23.06.2024, 11:17

Marksizm ve Politik Ekonomi

Gelinen aşamada kapitalizmin yıkımı, çürümesi, insanın normal halini dışlayan özelliği ve zombi hali bütün şiddeti ile devam etmektedir. Bu noktada Marksizm’in evrensel konularını (konumuz olan politik-ekonomi gibi ) değerlendirmek önemli olmuştur. Bu konuların arkaik olduğunu belirten post akımlara karşı da dikkatli olmak ayrıca önem arz etmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin bütünsel muhtevasını, sınıfsal özelliğini doğru anlamak ve kavramak için politik-ekonominin değerlendirmesi bir yük değil, tersine güncellemeyi de kapsayan temel anahtar durumundadır.

Şunu da belirtelim Marksist literatürde kavram olarak politik –ekonomi kullanılsa da, biz ekonomi-politik olarak kullanmayı da yanlış görmüyoruz.

İnsanlar, yaşamlarını devam ettirmeleri için zorunlu olarak ekonomik ilişkilere girerler. Dolayısıyla ekonomi veya ekonomi biliminin önemi tartışılamaz, fakat bu durum ancak bilimsel ve sınıfsal özü ve ile anlaşılır ve kavranırsa ciddi bir önem kazanır.

Egemen sınıfların iktisatçıları bir kısım solcu iktisatçılar, akıl hocaları olarak kapitalist sistemin tıkanan kanallarını açmak doğrultusunda, sürekli “yeni” söylem ve analizler üretiyorlar ve ekonomi-politiğin konusu olan kavramları bilerek veya bilmeden yanlış değerlendirip, içini boşaltarak amaçlarına ulaşmak istemektedirler.

Örneğin sermayenin oluşum sürecini es geçerek patron olmadan işçinin olmayacağını, bir başka ifade ile sermaye olmadan emeğin olmayacağını, ayrıca verimlilik, üretim vb. gibi konuları insanların ihtiyaç ve gelişimi için değil, egemen sınıfların kârlarının artırılması için savunmaktadırlar.

Yine ekonomi-politikte geçen bazı kavramların yanlış bilinmesi ve kullanılması kitlelerin kafasını karıştırıp, onların mücadele azimlerinin pasifize edilmesine hizmet etmektedir. Örneğin bir manavın tezgahındaki malların satılması sonucu kâr ettiğini söylemesi, minibüsteki şoförün yolculardan para yerine ücret istemesi vb. yanlışlığı gibi.

Eğer yaşadığımız toplum sınıflı bir toplum ise ki öyledir, ekonomik-politik de sınıfsaldır, sınıflar üstü olamaz, böyle kavranamaz. Ekonomi-politik genel anlamda bir toplumbilimi olsa da, Marksist ekonomi-politikte sınıfsal yan başat bir özellik taşır. Marks, ekonomi-politiğin temelini oluşturan ““Kapitali” yazarken burjuva iktisatçılar olan Adam Smith ve Ricardo’dan yararlanmıştır. Onların emek-değer teorisi ekonomi biliminin temel taşıydı. Fakat bu teorisyenler değerin arz ve talep tarafından belirlendiğini ileri sürmüşler, değeri emek dışında aramaya başlamışlar ve bu tespit onları ister istemez, kullanım değerine başvurmaya götürmüştür. Dolayısıyla kapitalizmin kutsanmasının önemli özellikleri olan yararlılık, verimlilik gibi konular, başat bir özellik kazandı. Marks ise bu söylemlerin yanlışlığını analiz ederek, kendi bilimsel teorisini inşa etti.

kısmi değerlendirmeden sonra, ekonomi-politik konusunu belirli bir bütünlük içinde genel çerçevede değerlendirmek istiyoruz.

Ekonomi-Politik

Tarihin gelişmesini belirleyen nedir sorusunu ilk yanıtlayan Marks olmuştur.

İnsanlar yaşamak için besinlere, giysilere, barınaklara ve öteki maddi mallara gereksinim duyarlar. Öyleyse insanlar onları üretmek zorunda olduklarından, çalışmak zorundadırlar. Maddi malların üretimini durduran her toplum yok olur. Onun için, maddi malların üretimi, her toplumun varlığının gelişmesinin kökenidir.

Maddi malların üretimi denilince ne anlaşılır? Üretim süreci, insan emeğini, emek araçlarını ve emek konularını kapsar.

Emek, maddi malların üretimi için insanın yararlı gücüdür. İnsan, çalışarak doğayı kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yatkın hale getirmek amacıyla onun üzerinde etkide bulunur. Emek, yalnızca insana özgü, sürekli ve doğal olarak gerekli ve insan yaşamının ilk koşuludur. Engels’in deyişiyle, insanı yaratan emektir.

Emek araçları olmaksızın üretim süreci düşünülemez. Emek konuları üzerinde etki yapmakta ve onların görünüşünü değiştirmekte insanlara yardımı dokunan her şey, emek aracıdır. Makineler, donanımlar, araç ve gereçler, işletme binaları ve sanat yapıtları, bütün ulaştırma araçları, kanallar, elektrik tesisler vb. emek araçları sayılır. Toprakta evrensel bir emek aracıdır. Ve bütün emek araçları arasında kesin rol, üretim aletlerindedir. İnsanın doğa üzerindeki etkisinin gücü, insan tarafından yararlanılan iş aletlerine bağlıdır. Marks, ekonomik dönemlerin, o dönemde üretilen maddi mallara göre değil, maddi malları üreten iş aletlerine göre birbirlerinden ayrıldığını belirtir.

Emek araçları ve emek konuları, üretim araçlarını oluştururlar. Bununla birlikte, doğaldır ki, üretim araçları maddi malları kendiliklerinden üretmezler. İnsan olmadığı takdirde en yetkin teknik bile hareketsiz kalır. Demek ki, her üretimin kesin etmenini oluşturan, insanın kendisi kendi emek gücüdür.

Üretim, hangi gelişme aşamasında olursa olsun daima iki yön içerir. Üretici güçler ve üretim ilişkileri.

Üretici güçlerden toplum tarafından yaratılmış olan üretim araçları, her şeyden öncede iş aletleri ve maddi malları üreten insanlar anlaşılır.

Ama insanlar maddi malları tek başlarına değil, gruplar ve ortaklar halinde, bir arada eylemde bulunarak üretirler. Örnek olarak bir ayakkabı fabrikasını ele alalım. Ayakkabı gibi bir tek meta yapımında, fabrika kaç işçi çalıştırır? Yüzlerce ve hatta binlerce, bu fabrikanın çalışması için gereken makinenin, köselenin, iğnenin, ipliğin vb. üretiminde çalışan işçilerin sayısı, söz konusu ayakkabı fabrikasında çalışmakta olan işçilerin sayısından çok daha fazladır.

Üretim süreci içinde insanlar arasında meydana gelen maddi malların değişim ve üleşim ilişkilerine, Marks, üretim ilişkileri ya da ekonomik ilişkiler adını vermiştir. Bu ekonomik ilişkiler, el birliği ve her türlü sömürüden uzak, özgür kişiler arasında yardımlaşma şeklinde olabileceği gibi, insanın insan tarafından sömürüsü şeklinde de olabilir. Burada söz konusu olan üretim araçlarının, toprağın, toprak altının, ormanların, fabrikaların, atölyelerin, emek aletlerinin vb. mülkiyetinin kime ait olduğudur.

İnsanların, üretim araçları karsısındaki durumu, onların üretimdeki yeri ve konumunu, emek ürünlerinin dağılım şeklini belirler. Örneğin, kapitalist toplumda, işçiler tarafından üretilen bütün ürünlere, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi sahip çıkar. Oysa işçilerin büyük çoğunluğu yoksulluk içindedirler. Sosyalist toplumda, üretim araçları halka aittir (toplumsal mülkiyettir) Tüketim nesneleri, herkese emeğine göre bölüştürülür, maddi ve kültürel yaşamın sürekli olarak yükseltilmesini bütün emekçiler için güvence altındadır. İşte, insanlar arasındaki üretim ilişkilerinin (ekonomik ilişkilerin ) özü budur.

İnsan toplumunun evrim tarihi, diyalektik saiklerle ve başlıca beş tip üretim ilişkisi tanır. İlkel komünal, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve komünizmin ilk evresine takabül eden sosyalist toplum. Bu oluşumların her birinin temelini, üretim alet ve araçlarının mülkiyet şekli belirler. Bundan dolayıdır ki köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır. Tersine sosyalist toplumda, üretim ilişkileri, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanır.

Üretici güçler ve üretim ilişkilerinin tümü üretim tarzını oluşturur.

Her ne kadar, üretici güçler ve üretim ilişkileri birliği üretim tarzını oluşturuyorsa da, onlar yine de farklı görüntülerdedir. Onların arasında da karşılıklı eylem ve karşılıklı etki vardır. Üretimin yetkinleştirmesi, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gelişmesiyle at başı gider.

Üretici güçler, üretim tarzının en hareketli ögesidir. Sürekli olarak değişirler, çünkü insanlar, iş aletlerini durmadan yetkinleştirirler ve maddi üretim konusunda deneyimlerini sürekli olarak arttırırlar. Üretim ilişkilerine gelince, onlarda değişirler ve söz konusu güçlerin gelişmesi üzerine kendilerine düşen etkiyi yaparlar.

Ayrıca toplumun temeli ile üretim tarzı arasında bir ayrım yapmak yerinde olur. Temel ile üretici güçlerin belirli bir düzeyindeki durumuna göre, söz konusu toplumda egemen olan üretim ilişkilerinin tümü anlaşılır.

Temel, kendisine tekabül eden ve onun gelişmesini belirleyen üst-yapıyı doğurur. Üst-yapı denilince, siyasi, felsefi, hukuki, sanatsal, dini vb. kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar anlaşılır.

Temel, üst-yapıda olduğu gibi ancak belirli bir dönemde vardır. Her temel değişikliği, üst-yapı değişikliğini de birlikte getirir. Feodal temelin değişmesiyle ve yerini kapitalist temelin almasıyla, kapitalist üst-yapı da feodal üst -yapının yerini almıştır. Sosyalist temelin belirmesi, bir sosyalist üst-yapının belirmesini ve kapitalist üst -yapının çökmesini de beraberinde getirmiştir. Üst-yapı bütünü ile temel tarafından ortaya çıkarılmakla birlikte, bazı yeni üst-yapı öğeleri, eski toplumun bağrında doğmuş olabilir. Çünkü burada öncü sınıfın fikir ve kavramların ortaya çıkar. Örneğin, kapitalist toplumlarda, işçi sınıfı ideolojisinin, yeni devrimci sınıf olan proletarya ideolojisinin oluşması gibi

Üst-yapı, temel tarafından yaratılır. Ama doğuştan sonra, o temel karşısında edilgin kalmaz, ona etki yapar, onun oluşmasına ve sağlamlaşmasına yardım eder. Üst-yapı ilerici bir rol oynayabileceği gibi, gerici bir rol de oynayabilir. Kapitalist temelin üst-yapısı bugün son derce gericidir. Çünkü bugünkü evresinde, kapitalizm üretici güçlerin gelişmesini dizginliyor. Sosyalist temelin üst-yapısı da karşıt olarak ilerici bir rol oynamaktadır. Çünkü sosyalizmde, siyasal iktidar, üretici güçlerin gelişmesini kolaylaştırır ve böylece de komünist toplumun kuruluş hazırlıklarının gerçekleştirilmesinde katkıda bulunur.

Üretici güçler ile üretim ilişkilerinin birliği olarak maddi malların üretim tarzı ve ona tekabül eden üst-yapı, bir toplumsal ekonomik oluşum meydana getirirler.

