Bugünlerde, özellikle de gençlerin başını çektiği “hak, hukuk ve adalet” talep eden kitlesel eylemlere sırt çeviren, onları görmezden gelen (hatta suçlayan ve karalayan) bazı büyük sermaye şirketlerinin sattıkları ürünlerin ve/veya hizmetlerin satın alınmaması yoluyla boykot edilmesi, iç siyasetin ana konusu haline geldi. Böylece demokratik muhalefet, doğru bir biçimde, iktidarın gündemine takılmayıp kendi gündemini yaratmayı sürdürüyor.
Bu boykot eylemleri, İktidar Blokunu ve sermaye örgütlerini öyle rahatsız etmiş olmalı ki eylemler gecikmeksizin “yasa dışı” ilan edildi. Dahası “yerli ve milli şirketleri sabote etmeyi amaçlayan, “ekonomiye zarar vermeyi hedefleyen”, hatta iktidarı devirmeye dönük bir tür “darbe” olarak tanımlandılar.
“Yerli ve milli” olmanın ölçütü?
Bu iddiaların içleri büyük ölçüde boş!
Bir kere, anayasal hak olan bir şey “yasa dışı” değildir. Tüketmeme hakkı da bir haktır. “Yerli ve milli şirketleri sabote etme” iddiası ise son derece su götürür bir iddiadır. Bir şirketin yerli ve milli olması hissedarlarının yerli ve milli olmalarından ziyade, izlediği politikalar (satış politikaları gibi), ürettiği ürünlerin sağlıklı ve güvenilir olup olmadığı ve aşırı fiyatlama gibi kamu yararını doğrudan ilgilendiren konularla ilgilidir.
Nitekim bu ülkede yerli tarım ve hayvancılık, iktidara yakın çok uluslu tekellerle iş birliği halindeki “yerli ve milli ithalatçı şirketler” daha fazla kâr elde etsin diye yok edilme noktasına getirilmedi mi? Keza ocak ayında bizzat Cumhurbaşkanı halkı, bazı üç harfli yerli ve milli tekelleri aşırı fiyatlama yaptıkları için boykot etmeye çağırmadı mı?
“Ekonomiyi gerçekte kim ya da kimlerin sabote ettiğini” görmek içinse 19 Mart Sivil Darbe Girişimi sonrası ekonomide ortaya çıkan büyük hasara bakmak yeterli olur.
Dezenflasyon politikasına ters!
İktidarın boykota karşı hamleleri uyguladığını iddia ettiği dezenflasyon politikalarıyla da çelişiyor.
Çünkü dezenflasyon politikası yürütülürken daha az tüketim harcaması yapılması hedeflenir ki boykot eylemleri bu politikanın daha etkili olmasına yardımcı olabilir.
Buna rağmen İktidar Bloku, muhalefetin boykot çağrısının daha da genişleyip iktidarını sarsacağını düşünerek, reaksiyon olarak tabanına daha fazla tüketim yapma çağrısı yapıyor. Nitekim trajikomik bir biçimde yandaşlar, üstelik bir Ramazan günü, boykot edilen kahve zincirlerinde oluşturdukları uzun sıralarda ellerindeki içi boş kahve kartonlarıyla şov yaptılar (bu arada bir fincan kahvenin ne kadar pahalı satıldığının farkında oldular mı bilemeyiz!)
Son olarak, kapitalist bir piyasa ekonomisinde bir mal ya da hizmeti satın alıp tüketmek nasıl bir tüketici tercihi ya da hakkı ise satın almayı ve tüketmeyi reddetmek yani boykot etmek da bir tercih ya da haktır. Böyle bir temel hakkın meşruiyetinin sorgulanması, suç ile ilişkilendirilmesi abesle iştigal olduğu gibi, ekonominin kanunlarına da aykırıdır.
Dayanışma biçimi olarak boykot
Tüketici boykotunun bir boyutu daha mevcut: Dayanışma. İçinde yaşadığımız ekonominin neredeyse yüzde 65’ini oluşturan tüketim harcamalarının boykot edilmesi Türkiye toplumunu demokrasiye sahip çıkma yönünde harekete geçirebilecek bir dayanışma biçimidir.
Dayanışma ise basitçe ifade etmek gerekirse, “en az üç kişiyi kapsayan bir etkileşimdir. Yani “senden, üçüncü bir kişiye/kişilere ya da tarafa/taraflara karşı benim yanımda durmanı, benimle birlikte tavır koymanı istiyorum” çağrısına verilen olumlu yanıttır.
Başka bir deyişle dayanışma, “hak mücadelesinde birlikte hareket etmek” demektir. Kesişen ya da ortak maddi çıkarlarımızı ya da demokratik hukuk devleti ve barış gibi siyasal hedeflerimizi birlikte savunmaktır. Özetle, “Hak, Hukuk ve Adalet” için bugünlerde kitlesel olarak verilen mücadeleye aktif katılım demektir. Tüketici boykotu da bu mücadele biçimlerinden sadece biridir.
