“Dün gece seyrine gömdüm
cerenim
Kızlar ne kadar çok
seviyorlarmış ki seni
Mosmor olmuş gülyazı
bedenin.
Mosmor olmuş gülyazı
bedenin.
Düşmüş sanki erguvanlar içinde
En genç burcu yıldızlardan
bir kalenin…”
(Can Yücel’in yakın arkadaşı Zeki için yazdığı şiirden bir kesit)
Bir haber gidiyor yakınlarına ve sır oluyorsun. İktidarların sistematik olarak uyguladığı cezasızlık politikasının kurbanı. Yüz yüze kavga etmeyip, hasmını arkadan hançerlemenin politik adı: Faili Meçhul…
Karslı bir ailenin çocuğu olarak 1948 yılında İstanbul’da dünyaya geldi Zeki. Tüm dünyayı etkisi altına alan ‘68 kuşağının müstesna bireylerinden biri. Cephe sempatizanı bir İTÜ öğrencisi…
’71 Muhtırası sonrası tutuklandı. Sağmalcılar, Davutpaşa, Selimiye ve Maltepe cezaevlerinde kaldı. ’74 affıyla cezaevinden çıkan Zeki öğrenciliğe ve devrimciliğe kaldığı yerden devam etti. Dönemin yaygın gençlik örgütlenmelerinden biri olan GSB’nin (Genç Sosyalistler Birliği) oluşum süreci içinde yer alan Zeki’nin esas yöneldiği alan ise sınıf çalışmasıydı. Teknik elemanların sendikalaşması mücadelesinde önemli çabaları oldu. Nisan 1976’da İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şubesi tarafından 88. sayısı yayımlanacak olan Teknik Güç Dergisi’nin yazı işleri müdürlüğüne getirildi. Zeki’nin yazı işleri müdürü olmasıyla birlikte Teknik Güç’teki çizgi değişikliği sınıf mücadelesi ekseninde derinleşti.
1974’ten sonra tekrar yükselmeye başlayan devrimci dalga meslek odalarında da etkisini göstermeye başladı. TMMOB’de Teoman Öztürk’le temsil edilen politik çizginin mücadelesi, “mühendislerin sorunları halkın sorunlarından ayrı olarak çözülemez” ilkesi rehberliğinde sürdürüldü. Bu tarih ve ilke ile TMMOB ezilenlerin yanında yer almaya başladı. Bu muhaliflik, TMMOB’nin devletin adeta hasım saydığı bir örgüt olarak görülmesine neden oldu. Zeki de TMMOB içinde faaliyet sürdüren en yetenekli sosyalist kadrolardan biriydi.
TİP, Parti-Cephe/Dev-Genç ve GSB süreçlerinin sonunda bir grup arkadaşıyla birlikte dönemin önemli siyasal gruplarından biri olan Kurtuluş’a katıldı.
Kurtuluş’un politik tezlerinin oluşumuna doğrudan katkısı olan Zeki Erginbay’ın “TKP Üzerine” isimli çalışması, KSD’nin (Kurtuluş Sosyalist Dergi) Kasım 1976 tarihli altıncı sayısında Kurtuluş imzasıyla yayımlandı.
