22.03.2025, 17:56

Troçkizmin tarihi

Tarihi denildiğinde normalde klasik Troçkizim Tarihi anlaşılır. Bu anlamda böylesi bir klasik Troçkizim Tarihi uzun bir külliyatı kapsar. Ama bizim buradaki Troçkizim Tarihi başlıklı değerlendirmeye aldığımız bu tarih versiyonu Troçkizmin kendi içinde bütünsel çerçevede Lenin’in ana halka tezi içinde olan konuların seçkisini kapsayacaktır. Ayrıca bağlantılı olarak son günlerde Dayanışma içinde ve Kurtuluşa dönük tartışmalara katkı olur düşüncesiyle genel bir değerlendirme yaptığımızı da belirtelim.

Troçkizm Türkiye solunda büyük çoğunluğu için en çarpıcı tabudur. Doğu Bloku ülkelerindeki çöküşün başlangıcı olan 1989 sonuna kadar, bu tabu aynı zamanda bir öcü olarak da görüldü. SSCB ve diğer Doğu Bloku ülkelerinde tüm kitapları yasaklanırken, Türkiye’de ise Troçki’nin görüşlerinin sadece Stalin ve diğer ve resmi devlet kaynaklarının eleştirilerinden öğrenmek mümkündü. Buna rağmen Troçkist olmak Türkiye solu için belki faşist olmakla, ya da daha doğrusu şeytanla işbirliği yapmakla eş anlamlıydı. Kim ki, işçi sınıfının teorinin ve eylemin merkezine yerleştirmeye çabalar, o derhal Troçkist olmakla suçlanırdı ve bir kez Troçkist damgasını yiyen, bir daha iflah olmazdı.

Abartmadan çok açık ve net olarak söyleyebiliriz ki Türkiye’de Troçkist hareket hiçbir zaman görülebilir bir güce sahip olmadı. 1960’lı yıllarda izine bile rastlanmaz. 1970’lerde ise iki, üç ufak Troçkist gruplaşma vardı. Troçkizmin Türkiye solunda daha yaygın olarak ele alınmaya başlaması, tesadüfü olmayan bir biçimde Doğu Bloku ülkelerinde devlet kapitalisti rejimlerin çökmeye başlaması ile birlikte olmuştur. Troçkistlerin sayısı belki gene oldukça azdır, ama artık Troçkizm, hiç değilse solun bir kısmı tarafından, eskisi gibi şeytan olarak görülmediği için tartışılabilir bir konudur.

Hiç değilse artık Troçkist olduğunu söyleyenler fazla saldırıya uğramıyor ya da en azından daha ölçülü bir saldırı ile karşı karşıya kalıyorlar. SSCB’nin yıkılmasından sonra ve geldiğimiz noktada Türkiye solunda Troçkizm daha olumlu bir durumdadır. Bu bir ilerleme mi? İlk bakışta öyle gibi görünse de, aslında öyle değildir.

Önce 1989 yılının son aylarında Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’daki, ardından da Arnavutluk ve SSCB’deki gelişmeler “Yaşayan Sosyalizm “ tezini bütün türleri ile Stalinizmi geri döndürülemez bir biçimde tarih sahnesinden itince, solun önemli kesimleri için bir şaşkınlık dönemi başladı. Şu ya da bu biçimde savunulmakta olan “ Sosyalist Devletler “ artık inkar edilemez bir biçimde sosyalist değillerdi. Batı ile birleştikten sonra “SSCB” den bile daha çok sosyalist olan “ Doğu Almanya” ya hala sosyalist demek mümkün değildi. Arnavutlukçular bir süre direnebildiler. Arnavutluk hala “yaşamaktaydı “ ve Mao ve Enver Hoca, SSCB ve yıkılan rejimlerin kapitalist olduğunu çok önceleri söylemişlerdi. Geçekten de Mao’nun ardından Enver Hoca, SSCB’nin Kruşçev ile birlikte sosyal emperyalist olduğunu söylemekteydiler. Ne var ki, gerek Mao’nun Çin’i, gerekse de Hocanın Arnavutluğu çok geçmeden eleştirilen rejimlerin akıbetine yuvarlandı.

koşullar altında sol, sosyalizmin başına ne geldiğini araştırmaya başladı. Ulaşılan sonuç esas olarak Ekim Devriminin yanlışlığı oldu. Gelişmemiş bir kapitalist bir ülkede sosyalizm olamazdı. Zaten Lenin ve Bolşevikler darbeciydi. Ekim 1917 proleter devrimi değil bir darbe idi. Köklerini İkinci Enternasyonal revizyonizminden alan bu tezler aslında yeni değil. Ekim Devriminin gerçekleştiği andan itibaren Kautsky ve benzerleri tarafından ileri sürülmekte ve savunucularını kaçınılmaz olarak reformizme doğru itmektedir. Nitekim Türkiye’de aynısı oldu. Stalinizm’den reformizme önemli bir kayış başladı.

Solun bir kısmı ise aynı sonuca ulaşmadı. Onlar çareyi, hiç değilse Ağustos Darbesine kadar SSCB’yi her şeye rağmen savunabilmenin yolu olarak Troçki’nin “ Dejenere İşçi Devleti “tezine sarılmakta buldular. Kimileri Troçkizm öcüsü, korkusu ile “ Dejenere İşçi Devleti “ terimini kullanmadan, kimileri ise kullanarak, bu iki kesim daha ufak da olsa, Troçki’nin eserleri ile karşılaştığı ölçüde, kuşku yok ki üzerine ölü toprağı serilmiş olan Devrimci Marksist edebiyatın derinlikleri ile karşılaştılar.

SSCB’yi savunmanın son mevzisi olduğu ölçüde olumsuz, Troçki’nin fikirleri ile ilk tanışma olduğu ölçüde ise olumlu olan bu gelişme içinde, ikinci tutumda olanlar için öne çıkan gene de “Dejenere İşçi Devleti “ tezi oldu.

Bugün Marksist geleneğin üzerinde yükselebilmek için Trçki’nin omuzlarına basmak gerekir. Onun Marksist hareket içindeki en önemli sapma olan Stalinizme karşı mücadelesinde tutum almak gerekir. Aynen 1. Enternasyonalde Marksistler ile Anarşistler arasında, 2. Enternasyonalde revizyonistler ve sosyal-şovenlerle, Enternasyonalistler, yani 3. Enternasyonalistçiler arasında tutum almak zorunda olmamız gibi. Ne var ki, bu tutum alma bizi Troçki’nin “ Dejenere İşçi Devleti “ tezini savunmaya ittiği, gene Devrimci Marksist gelenekten kopmaktayız. Çünkü bir yandan 1926-1936 arasında SSCB’de yaşanan gelişmeleri kavrama şansını kaçırmaktayız, bu yıllarda devlet kapitalisti olmuş bu ülkede krizleri ve öte yandan da bütün Doğu Bloku ülkelerinin ve SSCB’nin yıkılışına yol açan krizleri açıklamaktan mahrum kalmaktayız. Bunlar bir tür kapitalizmin krizleri midir? Yoksa ondan daha ileri bir toplumun kendine özgü sorunları mıdır?

İşte Ortodoks olarak tanımlayabileceğimiz Troçkist hareket Troçki’nin “ Dejenere İşçi Devleti “ tezine sahip çıkarken bu sorunla yüz yüzedir ve aynı solun diğer kesimleri ile birlikte günümüzü açıklayabilmekten uzaktır. Bu nedenle de Troçkist olmaları, devrimci geleneğin devamcı olmaları anlamına gelmemektedir.

Troçki’nin devrimci fikirleri ve mücadelesi üzerinde yükselen Tony Cliff’in “ Devlet Kapitalizmi” teorisi ise 1926 karşı devrimini açıklaması ile Troçki’yi aşmış ve Bolşevizmin ve 3. Enternasyonalin devrimci fikirlerine sahip çıkarak geleneğin bugünkü tek temsilcisi haline getirmiştir. “Devlet Kapitalizmi “ teorisi bize sadece SSCB ve diğer Doğu Bloku ülkelerini açıklama olanağı vermemekte, fakat aynı zamanda ve daha önemli olarak Devrimci Marksist geleneği savunma, yaşatma olanağı vermektedir.

