Gelir Vergisi rekortmenleri listesinin ilk iki ismi Saray’a çok yakın isimlerden oluşunca, özellikle de sosyal medyada bir tartışma başladı.
Öyle ki geçen yılın Gelir Vergisi rekortmenleri sırasıyla; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ve kardeşi Haluk Bayraktar ve Türkiye’nin en büyük ve en eski sermaye gruplarından birisi olan Koç Holding’in patronu Mustafa Rahmi Koç oldu.
Selçuk Bayraktar 1,95 milyar TL, Haluk Bayraktar 1,68 milyar TL vergi ödeyerek ilk iki sırada yer alırken, Rahmi Koç 480 milyon TL vergi ödeyerek üçüncü oldu.
Saray’ın gurur tablosu mu?
Böyle olunca da Saray medyası ve Anadolu Ajansı gibi devlet medyası aşağıdaki tabloyu gururla yaymaya başladılar. Sarayın kadrolu danışmanı, “dolar 3 TL’yi geçerse yüzüme tükürün” vecizesi ile bilinen piyasa iktisatçısı Yiğit Bulut da her zamanki gibi AKP’li bu sermayedarlara övgüler yağdırdı.
Diğer yandan, daha ziyade ulusalcı, Atatürkçü, laik ya da sosyal demokrat olarak kendini tanımlayan bazı kesimlerse Koç Grubunun Bayraktarların yarattığı istihdamın 15 katından daha fazla istihdam yarattığına vurgu yaparak Koç’u savunmaya geçtiler.
Vergi etiği açısından bu kıyaslama ne kadar doğru?
Çok enteresan değil mi? İşin aslına bakılmaksızın ülkedeki iki sermaye grubu arasında, “iktidara yakınlık” veya “daha az yakınlıktan” yola çıkılarak vergi etiği açısından kıyaslamalar yapılıyor. Oysa durum “kimin daha çok ya da daha az vergi ödediği” hususundan çok daha önemli boyutlara sahip.
Öncelikle, hem Bayraktarlar hem de Koç Grubu ödedikleri vergilere temel teşkil eden kârlardan elde ettikleri gelirlerini, adına “güvenlik ve savunma sektörü” de denilen “askeri sanayi karması” bir sektörden sağlıyorlar. Bu sektör AKP iktidarlarının, özellikle de son yıllarda, en çok yatırım yaptığı, en çok desteklediği sektör oldu.
Bayraktarlar ağırlıklı olarak İHA ve SİHA gibi insansız-silahlı hava araçları üretimi ve satışlarından, Koç (Otokar) gelirlerinin önemli bir kısmını ise karada faaliyet gösteren hafif-ağır askeri araç ya da anti terör denilen zırhlı, robotik araç üretiminden sağlıyor.
Bu durum, özünde sermaye grubu farkı gözetmeksizin ülkedeki müesses nizamın nasıl “askeri sanayi karması” sektöre doğru yöneldiğini ve devletin bu o konuda aktif rol alarak bu sektörü nasıl desteklediğini gösteriyor. Kısaca bu tür bir iktisadi faaliyetin toplum ve doğa açısından ne denli faydalı (!) olduğunu sorgulamak gerekiyor.
Bu ürünlerin ülke içindeki temel alıcısı devlet
Yani bu kişiler ödedikleri gelir vergisinin önemli bir kısmını devlete ürün satmaktan elde ettikleri gelirlerle geri alıyorlar. Ülkede emek, demokrasi ve barışın inşası yönünde verilen mücadele açısından bu gerçeğin üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir.
İkincisi, her iki grup da acaba kendi yarattıkları değer üzerinden mi vergi ödüyorlar? Örnek olarak bir sanayi işçisi çalışarak ürettiği değerin bir kısmını gelir vergisi olarak devlete ödüyor (KDV ve ÖTV’nin yanı sıra).
Oysa ne Bayraktarlar ne de Koç’un kendi emekleriyle ürettikleri, yarattıkları bir değer var. Bu vergileri, işyerlerinde çalıştırdıkları işçilerine ödemedikleri ve adına kâr dedikleri artı değerin kendilerine dağıtılması sırasında Gelir Vergisi olarak (menkul sermaye iradı) ödüyorlar.
Kısaca, aslında bu vergilerin ödenmesine esas teşkil eden kârı (artı değeri) işçiler ürettiğinden ve kapitalist düzende üretim araçlarının sahibi patronlar olduğundan işçiler bu artı değere sahip çıkamadıkları için, bu artı değerden ödenen vergiyi de son tahlilde işçiler ödüyor.
Son olarak, “en çok vergiyi kimlerin ödediği” kadar, “bu vergilerin en çok kimler için kullanıldığı” çok daha önemli.
Toplanan vergilerden elde edilen gelirlerin, iktidarın bütçe hakkını da yok sayarak yaptığı harcamalara gittiğini, özellikle de iktidara daha yakın sermaye gruplarına ve cemaatlere; mali destekler, ballı ihaleler, sübvansiyonlar ve teşvikler olarak verildiğini, önemli bir kısmınınsa anapara ve faiz ödemelerinde kullanıldığını, daha da önemlisi bu vergilerin siyasal İslamcı otoriter bir rejimin ayakta kalması ve savaşların finansmanı için kullanıldığını biliyoruz.
Sonuç olarak
Her iki sermaye grubu da kendi kârlarını, sermayelerini ve ekonomik ve politik güçlerini büyütmek için bu vergileri veriyorlar. Bu vergi gelirlerinin, örneğin Bayraktar Grubunun İHA ve SİHA’larının Kuzey Afrika ülkelerinde dağıtılmasını sağlamak için bazı ülkelere karşılıksız bağış ya da çok ucuz faizli kredi biçiminde verildiği de ileri sürülüyor.
Özcesi, birbiriyle yarıştırılan bu iki sermaye grubunun ödediği vergiler halka daha iyi, nitelikli, ücretsiz ve kamusal eğitim, sağlık, barınma ve ulaştırma gibi temel hizmetleri fonlamak veya yoksullukla mücadele etmek amacıyla kullanılmıyor.
Bu vergi gelirleri kapalı devre bir sistem içinde kendilerine geri ödeniyor, özetle durum bu. Bu yüzden de emekçiler açısından bir sermaye grubunun “iktidara çok yakın” ya da “az yakın” olması arasında özde bir fark yok.
Anahtar sözcükler: Askeri Sanayi Karması, Bayraktar Grubu, Gelir vergisi, Koç Grubu, Nepotizm, Vergi rekortmenleri.