Marksizm ve Futbol
Son günlerde futbol diliyle flaş olaylar yaşanması tekrar futbolu gündeme getirdi ve yoğun tartışmalar devam ediyor. Fatih Terim Fonu ile başlayan ve şaibede ünlü futbolcuları da kapsayan saadet zinciri hala gözü doymayan ( belli ki ünlüler yoksulluk çekiyorlar ) bu zevat birde buradan servetlerini katlıyorlar. Olayın bütün yönlerinin açığa çıkması zor olsa da bu saadet zincirine kapitalizmde kârları ekstra yükselen bir bankanın da katılması sürpriz olmamıştır. Dolayısıyla kapitalizmde futboldaki kirlilik en ilk nede son olacaktır. Yine bir kulüp başkanının orta hakeme yumrumla saldırısı da gündem oldu. Bu olayda gösteriyor ki kapitalizmin bütünsel varlığı futbolda şiddetin münferit değil rutin olduğunu gösteriyor. Özellikle amatör maçlarda bu ve benzeri şiddet olayları çokça yaşanmaktadır.
Daha öncede Ankaragücü taraftarlarının Amed’li taraftarları tribünlerden fiziki saldırıyla attıkları, yine tribünlerde Toros ve Yeşil posterlerinin ve benzerlerinin görülmesi, bazı tribünlerde tekbir ve ırkçı sloganlar atılması görülmüştür. Ayrıca futbolun kapitalizmin varlığı ile hem bir endüstri olması hem de zenginlik kaynağı olması noktasında bir yanıyla da toplumsal sorunların aynası olmuştur. Dolayısıyla konuyu bütün yönleri ile değerlendirme daha da önemli hale gelmiştir. Elbette yazı kendi bütünlüğü içinde kapitalizmin kirliliğine futbol kesitinde ayna olurken aynı zamanda diğer toplumsal sorunları da önemli ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla yazının yalnızca futbola ilgisi olanları değil, diğer tüm insanları ilgilendiren ve toplumsallığı kapsayan boyutlarda olduğunu özellikle belirtmek isteriz.
Başlığa bakıldığında ne alaka, nasıl bir ilişki olabilir, kurulabilir demek mümkündür. Elbette diğer birçok alan için de belirtiğimiz gibi Marks’ın “ İnsani olan her alan bizim alanımızdır” önermesi yeterlidir diye bu ilişkiyi açıklamak mümkündür. Ama konu futbol olunca Marksizm’in daha spesifik bir alana girdiğinin de farkında olmalıyız.
Futbol ilk ortaya çıktığında ki spor, gösteri olma özelliğini korurken, kurumlaşmaya başlamasıyla küçük adımlarla da olsa bu ilişkiyi yitirmeye başlamış, gelinen noktada tamamen endüstri haline gelmiştir. Simon Kuper’in dediği gibi “ futbol sadece futbol değildir” Dolayısıyla konu hakkında bütünlüklü bir değerlendirme yapmak adeta zorunluluk olmuştur. Bu değerlendirme ekonomik, politik, sosyolojik, psikolojik, kültürel vb. diyalektik bir bütünselliği kapsamalıdır.
Yine futbol neden spesifik bir alandır, bunun değerlendirmesini yapmak önemlidir diye düşünüyoruz. İler ki sayfalarda daha geniş değerlendirmeler yapacağımızı da belirtelim. Geniş kitleler kendi ekonomik, politik, sosyal vb. sorunları için eylem, gösteri, yürüyüş yapmaya adeta yalvar yakar çağrılmalarına rağmen istenilen ve yeterli düzeyde (parasız olmasına rağmen) gelmiyorlar. Futbol maçlarında ise, özellikle büyük takımların maçlarında statlar doluyorsa (paralı olması ve pahalı olmasına rağmen ) bu durumu yalnızca bilinç-bilinçsizlik saikleriyle açıklamak yeterli değildir diye düşünüyoruz.
Geçmiş dönemde eğer günler öncesinden diğer güne sarkan saatlerde maç bileti almak için uzun kuyruklar oluşturuluyor ve bu esnada kıyasıya kavgalar yaşanıyorsa futbol spesifik bir alandır. Yine unutmayalım statlara gelen seyirci profilinin sınıfsal durumuna baktığımızda üst-sınıf, orta, alt-orta sınıfının düşük olduğu açıktır. Hemen bütün statları dolduranlar işçi, emekçi, gençlik ve özellikle öğrenci gençliktir. Eğer bu yoksul kesimler gelirlerinin önemli bir kesitini hemen her hafta maç için ayırılıyorlarsa ( daha önemli ihtiyaçları için yapacakları harcamaları çoğunlukla erteliyorlarsa ) bu alan spesifik bir alandır.