Ekonomi Politiğin Tanımı

Ekonomi-politik, insanlar arasındaki üretim (ekonomik) ilişkilerini inceler. Bununla ilgili olarak üretim araçlarının mülkiyet şekillerini, üretim içinde bulunan faklı toplumsal grupların durumuna ve onlar arasındaki var olan ilişkileri, maddi malların üleşim biçimlerini irdeler.

Ekonomi-politik, toplumsal üretim ilişkilerinin yani insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinin bilimidir. Ekonomik-politik, gelişmesinin farklı evrelerinde, insan toplumu içinde maddi malların üretim ve dağıtımını etkileyen yasaların gün ışığına çıkartır.

Ekonomi-politik bir sınıf bilimi, bir parti bilimidir. İnsanlar arasındaki, sınıflar arasındaki ilişkileri, bunların hayati çıkarlarını inceler.

Çağımızın tek ve egemen üretim tarzı kapitalizm olduğu için biz de kapitalizmin ekonomi-politik yasalarını ve gelişmelerini inceleyip değerlendirmeye çalışacağız.

Meta Üretimi, Meta ve Para

Marks, kapitalizmin tahliline meta ile başlar. Meta, insanların her hangi bir ihtiyacını gideren şeydir. Metaların çoğuluna ise Emtia denir. Kapitalist sistemde her şey ( iğneden, dev fabrikalara ve hatta insanın emek gücüne kadar her şey) alınır satılır ve ekonomistlerin dediği gibi, bir meta biçimini alır. Toplumda, insanlar arasındaki ilişkileri, metalar arasındaki ilişkilerin biçimi temsil eder.

Kişisel tüketime değil de, satışa, pazarda değişime ayrılan ürünlerin üretimine, meta üretimi denilmiştir. Meta üretimi İlkel topluluk rejiminin dağılması döneminde ortaya çıkmıştır. Köleci ve feodal üretim tarzları da, meta üretimini tanır, ama burada ağır basan doğal ekonomidir. Bu ekonomide insanlar kendi tüketim ihtiyaçlarını karşılamak üzere bütün işlemleri kendileri yapardı.

Kapitalizmin gelişmesi, doğal ekonomiye ezici bir darbe indirdi. Kapitalist sistemde emek gücü dahil her şey metadır. Emek gücünün metaya dönüşmesiyle, meta üretimi evrensel ve başat bir duruma gelir.

Kapitalizmde, insanlar arasındaki ilişkiler yani üretim ilişkileri, meta ilişkileri olarak ifade edilirler. Kapitalistin işçiyi sömürebilmesi için, işçinin bir meta gibi görünen kendi emek gücünü satması gerekir. Kapitalist, işçiye, geçim araçlarını yani metaları satın almasını sağlayacak bir ücret öder. Böylece, işçi ile kapitalist arasındaki üretim ilişkileri, doğrudan değil de metalar aracılığıyla kurulur ve bu ilişkiler, meta ilişkileri niteliğine bürünür.

Kapitalistler, kendi ürünlerini birbirlerine satarlar, hammaddeler, avadanlıklar ve başka metalar satın alırlar. Demek ki kapitalistler arasındaki ilişki de meta ilişkisidir.

Bundan dolayıdır ki kapitalist toplumda meta üretimi evrensel yanı ağır basan bir niteliğe bürünmüştür. Oysa insanlar arasındaki ilişkiler, nesneler, metalar arasındaki ilişkiler olarak görülür.

Meta ilişkilerinin Ortaya Çıkış Koşulları

Meta üretiminin ortaya çıkışı ve var oluşu için başlıca koşul, toplumsal iş-bölümüdür. Bu çeşitli nesnelerin üretiminin, şu ya da bu bireyler ya da gruplar arasında bölünmesi demektir. Bazıları dokuma, diğer bazıların ayakkabı, üçüncüler ev eşyaları, dördüncüler aletler vb. üretirler. Belli ki bu kişiler, kendi ihtiyaçlarını giderebilmek için, kendi emeklerinin sonuçlarını değiştirmek zorundadırlar. Böylece bir araya gelmiş bütün üreticiler birbirlerine bağımlı üyelerin meydana getirdiği bir çeşit üretici ortaklığı oluştururlar.

Bununla birlikte, toplumsal işbölümü, meta üretiminin koşullarından ancak bir tanesidir. Öteki gerekli koşullardan birisi de, toplumda üretim araçları sahiplerinin farklı kimseler olmasıdır.

O halde toplumsal işbölümü ve toplumda üretim araçlarına sahip olanların başka başka kimseler oluşu meta üretiminin temellerini oluşturur. Ancak bu iki koşulun birleşmesi iledir ki, meta üretimi ve ürünlerin alım satım şeklinde değişimi ortaya çıkmıştır.

Basit meta Üretimi ve Kapitalist Meta Üretimi

Kapitalist meta üretimi, basit meta üretimi üzerinde, belirli toplumsal koşullar için de kendisini gösterir.

Basit meta üretiminin en karakteristik temsilcileri küçük köylüler ile zanaatçılardır. Üretimlerini, kişisel emek üzerinde kurmuşlardır. Yani başkasının emeğini sömürmezler, kendileri çalışırlar. Her basit üretici, üretim araçlarının sahibidir ve yalnızca kendi tüketimi için değil, pazar için, satış içinde üretir.

Basit meta üretimi, yapısı bakımından çifte niteliğe sahiptir. Bir yandan özel mülkiyet üzerine kurulmuştur. Küçük köylü ya da zanaatçı, üretim aracı sahibidir ve bu niteliği, onu kapitaliste yaklaştırır. Öte yandan, basit meta üretimi, kişisel emek üzerine kurulmuş olduğu için, üretici, bir emekçidir ve bu niteliği onu proleter yaklaştırır.

Kapitalist meta üretimi, basit meta üretiminde olduğu gibi, toplumsal iş bölümü ve üretim araçları özel mülkiyetinin üzerine kurulmuştur. Ama üretim araçları sahibinin kişisel emeği üzerine değildir. Ücretli emeğin üretim araçları sahibi tarafından sömürülmesi üzerine kurulmuştur. Kapitalist meta üretiminde, üretim araçlarının ve paranın sahibi, kendisi üretimde bulunmaz. Üretim araçlarını harekete geçiren emek gücünü parasıyla satın alır. Emek gücünün metaya dönüşmesi, kapitalizmde meta üretiminin yeni bir gelişme kazanması ve evrensel hale gelmesi demektir.

Metanın Kullanın Değeri ve Değeri

Meta, her şeyden önce insanın herhangi bir ihtiyacını gideren şeydir. İkincisi kişisel tüketim için üretilen bir şey değil, satış için, değişim amacıyla üretilen bir şeydir.

Metanın insanın şu ya da bu ihtiyaçlarını karşılama özelliğine, metanın kullanım değeri denir. Bu ihtiyaç, değişik niteliklere bürünebilir. Meta, birinci derecede gerekli bir nesne de olabilir, ekmek gibi, elbise gibi, ayakkabı gibi lüks bir nesne de olabilir, pahalı cinsten mücevherat vb. gibi. Bir üretim aracı da olabilir, makineler, kömür, demir vb. gibi.

Bir nesnenin, bir tek değil, birçok kullanım değeri olabilir. Örneğin maden kömürü yakıt olarak kullanıldığı gibi, kimyasal ürünler yapımı için hammadde olarak da kullanılabilir.

Metanın Değerini Ne Belirler

bakışta, değeri, gerçekte metanın yararlılığı belirler gibi gelir. Gerçekten, bir şey ne kadar yararlı olursa o kadar gerekli olur ve değeri o oranda artar. Bununla birlikte, gerçek, değer kaynaklarının her zaman yararlılık olmadığını gösteriyor. Çoğu zaman, en yararlı şeyler beş para bile etmez ( örneğin hava) ya da önemsiz bir fiyat biçilir ( örneğin su) Tersine, insana yararları pek az olan nesneler ( örneğin elmas) bazen çok pahalı olur. Gerçekte, eğer ürünlerin fiyatı onların yararlığından gelseydi, ekmek ve su, elmas kadar pahalı olurdu. Bunun içindir ki yararlılık ve kullanım değeri, değerin bir koşuludur, değerin kaynağı değildir. Her ne kadar kullanım değeri olmaksızın bir değere sahip olunamazsa da, kullanım değeri tamamıyla değersiz de olabilir ( örneğin havanın büyük bir kullanım değeri vardır, ama hiçbir değeri yoktur).

Ayrıca metaların değeri ne arza ne de talebe bağlıdır. Örnek olarak şeker ve tuzu ele alalım. Bu iki meta, arz ve talep yasasının aynı ölçüde etkisindedir. Ama bu metalara karşı, talep arz ile eşdeğer de olsa, bir kilo şekerin değeri, bir kilo tuzun değerinden daha yüksek olurdu. Bundan dolayıdır ki, arz ve talebin burada bir rolü yoktur. Gerçi arz talepte metaların fiyatları üzerinde etkili olmaktan geri kalmazlar. Ama onlar değer büyüklüğünü değil, pazar fiyatının meta değerinden hangi oranda uzaklaştığını belirler. Bir metaya karşı talep artığı ve arz azaldığı zaman, arz talebi aştığı zaman, fiyatlar değerin altına düşer. Ancak talep arza eşit olduğu zaman, pazar fiyatı değere uygun olur. Ama kapitalist meta üretimi göz önünde tutulursa, böyle bir durum hemen hemen hiçbir zaman kendini göstermez. Bundan dolayı da, arz ve talep metanın değerini belirlemez.

Buna göre, yararlılık da, arz ve talep konusu olma olgusu da, azlık da, değerin nedeni olamaz. Geriye gerçekten bir temel, ya da Marksın deyişiyle değerin özünü oluşturan emek kalıyor. Herhangi bir meta üretmek için gereken emek arttıkça, metanın değeri de artar ve daha pahalı olur. Altın kömürden daha pahalıdır. Çünkü altını arayıp bulmak, temizleyip saf hale getirmek için gereken emek, aynı miktarda kömürü çıkartmak için gereken emekten çok daha fazladır.

Bütün metalar, insan emeğinin sonucudur. Her metada belli miktarda bir emek maddeleştiği için metalar kendi aralarında kıyaslanabilirler. Metaların değerlere dönüştürmesi, emek ürünü olmalarındandır.

Değer, meta içinde maddeleşen toplumsal emektir. Maddeleşme terimi, meta içinde billurlaşan, içerilmiş emeği gösterir ki bu emek, kendisini içeren şeyin, metanın şeklini almıştır. Nicel ilişkiler, metaların değişim oranları, değerin kendini gösterme biçimini oluştururlar. Bu nicel ilişkiler, değişilen metalara harcanan emek miktarı ile metaların aynı değerlere sahip olduklarını gösterir.

Metanın değeri, toplumsal bir kategoridir, görülmez, ama metaların her değişimde bir meta başka bir meta ile kıyaslandığı zaman kendini gösterir.

Kullanım değeri her zaman var oldu ve var olacaktır. Bununla birlikte, değer olarak kabul edilen meta, toplum gelişmesinin belli bir aşamasında meta üretimi ve değişimin doğuşuyla ortaya çıkmıştır. Meta üretiminin ortadan kalkması, metanın değerinin de ortadan kalkması olacaktır. Değerin toplumsal ve tarihsel kategori oluşu bundan dolayıdır, yani o, toplumsal evrimin belli bir evresinde vardır.

Kullanım değeri olarak metalar, nitel bakımından farklıdırlar ( buğday, bez, demir, vb.) Değer olarak metalar, nitel bakımından özdeştirler ( hepsi insan emeğinin ürünüdür)

Kullanım değeri olarak metalar, tüketime ayrılır, değer olarak metalar satışa ayrılır.