Bu değerlendirmelerden sonra Troçkizm’in ne olduğu konusuna geçebiliriz.

Batı toplumbilimcileri arasında Troçkizm’in iyi bir ünü olmamakla birlikte Leon Troçki’nin kendisi görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir kişiliktir. Rus Devriminin önde gelen liderlerinden biri olarak yüklendiği sorumluluklardan sonra ( Hem 1905’ de hem de 1907’de Petersburg Sovyeti Başkanı, Bolşevikleri iktidara getiren Ekim Ayaklanmasının örgütleyicisi, Kızıl Ordunun kurucusu, 1918-1921 yılları arasındaki iç savaş zaferinin mimarı olmuştur ). Troçki’nin bu olayların takip eden kaderi, (1924’de Lenin’in ölümünden sonra Stalin ve yandaşları tarafından yönetimden uzaklaştırılması, 1929’da Sovyetler Birliğinden sürgün edilmesi ve 1940’da KGB olarak adlandırılan kurumun bir ajanı tarafından öldürülmesi ) 20. Yüzyılın en belirleyici olayıyla bu kadar bütünleşmiş bir yaşama trajik bir anlam vermiştir. Troçki’nin belki en açık biçimde Rus Devrimi tarihinde ( Troçki 1967) sergilenen toplumsal teorisyen, siyasal yorumcu ve yazar olarak sahip olduğu olağanüstü entelektüel yetenekler kendi politikasına tamamen muhalif olan birçok insanın bile beğenisini kazanmasına neden olmuştur. Dahası, tartışmasız bir biçimde zamanımızın en önemli biyografilerinden birinde, Isac Deutscher tarafından yaşamının kaydedilmesi Troçki’nin şanslarından biri olmuştur.

Ama Troçki tarafından kurulan fikir ve politika geleneği olan Troçkizm farklı bir konudur. Troçkizm’den “ Fraksiyonel bir hastalık “ olarak söz edilir. Bu ifade, politik yaşamın gerçeklerine uyumsuzlukla birleştikleri gibi, peygamberden miras kalan Ortodoksluk payesi için sürdürdükleri bitmez tükenmez rekabette de birleşen ve bunun dışında birbirleriyle sürekli olarak hırlaşan tarikatlar (sektler) karmaşası olarak Troçkizim yaygın imajını çok başarılı bir biçimde özetlemektedir. Göreceğimiz gibi, bu imaj hatırı sayılır bir doğruluk payı taşımaktadır. Ancak Troçkist hareketin marjinalliği ve parçalanmışlığı, onda cisimleşen ve çeşitli yollardan geliştirmeye çalıştığı düşüncelerin hasıraltı edilmesine teşkil etmemelidir.

Troçkizm bir politik akım olarak kendisini sosyalizmin iki yaygın tanımının, yani Doğuda Stalinizmin ve Batıda sosyal demokrasinin yaptığı tanımların reddi ve işçi konseyleri aracığıyla demokratik bir biçimde örgütlenmiş devrimci proletaryanın toplumun dönüştürmesi olan Ekim-1917 geleneğinin izleyicisi olarak tanımlar. Bu düşüncelerin radikalliği Troçkistleri işçi sınıfı hareketinin kenarına itmiş, ancak birçok Marksist teorisyenlerin önemli bir bölümü Troçkist geleneğin çeşitli biçimlenmelerinden birine bağlı veya içinde çalışmışlardır. Bunların arasında Neville Alexander, Perry Anderson, Daniel Bensaid, Robin Blacburn, Robert Brenner, Pierre Broue, Tony Cliff, Hal Drager, Terry Eaglerton, Norman Geras, Adolf Gilly, Duncan Hallas, Chris Harman, Nigel Harris, Michael Löwy ve Ernest Mandel sayılabilir.

Troçkist geleneği, bir yandan iki savaş arası yıllarda doruk noktasına çıkmış bulunan devrimci baskılara karşı gelişmiş kapitalist ülkelerin zaferidir. Diğer yandan Ekim Devriminden kaynaklanan umutların SSCB’de Stalinizm iktidara gelmesi ve 1945’den sonra Doğu Avrupa ve Çin’e yayılmasıyla İhanete uğramalarının ortaya çıkardığı koşulların altında Klasik Marksizm’i en iyi biçimde sürdürme çabası olarak anlamak doğru olur.

Troçkizm’in 1940’lar sonrası tarihinin, Troçki’nin 2. Dünya Savaşı ve sonrası hakkındaki öngörülerinin çürütülmesiyle başlayan 1940’ların büyük krizi tarafından biçimlendirildiğini göreceğiz. Bu soruna getirilen farklı çözümler Troçkist hareketin birliğini onarılmaz biçimde sona erdirdi ve birbirleriyle aralarında radikal farklar bulunan ama hepsinin kaynağında Troçki olan iki temel teorik-politik hat ortaya çıkardı. 4. Enternasyonallerin “ Ortodoks Troçkizm” ve Cliff tarafından kurulan “ Uluslararası Sosyalist Akım ( International Socialist )” gelenek.

Bu noktada Troçkizm’in köklerini değerlendireceğiz.

SÜREKLİ DEVRİM

1905 Ayaklanmasına kadar Troçki yakın politik gelecek konusunda diğer Rus Marksistleriyle aynı düşünceyi paylaşıyordu. Marksizm’in Rusya’da aydınlar arasında egemen devrimci gelenek olan popülizme tepki olarak 1880’lerin başında ortaya çıkmıştır. Batı sosyalizminden derinlemesine etkilenmiş popülistler için, Çar’ın mutlak monarşisi ile yönetilen, feodal, büyük oranda kırsal bölgelerde yaşayan Rus toplumunun İngiltere gibi sanayileşmiş bir kapitalist ülke haline dönüşümü, ne pahasına olursa olsun engellenmesi gereken bir felaketti. Toplumsal örgütlenmenin köylüler arasında varlığını sürdüren komünal biçimleri, Rusya’yı kapitalizmin sancılı yolundan geçmeksizin dolaysız olarak sosyalizme götürebilecekti. Bu görüşe Rus Marksizm’inin kurucusu Plehanov karşı çıktı. Ona göre sosyalizm, üretici güçlerin ancak kapitalizm tarafından başarabilecek düzeye varmış olmasını gerektiriyordu. Lenin’in yüzyılın başında araştırıp belgelediği pazarın büyümesi ve bunun sonucu olarak da köylü toplulukların parçalanması süreci sosyalist devrim için tarihsel olarak gerekli ön koşullarını oluşturuyordu.

1905’in öngörüsünde tüm Rus Marksistleri yukarıdaki savın politik yansıması olarak gördükleri sonucu, yani gelecek olan devrimin bir “ Burjuva demokratik devrim” olacağı sonucunu çıkarıyorlardı. Plehanov ve Menşevikler, liberal burjuvazinin İngiliz ve Fransız devrimlerinde oynadığını düşündükleri türde öncü bir rol yüklenmesini bekliyorlardı.

Bu öngörüden yola çıkarak yeni olan Rus işçi hareketinin amacı otokrasiyi devirmek için liberalleri desteklemek olmalıydı, işçilerin günü ancak otokrasi yıkıldıktan ve kapitalizm hayli geliştikten sonra gelecekti.

Buna karşıt olarak Lenin ve Bolşevikler, burjuvazinin görevini ve köylü kitlelerine Çar’a karşı önderlik görevini yani kapitalizmi geliştirme görevini işçi sınıfına yüklemişlerdir ve önlerindeki devrimci adımın “ Proleterya ve köylülüğün devrimci –demokratik diktatörlüğü “ olduğu tespitini yapmışlardı.

Hem 1905 hem de 1917’de Lenin’in analizinin Plehanov’un düşüncelerinden daha geçerli olduğunu kanıtlandı. Bu konuda Lenin’le aynı düşünen Troçki, Lenin’den çok daha ileri gitti ve her şeyden önce, Rusya’da kapitalizmin gelişmesini dünya ekonomisi çerçevesine oturttu. 19. Yüzyılın sonlarında monarşinin yabancı sermayeyle işbirliği içinde geliştirdiği hızlı sanayileşme sonucu Rusya dünyanın en modern ve büyük fabrikalarına sahipti. Birkaç ana kent merkezinde yoğunlaşmış olan yeni proletarya sayısal büyüklüğünün ötesinde bir etki yapabilecek durumdaydı. Troçki’nin düşüncesine göre ( tıpkı Lenin gibi ) Çarlığa karşı mücadele en önemli rolü oynayacaktı.