Yine hemen her şart altında özel-genel işlerini erteleyip maçları statlarda veya televizyonda izlemek için zaman ayırmada bir beis görmüyorlarsa, rekabet adı altında “ ölmeye ölmeye geldik” nidalarıyla gerçekten de birçok kişi öldürülüyor veya yaralanıyorsa, elbette futbol alanı spesifik bir alan olmak zorundadır ve öyledir.
İşte böyle bir alanı Marksizm’in referansıyla değerlendirmek bizler için önemli ve zorunlu olmuştur. Yazı bütününde keskin iddialardan uzak, mütevazi değerlendirmeler yapmaya çalışacağız. Yapacağımız değerlendirmeler, dönem ve konjonktürü dikkate alan, reçete sunmayan, mutlakları dışlayan özellikleri kapsayacaktır. Şunları söyleyerek giriş bölümünü sonlandırmak istiyoruz. Sol-sosyalist insanların futbol seyircisi, izleyicisi olmaları veya olmamaları bir sıkıntı yaratıyor mu, futbol seyircisi, izleyicisi olmak bir zafiyet, olmamak bir gelişkinliğin mi ifadesi, yer yer , gizli gizli ( gören sol-sosyalist arkadaşlar ne der endişesiyle ) maç seyretmeler neyin ifadesi, başka alanlardaki rekabeti barışçıl geçiren bu insanların futbol rekabetinde yer yer, zaman zaman birbirlerine sözlü ve fiili-fiziki saldırılar neyi çağrıştırıyor. Bu ve bunlara benzer konu ile ilgili daha birçok konuda boşlukları doldurmak ve netleşmek önemli olacaktır.
Yazı boyunca Marksizm kapsamında gördüğümüz bir çok değerlendirme, tespit, polemik ve tartışmayı ele alıp doğru sonuçlar çıkartmaya ve alternatif üretmeye, çözümler sunmaya çalışacağız.
Futbolun Ticarileşmesi ve Endüstriyel Dönüşümü
Günümüzde artık futbol, spor olmanın ötesinde daha başka anlamlar taşıyor. Geçmişin o yeşil sahaların pür futbolu, bugün çok daha farklı bir alana doğru yol alıyor. Sportiflikten endüstriyelliğe doğru hızlı bir devinim içine giren futbol, 1980’li yılların ikinci yarısına kadar “ gösteri” özelliğini koruma başarısını gösterebilmişse de, 1990’ların başından itibaren bu kavrama bir de “iş” kısmı eklendi. Yani, milyarların büyük bir ilgiyle izlediği bu “Show” artık, bugün bir “ Show business “ oldu çıktı.
Futbolun gösteri niteliğinin, süreç içinde endüstriyel bir niteliğe evrilmesi, onu ticari iş kolu haline getirdi. Bugün bu niteliksel değişim ve gelişim, kendi ekonomisini yaratmakta da pek gecikmedi. “ Yeni Futbol Ekonomisi “olarak nitelendirilebilecek bu gelişme, doğal olarak kendi mali değerlerini de peşi sıra yarattı. Bugün gelinen noktada, yeni futbol ekonomisinin yarattığı endüstriyel futbol, küreselleşmenin verdiği rüzgarla dünyanın her noktasına, kendi mali değerini de taşımasını bildi.
Futbol piyasası günümüzün en geçerli borsası, futbolcular da en değerli yatırım ve sermaye araçları. Futbol bugün sadece heyecan verici bir sportif karşılaşma olmaktan kopmuş, oluk oluk para getiren gelir kaynağına dönüşmüş durumda. Başarısız çalıştırıcı işinden oluyor, bekleneni veremeyen futbolcu kadro dışı kalıyor. Başarılı olanın ise, bu piyasada her zaman borsası yüksek, eski dönemlerde spor beden gücü sayılırdı, günümüzdeyse para gücü, futbol kulüpleri bugün birer ticari işletme gibi yönetiliyor. Kulüpler endüstriyel futbolun gereği, bugün salt sportif örgüt olmaktan çıkıp, hızla ekonomik bir örgüt haline dönüşmekteler. Bu gelişmeye en büyük destek ise dünyanın en büyük, en etkin firmalarından geliyor. Bu firmalar, neredeyse futbolu formatlar hale gelmiştir.
