"İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Hitler, Türkiye'ye saldırırsa camileri hedef almayacağını düşündü.
Bu nedenle, müzelerdeki tarihi ve dini değeri yüksek olan eserleri, zarar görmemeleri için bazı camilere taşıttı.
Yani, onları -ahır değil- depo yaptı.
Buralarda, Sakal-ı Şerif gibi, Hırka-i Şerif gibi kutsal emanetler saklandı.
Evet, kapılarına kilit vurulup asker de dikildi.
Çünkü, İsmet İnönü, bunların korunmasına, büyük önem veriyordu."
Yukarıdaki metin, Tarihçi Sinan Meydan'ın, yıllardır süre gelen "İsmet İnönü, camileri ahır yaptı" yalanı ile ilgili açıklaması.
Aşağıya yazacağım metin de -laiklik konusunda, 5 vakit namazını kılmasını haber yapan gazeteci Mete Akyol'a çok sinirlenecek kadar duyarlı olan- İsmet İnönü'nün "Sakal-ı Şerif" ve "Hırka-i Şerif" gibi, dinsel değerleri korumak amacıyla gösterdiği çabadan "Camileri ahır yaptılar" yalanına inandığı için haberi olmayan Milli Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin'in, parti toplantısında yapığı konuşmanın bir bölümü.
"Beni eleştiriyorlar.
Bana diyorlar ki 'Laik eğitim açısından, senin söylediğin şey ters'
Ben de diyorum ki 'Size ters gelebilir ama Batman'da, Erzurum'da, vatandaşların değerlerine ters değil.
Bir terslik varsa; sizin laiklikten anladığınız şeyle, vatandaşın anladığı şey arasında terslik var.
Sizin anladığınız laiklik şu; 1940'lı yılları hatırlayın. Camilerin kapısına kilit vurmak. Camileri, ahıra çevirmek. Vatandaşın Kur'an-ı Kerim öğrenmesini yasaklamak. Sizin, laiklikten anladığınız şey bu.
Sizin laiklikten anladığınız şeyle benim anladığım şey aynı değil."
Milli Eğitim Bakanımızın, konuşmasını okuyunca; önce inanamadım, sonra şaşırdım, daha sonra da, yakın akrabamız ve emekli öğretmen Rıza Kumbul Ağabey ve emekli öğretmen Ali Sargın Ağabey ile ilgili -biraz sonra anlatacağım- bir anıyı anımsadım.
Milli Eğitim Bakanının, öyle bir konuşma yapmış olmasına; neden mi, önce inanamadım, sonra şaşırdım?
Milli Eğitim Bakanlığı yapan ve profesör ünvanlı birinin, camilere neden kilit vurulduğunu bilmemesine inanılmaz, bildiği halde öyle bir konuşma yapmasına da şaşırılır çünkü.
Söz buraya gelmişken, Ali Sargın ve Rıza Kumbul Ağabeylerden dinlediğim anıyı anlatmadan geçemeyeceğim.
Birlikte görev yaptıkları okulun öğretmenlerinden birinin dayısı ölünce, acılı öğretmen, okul müdürlüğüne "Dayımın mefatı nedeniyle 3 gün izin istiyorum" cümlesi geçen bir dilekçe yazar.
Ali Ağabey, bir öğretmenin "vefat" yerine "mefat" yazmasını yadırgadığı için Rıza Ağabey ile üzülerek paylaşınca, Rıza Ağabey -yaşanan olaya- espri yeteneğini de ekleyerek "Hemşehrim, öğretmenlik mesleği mefat edeli çok oldu" der.
Yazımı, öğretmenlik mesleğinin, daha fazla “mefat” etmemesi için, Milli Eğitim Bakanımıza bir şeyler yazarak bitirmek istiyorum.
Sayın Milli Eğitim Bakanım,
Yazdıklarımı okuyup okuyamayacağınızı ve yazdıklarımın kulağınıza gelip gelmeyeceğini bilmediğim halde; öğrencilerinin, daha iyi eğitilmesi için varını yoğunu ortaya koymuş ve o alanda başarılı olmuş bir eğitimci olarak -eğitim ile ilgili- olması ve olmaması gereken, bir şeyler yazma gereği duyuyorum.
Öğretmenlik mesleğinin “mefat” etmesini istemiyorum çünkü.
Kul hakkı yememek için, öğretmen alımlarındaki, Mülakat Sistemine son verilmelidir.
Din görevlilerinin yeri -ancak ve yalnız- cami ve benzeri ibadet yerleri olmalıdır, okullar değil.