Metanın kullanım değeri hissedilebilir, oysa metanın değeri hissedilemez. Bunlar bir metanın kullanım değeri ile değeri arasındaki çelişkilerdir.

Somut Emek ve Soyut Emek

Belirli amaçla, akla uygun, yararlı bir biçimde harcanmış olan emek somut emektir. İnsan “genel olarak” çalışmaz. Kunduracının emeği, çiftçinin emeği, madencinin emeği vb. gibi bir emek harcadığı zaman çalışılmış sayılır. Emeğin farklı biçimleri, onun nitelikleri, meslek yöntemleri, aletler yararlanılan gereçler bakımından ve son olarak da sonuçları ( yani ürünler) kullanım değeri bakımından birbirinden ayrılırlar. Somut emek, metanın kullanım değerini yaratır.

Ama emeğin farklı biçimleri yakından gözlendiğinde ortak bir çizgi bulunur. Genel olarak insan emeğinin harcanması, yani kasların, beynin, sinirlerin vb. harcanması, somut biçimden bağımsız emek, genellikle insana özgü emek gücünün harcanması olarak ele alınan emek soyut emektir. Soyut emek metanın değerini yaratır.

Kullanım değerinin yaratıcısı, somut emek, her zaman vardı ve her zaman da var olacaktır. Meta üretimi rejiminde var olduğu gibi, meta üretimi olmadığı zaman da var olur. Soyut emek ise ancak meta üretimine bağlıdır. Meta ekonomisinin ortadan kalkmasıyla, soyut emek kategorisi de ortadan kalkacaktır.

Meta üretiminde, somut emek ile soyut emek arasında, uzlaşmaz karşıt (bağdaşmaz) bir çelişki vardır ki bu çelişki özel emek ile toplumsal emek arasında bir çelişki olarak kendini gösterir.

Özel Emek ve Toplumsal Emek

Her üretimin bireysel emeği, toplumsal emeğin bir parçasını oluşturan toplumsal bir niteliğe bürünür.

Üreticinin özel emeğinin, toplumsal bir niteliğe bürünmesiyle basit meta ekonomisinin başlıca çelişkisinin, yani özel emek ile toplumsal emek arasındaki çelişkinin doğrulandığı görülür. Bu çelişki, değişim anında ortaya çıkar. Üreticiler pazara geldikleri zaman bazıları kendi metalarını satarlar, diğer bazıları satamazlar. İster talep yokluğundan olsun, ister metaların çok pahalı bulunmasından olsun, metalarını satamazlar. Eğer üretici, kendi ürettiği metayı parayı çeviremiyorsa, bu üreticinin özel emeğinin toplum tarafından kabul edilmemiş olmasındandır. Üretici yıkıntıya uğrar, bu yıkıntılar sık sık yinelenirse mahvolur. Demek ki, özel emek ile toplumsal emek arasındaki çelişki, bazılarını yıkıma ve diğer bazılarını da zenginleşmeye götürür.

Metaların Değerinin Büyüklüğü

Metaların değerinin büyüklüğü, her üreticinin bireysel emek zamanıyla değil, belli bir metanın üretimi için toplumsal bakımından gerekli emek zamanıyla belirlenmiştir.

Meta değerinin büyüklüğü üzerine etki yapan, emeğin bileşiklik derecesidir. Bu bileşiklik derecesine göre, vasıflı ve vasıfsız emek olarak ayrılır. Hiçbir özel yetişmesi olmayan işçinin emeği yalın ( vasıfsız) bir emektir. Özel bir yetişmeyi gerektiren emek bileşik ( vasıflı) bir emektir. Bileşik emek, aynı birim zamanda içinde, yalın emekten daha büyük bir değer yaratır. Bu nedenle Marks, bileşik emeğin, belli bir kudretle yükselmiş ya da çoğaltılmış bir yalın emek olarak ortaya çıktığını söyler.

Değişim Değeri, Değerin İfade Biçimi

Değer, ancak değişim süreci içinde, yani değişim değeri arasında, bir meta, başka bir meta ile kıyaslanırken kendini gösterir. Bundan dolayı bir baltanın değeri tek başına emek zamanı ile değil, başka bir metanın aracılığı ile belirlenebilir. Örneğin, 1 balta=20 kg tahıl olsun. Bu karşılaştırmada tahıl baltanın değerini belirlemeye yarar. Bu eşdeğerlilik tahılı üretmek için harcanan emek miktarı ile bu baltayı yapmak için harcanan emek miktarının aynı olduğu anlamına gelir.

Değerin para birimine geçişi zanaatçılığın tarımdan ayrıldığı ikinci büyük toplumsal işbölümünden sonra olmuştur. Altın ve gümüş ( türdeş oluşları, bölünebilmeleri, hacimlerinin küçük oluşu vb. gibi) ortak özellikleri dolayısıyla genel eşdeğer haline gelmişler ve paraya dönüşmüşlerdir.

Para, toplumsal görevi diğer bütün metaların değerini belirlemekten ibaret olan belirli bir metadır.

Para, Niteliği ve Görevleri

Para, meta üretiminin ve değişiminin tarihsel gelişme süreci içinde kendiliğinden ortaya çıktı.

Para olarak altın, gümüş, işlenmiş madenden para ve kağıt para kullanılır. Başlangıçta en sık değişilen meta, para sayılıyordu. Çeşitli halklarda ve çeşitli çağlarda, hayvan derileri, koyunlar, bakır, tahıl, tuz vb. para olarak kullanılmışlardır.

Para birçok görevleri yerine getirir. Metaların değer ölçüsü, dolaşım aracı, birikim ya da servet biriktirme, ödeme aracı ve hatta evrensel para gibi.

Değer ölçüsü, paranın başlıca görevidir. Bu görev esas olarak bütün metaların değerini ölçmekten ibarettir. Bu görevi yerine getirebilmesi için, paranın kendisi bir değere sahip olmalıdır. Nasıl ki, bir cismin ağırlığı, ancak bir başka ağırlıkla ölçülebiliyorsa, bir metanın değeri de, ancak bir değer taşıyan başka bir meta ile ölçülebilir.

Metanın, para olarak belirlenen değerine, o metanın fiyatı denir. Fiyat, meta değerinin para olarak ifadesidir.

Metaların kendi değerleri, belli bir miktarda altın ve gümüşle belirlenir. Örneğin ABD’de para birimi dolardır. İngiltere’de Sterlin, Dolar 100 sent, Sterlin 20 şilin gibi.

Paranın ikinci görevi de dolaşım aracı olarak kullanılmasıdır. Yani bir nesne, başka bir nesne ile doğrudan değiştirilirdi. Paranın kullanıldığı andan başlayarak bir metanın başka bir meta ile değiştirilmesi, gümüş aracılığıyla yapıldı. Meta değişiminin para aracılığıyla yapılmasına meta dolaşımı adı verilir ( meta-para-meta )

Başlangıçta, metaların değişiminde, para, altın ve gümüş külçeler şeklinde aracılık ediyordu. Ama bu bir yığın engelleri de beraberinde getiriyordu. Onları her defasında tartmak, parçalamak, ayarını saptamak gerekiyordu. Bunun içindir ki altın ve gümüş külçelerin yerini, yavaş yavaş basma tekeli devlette bulunan paralar aldı. Para, belirli miktarda maden içeren biçimlendirilmiş bir külçedir.

Meta ekonomisinin gelişmesiyle para, biriktirme aracı ya da servet biriktirme aracı olarak görevini yerine getirir. Para zenginliğin evrensel simgesidir. Ona sahip olarak herhangi bir metaya sahip olma olanağını verir. Üreticiler, daha sonra ihtiyaç duyacakları metaları satın almak için parayı tasarruf edip biriktirirler. Bu görev tam değerinde bir para ile, para ya da altın ve gümüş nesnelerle yapılır.

Para ödeme aracı olarak da görev yapar. Metalar, her zaman peşin satılmaz. Alım ve satım farklı bir ödeme ile kredi ile de olabilir.

Sikke, evrensel para görevini yerine getirir. Dünya pazarında sikke, Marks’a göre ulusal üniformasından soyunur ve para görünüşüyle değil, ama ilk görünüşüyle yani altın ya da gümüş külçeler olarak ortaya çıkar. Dünya pazarında, ülkeler arası zenginliğin evrensel simgesidir.

Altın ve Kağıt Para Emisyonu

Kağıt para, devlet tarafından çıkartılmış bir para şeklindedir. Dolaşım ve ödeme aracı görevlerinde, altının yerini tutar ve onu temsil eder. Kağıt paranın aslında uygun bir değeri yoktur ve bunun sonucun olarak, metaların değerini ölçme görevini yapamaz.

Kağıt para, ilk kez Çin’de ortaya çıktı. Çıkartılan kağıt para miktarı ne olursa olsun ancak değişimi sağlamak için altın miktarının değerini temsil eder. Eğer, çıkarılan kağıt para miktarı, dolaşım için gerekli olan altın miktarına tekabül ediyorsa, kağıt paranın satın alma gücü ile altın paranın satın alma gücü arasında uygunluk vardır.

Ayrıca 1 altın para, 2 kağıt doları temsil eder ve bu 2 dolarla önceden ancak 1 dolarla alınabilen meta satın alınabilir. Kağıt para sarsıntı geçirmiş, satın alma gücü düşmüştür.

Bu sürecin adına enflasyon denir. Enflasyon, kendisiyle birlikte meta fiyatlarının yükselmesini birlikte getirir. Bununla birlikte, enflasyon dönemlerinde, kapitalist ülkeler emekçilerin ücret ve gelirleri de bir artış gösterir. Bu artışlar, asla eşya fiyatlarının artışı oranın da olmaz. İşte bunun içindir ki emekçi yığınlar daha fazla yoksullaşır.

Normal para dolaşımını yeniden yoluna koyabilmek için çeşitli yöntemler vardır. Bu parasal yöntemlerden biri, devalüasyondur. Bu da sarsıntı geçiren parayı, daha az miktarda yeni bir parayla değişmekten ibarettir.

Kredi- Para

Meta alım satımı sırasında elden ele geçen bono, para yerine geçer. Önceleri basit bir poliçe, yani meta alıcısı tarafından imza edilmiş bir senet, kredi-para yerine geçiyordu. Daha sonra bu senetler birçok banka tarafından kabul edilir ve kırılır oldu.

Başlangıçta banknotlar, genel kural olarak, altın karşılığında değişebilirdi. Sonra bundan vazgeçildi. Bu durum banknotlarda kağıt parayı hatırı sayılır ölçüde birbirine yaklaştırdı.

Üretimde Rekabet ve Anarşi

Daha iyi üretim ve pazarlama koşuları sağlama uğruna, daha fazla kâr elde etme uğruna, özel üreticiler arasında yürütülen rekabet ve savaşım, üretimdeki anarşiyi şiddetlendirir. Üretimde rekabet ve anarşi, özel mülkiyet üzerine kurulan meta üretimin yasasıdır. Sonuçta, kapitalizm, herkesin kendi mahvına, kendi felaketine çalışmasıdır. Çok kez, herhangi bir metanın, talebi büyük ölçüde aşan miktarda üretilmiş olduğu görülür.