Bugün futbol: sırtımızdaki forma, boynumuzdaki kaşkol, soframızdaki tabak, yatağımızdaki çarşaf, cebimizdeki kredi kartı, binler verdiğimiz yıllık kombine kartı, evimizdeki TV, aylık abonesi olduğumuz dergi, umudumuzu bağladığımız bir şans oyunu, milyon dolarların döndüğü yayın ihaleleridir. Kısacası, yaşamımızın her alanında ve her anında yanı başında gördüğümüz bir meta olmuştur futbol. Üç milyarın üzerinde insandan aynı yoğunlukta ilgi ve talep görebilen, küreselleşen dünyanın en tanınmış markası Coca Cola’yı bile popülaritede gölgede bırakan, bir tüketim ekonomisidir bugün futbol.
Rasyonelliğin çok da geçerli olmadığı bu endüstride, en önemli iktisat kurallarının bile çoğu zaman teoride bahsedildiği gibi çalışmadığına tanık oluyoruz. Örneğin ekonomi biliminin en önemli konusu olan, tüketici davranışlarındaki rasyonelliği futbolda aramak her zaman mümkün veya mantıklı olmayabiliyor. Futbol bu niteliksel özelliğiyle, baştan belirlenemeyen riskleri ya da diğer deyimiyle reel rizikoları ortaya çıkaran, neden –sonuç ilişkilerinin çok da sağlıklı kurulamadığı, ortaya çıkan sonuçlar bakımından standart sapmanın çoğu zaman yüksek düzeylerde seyrettiği bir ekonomi sektörü haline geldi. Futbolun belki de bu özelliği, onu bir cazibe merkezi yapıyor. Futbolun bu genel karakteristiği pratikte kendisini en basit şekilde, “ top yuvarlıktır “ sözüyle ifade eder. Bu ifadeden dolayıdır ki, hiçbir maç “ oynanmadan “ kazanılmaz.
Yeni futbol ekonomisi, diğer endüstriler de olduğu gibi, kendi gelirlerini yaratarak, mali değerler çağına girdi. Artık futbol endüstrisinin ana geliri, bundan 30-40 yıl öncesinde olduğu gibi sadece maç günü gelirlerinden ibaret değildir. Maç günleri sabahın erken saatlerinde akın akın stadyumlara gelen, bilet alan, karnını köfte- ekmekle doyuran seyircilerin kulübe bıraktığı paranın yerini artık, maçlarını konforlu ve lüks localarda izleyip, kulübe binlerce dolar bırakan “ müşteriler “ almıştır. Günümüzde futbol seyircisi yerini giderek her biri, kulübüne ciddi harcamalar yapan müşterilere bırakmaya başlamıştır. Ya da eskiden sadece televizyonlarda yayınlanan maçlara sponsorluk yapan birkaç firmadan sağlanan cüzi miktardaki gelirlerin yerini şimdi değeri milyon dolarlarla ifade edilen yayın gelirleri almaktadır.
Bugün itibariyle, yukarıda maç günü geliri gibi klasik gelirlerin, toplam gelirle içindeki payı yüzde 90lardan, yüzde 40 düzeylerine gerilemiştir. Bu anlamda bir yandan, seyircini profili değişirken, diğer yandan da parasal gelirlerin yapısı değişmektedir. Biletle sağlanan maç hasılatının yerini bugün yıllık olarak satılan kombine kart gelirleri almaya başlamıştır. Logolu ürünlerin satışı olarak nitelendirilebilecek merchandising gelirleri, yine Avrupa’da gerçek anlamda endüstrileşmiş kulüplerin bütçe kalemleri içinde ciddi bir yer sahiptir.
Futbolun ekonomik bir işkolu haline gelmesine karşın, sektörde serbest rekabet koşullarının geçerliliğinden tam olarak söz edebilmek her zaman mümkün değildir. Öncelikle sektöre mikro ve makro açısından baktığımız da, diğer sektörlerin aksine, yeni futbol ekonomisinde “ tüketici davranışlara rasyonellik “ bulunmamaktadır. Serbest rekabetin asli unsurlarında olan tüm mal ve hizmetlerin kalite ve fiyatlarına karşı, tüketicinin talebi esnek değildir. Bu cümlenin anlamı, normal koşullara altında rasyonel bir tüketici davranışı, bir mal ve hizmete talep gösterirken, o mal ve-veya hizmetin fiyatı ve kalitesine göre o mal veya hizmeti alır veya almaz. Bu rasyoneliteyi sağlayan temel nokta gelirin sınırlılığı ilkesidir.