Okullardaki din eğitimi -Pedagojik eğitim alan- Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri tarafından verilmelidir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin bilgisi yetersiz kalıyorsa, hizmet içi kurslarla yeterli duruma getirilebilir çünkü.
Sözcü Gazetesi muhabiri, Yavuz Alatan'ın haberine göre: “Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi; Öğretmenlerin; %34'ünün asgari ücret, %36'sının 17 bin ile 25 bin lira arasında maaş aldığını” açıkladı.
%36+%34=%70 olduğuna göre, normal öğretmen maaşı alanların oranı %30 oluyor.
O nedenle; kimine göre “Tarikat” size göre “Sivil Toplum Kuruluşu” olan kurumlara ödenen paradan pay ayrılarak, öğretmenlerin, doğru dürüst maaş alması sağlanmalıdır.
En küçük yerleşim birimlerinde bile okulların açık olması gerekirken, öğrenci sayısının azlığı nedeniyle köy okullarını kapattık.
Laiklik ile ilgili çıkışınıza dayanarak soruyorum: Müslümanlık oranı "%99" olan bir ülkede yaşıyorsak ve Kuran-ı Kerim’in, ilk emri "OKU!" ise "Namaza gelenler az" diye camii de kapatmıyorsak "Öğrenci sayısı az" diye okul kapatmanın, mantığı ne olabilir?
Bunun nedeni, öğretmen maaşları başta olmak üzere ödenecek olan para ise; Taşımalı Sistem ve taşınan öğrencilere verilen yemek için harcanan para, sözünü ettiğim yerlerde çalışacak öğretmen maaşlarını, fazlasıyla karşılar.
Önce öğretmen okullarını kapattık. Sonra, öğrenci sayısı az olan sonra köy okullarını kapattık. İlkokul, en az 5 yıl olması gerekirken, onu da 4 yıla düşürdük.
Sonuç, gördüğünüz gibi...
Eğitim Sistemimizin, en büyük sorunu; bilgi olarak yetersiz kalan "zorunlu eğitim mezunları" ile işsizler ordusuna katkı payı olan "üniversite mezunları" iken ve Türkiye Cumhuriyeti, 100 yılı geride bıraktığı halde "Türkiye Yüzyılı" diye süslenen ama içerik olarak yetersiz kalan bir eğitim programı, ne anlama gelir?
4+4+4 Eğitim Sistemi, kabul edildiği günlerde "4+4+4=0" başlıklı bir yazı yazmıştım ve söz konusu yazının, bir paragrafında "Çocukların, somut zekadan, soyut zekaya geçişi -anlama kapasitelerine göre- üçüncü sınıfın ikinci döneminden, beşinci sınıfın birinci dönemine kadar oturur. O nedenle; ilkokul en az 5 yıl olarak kalması gerekirken 4 yıla düşürüldü. İlkokul, 4 yıl olursa Matematik temeli atılamaz. Bu uygulama ile çok değil en geç 6 yıl sonra, 5 basamaklı, 5 doğal sayıyı alt alta yazıp toplayamayan, on binlerce öğrenci olacak. Sınıf öğretmenlerinin, beşinci sınıfta gösterildiği çabayı -bir çok sınıfta ders veren- branş öğretmenleri, istese da gösteremez çünkü" diye yazmıştım.
Alıntı yaptığım yazımın, giriş bölümünde de "Aslında, bu sistemi -alanında başarılı bir öğretmen olarak- tartışmaya bile gerek bulmuyorum ama çevremdeki insanların, ilgili sorularından bunalınca yazmadan edemedim" yazıyordu
Yeni Müfredatı da; şu ana kadar uygulanan, 4+4+4 Eğitim Sistemini aratacağını bildiğim için tartışmaya değer bulmuyorum.
O nedenle; kendinizi ve Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığını daha fazla yıpratmadan istifa etmenizi veya "görevden affınızı" talep etmenizi öneriyorum.
Birkaç ay önce; cumhurbaşkanı ile ana muhalefet partisi genel başkanı, bir araya gelip bir buçuk saat görüşmüş ama Eğitim Politikası konuşulup tartışılmamış ve siz “Yerel seçimlerde, ülkemizin birinci partisi olan CHP genel başkanı Sayın Özgür Özel, Sayın Cumhurbaşkanına, yeni Eğitim Programı ile ilgili olarak ne demiş ve ne önermiş? Yoksa, o konuda bir şey söylememiş mi?” diye merak bile etmediniz çünkü.