Değer Yasası

Değer yasası, meta üretiminin ekonomik yasasıdır. Değer yasasıyla, metaların değişimi, onların üretimleri için toplumsal bakımından gerekli emek miktarına göre gerçekleşir. Bununla birlikte, gerçekte, arz ve talebin etkisi ile şu ya da bu metanın fiyatı, değerinin altında ya da üstünde olabilir. Bilindiği gibi şu ya da bu meta, pazarda az bulunabilir, talebin arzdan fazla olması meta fiyatını daha da yükseltir. Herhangi bir metanın uzun bir dönem içindeki fiyatları tahlil edilirse, artma ve düşmelerin birbirini dengeledikleri ve ortalama fiyatların değer ile uyuştuğu görülür.

yasası, üretim araçları ve farklı üretim dalları arasında emek gücü dağılımını kendiliğinden düzenler.

Toplumsal işbölümü, üretim dalları arasında çok açık bir oranlılık ister. Bu oranlılığın eksikliği halinde, üretim, normal olarak varlığını sürdüremez. Fiyatların değişikliği ve sonuç olarak üretimin daha çok ya da daha az yararlılığı, üretim araçları ile emeğin şu veya bu üretim dalına akmasına ya da bu üretim dalından çekilmesine neden olur.

Belirli koşullarda, değer yasasının etkisi, kapitalist ilişkilerin ortaya çıkmasına ve gelişmesine neden olur. Değer çevresinde, pazar fiyatlarının kendiliğinden dalgalanması, ekonomik eşitsizliğin ve üreticiler arasında savaşım şiddetlendirir. Rekabet kimi üreticiyi, yıkıma ve kimi üreticiyi ortadan kaybolmaya ve diğer bazılarını da zenginliğe götürür. Değer yasasının etkisinin sonu, üreticileri, burjuvazi ve proletarya olarak farklılaşmaya, sürekli olarak artan toplumsal üretimin bir bölümünün bazı kapitalistlerin ellerinde toplanmasına, diğer bazılarının da yıkımına varır.

Metanın Fetiş Niteliği

Pazarda, metanın sürdüğü bağımsız ve rastlantısal yaşam, metayı, kendisine bu özel nitelikleri kazandıran insanlara tamamıyla yabancılaştırır. Orada gerçekte var olan toplumsal ilişkiler, üretim ilişkileridir. İnsanlar, pazarda, ancak metalar arasındaki ilişkiler görürler. Aslında insanlar arasındaki ilişkiler, nesneler arasındaki ilişkilerin gerisinde maskelenmiş olarak bulunurlar.

Meta üretimi geliştikçe, metanın fetiş niteliği de yayılır. Paranın ortaya çıkmasıyla bu fetiş nitelik en gelişkin şekle, para fetişizmi şekline bürünür. “ Her şeyi satın alacağım der altın” ve bu da insanların gözüne paranın altının doğal bir özelliği gibi görünür. Gerçekte ise, altının bu özelliği, belli toplumsal ilişkilerin meta üretimi ilişkilerinin sonucudur.

PARANIN SERMAYEYE DÖNÜŞMESİ

Sermayenin Genel Formülü

Paranın kendisi, sermaye değildir. Bildiğimiz gibi, kapitalizmin doğuşundan çok önce de para vardı. Para, meta üretiminin ancak belirli bir aşamasında sermayeye dönüştü. Kapitalizmden önce M-P-M ( meta-para-meta ) formülü ifade edilen meta dolaşımı yani başka bir meta almak için meta satma şeklinde dolaşım vardı. Sermayenin hareketi şu formül ile gösterildi: P-M-P ( para-meta-para) yani satmak için satın almak.

M-P-M formülü, basit meta üretimin ayırt edici özelliğidir. Burada bir meta, para aracılığı ile başka bir meta karşılığı değiştirilmiştir. Para, değişime sermaye olarak değil, yalnızca aracı olarak katılır. Meta dağılımının amacı açıktır. Örneğin kunduracı, yaptığı kunduruları ekmek alabilmek için satar. Bu kullanım değerinin, başka bir kullanım değeri karşılığında değişimi para aracılıyla olur.

P-M-P formülünün niteliği büsbütün başkadır. Bu durumda para bir hareket noktasıdır. Paradan, satmak için satın alma aracı olarak yararlanılır. Yani para, sermaye sıfatıyla görev yapıyor demektir. Kapitalist, parayla şu ya da bu metayı yeniden paraya çevirmek için satın alır. Burada hareket ve amaç noktaları birbirine uygundur. Başlangıçta kapitalistin parası vardı ve sonunda yine kendisine para kalmıştır.

Ama kapitaliste, bu hareketin sonu da işe başladığı andaki kadar para kalsaydı, sermayenin hareketi anlamsız olurdu. Sermayenin varlığının bütün anlamı, dolaşım sonunda başlangıçta sahip olduğu paradan daha fazla bir paraya sahip olmasındadır. Her kapitalistin bütün çabasının son amacı kâr elde etmektir. Bu nedenle, kapitalist sistemde parasal hareketi, Marks, sermayenin genel formülü dediği şu formülle ifade eder P-M-P1, burada P1 başlangıçtaki paradan herhangi bir fazlalığı da içerir. Başlangıçta ki tutara göre bu artı ya da fazlalığa Marks, artı-değer adını vermiştir. Artı değer “a” harfiyle simgeliyoruz.

Metaların dolaşımında paradan, kapitalistler, aracı olmak bakımından değil, bir kazanç ve zenginleşme aracı olarak yararlanmışlardır. Kapitalizmde, paranın bu hareketi sınırsız hale gelir de para hareket süreci içinde, kendini arttırma yetisi kazanır. Kendiliğinden büyüyen değer, ya da artı- değeri yaratan değer sermaye adını alır.

Paranın sermayeye dönüşmesi için kapitalist pazarda, satış sonunda fiilen sahip olduğu değerin üstünde bir değer yarayan bir meta bulmalıdır. Kapitalist böyle bir metayı pazarda bulmuştur. Bu emek gücüdür.

Emek gücü, insanın maddi malları üretirken istediği gibi yararlandığı ve kullandığı maddi ve manevi yetilerin tümüdür. Her toplumda, emek gücü, üretimin gerekli bir ögesidir. Ama ancak kapitalizmde meta haline gelir, yani bu dönemde emekçiler, üretim ve geçim araçlarından yoksundur. Bu koşullarda emekçilerin yapabildikleri tek şey, emek güçlerini pazarda satmaktır.

Her meta gibi, emek gücünün de gerçekten bir değeri ve bir de kullanım değeri olmalıdır. Emek gücünün değeri, diğer metalarda olduğu gibi, kendinin yeniden üretimi için toplumsal bakımından gerekli emek zamanda belirlenir. Emek gücü, insanın çalışma yetisidir. Emek gücü, sahibi yaşadığı sürece vardır. Oysa işçinin yaşamını sürdürebilmek için belli bir miktar geçim aracı gereklidir. Bundan dolayı emek gücünün değeri, işçinin yaşayabilmesi için gerekli olan araçların değeri ile belirlenir.

Emek gücünün değeri, belirli bir ülkede, işçi ve ailesinin maddi, toplumsal ve kültürel ihtiyaçlarının giderilmesinde ve işçinin nitelik kazanmasında gerekli geçim araçlarının değeri tarafından belirlenir. Emek gücünün para olarak ifade edilen değeri, emek gücünün fiyatıdır. Kapitalizmde, emek gücünün değeri ücret ile ifade edilir.

Artı Değer Üretimi- Kapitalist Sömürü

Artı-değerin nasıl üretildiğini görelim.

Kapitalist, üretim için gerekli olanı pazardan satın alır: makineler, makine araçlar, hammaddeler, yakıt ve emek gücü. Üretim fabrikalarda başlar. Makine araçlar işler, işçiler çalışır, yakıtlar yanar, hammaddeler nihai ürünlere dönüşür. Meta hazırlanınca kapitalist onu pazarda satar ve ondan sağladığı para ile de yeniden hammaddeler, makineler, emek gibi, vb. satın alır. Yani devir sıfırdan başlar.

Örneğin, kapitalist, üretim için gerekli bütün unsurları satın almış olsun 500 kostüm yapımı için kapitalistin yaptığı harcama toplamın aşağıdaki gibi olsun.

1.Yünlü kumaşın değeri - 45.000 dolar

2.Yardımcı malzemelerin değeri - 15.000 dolar

3.Makinelerin yıpranma vb. değeri – 5.000 dolar

4.Emek gücünün değeri - 2.500 dolar

TOPLAM – 67.500 dolar

Bir kostümün değeri 67.500/500=135 dolardır. Kapitalist, pazara varınca, aynı cins bir kostümün 135 dolara satıldığını görüyor. Bu nedenle kostümleri bu fiyattan satmak zorundadır. Sonuç olarak kapitalist üretim için 67.500 dolar ödemiştir. Üretilen metanın satışından elde ettiği de 135x500= dolar oluyor. Artı değer yok. Para sermayeye dönüşmemiştir.

Öyleyse Artı-Değer Nasıl Ortaya Çıkar

Artı değerin gizi, kendi emek gücünün değerini, tam bir işgününe değil, tam bir işgününün bir kesiminde, diyelim tam bir işgünün yalnızca 5 saatlik bir sürecinde üreten işçinin emek gücünün değerindedir.

Ama kapitalist, onu günde 5 saat çalıştırmaz. Emek gücünün bir günlük değerini ödemiştir. Kapitalist, iş günü süresince (satın almış olduğu ) bu metanın (emek gücünün) kullanım değerinin sahibidir. Bu metanın kullanım değerinin sahibi olduğu için kapitalist, işçiyi günde 8-10 saat ve hatta daha fazla bir süre çalıştırır. Emek sürecinin uzaması sonucu olarak, işçi, emek gücü metanın fiyatından daha büyük bir değer yaratır. Dolayısıyla, örneğin 8 saatlik bir iş süresinde 4 saatlik çalışma karşılığını işçi ücret olarak alır. Bu karşılığı ödenmiş emektir. Geriye kalan 4 saati ise kapitaliste karşılığı ödenmemiş emek olarak verir, işte bu kısım artı-değeri oluşturur.

ki kapitalist, işçiyi 5 saat değil de 10 saat çalıştırsın. 10 saatlik emek süresince işçiler ( örneğin 500 kişi olsun) üretim araçlarının iki kat fazlasını işleyecekler ve eldeki ürün miktarı iki kat fazla yani 1000 kostüm olacaktır.

Bu durumda, kapitalistin harcamalarının ne olacağını görelim.

1.Yünlü kumaşın değeri - 90.000 dolar

2.Yardımcı malzemelerin değeri - 30.000 dolar

3.Makinelerin yıpranma vb. değeri -10.000 dolar

4.Emek gücünün değeri -2.500 dolar

TOPLAM - 132.500 dolar

10 saatlik bir iş gününde işçilere 1000 kostüm dikmişlerdir. Kapitalist, pazarda, onları ( bir kostüm 135 dolar üzerinden ) satarak 135.000 dolar aldı. İlk ödediği değerden 2.500 fazla almıştır. Bu 2.500 dolar, artı-değeri oluşturur. Burada para sermayeye çevrilmiştir.

Artı değerin elde edilmesi, işçinin, kendi emek gücü değerini yeniden üretmek için gerekli olandan daha fazla çalışmış olmasıyla belirlenmiştir. Artı değer, bundan dolayıdır ki işçi sınıfının kapitalistler tarafından sömürülmesinin sonucudur.

Marks, kapitalist sömürünün örtüsünü ortadan kaldırarak, kapitalist üretim tarzının temel ekonomik yasasını da açığa çıkardı. “ Artı değer üretimi” diyor Marks, “bu üretim tarzının mutlak yasasıdır.”