Çünkü, gelir sınırlıyken, ihtiyaçların sınırsız olması, tüketiciyi rasyonel olmaya iter. Bu anlamda o mal ve-veya hizmetin fiyatı, kalitesi, tüketicinin ihtiyacını tatmin derecesi, o malın talep görüp, görmemesine neden olur. Oysa “ taraftar tüketici “ nin karakteristik davranış özelliğinde, o mal ve-veya hizmetin kalite ve-veya fiyatı talebi etkilemez. Burada önemli olan bağlılık-sadakat duygusunun, talebi doğrudan yönlendiren bir özelliğe sahip olmasıdır. Bu durum ,mikro iktisadın temel kavramlarında olan “ tüketici davranışlarındaki rasyonelliği “ ortadan kaldırırken, onun yerine rasyonel olmayan bir davranış tarzını da, hemen ikame eder. Bunun pratiğe yansıması ise “ tüketici “ nin yerini, “ taraftar tüketicinin” alması şeklinde olur.
“ Taraftar Tüketici “ sadakatle bağlı olduğu kulübünün arz ettiği mal ve hizmetlere talebini yönlendirirken, fiyat ve kalite ögeleri arasında bir karşılaştırmayı çok da fazla yapmaz. Burada tüketiciyi bu davranış kalıbı içine iten temel faktör, kulüp taraftarlığı temelinde yükselen, “ bağlılık körlüğü “ dür. Bu ifadeyi belki orijinal bulabilirsiniz ama başka açıklaması da bulunmamaktadır. Çünkü, bir mal ve-veya hizmeti kalitesinden- ederinden fazlaya almaya yönelik tüketici davranışını, başka hiçbir sektörde görmek mümkün değildir. Bu tamamen kulübe olan “ sadakatin “ yaratığı, “bağlılık körlüğü “ dür. Hatta bazı zamanlarda, kulüplerin içinde bulundukları sıkıntıların aşılması konusunda “ taraftar tüketici “ bu “ bağlılık körlüğü “ nün etkisiyle, takımına ekonomik katkı sağlamayı bile temel davranış kalıbı olarak seçebilir. Doğal olarak bu “ taraftar tüketici “ nin, “ bağlılık körlüğü “ temelinde, özverili ama rasyonel olmayan tüketici davranışı, kulübe ciddi ekonomik katkı sağlarken, kulüp bu davranış kalıbını suiistimal edebilir-sömürebilir. Nitekim uygulamaya bakıldığında, kulüplerimizin finansal transparanlığa sahip olmamaları, bu olgunun haklılığını ortaya koyan temel göstergelerden birisidir.
Yeşil sahalardaki şampiyonluk yarışının amansızca devam ettiği yen kulvar Hisse Senedi piyasaları olmuştur. Futbolun endüstriyel bir süreç içine girmesiyle, giderek devasa boyutlara ulaşan kulüp bütçeleri, bu rekabet ortamında futbol kulüplerini şirketleşmeye yöneltmiştir.
Aslında bu gelişme, yeni futbol ekonomisinin kaçınılmaz sonuçlarında birisidir. Çünkü endüstriyel bir niteliğe bürünen futbolda, klasik gelirin yerini, daha farklı nitelikte gelirler almaya başlamıştır. Bundan 15 yıl öncesine kadar bir kulübün en önemli gelir kaynağını sadece maç bileti satışı ve maç günü gelirleri oluştururken, bugün bu gelir kaynağına ilaveten, medya yayın gelirleri, sponsorluk, merchandising ve reklam gelirleri gibi ciddi gelir kaynakları da yaratılmıştır. Bu anlamda gelir kaynaklarının ve organizasyon yapısının, gelişmelere uygun bir evrimsel değişikliğe uğraması, futbolun artık kolay yönetebilir bir olgu olmaktan çıkmasına neden olmuştur.
Futbolun endüstriyel bir niteliğe bürünmesiyle, futbol kulüpleri birer ekonomik organizasyonlar olup çıkmıştır. Zaten Futbol A.Ş. İmparatorluğu varlığını devam ettirebilmek ve sınırlarını daha da büyütebilmek ve nüfus gücünü artırabilmek için gösterinin dışında bir sanayi gibi faaliyet dışı gelir de yaratmanın arayışı içine girmiştir.