Sınıflı toplumlarda dayanışma kaçınılmaz bir olgudur
Emek, doğa ve kadın sömürüsüne dayalı kapitalist düzen ve bunun üzerinden şekillenen antidemokratik, otoriter siyasal rejim, kurduğu sömürü ve tahakküm sistemi aracılığıyla hayatlarımızı birbirine kenetlediği için istemeden de olsa dayanışmanın büyümesine yol açar. Kısaca, baskı ve sömürünün olduğu her yerde dayanışma kaçınılmaz bir insanlık hakkı olarak kendini var eder.
Diğer yandan, “dayanışma bir fiildir, eylemdir. Bu sözcük eylemsel karşılığı olan bir sözcüktür”. Öyle ki dayanışmayı örneğin sadece sosyal medyada paylaşım yaparak, tweet atarak gösteremeyiz. Ya da ihtiyaç içindeki birine maddi destek sağlamaya indirgeyemeyiz.
Aksine, tanıdık ya da tanımadık, yerel ya da uluslararası sınıf kardeşlerimizle, ezilenlerle birlikte hareket ederek, (mümkünse) fiziki olarak da onların yanında yer alarak dayanışmayı inşa ederiz.
Dayanışma birlikte hareket etmektir!
Dayanışma inşa etmek harekete geçmektir ve dayanışma içinde hareket etmek birlikte hareket etmektir. Bazen bir süpermarketin önünde tüketim boykotu ya da bir bankanın önünde kredi borcunu ödememe boykotu veya bir vergi dairesinin önünde vergi borcunu ödememe boykotu yapanların arasında /yanında olmak, bazen de grevci işçilerin grev çadırında olmak, onlara destek vermek demektir.
Dayanışma aynı zamanda karşılıklı yardımlaşma üzerine kurulu doğru bir sosyalleşme aracıdır. Farklı sosyal kesimlerin ve güçlerin, farklı stratejilerin ve taktiklerin bir araya getirilmesi, birçoklarının maddi çıkarlarının ve hedeflerinin demokratik siyasal ve sosyal hedeflerinin herkes adına kolektif eylemde birleştirilmesi anlamına gelir.
Dayanışma birlikte özgürleşmektir!
Dayanışma aynı zamanda “birlikte özgürleşme” aracıdır. Mississippi'li (ABD) siyahi kadın, sivil haklar aktivisti Lou Maer’in 1964 Demokratik Ulusal Kongresi'nde verdiği ifadedeki sözleriyle, “hepimiz özgür olana kadar kimse özgür değildir. Kendi içimdeki ötekiliğe kör kaldığım sürece nasıl özgür olabilirim? Ve ben özgür olmadan siz de özgür olamazsınız”. (1)
Ayrıca dayanışma, farklı görünen mücadeleler arasındaki çoğu zaman gizli bağlantıların farkına varmak anlamına geldiğinden, boykotlar, işgaller, iş bırakmalar, genel grevler ve şiddetsiz protestolar gibi farklı eylem biçimlerini gerektirir,
Ancak, ülkedeki konjonktürün iyi bir ekonomi politik analizinin yapılıp uygulanacak olan eylem biçimlerinin buna göre belirlenmesi gerekir. Bir ülkede ya da belli bir zamanda ortaya konulan ve başarılı sonuçlar alınan dayanışma biçiminin, diğer bir ülkede ve zamanda aynı sonuçları vermesinin garantisi olmadığı gibi, tersine sonuçlar da ortaya çıkabilir.
Bu noktada atlanmaması geren çok önemli bir husus da şudur: Siyasal iktidarın sahipleri bu tür eylemlerin yaygınlaşıp kendilerini iktidardan etme korkusu yaşarken, ekonomiye hükmedenler ancak satışlar yapıldığında kârlarının gerçekleşebileceğini iyi bildiklerinden sert sınıfsal tepkiler verirler ve boykotlara ya da iş bırakmalara karşı çıkarlar. Ayrıca tüketimin azalması demek vergi gelirlerinin de azalması demektir ki bu noktada siyasal iktidar ile ekonomik iktidarın sahiplerinin çıkarları ortaktır. Bu durum da onları kendi içlerinde dayanışmaya iter.
Sonuç olarak, boykotlar halkı bilinçlendirme ve halka güven verme konusunda önemli araçlar olsalar da sadece uzun erimli daha büyük bir mücadelenin ve stratejinin geçici bir parçası olarak etkili olabilirler.
Anahtar sözcükler: Boykot, Dayanışma, Lou Maer, Yerli ve Milli Olmak.
Dip notlar:
(1) https://academic.oup.com/mississippi-scholarship-online/book/29348 (3 Nisan 2025).