Bu noktadan sonra Troçki ile Lenin’in görüşleri ayrılıyordu. Troçki köylülerin bağımsız toplumsal ve politik bir güç olarak davranma potansiyelini abarttıklarını savunuyordu.

“ Troçki’ye göre köylülük ancak kentli bir sınıfın önderliği altıda ulusal bir güç olarak davranabilirdi. Lenin’in “ devrimci-demokratik diktatörlük “içinde yer alacağını düşündüğü Sosyal Devrimciler gibi köylü partileri, kent burjuvazisi ve küçük burjuvazinin köylü kitleleri üzerindeki hegemonyasını temsil ediyordu. Böyle bir durumda ekonomik ve siyasi olarak proletarya adım adım çökertilecekti. Ya da burjuva ve sosyalist ögelerin iç içe girdiği bir “ Sürekli devrimle” çarlık rejimi yıkılacaktı.

Bu savları Troçki’yi Rus Devriminin patlak verdiği Şubat 1917ye kadar yalnız kalmaya mahkum etti. Lenin nisan 1917’de Rusya’ya döndüğünde partiyi hızla çok farklı bir stratejiye kazandı diğer taleplerin, örneğin fabrikaların işçiler tarafından kontrol edilmesinin yanında köylülerin topraklara el koymasını içeren sosyalizmin inşasında kararlı bir program temelinde Sovyetlerin iktidarın alması bir çok “ Eski Bolşeviğin yakındığı gibi, Lenin’in Nisan Tezleri “Troçkizm “ile aynı sonuca varıyordu. Bolşeviklerin Sürekli Devrim teorisini benimsemeleri Troçki’nin 1917 yılında yazında partiye katılma kararını kısmen açıklar.

1903 Kongresinden beri Troçki, Lenin’İn merkezi bir devrimci bir parti kurma çabalarını sert bir dille eleştirmişti. Daha sonraları Şubat Devrimi ve sonrasındaki gelişmeler Troçki’yi Lenin’in haklılığına ikna etti. Olaya bu açıdan bakınca, Bolşevikler olmasaydı, Sürekli Devrim Teorisi, Troçki’nin bir kitle liderinin sahip olduğu bütün yeteneklere rağmen, pratiğe geçirilme mekanizmasından yoksun entelektüel bir formülasyon olarak kalmaya mahkumdu.

Ekim Devrimi Troçki’nin öngörüsünü kanıtlayarak “ Ortodoks “ Marksizm’in geleneksel kategorilerini alt üst etti. Bu Gramsci’nin dediği “ Kapitale “ karşı bir devrimdi. Troçki sadece on yıl sonra, Rus tarihinin kendine özgü gelişiminin belirli bir çözümlemesini, geri kalmış ülkeler için evrensel bir devrim teorisine dönüştürdü. Bu teorileştirmeyi, 1915-1927’deki Çin devriminin ardından yaptı. Bolşevikler ve dolayısıyla 3. Enternasyonal ( Komitern ) içinde o dönemde egemen olan fraksiyonun önderleri, Stalin ve Buharin, Çin Komünist Partisinin (ÇKP), Çin’i yabancı sömürgecilerden kurtarmak için gerekli olan “Ulusal Demokratik Devrimi “ başarmak için, burjuvazinin Kuomintag tarafından temsil edilen milliyetçi kanadıyla “ Dört sınıflı bir blok “ içinde yer alarak, eski Menşevik stratejisinin bir türünü kabul etmesi yönünde ısrar ettiler. Troçki ise birleşik ve eşitsiz gelişme yasasının varlığından dolayı, Hindistan ve Çin gibi ülkelerde aynen Rusya’da ki gibi, toplumdaki azınlık konumlarına göre çok daha büyük bir etki gücüne sahip işçi sınıflarının oluştuğunu tespit ediyordu. Ve emperyalizmin dünyanın geri kalmış ülkelerin proletaryasının, kapitalizm öncesi ve emperyalist sömürüyü ortadan kaldıracak ve sosyalizme geçişi başlatacak devrimlerde köylü kitlelerine öncülük etmesiyle kırılabileceğini söylüyordu.

Genel haliyle sürekli devrim teorisi, Marksizm-Leninizm’in Rus, Çin ya da Küba yorumlarından etkilenen Üçüncü Dünya Ulusal Kurtuluş Hareketlerinde 1945 ‘den sonra hakim olan Ortodoksluğa doğrudan bir meydan okuyuşu ima ediyordu. Çin formülünü takip eden bu hareketlerin ulusal bağımsızlık amacıyla birleşmiş işçiler, köylüler, aydınlar ve “ Milli Burjuvazinin” ( Yani, hesapça emperyalizme karşı çıkmakta çıkarı olan kapitalistler ) koalisyonu kurmaya çabaladığı yerlerde görülmüştür. Troçki bu ittifaklar içindeki sınıf çelişkilerini ve ulusal bağımsızlığa giden yolda hem çıkarı gereği, hem de başarı potansiyeline sahip olması dolayısıyla proletaryanın belirleyici tek güç olduğunu vurgulamıştır.

Troçki’nin 1930’larda Avrupa’da kaleme aldığı yazılarda aynı konu işlenir. Troçki, Komitern’in 1920 ve 1930’ların başlarındaki yeterli güce sahip olan Alman Komünist Partisinin Nazilere karşı sosyal demokratlarla ortak eylemine birinin en az öbürü kadar kötü olduğu temelinde karşı çıkmasıyla ilgili “ üçüncü dönem “ politikasını sert bir dille eleştiriyordu. Ama Troçki 1935’te Stalin tarafından geliştirilen, burjuvazinin demokratik kanadı ve işçi hareketiyle anti-faşist halk cepheleri kurma stratejisine de aynı sertlikle karşı çıktı. Fransa ve İspanya’daki halk cephesi hükümetlerin işçi sınıfını faşizme karşı birleştirmekten çok, yalnız Hitler, Mussolini ve Franko’nun güçlenmesine hizmet edecek şekilde, proletaryanın çıkarların tabi kılınması anlamına geldiğini savundu. Sürekli devrim teorisinde olduğu gibi, Troçki burada önceliği bağımsız işçi sınıfı hareketine vermiştir.

STALİNİZMİN ELEŞTİRİSİ

Sürekli devrim teorisinin genelleştirilmesi önceden üstü kapalı olanı açık hale getirdi, yani, Troçki’nin düşüncesinin çerçevesi kapitalist dünya sisteminin bütünüydü. Buna dayanarak Troçki, sosyalist devrimin tek bir ülkede başlayacağını ama ancak dünya ölçeğinde tamamlanabileceğini savundu. Kapitalizm tarafından üretici güçlerin uluslararalılaştırılması sosyalizmin tek bir ülkede, özellikle geri kalmış Rusya’da kurulamayacağı anlamına geliyordu. Lenin birçok defa Bolşevik rejimin ayakta kalmasının gelişmiş ülkelerdeki, özelliklede Almanya’da ki devrimin başarısına bağlı olduğunu söylemişti. Yine Marks, “ Dünya devrimi olmadan “yoksunluk “, karşılanamayan ihtiyaçlar genelleşir ve bu yoksunluk nedeniyle ihtiyaçlar uğruna mücadele yeniden başlar ve o sistem bütün pisliğiyle baştan kurulur “ diye uyarmıştır. Bu öngörünün doğruluğu 1917 sonrasındaki gelişmeler tarafından kanıtlandı . Batıda başarılı bir devrim Bolşevik rejiminin yardımına gelmedi istila, iç savaş ve ambargonun etkisi altında sanayi çöktü. Devrimi gerçekleştiren kentli işçi sınıfı nicelik ve politik isteklilik açısından büyük ölçüde azaldı. Sonuç olarak, Sovyetler proletarya iktidarının içi boş kabukları haline geldiler. Öyle k 1921’de iç savaşın sonuna gelindiğinde Bolşevik Partisi kendisini hemen hemen yok olmuş olan bir sınıf adına çoğunluğu küçük toprak sahibi köylülerden oluşmuş olarak buldular. Rejimin özel mülkiyetten çok kolektif mülkiyet konusundaki kararlılığı nedeniyle hükümete karşı doğal güvensizlikleri artmış bulunan bir nüfusu yönetir halde devlet aygıtıyla iç içe geçmiş bürokratik bir örgüte dönüşmüş olarak buldu.