Bu tüketici davranış kalıbındaki değişme ve talep gelir düzeyinin orta ve üst segmentlere doğru kayıyor olması, Futbol A.Ş.’nin mal ve-veya hizmetlerinde markalaşmayı da zorunlu hale getirmiştir. Zaten var olan sadakat, markalaşma ile daha da pekiştirilmiş ve kalıcı bir hale getirilmiştir. Markalaşma aynı zamanda endüstriyel futbolda “ uluslararasılaşmak “ demektir.
Yeni futbol ekonomisi süreçsel gelişiminde önce taraftarın profilini, sonra “ bağlılık körlüğü “ temelinde tüketici davranış kalıpların ve bunlara bağlı olarak da gelir kaynaklarının yapısını değiştiriyor. Bu üç önemli ve temel olguyu bir arada tutan yegane unsur ise, ancak sportif başarı temelinde yükselen ve yaygınlaşabilen markalaşma olmaktadır.
Marka, bir kulübün arz etmiş olduğu ürünün üzerinde cisimleşen logoyu yani bir maddi metayı temsil ederken, markalaşmak ise o kulübe duyulan güven temelinde yıllar içinde oluşmuş bir saygınlığı, yani bir kredibilite ve moraliteyi temsil eden soyut bir değerdir. Ancak bu soyut değer sayesinde, Futbol A.Ş. maddi bir değer, yani logolu metalar üretebilir.
Future Brand danışma şirketinin yaptığı çalışmaya göre, bir futbol markasının değerini belirleyen faktörler, gelir, kârlılık, takımın polpülaritesi ve taraftar kitlesi ile takımın kendi pazarında rakiplerine oranla sahip olduğu risk katsayısıdır.
Bir futbol markasının değerini artıran en temel unsur sadık bir taraftar kitlesidir. Sadık taraftar kitlesine sahip bir takımın gelirlerinin artması çok daha kolaydır. Dünyanın en değerli spor markası olan New York Yankees en fazla taraftarı olan beyzbol takımıdır.
Küreselleşmenin avantajlarını paraya çevirme bakımından, yeni futbol ekonomisinin en önemli aracı bugün televizyonlardır. Televizyonların naklen yayınladığı maçları 3 milyar kişinin aynı anda, aynı heyecanla dünyanın değişik yörelerinden izleyebiliyor olması, yeni satış stratejileri ve gelir kaynakları yaratmanın da yolunu açmıştır. Tabii ki, reyting savaşlarını da göstermiştir.
Yapılan araştırmalar, günümüzde futbol sektörünün küresel anlamda yıllık 250-300 milyar dolar bir ciro ve katma değer yarattığını ortaya koymaktadır.
Futbolun bir endüstri olarak gerçek atılımı yapmaya başladığı yıllar 1990’ların başıdır. Yeni futbol ekonomisi olarak nitelendirdiğimiz futbol kapitalizmi, her ne kadar 1980’li yılların başında endüstriyel sürece ilk adımını atmaya başlamışsa da, gelişmenin esas belirleyici dönemeci , Avrupa Adalet Divanı’nın Aralık 1995’te verdiği “ BOSMAN Kararı “ dır.
Kısacası, futbolun tarihsel gelişim süreci ve trendine baktığımızda, show-show business-business gibi, futbolun “ iş “ ten sonraya nereye gideceği, belirsiz bir gelişmeyle neredeyse karşı karşıyayız. Bu durum, gösteri endüstrisinin sonunu getirebilecek bir gelişme gibi görünmektedir. Çünkü, giderek gösteri ve spordan, bir işkoluna doğru yönelim içine giren futbol da bu kez de, futbol dışı unsurlar türemeye başlamıştır. Futbol giderek kirlenmeye başlamış ve spor olmanın ötesinde, futbola farklı anlamlar yüklenmeye başlanılmıştır.
Futbol endüstrisinin küresel bir niteliğe bürünmesi, futbolun gösteri kısmının, yani showun giderek yerini, işe ya da diğer deyişle businesse bırakmaya doğru bir yönelim içinde olduğunun da bir göstergesidir.
Endüstriyelliğin bir başka ayırt edici özelliği, bant tipi üretim olarak nitelendirilen “ seri üretimdir. “ Bu anlamda görev tanımları çok belirgindir. Her şey mekanikleşmiştir. Tüm amaç, belirlenen zaman dilimi içinde en fazla üretimi gerçekleştirmektedir. Üretilen ürünler bir tornadan çıkmış gibi tek tiptir.