Mesleği beklemekti ya, babası Bekçi İsmail de bilemezdi
23 Ocak 1977 pazar günü Şişli Osmanbey’de bulunan İMO İstanbul Şubesi’inde yazı işleri müdürü olduğu “Teknik Güç” dergisinin çalışmasını yaparken güpegündüz kaçırıldı Zeki. O günlerde çok tanınmayan, daha sonraki yıllarda ise ülkenin karanlık tarihinin “başrol oyuncuları” olarak hafızalarımıza kazınan isimler tarafından gerçekleştirilmiş olması çok muhtemeldi: Çatlı, Ağca, Kırcı…
İçinde bulunduğu Kurtuluş grubunun sözcülerinden M. Kemal Kaçaroğlu Zeki’nin kaçırışıyla ilgili önemli bir not düşüyor “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” kitap dizisinin ikinci cildine:
Nişantaşı’nda Doğan Tarkan’ın evinde İstanbul’un sorunlarını tartıştığımız bir toplantının bitiminden sonra biz, Zeki’yle birlikte ayrıldık evden. İMO Doğan’ın evine yakındı zaten ben de başka bir yere geçecektim. Halaskargazi’ye doğru Zeki’yle yürürken “Bugünlerde arkamda bazı şeyler hissediyorum, sanki takip ediliyormuşum gibi bir hava var. Bana silah gönderir misin?” dedi. Bir iki gün içinde ileteceğimi söyledim. Faşistlerin takibi altında olduğu hissiyatı vardı. Kurtuluş’a katılımı sırasında bahsettiğim gibi Zeki’nin hem demokratik kitle örgütlerindeki konumu hem de Teknik Üniversite’deki devrimci gençlik temelindeki faaliyetleri faşistlerin dikkatini çekiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam hemen İrfan’a haber gönderdim, İrfan Feriköy bölgesindeydi o sırada ve yine yanlış hatırlamıyorsam ertesi gün öğlen civarında Zeki’nin kaybolduğu haberi geldi. Bu konuşmamızın ertesi günü oldu. (sf.107)
12 gün ulaşılamadı Zeki’ye. Ailesinin, yoldaşlarının bütün çabalarına rağmen.
En dayanılmazı da beklemektir. Bilmediğin, adını koyamadığın, başı sonu belli olmayan bir bekleyiş… Boşlukta asılı kaldığın. Nerden bilirdi Sebile ana; ilk hecesini, ilk adımını, hastalandığında gözünün ferini beklediği evladını bir gün olup da beklemenin nafile olduğu hasretlere yollayacağını. Mesleği beklemekti ya, babası Bekçi İsmail de bilemezdi.
12 gün sonra Zeki’nin cansız bedeni, Ömerli Barajı yakınlarında, vücudunda işkence izleri ve kalbine sıkılmış bir kurşunla bulundu.
“Zeki gerçek bir değerdi”
Katledilişinin ardından İlhan Selçuk şu satırları yazıyordu Zeki için:
Belleğimin ilk anıları Davutpaşa Kışlası’nın tutuklular bölümünde başlıyor. Yıl 1972… Zeki’yi ilk kez orada görmüştüm… Bir köylü durağanlığının bilgeliğiyle, şehir çocuğunun zekâsı buluşmuştu Zeki’de. Gösterişsiz ama özlü bir devrimciydi… Geçmiş yıllarda devrimcilik yollarında patırtı gürültü eden çok kişi gördük. Görevlerini alçak gönüllü bir sessizlikle yerine getirenlere boş verildiği bir dönem yaşandı. Bundan böyle devrimci kesimde değer yargılarının daha sağlıklı oluşması için artık bu konuda özen gösterilmesi gerektiği kanısındayım… Çok şamata yapan nice kişinin 12 Mart sınavlarında sıfır aldığı görüldü. Alçakgönüllü ve sessiz nice kişi kaya gibi çıktı. Ne kırık not alanları kınıyorum ne de kaya gibi duranları göklere çıkarıyorum. Yaşadığımız olaylara insani yönden anlayışla yaklaşmak gerekir. Öylesine uzun bir yol var ki önümüzde, olan-bitenleri hoşgörüyle karşılamak ve izlemek gerekir. Ne var ki bir görevimiz de gerçek değerleri tanımak, sevmek, tanıtmak değil midir? Zeki gerçek bir değerdi.
Zeki Erginbay kısa yaşamının önemli bir kısmını İhtilalci bir sınıf hareketinin yaratılması mücadelesine adamıştı. Dönemin baskıcı politik atmosferi içerisinde hedef olarak seçilmesi bir tesadüf değildi. Adına düzenlenen cenaze töreni, paramparça olan sosyalist hareketi bir araya getirmiş, Dolmabahçe’den başlayıp, Kısıklı’da sona eren uzun bir yürüyüş ile büyük bir miting halini almıştı.