Artı değer yasası, burjuva toplumunda ortaya çıkan bütün süreç ve görüngüleri anlayıp açıklamaya olanak verir. Bu yasa, üretim biçiminin sömürücü niteliğini açıklar. Bu yasanın etkisiyle, kapitalizmde, üretim rekabet ve anarşinin artması, emekçi yığınların sefaletinin büyümesi, işsizliğin yaygınlaşması, kapitalizmin bütün çelişkilerinin keskinleşmesi belirli hale gelmiş bulunuyor.

Gerekli Emek ve Ek Emek Zamanı

Gerekli emek zamanı ve gerekli emek, işçinin emek gücünün değerini, yani gerekli geçim araçlarının değerini yeniden üretmek için gereksinme duyduğu kısımdır. Gerekli emek zamanı, kapitalist tarafından ücret olarak ödenir.

Artı-emek zamanı ve artı-emek, artı-ürünün üretimi için harcanır. Kapitalist rejimde, artı ürün, kapitalistler tarafından mülk edinilen artı- değer biçimini alır. Artı emeğin ya da ek emek zamanının emeğe ya da gerekli emek zamanına oranı, işçinin sömürü derecesini gösterir. Bundan dolayı, ek emek zamanı ve artı emek, üretim araçlarının sahibi olan kapitalistler tarafından işçi sınıfının sömürülmesini niteleyen belirli bir toplumsal ilişki ifade eder.

Değişmeyen Sermaye be Değişen Sermaye

Üretim araçları ( makineler, makine araçları, hammaddeler vb.) satın almak için harcanan ve üretim süreci içinde büyüklüğünü değiştirmeyen sermaye bölümü değişmeyen sermaye adını alır. Değişmeyen sermayeyi “ s” harfiyle gösteriyoruz.

Emek gücü satın almak için harcanan ve üretim süreci içinde işçiler tarafından yaratılan artı-değeri takiben artan bölümü değişen sermaye adını alır. Değişen sermayeyi “d” harfiyle gösteriyoruz.

Sermayenin, değişen ve değişmeyen sermaye olarak bölünüşünü ortaya koyarken, Marks artı-değeri yaratan sermayenin yalnızca değişen sermaye olduğu gizini de gün ışığına çıkarmıştır.

Burjuva iktisatçıları, sermayenin, değişen ve değişmeyen sermaye olarak bölünmesini kabul etmiyorlar. Onlar, kapitalizmi savunurken, onun sömürücü niteliğini düşünmek bile istemiyorlar. Yalnızca kapitalistlerin ticari hesapları içinde kalarak, bu bölünmeyi sabit sermaye ve döner sermaye olarak kabul ediyorlar. Sermayenin bu şekilde bölünmesi üretim mekanizmasını görmeye elverişlidir ama kapitalist sömürüyü gizler.

Sabit Sermaye ve Döner Sermaye

Kendi değerini kullanmadıkça, parça parça ürünlere aktarılan sermaye bölümüne ( binalar, makineler, makine araçları) sabit sermaye denir. Hammaddelere, emek gücüne, yardımcı maddelere, yakıta, vb. harcanmış olan ve bir üretim çevirimi boyunca metaların satılmasıyla, para şeklinde yeniden tam olarak kapitaliste dönen sermaye bölümüne, döner sermaye denir. Bu bölünme, artı-değerin biricik yardımcısı olarak emek gücünün özel rolünü gizler ve kapitalist sömürünün özünü maskeler.

Değişmeyen sermaye ( s) artı-değer yaratmaz. O halde artı-değer oranı belirlenirken, değişmeyen sermayeyi hesaba katmamak gerekir. Artı değeri, değişen sermaye (d) yaratır. Bu nenenle, artı-değerin nispi büyüklüğünü belirlemek için yalnızca artı-değerin değişen sermayeye oranını almak gerekir. Emek gücünün sömürü derecesinin tam ifadesi olan artı-değer oranını ancak o zaman elde edebiliriz. Artı-değer oranı (a’) şu şekilde ifade edilir.

a’ = a/d x % 100

İşte bir örnek, varsayalım ki, kapitalist, metaların üretimi için (dolar olarak); 100.000 s+20.000 d = 120.000 tutarını yatırmış olsun. Üretilen metaların satış tutarı da 140.000 dolar olsun. Bu arada artı-değer olarak kapitalistin aldığı 20.000 dolardır.

Artı-değer oranı da şu olacaktır.

a’= a/d x % 100 = 20.00/20.000 x % 100 = 100

İŞÇİ SINIFININ SÖMÜRÜDERECESİNİN YÜKSELTİLMESİ

Bu iki şekilde oluşur.

Mutlak Artı Değer

İşçi sınıfının sömürü derecesi, kapitalist rejimde bir iş gününün ikiye bölünmesinden çıkar. 1.Değeri emek gücünün değerine eşit miktarda meta değeri üretimi için gerekli emek zamanı ve 2. İşçinin kapitalist için çalışıp artı-değeri yarattığı ek emek zamanı.

Marks, iş gücünün azaltılması ile elde edilen artı-değere mutlak artı değer demiştir. Bu durum, artı değer oranının, işçinin sömürü derecesinin yükselmesini gösterir. Örneğin, iş günü 10 saatten 12 saate çıkmış olsun emek zamanı artık 5 saat değil 7 saat olacaktır. Bu durumda artı-değer oranı şöyle olur.

a’ = a/d x% 100 = 7/5 x % 100 = % 140

Nispi Artı Değer

Artı değeri arttırmak için tutulan ikinci yol, işgünü süreci aynı kaldığı halde, gerekli emek zamanı kısaltılır. Bunun sonucu olarak da ek emek zamanı artar. Ek zamanın artmasından doğan artı-değere nispi artı değer adı verilmiştir. Aynı örnekten gidersek, gerekli emek zamanının 5 saatten 3 saate inmesi sonucunu sağlamak için, emek üretkenliğinin artmış olduğunu kabul edelim. Bu durumda ek emek zamanı 7 saat olacaktır. Artı-değer oranını da şöyle olur.

a’ = a/d x % 100 = 7/3 x % 100 = % 233

Ek Artı Değer

Ek artı-değer, metanın toplumsal değeri ile daha düşük olan bireysel değeri arasındaki farktır. Bu ek artı-değeri belirleyen iki etken vardır. Birinci etken, tek tek işletme sahiplerinin daha büyük verim sağlayan yeni araçları ilk olarak kendi iş yerlerinde kullanarak ek artı-değer sağlamalarıdır. İkinci etken ise ek artı değeri şu ya da bu kapitalistin sağlamasının kısa süreli bir görüngü oluşudur. Çünkü diğer işletmeler de er geç bu yeni araçlarla donatılmış olacaklardır.

Böylece ek artı değer sağlama yarışı, bir yandan üretici güçleri gelişmeye götürürken, diğer yandan da üretici güçlerin gelişmesini dizginler.

KAPİTALİST TOPLUMDA ÜCRET

Kapitalizmde, emek gücünün bir meta olduğunu saptamıştık. Emek gücünün para olarak ifade edilen, emek gücünün fiyatını temsil eden bir değeri vardır.

Burjuva bilginleri, kapitalist sömürüyü gizlemek için, ücretin, işçi emeğinin fiyatı olduğunu öne sürerler. Kapitalist, fabrikada çalışan işçi, derler, çeşitli meta üretir ve emeğinin karşılığı olarak da emeğinin fiyatını, yani ücretini alır.

Emek bir meta değildir, bundan dolayı da ne değeri vardır, ne de fiyatı. Geçekte, emek, satılabilmesi için satışa çıkmadan önce de var olmalıdır. Olmayan şey satılamaz. Örneğin kunduracı, çizmeleri pazara götürdüğü zaman, çizmeler gerçekten vardır ve bundan dolayı da satılabilirler. Ama işçi kapitalist tarafından kiralandığı zaman, henüz hiçbir emek yoktur. Ancak çalışma yeteneği, emek gücü vardır. İşte işçinin kapitaliste sattığı da budur. Kapitalisti, satın aldığı ve bedelini parayla ödediği emek gücü ilgilendirir. İşçi, işçi olarak kapitalisti ilgilendirmez. Onu, işçinin çalışma yeteneği, işçinin bir artı değer yaratma yeteneği ilgilendirir.

Ücret, kapitalist tarafından iş gücünün yarısının bedelinin ödendiği, diğer yarısını ödenmediği, olgusunu gizliyor. Ücretin, emek zamanının gerekli emek zamanı ve ek emek zamanı, bedeli ödenen zaman ve bedeli ödenmeyen zaman olarak bölünmesinin bütün izlerini gözden saklaması, işte böyle oluyor. Ücret, ücretli işçinin tüm emeğinin karşılandığı görüntüsünü yaratır ve böylece de sömürüyü gizler. Kapitalizmin daha önceki sömürücü toplumlardan en başta ayıran şey budur.

Ücret Biçimleri

Kapitalizmde ücret, farklı biçimlere bölünür. Eğer meta olan emek gücünün değeri, emek süresine göre ödenirse ( günlük, haftalık, aylık vb. ) buna zamana göre ücret denir.

Birde parça başı başına ücret şekli vardır. Parça başına ücret belirli bir süre içinde ( örneğin bir saat, bir gün ) imal edilen maddeler oranında yapılan ödemedir.

Marks, parça başına ücretin zamana göre ücretin değiştirilmiş bir şekli olduğunu söyler. Gerçekte, her parçanın bedelinin kendilerine göre ödenmesi gereken tarifeler saptamak için, a) zamana göre günlük ücret ve b) en becerikli ve en dayanıklı işçi tarafından bir günde yapılan parçaların miktarı göz önünde tutulur.

Nominal Ücret ve Gerçek Ücret

Günümüzün ileri kapitalist ülkelerinde ücretin yaygın ödeme şekli, para olarak ödemedir ve buna nominal (itibari) ücret adı verilir.

Gerçek ücret ise işçinin kendisinin ve ailesinin geçimlerini sağlayabilecek miktar ve nitelikte geçim nesneleri satın alabilmeye yeterli bir ücrettir.

Gerçek ücreti belirlemek için nominal ücreti, tüketim nesneleriyle, hizmetlerin fiyatlarını, mali yükleri, kira ve diğer ödemeleri göz önüne almak gereklidir. Kapitalizmin gelişmesiyle, gerçek ücret düşme eğilimi gösterir.

Kapitalizmde gerçek ücretin düşmesi, birçok nedenlere dayanır. Birincisi, fiyatların yükselmesidir. İşçinin nominal ücreti biraz artsa, meta fiyatları, bu ücret artışında kat kat fazla artar. Bu demektir ki, aynı para ile işçi daha az meta satın alabilecektir, yani gerçek ücret düşer. Gerçek ücretin düşmesini belirleyen bir neden de vergi ve diğer ödemelerin ( kira, gaz, elektrik, su, vb.) artmasıdır.

işçilerin geçim araçlarını kısıtlamak, ancak onlara en gerekli şeyleri sağlamaya yeterli ücretler vermek için sürekli olarak çaba harcarlar. Bu daha çok kâr sağlamak için yapılır. Burjuvazi, işçi sınıfına karşı savaşımında, devletten, hukuktan, kiliseden, gazetelerden, radyodan vb. yararlanır. Bunlardan başka kapitalistlerin kendileri, patron dernekleri kurarak tek cephe halinde işçilere karşı koyarlar.

Sermayeye karşı direnmek ve iktisadi durumlarını düzeltmek için savaşım vermek üzere işçiler de sendikalarda toplanmışlardır. İşçilerin grevci harekette direnme ve kararlılık gösterdiği yerde kapitalistler, çok kez işçilerin koşullarını kabul etmek ve onların ücretlerini yükseltmek zorunda kalmışlardır.