Endüstriyel futbolun, yani futbolun “ Pazar için üretimi “ nin gerçekleştirildiği bu süreçte, futbol seyir zevkinin giderek düşmesi, futbol metasının tek pazarlama aracı olan reytingi göz önüne alındığında, orta yerde bir paradoksun bulunduğu görülüyor.
Bütün bu değerlendirmelerde gösteriyor ki, Simon KUPER’in “ Futbol Asla Sadece Futbol Değildir “ isimli kült çalışmasında ortaya koyduğu gibi, tarih boyunca futbol politikayı, politika da futbolu etkilemiştir. Ve bu etki günümüzde de çok yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Politik bazda yükselen bazı ideolojiler, tarihin belli dönemlerinde futbolu çok amansızca yargılayarak, halkların sosyal gerçekleri algılamasının önünde bir paravan olarak bile görmüşlerdir. Halkların sosyal muhalefetlerinin bastırılmasında Portekizli diktatör General Salazar’ın üç ünlü “ F “ sinden birisi olan futbol, daha yakın zamana kadar, bu söyleme muhatap olmaktan kurtulamamıştır.
Faşist general Salazar’ın geçmişte, kendi iktidarını sürdürebilme uğruna kirlettiği futbolu, İspanya’da bugün Katalanların tam tersi bir yönde, kendi özgürlük mücadelelerini sürdürülebilmelerinde kullandıkları en önemli araçlarından birisi olarak görmelerine, ne anlam verilmeli. Kimilerinin İspanya’da demokrasiye geçiş sürecinin, Aralık 1973’te Carrero Blanco’nun öldürülmesiyle değil de, Şubat 1974’te Barcelona’nın Real Madrid’i Madrid’de 5-0 yenilgisiyle başladığı ne anlama geliyor.
Bugün dünyanın pek çok bölgesinde futbola, amacının ve anlamının dışında farklı anlamlar yüklenmektedir. Kimi zaman dini motiflerin, kimi zaman ideolojik faktörlerin, kimi zaman sendikal ögelerin, kimi zaman medyatik unsurların ön plana çıktığı ortamlarda futbolu, bu amaçlara ulaşmada bir araç olarak kullanmaya çalışanların sayısının günden güne giderek artması, futbolu futbol olmaktan çıkarmaktadır adeta.
Günümüzde ulaştığı çok yaygın kitleleri büyüsü altına alan futbolun sosyal bir olgu haline gelmesiyle, egemenleri bu toplumsal enstrümanı fütursuzca kullanmaya yöneltmiştir. Bir yandan endüstriyel çarkın içine giren futbol, diğer yandan da her türlü istismar amacıyla dini, siyasal ve diğer başka motiflerin etkisiyle, giderek kirlenmekte ve dejenere olmaktadır.
Bosman Kararı ve Futbolda Liberal Devrim.
Bosman Kararı, Avrupa’da liberal futbol devriminin de başlamasına neden oldu. Aslında, hızla endüstriyel süreç içine giren yeni futbol ekonomisinin, kapitalist üretim ilişkilerini bu sektörde de egemen kılmasından başka bir çıkar yolu da kalmamıştı. Çünkü ,Yeni Pazar Ekonomisinin serbest piyasa koşullarının dışında varlığını devam ettirebilmesi, küreselleşen futbol endüstrisinde, futbol işgücünün serbest dolaşımını zorunlu kılmaktaydı. Sermayenin uluslararası dolaşımı ve kâr transferi serbest iken, aynı şeyin futbol işgücünde sınırlandırılmış olması zaten düşünülmezdi. Nitekim öyle oldu. İşte bu gelişme, futbol imparatorluğunun sınırlarının da genişlemesine etki eden en önemli faktör oldu.
Geniş ölçüde ifade etmek gerekirse, Bosman Kararı, futbolcunun kulüp karşısında en azından eşit pazarlık yapabilme gücüne ulaşmasına ve kişisel refah düzeyini yükselten demokratik bir gelişme sağlamışsa da, diğer taraftan da, eşitler arasında eşitsizliğe yol açan bir karar olmuştur. Zenginin daha zengin olmasını sağlayan yani yeni futbol ekonomisinin ruhuna uygun bir gelişmedir.
Endüstriyel Futbol ve TV İlişkisi.