Böyle bir durum Ocak 1924’de Lenin’in ölümünden sonraki yıllarda Bolşevikler arasında keskin hizip çatışmaları geliştirdi. Önce Zinoviyev ve Kamanev’le daha sonra Buharin’lebir araya gelen Stalin yükselişini tepesinde oturduğu yeni parti sekreterleri bürokrasisine borçluydu. Buharin tarafından geliştirilmesine rağmen Stalin tarafından benimsenen “ Tek ülkede sosyalizm” doktrini sonucu sadece Rusya sınırları içinde bulunan kaynakları kullanarak toplumu yeniden inşa etme savunuldu. Buharin için bu durum iç savaşın yarattığı olumsuz koşullar içinde kentlerin gıda ihtiyaçlarını karşılamak için, güç yerine, köylüleri, pazarın çekiciliğine ikna etmeyi içeren Yeni Ekonomik Politikanın ( NEP ) sürdürülmesi demekti.

Troçki sol muhalefetin, Stalin ve Buharin’e karşı temel argümanları Bolşevik rejimin karşı karşıya olduğu tüm çelişki ve olumsuzlukların nedeni “ tek ülkede sosyalizm “tezinin yanlışlığıydı. Çünkü bu durum 1925-27 ‘de Çin’de ve 1926’da İngiltere genel grevinde önemli devrim fırsatlarının heba edilmesiydi.

1927-1928’de muhalefetin belirleyici yenilgisi son araştırmaların da gösterdiği gibi önceden sanıldığın kadar kaçınılmaz olmasa da, Batıyla ilişkilerin iyice gerginleştiği, sanayinin gelişiminin durduğu ve hasatta büyük düşüş yaşandığı bir kriz döneminde gerçekleşti. Stalin’in tepkisi, sağ ile ilişkileri koparmak ve kentler için gerekli olan ürünü köylülerden almak için zora başvurmak oldu. Bu eğilim, merkezden yönetilen hızlı bir sanayileşmenin ve tarımın zor yoluyla kolektivizasyonu içeren yeni bir stratejinin başlangıcı oldu. İlk Beş Yıllık Plan ( 1928-1932 ) döneminde uygulanan bu yeni politika çık sayıda insanın hayatı pahasına, SSCB’yi bir sanayi devi haline getirdi. Kolektivizasyon milyonlarca köylünün baskıdan, açlıktan ya da Gulag takımadalarında çalışma kamplarında ölümüne neden oldu. Günümüz Sovyet tahminleri bile sanayileşmenin, gerçek ücretlerde büyük bir düşüşle finanse edildiği doğrultusundadır. Bu olayların sonuçları rejimin içinde bölünmelere yol açtı ve 1936’daki “ Büyük Temizlikte “ eski Bolşevik Partisinin büyük çoğunluğu imha edildi.

1929’da SSCB’den sürgün edilen Troçki bu büyük değişime Marksist bir açıklama yapmaya çalıştı. Stalinizmin toplumsal nedenlerini anlamaya çalıştı. Daha Aralık 1923’te Troçki “bürokratizmin toplumsal bir olgu olduğunda” ısrar ediyordu. Stalin belli bir toplumsal tabakanın, 1917den sonra parti ve devlet içinde şekillenmiş bürokratik “kastın” temsilcisiydi. Buna rağmen Troçki 1794’ün ( Thermidor-Robespier’in yönetimi altındaki Jakoben diktatörlüğün yıkılıp yerine muhafazakar gericiliğin olması ) Rusya’daki karşılığının bürokrasiden geleceğine inanmıyordu. Karşı devrim tehlikesinin bürokrasiden değil , NEP’le ortaya çıkan serbest pazarın zengin ettiği NEP’çilerden ( spekülatörler ve aracılar ) ve kulaklardan ( zengin köylüler), yani kendi deyimiyle “yeni burjuvaziden” geleceğine inanıyordu.

Troçki Stalinist bürokrasiyi “merkezci” bir güç olarak görüyordu. Yani dengesini iki temel sınıf arasında ( Bir yanda sağ ve Buharin tarafından temsil edilen “yeni burjuvazi “, öte yanda Troçki ve sol tarafından öncülüğü yapılan proletarya ) gidip gelerek buluyordu. Stalin buna uygun olarak 1928’de Buharin’le 1920’lerde kurduğu ittifakı bozarak zor yoluyla sanayileşmeyi seçebiliyordu. Sol muhalefetin büyük çoğunluğu bu adımı kendi politikalarının yürürlüğe konması olarak kabul edilip desteklerken, Troçki Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planındakilerden çok daha küçük büyüme hedeflerini savundu ve köylülerin kolektif çiftliklere zorlanmasına karşı çıktı.

1927-1928 de olanlar Troçki’nin rejime yönelttiği eleştirinin temel savını değiştirmesine neden olmadı. Troçki’ye göre Sovyetlerin ve devletin bürokratizasyonuna rağmen Rusya hala bir işçi devletiydi. Stalinizmin zigzagları bürokrasinin bir sınıf, bağımsız tarihi bir faktör değil bir alet, sınıfların yürütücü bir organı olduğunu gösterir. Yine Troçki’ye göre Stalinist rejim Bonapartizmin bir biçimini temsil ediyordu, dolayısıyla sol muhalefetin görevini bürokrasiyi ikinci bir devrimle güç kullanarak yıkmak değil, barışçı yöntemlerle demokratik kontrol altında almaktır.

Troçki’nin düşüncelerini değiştirmesine yol açan etken, SSCB’deki değişiklikler değil, Komitern’in Rusya dışında en güçlü olan seksiyonunun Almanya’da Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesini önleyememesi oldu. 1933’de “ Artık reform politikasının geçerliliği kaybettiği farklı bir tarihi dönemdeyiz “ diyordu.

Dahası “ Büyük Rus Devriminin Thermidoru önümüzde değil, çoktan arkamızda kaldı, 1924’de gerçekleşti. Ama Rus Thermidoru Sol Muhalefetin 1920’lerde iddia ettiği gibi “ işçi devletinin toplumsal temellerine yönelik burjuva karşı –devrimin ilk aşamasını “ temsil etmiyordu. Troçki’ye göre her ne kadar dejenere olmuşsa da, SSCB hala bir işçi devletiydi. Kapitalizm ve sosyalizm arasında bir “ geçiş toplumu” yöneten devletin “ikili bir karakteri “ vardı, üretim araçlarında toplumsal mülkiyet savunması anlamında sosyalist, tüketim mallarının dağıtımının değerin kapitalist ölçülerine göre yapılması ve bunun bütün sonuçları açısından, kapitalist bir değere sahipti. Bu çelişki devrimden sonra Rusya’nın yalnız kalması nedeniyle “ Yoksulluğun genelleşmesi “ yüzünden keskinleşti. Her şeye rağmen Troçki, bürokrasinin “ Eşitsizliğin kurucusu ve koruyucusu “ olmasına rağmen yeni bir yönetici sınıf olmadığında ısrar etti. Troçki, kendi destekçilerinin bir bölümü tarafından ileri sürülen Stalinizmin ya devlet kapitalizmi ya da sınıflı toplumun yeni bir biçim yani bürokratik kolektivizm, olduğu yönündeki iddiaları sertçe reddetti. Bürokrasi batıdaki devrimin başarısızlığı sonucu ortaya çıkmış “geçici bir oluşum” tarihi koşulların “kazaen” ( yani geçici ve olağandışı ) bir ürünü idi. Yani SSCB’de üretim ilişkileri hala Ekim devriminin kurduğu ilişkilerdi.

“ Toprağın sınai üretim araçlarının, taşıma ve değişim araçlarının devletleştirilmesi, dış ticaret tekeliyle birlikte Sovyet toplumsal yapısının temelini oluşturur. Proletarya devrimi ile kurulan bu yeni ilişkiler nedeniyle, Sovyetler Birliği bizim tarafımızdan bir proletarya devleti olarak tanımlanır “ tespitini yapıyordu Troçki.