SERMAYE BİRİKİM SÜRECİ

Maddi mallar üretiminin durdurarak yok olma tehlikesini göze alamayan toplum, üretim yapmadan edemez. Bunun içindir ki, maddi malların üretim süreci devam ettirilmelidir, yani aynı aşamalar tekrar tekrar aşılmalıdır. Maddi malların bu üretim sürecine, kesintisiz olarak yinelenen bu sürekli yenilenme sürecine yeniden üretim denir.

Artı-değerin tamamı, kişisel tüketim için kapitalist tarafından kullanılırsa, bu basit yeniden üretimdir. Örneğin, Amerikan milyonerleri, kişisel gereksinimleri için gelirlerinin yüzde 25’ini harcarlar. Belli milyoner ailelerin birçok özel otelleri ve yatları, onlarca, hatta yüzlerce lüks otomobilleri, uçakları vardır.

İşletme sahibinin kişisel ihtiyaçları için artı-değerin tamamını değil, artı değerin yalnız bir bölümünü harcıyor ve artı değerin diğer bölümlerinden üretim hacmini büyütmek için makineler, hammaddeler satın almakta ve tamamlayıcı emek gücünün istihdamı için yararlanmaktadır. Bu durumda genişletilmiş yeniden üretim ya da bir sermaye birikimi ile karşı karşıyayız demektir. Örneklersek, 2 milyon dolarlık artı değerin, 1 milyon doları üretimi genişlemek veya sermaye birikimi için, 1 milyon doları da kapitalistin kendi kişisel tüketimi için harcandığını görürüz.

Marks, sermayenin organik bileşimini de ortaya çıkarmıştır. Marks, değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasındaki ilişkiye ve değer bileşimine sermayenin organik bileşimi adını vermiştir. Öyleyse sermayenin organik bileşimi s’nin (değişmeyen sermaye ) d’ye (değişen sermaye ) oranıdır.

Sermayenin organik bileşimi sonucu, işçilerin giderek büyüyen bir bölümü iş alanı bulamaz. İşçi sınıfının bir bölümü ise sermaye birikiminin ihtiyaçlarına oranla “fazla sayıda” bulunur. Böylece bir fazla nüfus ya da nispi nüfus fazlası işsizlik ortaya çıkar.

Nispi nüfus fazlalığının, sürekli varlığında, Marks tarafından bulunan kapitalist nüfus yasası kendini gösterir. Bun yasaya göre, artı-değer artar ve sermaye birikimi ne kadar yoğunlaşırsa, sermayenin organik bileşimi de o oranda yüksek olur. Sermaye birikimi arttıkça, onun organik bileşimi yükselir ve üretim sürecine katılan emek gücü daha az olur.

Yedek Sanayi Ordusu ve Bu Ordunun Çeşitleri

Kapitalist sistemde, işsizliği artıran başka etkenler de vardır.

-İş gününün azaltılması ve emeğin yetkinleşmesi

-Kadınların ve çocukların çalıştırılması

-Küçük üreticinin yıkımı

Kapitalist ülkelerde işsizlik çeşitli biçimlerde görülür. Bunlar dalgalanan işsizlik, gizli işsizlik, atıl işsizlik olarak sıralanabilir.

Nispi nüfus fazlalığının dalgalanma şeklinde, işçi yığını üretime çekilir ya da elenir. Öyle ki tümü içinden bir kesimi daima işsiz kalır. Üretimin azalması, yeni makinelerin kullanılması, işletmelerin kapanması vb. dolayısıyla işçiler elenerek işten çıkartılır. Bu durum sermayenin organik bileşiminin sonucudur. İşsizliğin bu şekli, kentlerde ve sanayi merkezlerinde daha geniş olarak yayılmıştır.

Nüfus fazlasının gizli şekli ya da tarımsal nüfus fazlası daima fazla emek gücü şeklinde tarımda bulunur. Bunun nedeni ise toprak parçacıklarından başka bir şeye sahip olmayan küçük köylülük karnını doyuramaz, Karşısına çıkan ilk alıcıya emek gücünü satmaya hazırdır. Köyden kente göçün nedeni bu durumu yaratır.

Nispi nüfus fazlalığının atıl şekli sürekli işçi olmayan işçi yığını içine yerleşmiştir. ( ev işi, günlük iş vb.) işçilerin yaşam düzeyleri, işçi sınıfının ortalama yaşam düzeyinden hissedilir derece düşüktür.

Bu başlıca olanlar dışında, nispi nüfus fazlalığının düşük bir kategorisi daha vardır. Bunlar, serseriler, dilenciler, katiller, hırsızlar ve benzerleridir.

Proletaryanın Durumunun Nispi ve Mutlak Kötüleşmesi

Kapitalizm gelişmesiyle birlikte, proletaryanın nispi yoksullaşması da ortaya çıktı. Bu durum, toplumsal zenginliğin arttıkça, toplumda yeni yaratılan değerden (yani ulusal gelirden ) işçinin aldığı payın azaldığını, kapitalistlere düşen payında arttığını gösterir. Örneğin 1890’da ABD’nin ulusal gelirinde emekçilerin payı yüzde 56’dır. 1929’da yüzde 54, bugün yüzde 50 ‘den daha azdır.

Mutlak yoksullaşma, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşması demektir, gerçek ücretler düşer, yaşam pahalanır. İşsiz ordusu, kırlarda olduğu gibi, kentlerde de kabarır, emek (çalışma) yetkinleşir, konut koşulları çekilmez hale gelir vb. Örneğin ABD’de yaşam pahalılığı 1960’larda, 1947’lere oranla yüzde 26,4 artmıştır.

SERMAYENİN FARKLI ŞEKİLLERE GİRMESİ

Sanayi sermayesinin devri içinde geçirdiği üç aşamaya üç sermaye şekli tekabül eder: para şekli, üretken şekli ve meta şekli. Kapitalizm geliştikçe, sermayenin her türü de kendi kişiliğini buldu. Ticaret ve kredi alanlarında bağımsız şekilde görev yapmaya başlayan ticari sermaye ve banka sermayesi, üretime bağlanan sermayeden ayrıldı. Sermayenin bu farklı şekilleri, burjuvazinin farklı gruplarına tekabül eder, sanayiciler, tüccarlar, bankacılar.

Sanayici kapitalistin görevi, doğrudan doğruya işçi sınıfının artı emeğini, artı değeri kendine mal etmekten ibarettir. Tüccar kapitalistin görevi, meta sermayeyi, para sermayeye çevirmekten ibarettir. Bankacı kapitalistin görevi, para sermayeyi toplamaktan ve gerekli yere yatırmaktan ibarettir. Her kapitalist grup, işçi sınıfının yaratmış olduğu artı değerden payını alır. Ayrıca tarım kapitalistleri de vardır. İlke olarak bunlar sanayi kapitalistleri içinde değerlendirilebilir.

Toplumsal sermayenin, bağımsız sermayeler olarak, sanayici, tüccar ve banka sermayesi olarak farklı bölümlerde özelleştirilmesi ve büyük toprak sahiplerinin varlığı, sömürücüler arasında artı değere sahip çıkma uğruna aşırı bir rekabete neden olmaktadır. Her kapitalist tarafından sahip çıkılan artı değer kâr şeklini alır. Sanayici kapitalistler sanayici kârı, tüccarlar ticari kârı, bankacılar faizi, büyük toprak sahipleri da toprak rantını alırlar.

ORTALAMA KÂR ve ÜRETİM FİYATI

Kapitalist işletmede üretilen metanın değeri üç bölüm içerir.

1.”s”, değişmeyen sermaye değeri ( makinelerin, binaların değerinin bir kısmı, hammaddelerin, yakıtın vb. değeri ) ;

2.”d” değişen sermaye değeri

3.”a” artı değer.

Bu üç bölümden, kapitalist, ancak ilk ikisini ödemiştir. Ve kapitaliste göre, üretim harcamaları bunlardır. Bu yüzden, kapitalist üretim harcamalarını, değişmeyen sermaye şekline giren giderlerle değişen sermaye şekline giren değerler ( s+d) oluşturur.

Kapitalist kendi işletmesinde üretilen metayı sattığı zaman, artı değer, kapitalist üretim harcamaları üstünde bir fazlalık olarak görünür. Kapitalist, işletmenin verimliliğini belirlerken, bu fazlalığı, üretime bağlamış ya da önceden yatırılmış sermayeye bağlar, yani üretim harcamalarından sayar. Sermaye toplamına katılan artı değer kâr şeklinde ortaya çıkar. Kâr, üretime bağlanmış sermaye toplamına oranı içinde göz önüne anılan artı değerdir ve sermayeden doğmuş bir şey gibi görünür. Gerçekte, kâr bir artı değer meydana getirir ve ancak sermayenin değişen bölümü tarafından doğrulur. Bundan dolayı Marks, kârı, artı değerin değişmiş şekli olarak niteler.

Kapitalist işletmenin verimlilik derecesi, kâr oranı ile ölçülür. Kâr oranı, artı değerin üretime bağlanan sermaye toplamına oranıdır ve yüzde ile ifade edilir. Örneğin, yatırılan sermaye (s+d ) 200.000 dolar ise, ( 160.000 s+ 40.000 d ) ve artı değer (a) yılda 40.000 dolar olmuşsa kâr (k’) şudur:

Kapitalistler arasındaki kâr oranlarının birbirlerine eşit duruma geldiğini görelim.

k’= a (artı değer ) / s (değişmeyen sermaye+ değişen sermaye ) = 40.000 / 200.000 x % 100=%100

Eğer, metaların kendi değerlerine satıldığı varsayılırsa, deri ve köselede kâr oranı % 30, dokumada % 20 ve makine yapımında % 10 dur. Bu durum, deri ve kösele kapitalistleri için elverişli, ama makine yapımı kapitalistleri için elverişsizdir. Kâr elde etme yarışında, makine yapımı kapitalistleri, makine yapımındaki sermayelerini deri ve kösele sanayine aktarırlar. Bu sermaye akını sonucu deri ve kösele sanayi, talepten fazla meta üretecektir. Bunu takiben de fiyatlar ve daha sonra da kâr oranı örneğin % 20’ye kadar düşecektir.

Aynı zamanda, makine yapımındaki üretim azalacak, oysa talep eskisi gibi kalacaktır. Arz ve talep arasındaki oran değişimi işletmecilere, fiyatları yükseltme fırsatı verecektir. Sonuç olarak kâr oranı örneğin % 10’dan, % 20’ye yükselecektir.

Böylece sermayelerin bir işkolundan diğer işkoluna aktarılması, farklı kâr oranını bir ortalama kâr oranı, farklı üretim dallarına yatırılan eşit büyüklükteki sermayeler için eşit bir kâr sağlar. Ortalama kâr oranın oluşmasıyla, metalar, artık kendi değerleriyle ( s+d+a ) değil, üretim giderleri ve ortalama kârın meydana getirdiği fiyatla ( s+d+k ) satılırlar. Metanın üretim giderleri + ortalama kârın eşit fiyatına üretim fiyatı denir.

Sermayenin organik bileşimi düşük olan iş kollarında ( örneğimizde, deri ve kösele sanayileri söz konusudur ) ürün fiyatı değerin altında bulunur ve kâr, üretilen artı değerden düşüktür. Sermayenin organik bileşimi ortalama olan işkollarında, ürün fiyatları ile değer ve kâr ile artı değer uyuşur. Sermayenin organik bileşimi yüksek olan işkollarında ( örneğimizde makine yapımı söz konusudur ), ürün fiyatları ile değer ve kâr da artı değerden yüksektir. Ürün fiyatının değer üzerindeki bu fazlalığı, sermayenin organik bileşimi düşük olan sanayi kollarında işçiler tarafından yaratılmıştır. Ama buna sermayenin organik bileşimi yüksek olan işkollarındaki kapitalistler sahip çıkar.