Televizyonla futbol arasında işlevsel bir faaliyet korelasyonu bulunmaktadır. Sosyal anlamda, futbolun bir tüketim kalıbı oluşturmasında, temel araç televizyon olmuştur. Ekonomik anlamda ise televizyon, yeni futbol ekonomisinin kendisini yeniden üretimde en önemli üretim faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Televizyon modern futbolun gelişiminde oynadığı role karşılık, futbol da televizyonun nitelik olarak gelişimine katkı sağlamıştır. Hatta daha da ileriye gidersek, ihtiyaçların icatların anası olduğundan hareketle, futbol iş kolu, televizyon üretimini doğrudan etkileyerek, üretimin artmasına neden olmuştur.
Örneğin 1954 yılında, ilk kez bir futbol dünya şampiyonası İsviçre’den canlı olarak yayınlandığında 12 ay içinde Federal Almanya’daki televizyon aygıtı sayısı yaklaşık 11 binden 85 bin üstüne çıktı. Federal Alman takımının onu dünya şampiyonluğuna taşıyan galibiyet dizisi, televizyon aygıtı satışındaki artışa tartışılmaz katkıda bulunmuştur, öyle ki Federal Almanya tarihinde ilk kez o zaman bir kitle iletişim aracı olarak televizyondan söz etmek mümkün hale geldi. 1970’de Meksika’daki Dünya Kupası’nın yayınlanması, televizyonun teknolojik yeniliklerinin yaygınlaşmasında futbolun ne kadar önemli bir yeri olduğunu kanıtladı. Bu büyük olayın yayını, Federal Almanya’daki renkli televizyonun kesin olarak perdeyi yırtmasını getirdi, 80’li yıllarda da kablolu iletişim temelli özel televizyon kuruluşları, özellikle futbol yayınları sayesinde medya pazarında yer tutabildiler.
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesinde de, ülkemizde de Beko, Arçelik ve Vestel’in televizyon satışları ciddi ölçüde artmıştır.
Futbol kültürünü ve üretim ilişkilerini aynı heyecan ve eşzamanlı dünyanın dört bir tarafına yayan televizyon, yeni futbol ekonomisinde sermaye birikiminin temel dinamiklerinden en önemlisi olan “reyting” in de ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Çünkü günümüz teknolojik olanaklarıyla 3 milyar insana aynı ilgi ve yoğunlukta, futbol metasını satabilmenin yolu tamamen izlenirliğe bağlıdır. İzlenilirliğin bu kadar önemli hale gelmesi, zaten futbol pastasının gelir kalemleri incelendiğinde kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Endüstriyel futbol öncesi gelirlerin büyük bir kısmını maç hasılatı gibi klasik gelir kalemleri oluştururken, bugünkü gelinen noktada, toplam gelirler içinde yayın gelirleri reklam-sponsorluk ve medya gelirlerinin payı yüzde 75 civarına ulaşmaktadır.
Bugün endüstriyel futbolda, sponsorluk, reklam ve yayın gelirleri olmaksızın, profesyonel futbolun finansmanı artık mümkün değildir. Özellikle büyük hedeflere odaklanmış ya da marka olmuş kulüpler için, geleneksel maç günü gelirleri ve maç bileti satış gelirleri, bu endüstriyel süreç içinde tek başına futbolun finansmanına yetmemektedir. Yalnız bugün bile, maç bileti ya da yıllık kombine kart satış gelirlerinin kalem bazında karşılaştırılması yapıldığında, diğer gelir kalemlerine görece üstünlüğü olduğu görülmektedir. Bugün bu gelir kaleminin toplam içinde yüzde 40’lar seviyesindedir.
Endüstriyel futbolun çıkarları ile futbol arzında bulunanların ( kulüplerin ) ya da diğer ifadeyle sportif futbolun çıkarları çatışmaktadır. Endüstriyel futbolun sermaye birikimi yaratabilmesi ve kendini yeniden üretilmesi için en önemli unsur futbolu satacak ( yayıcı kuruluş ) olan dijital platformun ulaşacağı “reyting “ dir. Bu nedenle, Türk futbolunda yayın gelirlerinin paylaşımı, temelde reytingi en yüksek kulüplerin, aslan payı almasına dayalı bir sistem üzerine kuruludur. Bu durum yayıncı kuruluşun çıkarlarına uygun düşmekle birlikte, reytingi düşük kulüpler için adil olmayan bir paylaşım denektir. Aslında bu durum endüstriyel futbolun geleceğini de ipotek altına alan bir durumdur. Futbolun gelişimi tamamen rekabete dayalı olmasına karşın, büyüklerin ( reytingi yüksek olanların ) lehine yaratılan haksız rekabet, futbolun uzun vadede gelişimini de sekteye uğratabilecek niteliktedir.