Bu anlayışa göre, devletin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti işçi devleti için gerekli ve yeterli koşul haline gelir. Oysa bu durum Troçki’nin önce kullandığı kıstası terk etmesi demek olur. Yani “ İşçi sınıfı ve tehlikeli hale gelmiş bir bürokrasiyi reform yoluyla kendi kontrolü altına alma anlamında da olsa, hala herhangi politik güce sahip midir?. Artık Troçki, işçi sınıfının Stalin rejimini ancak devrimci yöntemlerle ortadan kaldırabileceğine inanıyordu. Ama bu Sovyet toplumunun “ekonomik temellerine” dayanmayan daha ziyade “bürokratik mutlakıyete karşı tamamlayıcı bir ikinci devrim” anlamına gelecek biçimde, bir “ Politik devrim “ olacaktı.

DEVRİMCİ OLASILIKLAR

SSCB’de yeni bir devrimin gerekliliği sonucu, Troçki ve yandaşlarının omuzlarına ağır bir yük bindiriyordu. Bunun sonucu “1930’da Troçkistler tarafından oluşturulan “ Uluslararası Komünist Birlik ( ICL)” 1933’e kadar kendisini Komitern’in bir fraksiyonu olarak kabul etti ve bunun yeterli olmayacağı dolayısıyla iflas etmiş Stalinist örgütlerin yerine devrimci partiler kurmayı amaçlayan, yeni bir (Dördüncü) Enternasyonal kurmak gerekiyordu, görev ağır ve zordu (ICL)’in iki seksiyonu Rusya ve Çin’deydi fakat bunlarda imha olmuşlardı.

Sonuç olarak ( ICL )’in aslen sadece Amerika ve Avrupa’da üyeleri vardı. Bunlarda küçüktü. Örneğin Amerikan Komünist Birliğinin 1931’de -154- üyesi vardı. ( ICL) seksiyonları çoğunlukla Troçki’nin sık, sık “ Küçük burjuva “ olarak nitelendirdiği belirli bir toplumsal katmandan, sekter içerikli tartışmaları çoğu zaman başlı başına amaç haline getiren orta sınıf aydınlar gettosundan oluşuyordu.

Bu koşullarda ( ICL ) ‘in en önemli varlığı Troçki’nin kendisiydi. Lenin’le birlikte Ekim Devriminin en önemli lideri olması politik etkisine oranla onu çok daha büyük bir uluslararası ilgi odağı haline getiriyordu. Troçki’nin sürgün yılları entelektüel açıdan inanılmaz ölçüde üretken yıllardı. Bu dönem süresince, Hayatım, Rus Devrim Tarihi, İhanete Uğrayan Devrim gibi önemli eserlerinin büyük bir bölümünü yazmakla kalmadı, ayrıca Nazizmin yükselişi, İspanya İç Savaşı, Fransa Halk Cephesi gibi önemli olayları da inceledi. Alman faşizminin siyasi dinamiğini ve toplumsal kökenlerini inceleyen bir dizi bülten ve makale hazırladı. Troçki’nin en önemli yazılarını kapsamasına rağmen, Hitler’in iktidara geldiği sırada ( ICL ) üyelerinin sayısının sadece 100 kadar olduğun Almanya’da, bu çalışmanın gelişen olaylara hiçbir etkisi olmadı.

Bu nedenle Troçki bir dizi taktik deneyerek bir yandan ( ICL )’nin boyutlarını büyütmeye, bir yandan da ( ICL ) üyesi örgütlerin işçi sınıfı hareketi içindeki köklerini arttırmaya girişti. Bunun için (ICL) üyelerinin sosyal demokrat partilere girmelerini içeren “ Fransız Dönüşüydü “ ( isminin Fransız dönüşü olmasının nedeni, Troçki’nin bu taktiği ilk defa Haziran 1934’te Fransız grubuna önermesiydi ) Troçkistler tarafından “ Entrizm “ ( Giriş ) taktiğinin ilk kullanımı, sosyal demokrat partilerin yönetimini ele geçirme ve partileri dönüştürme beklentisini taşımıyordu. Troçki şöyle diyordu “ Reformist ya da merkezci bir partiye giriş kendi içinde uzun vadeli bir perspektif taşımaz. Bu sadece bazı koşullarda bir dönemle sınırlanabilecek bir aşamadır.” Ama Fransız dönüşü ( ICL )’in durumunda nitel bir dönüşüm sağlamadı.

Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Troçki bir adım daha atıp Komitern’in yerini alacak Dördüncü Enternasyonali başlatmaya karar verdi. 7 Eylül 1938de 11 ülkeden örgütlerin katıldığı kurucu konferansta, 4. Enternasyonalin ( Tam adıyla söylersek, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi) herhalde iyimser bir şekilde 5.395 üyesi olduğunu iddia etti. Bu üyelerden 2500’ü konferansa katılan en büyük grup olan SNP’nin ( Birleşik Devletlerdeki Sosyalist İşçi Partisi ) üyesiydi.

Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Troçki “ Önümüzdeki on yıl içinde Dördüncü Enternasyonalin programı milyonların yol göstericisi olacak ve bu devrimci milyonlar Dünyayı nasıl alt üst edeceklerini bilecekler “ öngörüsünde bulundu bu iyimserliğin temelinde ne yatıyordu?

Her şeyden önce Troçki Dünya kapitalizminin ekonomik geleceğinin felakete dönüşeceğine inanıyordu. Troçki 1929 krizinden sonra dünya ekonomisini sarsan Büyük Bunalım ertesinde kapitalizmin kendini toparlanma şansı yok denilebilirdi. Kapitalizmin çöküşü geriye dönülmez sınırlara ulaşmıştır. Bu sistemin daha fazla ayakta kalabilmesi olanaksızdır diyordu.

Kapitalizmin yıkılmasının önündeki tek engel işçi sınıfı hareketinin, sosyalist devrimi engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapan güçlerin ( Stalinizm ve Sosyal Demokrasi ) etkisi altında olmasıydı. Buna bağlı olarak insanoğlunun tarihi krizi devrimci liderliğin krizine indirgenmiştir. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirmesini önleyen etken gerçek devrimci partilerin eksikliğiydi. Fakat ekonomik krizin boyutları bir liderlik krizini aşmak için gerekli araçları sağlayacaktı. Bu kriz ancak 4. Enternasyonal tarafından çözülecektir.

Bu ve buna benzer bölümler, Troçki’nin tarihsel kadercilik suçlamasına en açık olduğu bölümlerdir. Üretici güçlerin gelişiminin sosyalist devrimle sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğu önerisinin Troçki’nin düşüncesinin temelini oluşturduğu çoğu kez iddia edilmiştir. Ancak bu iddia çok aşırı gözükmektedir. Troçki’nin bu tutumu Bolşevik Partisinin başarısında aranmalıdır. Ayrıca ekonomik krizlerin artması 1917 Rus Devrimi ve 1918 Alman Devrimi ile sonuçlanmıştı. İkinci bir Dünya savaşının kaçınılmaz olduğu anlaşılınca Troçki bu savaşın da büyük toplumsal çalkantılarla sonuçlanacağı öngörüsünde bulundu. Bu durum 4. Enternasyonalin yalnızlığından kurtulmasına ve işçiler arasında büyük bir güç kazanmasına neden olacaktı. ( Troçki bu öngörüsünde yalnız değildi savaşın başlamasına birkaç gün kala Berlin’deki Fransız elçisi Hitler’e savaşın sonunda tek bir kazanan olacak, o da bay Troçki’dir.) diyordu.

Troçki’nin 4. Enternasyonal konusunda umutlarını besleyen üçüncü bir değerlendirme de SSCB ile ilişkiliydi. Çin, Almanya, Fransa ve İspanya’da komünist partilerin işçi sınıfının en militan kesimleri üzerindeki etkisi birçok devrim olanağının heba edilmesine yol açmıştı. 2. Dünya Savaşı yine de büyük olasılıkla Stalin rejiminin mahvolmasına yol açacaktı.

