayspor 16 9
19. A.Demirspor 16 5
Takımlar O P
1. Kocaelispor 17 35
2. Bandırmaspor 17 33
3. Karagümrük 17 31
4. Erzurumspor 17 29
5. Keçiörengücü 17 27
6. Igdir FK 17 25
7. Amed Sportif 17 25
8. Ahlatçı Çorum FK 17 25
9. İstanbulspor 17 24
10. Ankaragücü 17 24
11. Manisa FK 17 23
12. Pendikspor 17 23
13. Gençlerbirliği 17 23
14. Esenler Erokspor 17 22
15. Boluspor 17 22
16. Ümraniye 17 22
17. Şanlıurfaspor 17 21
18. Sakaryaspor 17 21
19. Adanaspor 17 14
20. Yeni Malatyaspor 17 -3
Takımlar O P
1. Liverpool 16 39
2. Chelsea 17 35
3. Arsenal 17 33
4. Nottingham Forest 17 31
5. Bournemouth 17 28
6. Aston Villa 17 28
7. M.City 17 27
8. Newcastle 17 26
9. Fulham 17 25
10. Brighton 17 25
11. Tottenham 17 23
12. Brentford 17 23
13. M. United 17 22
14. West Ham United 17 20
15. Everton 16 16
16. Crystal Palace 17 16
17. Leicester City 17 14
18. Wolves 17 12
19. Ipswich Town 17 12
20. Southampton 17 6
Takımlar O P
1. Atletico Madrid 18 41
2. Real Madrid 18 40
3. Barcelona 19 38
4. Athletic Bilbao 19 36
5. Villarreal 18 30
6. Mallorca 19 30
7. Real Sociedad 18 25
8. Girona 18 25
9. Real Betis 18 25
10. Osasuna 18 25
11. Celta Vigo 18 24
12. Rayo Vallecano 18 22
13. Las Palmas 18 22
14. Sevilla 18 22
15. Leganes 18 18
16. Deportivo Alaves 18 17
17. Getafe 18 16
18. Espanyol 18 15
19. Valencia 17 12
20. Real Valladolid 18 12