Adına Türkiye Cumhuriyeti denilen bu topraklarda yaşamakta olan milyonlardan biriyim ben. Hiçbir özelliğim yok. Sadece bir merakım var. “İstanbul” bu merakımın adı. Nereden geldiğini soracak olursanız bu merakın “İstanbullu olmaktan” diye yanıtlarım. Atalarım 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrasında Balkan yarımadasında başlayan soykırımdan kurtularak gelmişler İstanbul’a nerede ise bir buçuk asır olmuş. O gün bu gündür İstanbulluyuz. Hal böyle olunca normal karşılamak gerekir İstanbul merakımı. Sonuçta yaşadığım yer, atalarımın yattığı toprak burası. İstanbul denilince yaşam güçlükleri nedeni ile insanların kaçmaya başladıkları kent azmanı geliyor bugün akla. Haksız değil böyle düşünenler ancak bugün yaşadığı neoliberalişgalin olumsuz etkilerinden sıyrıldığında florası ve faunası ile eşsiz bir coğrafya, on bin yılı aşan geçmişi ile olağanüstü birikime sahip bir kent çıkar ortaya. Bu açıdan bakıldığında Roma ve Atina küçük kardeşi olurlar İstanbul’un Paris ve Viyana ise dünkü çocukturlar onun yanında Kentin olağanüstü tarihi burada son derece zengin izler bırakmış bu izlerin üzerinde de sıra dışı bir kent kültürü oluşmuştur burada. Pagan inanışları ile Hristiyanlığın çatışması ve bu çatışma sonucu oluşan sentez ile başlar bu kültürün öyküsü. Latin ve Grek gelenekleri ile devam eder. İnançları uğruna ölümü göze alıp azize mertebesine yükseltilmiş kadınlar da vardır bu aşamada Hristiyan inançlarının sorgulanması, kiliselerin ayrışmasına yol çan kavgalar da. Ardından 2. Mehmed sonrası gelişen kozmopolit başkentyerini alır bu kültürde. Grekoromen inanç ve gelenekleri Anadolu’dan gelen Türklerin, Ermenilerin ve Karaman cemaatinin (**) katkıları ile zenginleşir. İspanya’dan kopup gelen Safaradların, Orta Avrupalı Aşkenazların ve Hazar boylarından gelen Karaytayların katkıları ile gelişir. Ardından Balkan Türkleri ve Levantenler. Bütün bunların füzyonu ile oluşan bir kültür ortaya çıkar. Daha sonra da Süryaniler ve Kürtler süsü oldular bu eşsiz mozaiğin. Kimi zaman tarihi bir binada gösterir bu kültür kendini kimi zaman bir ailenin yaşam öyküsünde. Bazen bir gazete kupüründe vücut bulur bazen insan ilişkilerinde ya da bir içki sofrasında Ayrışma değil birleşme vardır, saygı ve dostluk vardır bu kültürün mayasında. İnançlar o kadar iç içe geçmiştir ki yaramazlık yapan çocuğunu uslanması için papaza okutan Müslüman bir anne, sevdiğine kavuşabilmek için Tellibaba’ya adak adayan Ermeni bir genç kadın veya komşusunun bayram hazırlığına yardımcı olmak için kurban eti kavuran bir Yahudi kadın yadırganmaz bu kültürde. İşte bu kültüre ilişkin birikimlerimi paylaşmak için buradayım. Her hafta bir başka yazı paylaşıp bu kültürü tanıtmaya çalışacağım dilim döndüğünce. Neden mi yapıyorum? Bu eşsiz kültür yok olma tehlikesi ile karşı karşıya İttihat ve Terakki fırkası yönetimi ile başlayıp erken cumhuriyet döneminde devam eden Türkleştirme politikaları ile hayli darbe almıştı zaten ancak direniyordu. 1960 darbesi ardından gelen “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları olumsuz etkiledi bu kültürü. 1974 Kıbrıs harekatı ile soldu bu yediveren gülü. Ardından 1980 li yılları izleyen neoliberal işgal geldi. Damperli kamyonla insan yığıldı buraya. Yeni gelenleri içinde eritip onların bu kültürle uzlaşmalarını sağlayacak gücü kalmamıştı şehrin. Her yeni gelen kendi gettosunu kurdu. Ruhunu yitirmiş binalar, hafızasını yitirmiş bir kent ve bu kentte oluşturulan neoliberal kültürün unsurları sardı dört bir yanı. AVM ler, zincir kafeler ve fast food restoranlar aldı çarşı esnafının, sohbet kıraathanelerinin ve ev yemekleri ile ünlenmiş lokantaların yerini. Meyhane kalmadı İstanbul’da Hepsi içkili lokanta oldu. Karşılıklı sevgi ve saygının yerini hoşgörüsüzlük, içtenliğin yerini riya aldı İstanbul işgal altında Neoliberal işgal bu yaşanan. Kentin tarihine de hafızasına da düşman onu yok etmeye kararlı Bu işgale meydan okumaya kalkışan bir direnişçiyim ben İstanbul’u İstanbul yapan tüm unsurları yok etme kararında olan işgalcilere karşı mücadele verenlerden biriyim. İstanbul kültürü içinde yetişmiş son kuşaklardan birinin mensubu Bu kültürü tanıtmak ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak ise boynumun borcu. Bu nedenle buradayım ve bu nedenle yazıyorum işte. O halde Merhaparev ya da Kalimerhaba
(*) Merhaparev (Türkçe Merhaba ve Ermenice karşılığı Parevsözcüklerini birleştirerek oluşturdum bu selamlama sözcüğü Kalimerhaba (Türkçe merhaba ve Rumca Kalimerasözcüklerini birleştirerek oluşturdum bu selamlama sözcüğünü
(**) Karaman Cemaati : Kapadokya’da yaşamış olan ve Grek harfleri ile okuyup yazmakla birlikte Türkçe konuşan, Ortodoks inancına sahip ancak ibadetlerini Türkçe yapan bir topluluk. Kimileri Rumlaşmış Türk, kimileri ise Türkleşmiş Rum diye tanımlar onları. Anadolu mozaiğin bu müstesna unsuru mübadele esnasında Yunanistan’a gönderildi. Cemaat mensubu kalmadı Türkiye’de
Zevkle okuyacağımız bilgiler ama kalemin de bir o kadar özenli ve incelikli bir usta.
Bu paylaşımın için tekrar teşekkür ederim.