Troçki’nin bu tespitleri SSCB’nin sınıflı toplum olduğu yolundaki tezlere karşı direnmesinin temel nedenlerinden birisiydi. Eylül 1939’da Troçki “ Eğer Bonapartist oligarşiye, yıkılıp gitmesinden birkaç yıl ya da birkaç ay önce yeni bir yönetici sınıf unvanı verirsek kendimizi gülünç duruma düşürmüş olmaz mıyız? “ diyordu.

Troçki 21 Ağustos 1940’da bir Rus ajanı tarafından öldürüldü. Olaylar beş yıl içinde, 4. Enternasyonalin geleceği hakkında iyimser beklentilere sahip olmasına yol açan analizlerin yanlışlığını ortaya çıkardı. Ancak, bu hataların Troçki’nin sürgün yılları süresince ortaya koyduğu başarıların çapını gölgelememesi gerekir. Troçki klasik Marksist geleneği genişleterek korumaya çalıştı. Aynı zamanda devrimci sosyalist geleneğin devamlılığının sağlanmasına 4. Enternasyonali kurmak için harcadığı çabalarla katlıda bulundu.

Troçki Mart 1935’de günlüğünde şunları söylüyordu. “ Şu anda, yeni bir kuşağı ikinci ve üçüncü Enternasyonallerin liderlerinden bağımsız olarak devrimci yöntemle silahlandırma görevi yüklenecek benden başka kimse yok. Devrimci mirasın yaşamını sürdürebilmem için en azından beş yıllık kesintisiz bir çalışmaya ihtiyacım var.

Troçki beş yıl daha yaşadı, yeni kuşağı Ekim geleneği ile eğitti. Ne var ki, ölümünden çok kısa bir süre sonra, mirasçıları Troç’nin yaşamının son yıllarda yaptığı öngörüler doğrultusunda bekledikleri dünyadan çok değişik bir dünya ile karşı karşıya kaldılar.

BUNALIM: YANLIŞ ÇIKAN TAHMİNLER

Troçkist hareket, 2. Dünya Savaşını birincisinin devamı olarak, büyük güçler arasında Dünya kaynaklarının paylaşılması rekabetinden kaynaklanan emperyalistler arası bir iç çelişki olarak değerlendirdi. Bu nedenle 1. Dünya Savaşı sırasında Lenin tarafından geliştirilen yaklaşıma paralel olarak Dördüncü Enternasyonal Nazilere karşı Müttefiklerle aynı cephede yer almayı reddetti. Troçki “ İnsanlığın nihai kaderi açısından İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin zaferi Hitler ve Mussolini’nin zaferinden daha az korkutucu değildir.” Diyordu.

Sosyalist Review ( Sosyalist Dergi ) grubu da, benzer biçimde, soğuk savaş sırasında ne Batı, ne Doğu Blokunu desteklemiş, bunu yerine “ Ne Washington, ne Moskova, yaşasın Uluslararası Sosyalizm “ sloganında özetlenen bir yaklaşımla umutlarını aşağıdan gelecek işçi sınıfı ayaklanmasına bağlamıştır. Böylece Doğu-Batı çelişkisini emperyalistler arası bir iç çatışma olarak değerlendirerek, Shachtman’ın Stalin düşmanlığından ziyade, ilk defa 1. Dünya Savaşı sırasında Lenin’in ortaya attığı devrimci yenilgi kavramını tercih etmiştir.

İkinci savaş sonlarında Avrupa gerçekten de kitlesel bir radikalizasyon süreciyle çalkalanıyordu. Bu radikalizasyonun en belirgin yansıması işgal Avrupası’ndaki direniş hareketi ve İngiltere’de İşçi Partisinin salt çoğunlukla yönetime gelmesiydi. Amerika ardı ardına gelen ve 1945-46’da doruk noktasına ulaşan büyük grevlere sahne oluyordu. İngiliz ve Amerikan silahlı kuvvetleri içinde, bazen isyana varacak ölçülere ulaşan bir hoşnutsuzluk ve buna bağlı olarak yaygın bir politik ajitasyon vardı.

Ancak bu huzursuzluk boyutları açısından Troçki’nin “ Toplumsal çalkantılar çağı “ tahmini ile uyum içinde olmasına rağmen devrimin habercisi değildi. Fransa ve İtalya’da Batı için en önemli tehdidi oluşturan ve komünistler tarafından yönlendirilen direniş hareketi, Roosvelt ve Churcill’e verilen sözler doğrultusunda, Stalin sayesinde ortadan kaldırıldı. Thorez ve Togliatti komünist liderler, üyelerine silahlarını bırakmalarını ve müttefik güçler tarafından kurulan hükümetlere itaat etmelerini söylediler.

Doğuda ise Troçki’nin savaş sırasında yıkılacağını tahmin ettiği Stalin rejimi, aksine çok daha güçlendi. Hitler’e karşı yürütülen askeri hareketin en büyük yükünü taşıyan SSCB, bölgede bulunan askeri gücü sayesinde ve Polonya, Çekoslovakya ve diğer Sovyet işgali altındaki ülkelerde tek partili komünist rejimlerin hızla kurulmasıyla, kendisini Doğu Avrupa’nın egemen gücü haline getirdi. Stalinizmin politik canlılığı, Moskova ile aralarındaki farklara rağmen yöntem ve ideoloji olarak Stalinist olan Çin Komünist Partisinin 1949’da Çin’de iktidara gelmesiyle pekişti.

Doğu Avrupa devletleri 1945’den sonra üretim araçlarının devletleştirilmiş olması dolayısıyla bozulmuş (deforme olmuş) da olsa işçi devletleri olarak kabul edildi. Bu durum Troçki’nin SSCB için tespit ettiği dejenere işçi devleti tespitinden sapmamak kaygısıyla söylense de, Doğu Avrupa’da gerçekleştirilen değişimler “ Tepeden devrimlerdi” ve komünist partiler tarafından, Rus işgal güçlerinin desteğiyle gerçekleştirilmişlerdi. Kızıl Ordu 1944-45 yılında batıya doğru ilerlerken, işçi konseyleri ve halk milislerini dağıtarak, tabandan gelecek bir toplumsal devrim için gerekli birçok hareketi bastırmıştı. Şubat 1948 darbesinde eşlik eden kitle gösterileri, gücünü ordu üzerindeki denetimden ve Rus desteğinden alan bir komünist parti tarafından düzenlenmişti.

Ayrıca Troçki tarafından kaleme alınan ve 1938 Dördüncü Enternasyonalin ilk kongresinde benimsenen Geçiş Programı özel bir Geçiş Programı özel bir dokunulmazlık kazandı, programın adının “Geçiş Programı” olması, taşıdığı bir takım geçiş talepleri nedeniyledir. Örneğin ücretlerin fiyatlara endekslenmesi talebi gibidir.

Troçki ekonomik krizin çok derin olduğunu ve bu nedenle işçi sınıfının koşullarının iyileştirilmesine yönelik en küçük bir mücadelenin bile kapitalist sistemin kendisiyle çelişki içine düşeceğini iddia ediyordu. Dördüncü Enternasyonal geçiş talepleriyle ortaya çıkarak, bu taleplerin gerçekleşmesi için verilen mücadele içinde reformizmin sınırlarını fark edecek olan işçileri kendisine çekecekti.

Troçki geçiş taleplerini “ Günün koşullarından işçi sınıfının geniş kesimlerinin bugünkü bilincinden kaynaklanan ve karşı konulmaz bir biçimde tek bir nihai sonucu yani iktidarın proletarya tarafından fethine ulaşan “ talepler olarak tanımlandı.

1940’lar sonrasında Troçkist hareketin başına gelenler arasında birçok benzer yön vardır. Dahası olayları yönlendirme acizliğinin bizzat kendisi ayrılma eğilimlerini artırır eğer çözümleme ya da politika farklılıklarını pratikte deneyerek giderme olanağı yoksa, ayrılma neden gerçekleşmesin? Hareketin teorik temellerini bir dizi karşı çıkış çıkılmaz dogmaya dönüştürmekle, Ortodoks Troçkizm kendisi ayrılma eğilimini körüklemiştir. Her bir akım kendisini geleneğin temelini oluşturan metinlerin tek özgün yorumlayıcısı olarak sunmaya çabalamıştır.