Kâr Oranının Düşme Eğilimi

Kapitalizm geliştikçe sermayenin organik organik bileşimi artar. Bu hammaddelerin, işletmelerdeki makinelerin ve donanımların miktar bakımından artması demektir. İşçi sayısı da artar, ama daha yavaş olarak. Bu nedenle, değişen sermaye, değişmeyen sermayeye göre daha yavaş ilerler. Ama sermayenin organik bileşimi yükseldiği oranda, kâr oranı düşer. Bununla birlikte, bu, kârın aynı oranda düştüğü anlamına gelmez.

Kâr oranının düşmesini engelleyen başlıca etmen, işçilerin sömürülme derecesinin yükseltilmesidir. İşçi sınıfının sömürülme derecesinin artması, kâr oranının da artmasını sağlamaktadır.

Kâr oranının düşmesini engelleyen diğer etkenler, ücretlerin düşmesi değişmeyen sermayede, işçilerin yaşamına ve sağlığına zararlı tasarruf fonları vb. dir.

Kâr oranının düşme eğilimi kapitalist çelişkileri önemli şekilde keskinleştirir. Proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki keskinleşir, burjuvazi, kâr oranlarının düşmesini engelleme kaygısıyla, işçi sınıfının sömürüsünü yetkinleştirir. Bu, çelişkiler, sermayelerini, kâr oranı yüksek olan iş kollarına kaydıran kapitalistler kampında da katmerleşir. Giderek, kapitalistler arasında azgın bir rekabet başlar. Ve sonunda bazı kapitalistler yıkılır gider bazıları da daha fazla zenginleşir. Çelişkiler, kapitalist güçler arasında da aynı şekilde keskinleşir. Daha yüksek bir kâr elde etmek için, sanayi bakımından gelişmiş devletlerin sermayeleri, emek-gücünün daha ucuz, sermayenin organik bileşiminin daha düşük olduğu az gelişmiş ülkelere doğru akmaya başlar.

Kapitalist çelişkiler keskinleşirken, kâr oranının düşme eğilimi yasası, kapitalist üretim tarzının tarihsel darlığını ve onun dayanıksız niteliğini gün ışığına çıkartır.

BANKA SERMAYESİ VE FAİZ

Banka sermayesi, belirli bir vadeyle, faiz adı verilen bir gelir karşılığında, ödünç olarak verilen para-sermayedir.

Faiz, kendisine borç para verilen sanayici ya da tüccar kapitalist tarafından para sahibi kapitaliste verilen bir kazanç bölümüdür. Artı değerin bir bölümü, sanayici kapitalist tarafından, faiz şekli altında bankacıya ödenir. Böylece, borcun faizi, artı değerin şekillerinden biridir.

İşletme kazancı ve faiz olarak bölüşülen ortalama kâr oranı banka sermayesinin arz ve talebi arasındaki ilişkiye bağlıdır. Para-sermaye talebi arttıkça faiz oranı da düşer. Faiz ortalama kârın bir bölümü olduğundan, faiz oranı, ortalama kâr oranını geçemez.

Kapitalizmin gelişmesiyle faiz oranı düşme eğilimi gösterir. Bu önce kâr oranlarının düşme eğilimi nedeniyle olur. Sonra sermaye arzının talebe üstün gelmesi sonucunda olur.

KAPİTALİST SİSTEMDE TOPRAK RANTI VE TOPRAK İLİŞKİLERİ

Kapitalist Toprak Rantı

Kapitalist sistemde toprak rantı, feodal toprak rantından farklıdır. Feodalizmde toprak rantı, şekli ne olursa olsun ( emek olarak, ayni olarak, para olarak temsil edilsin ) başlıca iki sınıf olan toprak sahipleri ile serf köylüler arasındaki feodal üretim ilişkilerini ifade ediyordu. Kapitalist sistemde ise, toprak rantı üç sınıf arasındaki ilişkileri ifade eder. Toprak sahipleri, kiracı-kapitalistler ve tarım üreticileri. Feodal sistemde, rant, köylüler tarafından ( feodal beye ) teslim edilen artı-ürünün tamamıdır. Kapitalist sistemde ise artı-değer, sömürücü iki sınıf arasında bölüşülür. Kiracı- kapitalistler ve toprak sahipleri.

Kapitalist toprak rantının iki biçimi vardır. Bunlar farklılık rantı ve mutlak ranttır. Bu iki rant biçimi iki tür tekele bağlıdır. Biri işletme konusu olarak toprak üzerinde kurulan tekel, ki bu farklılık rantının kaynağını oluşturur. İkincisi toprak özel mülkiyetinden gelen tekel ki mutlak rantın doğuşu da buradan gelir.

Farklılık Rantı

Farklılık rantı, daha elverişli koşullar içinde bulunan işletmelerde elde edilen ortalama kârın üstünde bir kâr fazlasıdır. Ve tarım ücretlilerinin emeği ile yaratılmıştır.

Farklılık rantı elde etmeye olanak veren üç etken vardır: 1. Çeşitli topraklar arasında verimlilik farkları, 2.Pazarda olan ilişkisi bakımından topraklar arsındaki konum farkları, 3.Toprağa yatırılan ek sermayeden sağlanan verim farkları.

Farklılık rantının oluşması, tarlaların konumuna bağlıdır. Burada büyük kentlerle ilişki kurma yönünden, nehirlere, denizlere ya da demiryollarına olan uzaklık rol oynar. Pazarlama merkezlerine daha uzak işletmelere oranla iş ve taşıt giderleri bakımından daha elverişli durumdadırlar. Pazarlama merkezlerine yakın olanlar, kendi ürünlerini, uzaktan getirilen ürünlerle aynı fiyat üzerinden satarak fazla bir değer kazanırlar.

Mutlak Rant ve Toprağın Fiyatı

Kapitalizmde toprak aynı zamanda kişilerin özel mülkiyetindedir. Bundan dolayı da tarıma sermaye yatırmak, toprak sahibinin rızasına bağlıdır. Toprağın özel mülkiyet tekeli, sermayenin sanayiden tarıma serbestçe aktarılmasına engel olur. Bu yüzden, tarımda, sermayenin organik bileşimi, sanayideki sermayenin organik bileşiminden düşüktür. Bu durum, aynı sermaye ile tarımda sanayidekinden daha fazla artı- değer üretildiğini gösterir. Eğer sermaye, sanayiden tarıma serbestçe aktarabilseydi, tarımda yaratılan artı-değer fazlası, sermayenin organik bileşimi düşük olduğu için sanayi sermayesi ile tarım sermayesi arasında bölüşüm olacaktı. Ama toprağın özel mülkiyeti kapitalistler arasında bir bölüşümün yapılmasına olanak vermemektedir. Toprak sahipleri, sermayelerini tarıma yatıran kapitalistlerden peşin almak suretiyle, bu fazlaya sahip çıkarlar.

Kapitalistler, toprak sahibine toprağı kullanmak için gereken ödemeyi yapmadan, tarımsal üretim hazırlığına girişmezler. Toprak üzerindeki özel mülkiyet hukuku gereğince toprak sahibinin peşin olarak aldığı haraca mutlak rant denir.

Toprağın fiyatı, sermayeleşmiş ranttır. Yani faiz şeklinde gelir getiren sermayeye dönüştürülmüş bir rant. Kapitalizmin gelişmesiyle rantın büyümesindeki ve banka faizi oranındaki düşmeye bağlı olarak toprağın fiyatı da artar.

ULUSAL GELİR

Değişmeyen sermaye yıpranması, toplumsal ürün üzerinden karşılanır. Çünkü bu, üretim araçlarının yeni imal edilen ürüne aktarılan değeridir. Toplumsal üründen geri kalanı ( değişen sermaye ile artı-değer ) yıl içinde yeni yaratılan bir değerdir. Toplumsal ürünün bu bölümü, kapitalist toplumun ulusal gelirini oluşturur.

Örneğin, herhangi bir ülkede, bir yılda 60 milyarı bir yıl içinde yıpranan üretim araçlarının karşılanmasına giden 90 milyar dolarlık meta üretilse, ulusal gelir30 milyar dolara eşit olacaktır.

Kapitalizmde ulusal gelir, maddi malların üretiminde, sanayide, tarımda, inşaatta, ulaştırmada vb. çalışan emekçiler tarafından yaratılır. Ulusal geliri işçiler, köylüyle, zanaatçılar ve maddi üretimde doğrudan doğruya istihdam edilen aydınlar yaratır.

Üretken olmayan dallar, ulusal değer yaratmazlar. Bunlar devlet örgütü, kredi, ticaret (dolaşım alanında üretim sürecini uzatan işlemler hariç ), ordu, sağlık kurumları, tiyatro ve benzerleridir. Bu dallarda yapılan bütün harcamalar, üretim alanında yaratılmış olan ulusal gelir üzerinden peşinen karşılanmışlardır.

Ulusal Gelir Dağılımı

Kapitalizmde, ulusal gelir, her şeyden önce kapitaliste gider. Birinci durumda ulusal gelir kapitalistlerle işçiler arasında paylaşılır. İşçiler ücret, kapitalistler artı-değer alırlar. Artı-değer sanayi kapitalistleri, tüccarlar, bankacılar ve büyük toprak sahipleri arasında paylaşılır.

Ulusal gelirin bu bölünmesi dışında yeniden bir bölünme daha olur. Üretici olmayan dalların (sağlık kurumları, kamu yararına olan kuruluşlar, tiyatro türünden işletmeler vb.) ulusal gelir yaratmadıklarını görmüştük. Ama bu işletmelerin sahipleri kapitalistler çalıştırdıkları kimselere (doktorlara, artistlere, vb.) bir ücret öderler. Bu yerleri ayakta tutmak için yapılan zorunlu giderlere karşı çıkmakla birlikte, bu kuruluşlardan fazla kâr sağlamaktan da geri kalmazlar. Kapitalistler, tıbbi tedavi, öğretim vb. gibi hizmetlere ait tüm giderleri, maddi üretim alanında yaratılan ulusal gelirden karşılarlar. Hizmetlerin ödenmesi, bu işletmeleri ayakta tutma harcamalarını karşılar ve üretken olmayan alandaki kapitalistlerle ortalama bir kâr sağlar.

Burjuva devlet, orduyu, polisi, cezai ve adli organları, yönetimi vb. kendi bütçe harcamalarıyla ayakta tutar. Bütçe gelirlerinin başlıca kaynağı, halktan doğrudan doğruya alınan vergilerdir. Bu demektir ki, ulusal gelirin ilk dağılımını takiben emekçiler, aldıkları ücretler üzerinden devlete vergi öderler. Böylece emekçilere düşen ulusal gelir payı kırpılmış olur. Ayrıca, kapitalistlerde vergi öderler, ama onların vergi olarak verdiklerinden çok daha yüksek bir bölümü, hükümete karşı girişilmiş hizmet ve taahhüt ödentisi şeklinde tekrar kapitalistlerin kasalarına girer. Örneğin çeşitli vakıfların yapımı okul vb. gibi hizmetlerin bedellerini vergiden düşerler. Vergilere sağlanan gelirlerin diğer bir bölümü, en başta da aynı kapitalistlerin çıkarlarını savunmayı üstlenen devlet aygıtını, orduyu vb. ayakta tutmaya ayrılmıştır.

Kapitalistler ulusal gelirin bir bölümünü kişisel tüketimleri lüks nesnelerin alımı, sayısız hizmetçi vb. için harcalar. Diğer bölümü ise üretimin genişletilmesinde kullanılır ya da birikime ayrılır.