Yine bu anlayışı proleter devrimlerin proletaryanın hiçbir katılımı olmadan gerçekleşeceği yanılsamasına düştü. Proleterler ideolojilerin varlığı, proletarya devrimi için yeterliydi. Dolayısıyla 1978’de Çin, Küba, Vietnam, Laos, Kamboçya, Suriye, Angola, Mozambik, Aden, Benin, Etiyopya deforme olmuş işçi devletleri olarak tanımlandı.

Bu noktada Troçkizm’in kendi arasında bazı sapmalar, farklılıklar ortaya çıktı. Bunları kısaca değerlendirmek istiyoruz.

Amerikalı Trockist Shactmanın “ Bürokratik kolektivizm “ tanımı ile SSCB sınıflı tolum olduğunu, SSCB’ye karşı Batı kapitalizmini destekleme noktasına geldi. Daha sonra Schatman soğuk savaş sağcılarının önde gelen isimlerinden biri olarak, Amerika’nın Vietnam’a müdahalesini destekledi ve hatta 1972 başkanlık seçimlerinde Nixon’u destekleyenler arasında yer aldı.

C.L. James, SSCB ile kopyalarının yeni bir üretim tarzını değil, yaygın üretim tarzının bir çeşidini yani devlet kapitalizmini savunuyordu. Fakat James devlet kapitalizmi çağında belirleyici eğilim, devrimci parti ile işçi sınıfı arasındaki ayırımın ortadan kalkmasını savunarak Leninist parti anlayışından kopmuştur.

Fransa’da Cornelini Castoriadis ise SSCB ve diğer “ sosyalist ülkelerin “ bir çeşit “ bürokratik kapitalist oldukları sonucuna vardı. Cornelius giderek Marksizm’den koparak “bürokratik kapitalizm “ tespitini “ iradeciliği “ön plana çıkararak savundu.

Kendisi de Troçkist hareket içinde olan Tony Cliff, bürokratik devlet kapitalizmi teorisini oluşturarak SSCB’yi ve Doğu Avrupa’yı en doğru analiz etmiştir. Bu teoriyi Cliff şöyle değerlendirdi SSCB’de “ Birden fazla sermaye ortadan kaldırılmıştı. Fakat gerçekte uluslararası sistemin bir parçasıydı. Ve bu sistem içindeki rekabetin baskılarına tabiydi. Bu baskılar temelde SSCB ile Batı kapitalizmi arasındaki askeri sürtüşmeler ( İki Dünya Savaşı arasındaki yıllarda aslen İngiltere ve Almanya ile savaş sonrasında ise ABD ve müttefikleri ile ) biçiminde kendini göstermekle birlikte, etkileri piyasa kaynaklı baskılarla aynıydı. Askeri rekabet SSCB bürokrasisini ağır sanayi ve silah sektörüne öncelik vermeye zorluyordu. Bu, Cliff’e göre tüketimin üretim karşısında ikincil konuma indirgendiği bir tür sermaye birikimiydi. Birinci Beş Yıllık Plan dönemi ( 1928-32 ) Lenin’in “ Bürokratik de formasyonları olan işçi devleti “diye adlandırdığı yapının devlet kapitalizmine geçişinde dönüm noktasıydı.

SONUÇ YERİNE

Devrimci sosyalistler için Troçkizm’in tarihinin bütünlüklü bir analiz ve çözümlemeleri yani tüm yanlış, doğru ve çelişkileriyle kavranırsa önemli, aydınlatıcı ve geliştirici olacaktır. Bunun içinde dogmatizmi, şablonculuğu, pragmatizmi ve ampirizmi aşmalıyız.

Troçkizm’in bu saiklerle değerlendirmesinin referansıyla sürece dönük diyalektik analiz ve analitik önermeleri kapsayan genel bir değerlendirme yapmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Hemen tüm yazılarımızda geçmişi de diyalektik saiklerle kapsayan bugün ve geleceğe dönük kendimizde dahil dersler çıkarmaya önem vererek değerlendirmeler yapmaya çalışıyoruz. Bu anlamda Troçkizm’in Tarihini değerlendirmeye almamız da aynı saiklerle yapılmıştır. Son dönem ve günlerde gündem olan yoğun tartışmalara ( sonlandırmak değil de, başlangıç olarak ) küçük bir katkı bile olsa önemli ve olumlu olacağını düşündüğümüz genel bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

Son dönemde ve günlerde ( elbette uzun bir süredir ) Kurtuluş içinde tartışmalar bitmek bir yana daha da sıcaklığını koruyarak devam etmektedir. Bizler de bu değerlendirmeyi Kurtuluş bazlı ele alıp değerlendirecek olsak da Kurtuluş içinde tartışılan hemen her konu aynı veya benzer saiklerle Türkiye sosyalist-komünist tüm çevreleri ve diyalektik olarak da tüm küresel çapta sosyalist-komünist çevreleri de kapsamaktadır.

sosyalist-komünist çevreler içinde en ciddi birliği savunan hareket olarak Kurtuluş bizim bildiğimiz kadar kendi içinde bile 10 a yakın yapılar çıkararak bölünme yaşamıştır. Yine “devrimci şiddet” ucubesi içinde ölümlere varan şiddet ( özellikle Dev-Yol ile ) yaşanmıştır. Onlarca (kadın, erkek) intiharlar yaşanmıştır. Muhbirlik vb. gibi eğilimlerin ortaya çıkması, görülmesi veya tartışılması yaşanmıştır. Yine kapitalist rekabet ve hiyerarşinin başat olduğu ikameci anlayışların her birim de yoğun yaşanması görülmüştür. Bencillik, bireycilik, sevgisizlik, siyasi çıkar gereği kayırmacılık vb. ilk aklımıza gelen olumsuzluklar ve yıkımın somut verileri olmuştur.

Bu olumsuzluğun ve yıkımın büyüklüğü düşünüldüğünde bundan kurtuluş da yani nedenler ve çözümler de büyük olmak zorundadır. Bu anlamda bugüne kadar küçük neden ve çözümler ile uğraşılmış olup Leninist ana halka yakalanmadığı için sonuca yakınlaştığı hemen her durumda tekrar başa dönülmüştür. Başa dönülmesi noktasında da yıpranma öyle bir noktaya gelmiş durumdaki yeni ayrılıklar, bölünmeler başat olmuştur.

bu yıkımın çözümü olarak düşünülen yüzleşme veya hesaplaşma için tüm taraflar bir araya gelse ve özellikle bu yıkımdan birinci derecede sorumlu olanlar en radikal özeleştiri verseler bile sorunun mahreçleri ortadan kalkmadığı için bu yıkım kendini yeniden üreterek devam etmiştir. (Elbette her eleştiri –özeleştirinin gerçekçi temelde olduğu noktada küçük de olsa bir kazanım olduğu reddedilmeden) Çünkü yıkımın mahreçleri büyük fotoğraf olarak Stalinizm’dir. Bu Stalinist yıkım tüm sosyalist çevrelerde ortak konuları kapsayarak şekillenmiştir. Sınıftan Kaçış, Kadından Kaçış, Örgüt-Örgütlenmeden Kaçış, Teori ve Politikadan Kaçış, Devrimden Kaçış, Komünizmden Kaçış, Kültürden Kaçış gibi.

Elbette Stalinizm tek başına Rusya’da ortaya çıkmış ve bu anlamda dar bir anlayış değil, Stalin adından daha büyük ve küresel çapta bütünsel bir muhafazakar fikirlerin geometrik ve diyalektik toplamıdır. Bu anlamda kısmi, parçalı, yarı gönüllü Stalinizmle yüzleşmek veya hesaplaşmak yaşanan büyük yıkıma çözüm olamamaktadır. Çünkü Stalinzm’in bu bütünselliği ideolojik, teorik, politik, örgütsel ve kültürel kodlar olarak şekillenmiştir. Bu durum metafor olarak tüm bünyeyi zehirleyip adeta metastaza yol açmıştır. Dolayısıyla Stanilizm’den radikal ve bütünsel kopuş dışında her çaba, tutum önemli olsa da yıkımın büyüklüğüne bakıldığında çözüm olamamaktadır.

Stalinizmin en ciddi egemen olduğu koşullarda ortaya çıkan Kurtuluş Hareketi ana halka olarak Stalinizmin bütünsel anlayışından beslenerek örgütlenmiştir. Stalinizmin egemen fikirlerinden kaynaklı örgüt anlayışı yaşanan yıkımın en görünür yanı olmuştur. Örgüte katılan insanlar nesnel ve öznel koşulların diyalektik birliği olarak kalıtımsal yanın küçük bir etkisi ile kapitalist aile içindeki egemenlik bağımlılık anlayışının egemenliğinde şekillenmişlerdir. ( Bu noktada ailede erkek işçi bile olsa kadın ve çocuk üzerinde egemenliğine - ekstra istisnalar dışında – devam etmektedir.) Aynı ve benzeri egemenlik bağımlılık ilişkisi okullarda ve iş ilişkilerinde yaşanmıştır. Bu saiklerle şekillenen ve süreçte yaş olarak genç bir insan, nesnel olarak kendini asgari olarak geliştirmiş veya geliştirmemiş olarak var olmuşlardır. Aynı zamanda kapitalizmin egemen fikirler ve kültürel kodlarından kaynaklı kirlilikten asgari azade olmak veya olmamak noktasında var olmaktadırlar.

İşte böylesi koşularda Kurtuluş hareketine katılan insan örgüt içinde olumlu anlamda yoldaşlık, güven, paylaşma, dayanışma, sevgi vb. gibi anlayışlar egemense kalıtım, aile, okul ve iş ilişkisinden kaynaklı kapitalizmin kirliliğinden tedricen ve asgari olarak kurtulacaktır. Örgüte katılan insanlar kapitalizmin bu egemen anlayışından asgari azade olarak değil de azade olmadan gelmişlerse bu durum örgüt ilişkilerine olumlu ve ya olumsuz olarak yansımaktadır. İşte böylesi saiklerle şekillenen Kurtuluş Örgütü liderliği örgütü yukardan aşağıya örgütlerken beslendiği tüm ideolojik, teorik, politik ve örgütsel okumalarını Stalinizm külliyatından gerçekleştirmiştir.( Elbette bu külliyat egemen olsa da diyalektik olarak küçük olumlulukların olması da görülmüştür. ) Bu külliyatın tedrisatından geçen liderliğin Staniznizm anlayışı yukarıdan aşağıya ikameci anlayışın belirleyiciliğinde tüm örgüte egemen olarak yayılarak aşağından yukarıya da benzeme anlamında egemen olmuştur. Dolayısıyla kuruluş aşamasında Kurtuluş Hareketinin küresel olarak Stalinizmin egemen olduğu koşullarda Stalinzm’den radikal ve bütünsel kopuşu yapamaması anlaşılır bile olsa, gelinen noktada gelişen insan ilişkileri ve geniş külliyata rağmen halen Stalinizm’den radikal ve bütünsel kopuşu gerçekleştirememek büyük fotoğraf olarak yıkımın ve çözümsüzlüğün belirleyeni olmayı devam ediyor.

Bizler ise büyük bir emek, özveri ve yaratıcılıkla, ezberlerden, dogmatiklikten, mutlaklardan, şablonculuktan azade olarak Stalinizm’den radikal ve bütünsel kopuşu gerçekleştirerek ve alternatif ve çözüm olarak diyalektik saiklerle sosyalist-komünizm programını evrensel ve güncel ilkeler çerçevesinde oluşturduk. Yine diyalektik saiklerle yüzleşme ve hesaplaşmayı da hayata geçirmiş olduk. Bu durumu gereksiz ve yorucu detaylardan azade olarak devrimci-komünist minimalizm yani sadecilik kapsamında yapılması uygun olmuştur. Elbette sosyalizmin-komünizmin devasa bütünsel sorunları sonlanmış olmadığı ve adına ve aslına uygun bir sosyalizm-komünizm paradigması gerçekleşmediği için bizim bu açılım ve çabamız başlangıç olup devam edecektir.

Bu anlamda bizler Stalinizmden radikal ve bütünsel kopuş ve yüzleşme veya hesaplaşmanın temel saiklerini sonlanmamış olsa da gelinen aşama itibarıyla şöyle şekillendirdik. (Bu durum ancak Stalinizmden radikal ve bütünsel kopuş yanında Marksizm’in evrensel ve güncel ilkelerini kapsayan bir sosyalizm-komünizm programının varlığı ve savunusu ile mümkün olacaktır.) Bu şekillenmeyi daha önce belirli bir bütünsellikte yazılı- belgeli yaptığımız için burada yalnızca önemli başlıkları vermek yeterli olacaktır.

radikal ve bütünsel kopuş için temel olan konu başlıkları şöyledir.( Öncelikle şunu belirtelim, Elbette hem Stalinzimden kopuş ve hem de sosyalizm-komünizm programı birbirlerini diyalektik olarak tamamlayan bir süreçtir.) Devrimci Marksist Gelenek, Bürokratik Devlet Kapitalizmi, Sürekli Devrimdir. Sosyalizm-komünizm programının evrensel ve güncel ilkelerini kapsayan temel konular ise şöyledir. Marksizm ve Politik Ekonomi, Marksizm ve Emperyalizm, Marksizm ve Devlet, Marksizm ve Felsefe, Marksizm ve Toplumlar, Marksizm ve Devrimci komünist İşçi Partisi, Marksizm ve Milliyetçilik, Marksizm ve Sosyoloji, Marksizm ve Psikoloji, Marksizm ve Evrim- İnsanın Oluşumu, Marksizm ve Sosyal Demokrasi. Marksizm ve Faşizm - Türkiye’de Faşizm, Marksizm ve Din – Türkiye’de İslam, Marksizm ve Ekoloji, Marksizm ve Cinsel Azınlıklar gibi, diğer spesifik ve güncelliği kapsayan bir dizi konuyu daha yazılı hale getirdiğimizi de ayrıca belirtelim.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 27 71
2. Fenerbahçe 26 62
3. Samsunspor 27 51
4. Beşiktaş 26 44
5. Eyüpspor 27 44
6. Gaziantep FK 26 38
7. Göztepe 26 37
8. Başakşehir 26 36
9. Trabzonspor 26 35
10. Kasımpaşa 27 35
11. Rizespor 27 33
12. Antalyaspor 27 33
13. Konyaspor 27 31
14. Alanyaspor 27 31
15. Bodrum FK 27 30
16. Sivasspor 27 27
17. Kayserispor 26 27
18. Hatayspor 26 19
19. A.Demirspor 26 -2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 30 59
2. Karagümrük 30 53
3. Erzurumspor 30 51
4. Bandırmaspor 30 50
5. Gençlerbirliği 30 48
6. İstanbulspor 30 46
7. Ahlatçı Çorum FK 30 45
8. Boluspor 30 44
9. Ümraniye 30 44
10. Amed Sportif 30 43
11. Iğdır FK 30 43
12. Keçiörengücü 30 42
13. Esenler Erokspor 30 41
14. Pendikspor 30 40
15. Sakaryaspor 30 39
16. Ankaragücü 30 38
17. Manisa FK 30 37
18. Şanlıurfaspor 30 34
19. Adanaspor 30 27
20. Yeni Malatyaspor 30 -21
Takımlar O P
1. Liverpool 29 70
2. Arsenal 29 58
3. Nottingham Forest 29 54
4. Chelsea 29 49
5. M.City 29 48
6. Newcastle 28 47
7. Brighton 29 47
8. Fulham 29 45
9. Aston Villa 29 45
10. Bournemouth 29 44
11. Brentford 29 41
12. Crystal Palace 28 39
13. M. United 29 37
14. Tottenham 29 34
15. Everton 29 34
16. West Ham United 29 34
17. Wolves 29 26
18. Ipswich Town 29 17
19. Leicester City 29 17
20. Southampton 29 9
Takımlar O P
1. Barcelona 27 60
2. Real Madrid 28 60
3. Atletico Madrid 28 56
4. Athletic Bilbao 28 52
5. Villarreal 27 44
6. Real Betis 28 44
7. Mallorca 28 40
8. Celta Vigo 28 39
9. Rayo Vallecano 28 37
10. Sevilla 28 36
11. Getafe 28 36
12. Real Sociedad 28 35
13. Girona 28 34
14. Osasuna 27 33
15. Espanyol 27 28
16. Valencia 28 28
17. Deportivo Alaves 28 27
18. Leganes 28 27
19. Las Palmas 28 25
20. Real Valladolid 28 16