EKONOMİK BUNALIMLAR

Fazla üretimin neden olduğu bunalımın başlıca belirtileri şunlardır. Ticaret durgunluk içindedir. Pazar düşük fiyatla metalarla dolup taşmaktadır. Fabrikalarda işler durmuştur. Yığın yığın işçi geçim araçlarından yoksun bırakılmıştır.

Kapitalist toplumda, buğdayın, giysilerin, yakıtın, vb. maddelerin “çok daha fazla” üretildiği doğru mudur? Hayır. Bunalıma varan metaların fazla üretimi mutlak değil görelidir. Ancak, alım gücüne oranla bolluk vardır. Toplumun gerçek ihtiyaçlarını oranla meta bolluğu yoktur. Bunalım dönemlerinde toplum ihtiyaçları azalmaz, yalnız emekçilerin alım gücünde hızlı bir düşüş olur. Bunalım sırasında emekçiler en ciddi, en hayati ihtiyaçlarla karşı karşıya kalırlar. Zorunlu ihtiyaçlarını gidermekte büyük sıkıntıya düşerler.

Fazla üretimden doğan ekonomik bunalımların başlıca nedeni, kapitalizmin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal niteliği ile üretimin ürünlerini özel mülk edinmenin kapitalist şekli arasındaki çelişkidir.

Üretimi sınırsız çoğaltma eğilimi, kapitalizmin ekonomik yasasının artı-değer yasasının işlevidir. Kâr yarışması, kapitalistleri, birikimi, üretimi genişletmeye, tekniği modernleştirmeye, yeni makineleri benimsemeye zorlar. Tüketime eş değer de olmayan bir artma eğilimi baş gösterir. Bundan başka en fazla kâr etme eğilim kapitalistleri ücretleri düşürmeye, sömürüyü yoğunlaştırmaya iter.

Ama emekçilerin sömürülmelerinin ve yoksulluklarının artması, emekçilerin alım gücünde metaların sürüm olanaklarında bir azalma demektir. Ve bütün bunlar, fazla üretimden doğan ekonomik bunalımlara varır.

Ekonomik bunalımların en doğru ve önemli tanımını, yeniden -üretim süreçlerinin ciddi anlamda tıkanması oluşturur.

Kapitalist Çevrim ve Evreleri

Fazla-üretim bunalımları, devirli olarak ortaya çıkar. İlk sanayi bunalımı 1825’de İngiltere’de patlak vermiştir. 1847-1848’de Avrupa’nın birçok ülkeleri ile ABD’de baş gösteren bunalım, dünya çapındaki ilk bunalımdı.

Bir bunalımın başlangıcından, sonraki bunalımın başlangıcına kadar geçen döneme bir çevrim denir ve bu dört evreyi kapsar: Bunalım, çöküntü, toparlanma ve atılım.

Bunalım, çevirimin temel evresidir. Bunalımın ayırt edici özelliği, her şeyden önce metaların fazla üretimi, fiyatların hızla düşmesi, birçok iflas, üretimde önemli bir azalma, işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi, metaların donatımın, işletmelerin kayıtsız şartsız tahribi, iç ve dış ticaretin azalmasıdır. Birçok işletmenin yıkılıp gitmesi, üretici güçlerin bir bölümünün tahribiyle olur. Bunalım döneminde üretim azalır ve toplumda mevcut olan alım-gücü düzeyi düşer.

Çöküntü, çevrimin ikinci evresi, bunalımın gelişmesi durduğu zaman başlar. Bununla birlikte, sanayi üretimi hala tıkanık durumdadır. Meta fiyatları düşüktür, ticaret hareketsizdir, kâr oranları azdır, işsizlik ve ücretler, bunalım sırasındaki düzeyde kalır. Biriken meta stokları kısmen imha edilir ve kısmen de düşük fiyatlarla elden çıkartılır. Pazarlar ve hammadde kaynakları uğruna yürütülen rekabet ve savaşım, sabit sermayeyi yenilemeye isteklendirinceye kadar kapitalist üretim çöküntü halinde kalır.

Toplanma evresinde bunalımda ayakta kalan işletmeler, sabit sermayeyi yenilemeye devam ederler ve gittikçe üretimi genişletme yoluna giderler. Üretim, bunalım öncesindeki düzeye ulaşır ve sonra onu geçer. Ticaret yeniden başlar. Meta fiyatları artar, kazançlar büyür, işsizlik yavaş yavaş azalır. Kapitalist üretim, bunalım öncesi üretimi artışına atılım evresine geçiş belirtisi görülür.

Atılım evresinde, üretimin sınırsız çoğalma eğilimi açıkça görülür. Birbirlerini geçme kaygısındaki kapitalistler, yeniden işletmelerini büyütürler, yeni şantiyeler açarlar. Pazara bir yığın meta sürerler. Üretimin baş döndürücü bir şekilde yükselmesi, alım gücüne gittikçe artan bir hız kazandırır. Fazla-üretim artar. İlkin kendini göstermez, meta fazlaları birikir. Atılımın bu yüksek evresinde, pazarın bir anda alım gücünü aşacak bir ölçüde doyurulduğu görülür. Fiyatlar düşer ve bunalım patlak verir. Çevrim yeniden başlar.

Sanayideki bunalıma paralel olarak, kapitalist ülkelerde, tarımsal bunalımlar yani tarım ürünlerinin fazla üretimden doğan bunalımlar da olur.

Tarımsal bunalımlar, alışageldiği üzere uzun sürer. Bu durum tarımın sanayiden daha geri olmasıyla açıklanır. Toprak üzerindeki özel mülkiyet tekeli sermayenin serbest akışına, tarım da sabit sermayenin kitlesel yenileştirilmesine engel olur, tarım bunalımının sona ermesini geciktirir. Küçük üreticilere gelince, onlar yıkılma korkusuyla, bunalım süresince bütün güçleriyle üretim hacmini değiştirmeden sürdürmeye uğraşırlar, ama bu durum tarımsal fazla üretimi artırmaktan ve bunalımı uzatmaktan başka bir işe yaramaz. Tarımsal bunalımların en ağır yükü, köylülüğün temel yığınları üzerine çöker, bu da onları yıkıma sürükler.

SONUÇ YERİNE

Politik-ekonominin yasaları bütünlüklü bir şekilde kavranırsa yalnız bugünü değil, geçmişi, daha önemlisi de geleceği kazanmak doğrultusunda bizlere açılım sağlar. Toplumsal içerikli diğer konuların örneğin devlet, devrim vb. gibi konuların doğru anlaşılması da temel önemde olan ekonomi politiğin doğru kavranmasına bağlıdır.

Fakat yine de konu üzerinde şu tartışmalar yapıla gelmektedir. Kapitalizmin geliştiği ve dolayısıyla sermayenin, burjuvazinin ve işçi sınıfının da gelişip değiştiği, üretken sermayenin miadını doldurduğu hizmetler sektörünün egemen olduğu, ekonomi politiğin konusu olan yasaların eskidiği, modasının geçtiği bunları savunmanın tutuculuk, statükoculuk olduğu vb. gibi. Elbette gelişen, değişen her durumu değerlendirmek Marksistlerin işi, görevi ve devrimciliktir. Ama çok geniş ve karmaşık gözüken Marks’ın 20 yıla yakın zamanını alan bu konu bugüne uygulanır, indirgemecilikten azade diyalektik olarak güncelleştirilirse konunun özünün hala aktüel, uygulanabilir olduğu, kendi iç dinamiklerini koruduğu rahatlıkla görülecektir. Örneğin emperyalizm olgusunun değişik versiyonları ile yaşanıyor olması özellikle kapitalizmin temel yasalarının belirleyici ve başat olmasına bağlıdır. Ayrıca gündelik anlamda ekonomi politiğin konusu olan bunalımlar, ulusal gelir, işsizliğin artması vb. konular bugünkü dünya ve Türkiye’de bütün yakıcılığıyla gündemde ve yaşanmaktadır.

Yine yazıda geçen ulusal gelirin oluşum ve dağılım süreci, bütünüyle devam etmektedir. Hatta bölüşüm, dağılım trendi bugünlerde daha da kötüleşmiştir. İşsizlik olgusu dünyanın ve Türkiye’nin belası olmaya devam etmekte olup ekonomi politiğin bu konulardaki yasaları da güncelliğini korumaktadır. Yani bu durum sermayenin organik bileşimindeki gelişmelere bağlı olup, yalnız fabrika yaşamını değil hizmet sektörünü de belirlemektedir.

önemi ve anlamı, işçi sınıfının ve tüm emekçileri toplumun ekonomik gelişme yasalarının bilgisi ile silahlandırılmasında onlara kendilerine düşen görevleri başarıyla tamamlamak olanağını vermesindedir. Kapitalist ülke emekçilerine, köleliklerinin, sefalet ve yoksullaşmalarının nedenlerini gösterir. İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin gördükleri baskının ve yoksullaşmanın ne rastlantıya ne de tek tek kapitalistlerin keyfine bağlı olduğunu ama tüm kapitalist sistemden geldiğini ortaya koyar. Elbette ekonomi-politiğin yasalarıyla donanımlı kapitalizmin yıkımına karşı radikal, kalıcı, bütünsel kurtuluş ve alternatif, adına ve aslına uygun sosyalizm-komünizmdir.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 38 102
2. Fenerbahçe 38 99
3. Trabzonspor 38 67
4. Başakşehir 38 61
5. Kasımpasa 38 56
6. Beşiktaş 38 56
7. Sivasspor 38 54
8. Alanyaspor 38 52
9. Rizespor 38 50
10. Antalyaspor 38 49
11. Gaziantep FK 38 44
12. A.Demirspor 38 44
13. Samsunspor 38 43
14. Kayserispor 38 42
15. Hatayspor 38 41
16. Konyaspor 38 41
17. Ankaragücü 38 40
18. Karagümrük 38 40
19. Pendikspor 38 37
20. İstanbulspor 38 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 34 75
2. Göztepe 34 70
3. Sakaryaspor 34 60
4. Bodrumspor 34 57
5. Ahlatçı Çorum FK 34 56
6. Kocaelispor 34 55
7. Boluspor 34 53
8. Gençlerbirliği 34 51
9. Bandırmaspor 34 50
10. Erzurumspor 34 44
11. Ümraniye 34 43
12. Manisa FK 34 40
13. Keçiörengücü 34 40
14. Adanaspor 34 39
15. Şanlıurfaspor 34 38
16. Tuzlaspor 34 38
17. Altay 34 10
18. Giresunspor 34 7
Takımlar O P
1. M.City 38 91
2. Arsenal 38 89
3. Liverpool 38 82
4. Aston Villa 38 68
5. Tottenham 38 66
6. Chelsea 38 63
7. Newcastle 38 60
8. M. United 38 60
9. West Ham United 38 52
10. Crystal Palace 38 49
11. Brighton 38 48
12. Bournemouth 38 48
13. Fulham 38 47
14. Wolves 38 46
15. Everton 38 40
16. Brentford 38 39
17. Nottingham Forest 38 32
18. Luton Town 38 26
19. Burnley 38 24
20. Sheffield United 38 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 38 95
2. Barcelona 38 85
3. Girona 38 81
4. Atletico Madrid 38 76
5. Athletic Bilbao 38 68
6. Real Sociedad 38 60
7. Real Betis 38 57
8. Villarreal 38 53
9. Valencia 38 49
10. Deportivo Alaves 38 46
11. Osasuna 38 45
12. Getafe 38 43
13. Celta Vigo 38 41
14. Sevilla 38 41
15. Mallorca 38 40
16. Las Palmas 38 40
17. Rayo Vallecano 38 38
18. Cadiz 38 33
19. Almeria 38 21
20. Granada 38 21