Futbol endüstrisinin temel üretim araçlarından birisi olan digital yayın platformu ile abonelik sistemi ( şifreli yayın ) gelişmiş ve yayın metalaşarak, futbol endüstrisinin yeniden üretimine imkan sağlamıştır.
Futbolun endüstriyelleşip evrenselleştiği günümüzde bol sıfırlı rakamların ortaya çıkması ticari dengelerin yüksek noktada kurulmasına neden oldu. Naklen yayın anlaşmalarının Fransa’da 405 milyon, Almanya’da 300 milyon, İngiltere’de 1,1 milyar, Türkiye’de 465 milyon, İtalya’da 500 milyon ve İspanya’da 450 milyon dolar seviyelerine yükseldiği günümüzde, futbolda yatırım yapan şirketlerin, varlıklarını sürdürebilmeleri için daha üst seviyede bir gelir elde etmeleri gerekiyor.
1999-2000 sezonunda 3 yıllığına maçların naklen yayınına ilişkin İngiltere’de ödenen tutar 1,1 milyar dolara, Fransa’da ise 405 milyon dolara, Türkiye’de ise 465 milyon dolara yükselmişti.
Reklam gelirlerinin ciddi biçimde düşmesi ve paralı- şifreli kanal aboneliklerinin beklenen ölçeğe ulaşamaması sonucu son bir buçuk yılda çok ciddi gelir kaybına uğrayan Kirch grubu iflas etmek durumunda kalmıştır.
Türkiye özeline baktığımızda ise, en cazip mal olan maç naklen yayınlarının hakkını satın alan şifreli-paralı kanallar, ödedikleri büyük paraların karşılığını alamıyorlar ve krize düşüyorlar. Bu şekilde Türkiye liglerinin naklen yayın hakkını kaybeden Star televizyonu, Avrupa liglerini içeren paralı paketini de satamayınca İtalya-İngiltere-Almanya maçlarını açık kanaldan, sebil gibi sunmaya başladı. Velhasıl, burada beynenmilel bir durum var. Üç beş yıl öncesinde televizyon piyasasını hegemonize edeceği öngörülen paralı-şifreli kanallar, bu hakimiyeti sağlayamadılar. Şifreli-paralı kanalların oltasındaki en lezzetli yem maç naklen yayınlarıydı ve bu durum futbol piyasasını olağan üstü yükseltmişti. Bu kanalların başarısızlığının, şişen futbol endüstrisini küçülmeye zorlayan sonuçları o yıl Türkiye’de açıkça görüldü.
Bu noktada endüstriyel futbolun imparatoru, Murdoch Spor İmparatorluğun’dan bahsetmek önemlidir diye düşünüyoruz.
Haziran 1991’den beri borsaya kote olan ve 159 peniden işlem gören Manchester United takımının hisselerinin çoğunluğunu Murdoch, 1998 Eylülünde 240 peni gibi çok yüksek bir fiyattan, toplam 63,4 milyon sterline ( 1 milyar dolara ) satın alınıp, takımın çoğunluk hissesini eline geçirdi. Bu futbol dünyasını sarsan bir gelişmeydi.
Rusya’da enerji işiyle uğraşan ve Forbes’in 2003 “ en zenginleri “ sıralamasında 5,7 milyar dolar servetiyle 49. Sırada bulunan Rus iş adamı Roman Abromovich’in durumuna bakalım. 2002 yılında Chelsea FC’de çoğunluk hisselerini 249,2 milyon dolara satın almadan önce, yüzde 10 hisse sahibi olan Ropert Murdoch, Chelsea Village markasını taşıyan ve borsaya kote olmayı amaçlayan bir internet portalı oluşturmuştur. Ayrıca sahibi olduğu BSkyB aracılığıyla şifreli kanaldan kulübün medya ilişkilerini sağlayacak ayrı bir şirket kurmuştur.
Murdoch’un bu üzerinde güneş batmayan imparatorluğunun yönetim ve denetimine geçen Manchester United’in, Murdoch’un medya ve spor imparatorluğu sayesinde 2004 itibariyle bir Manchester United hissesi 243 penny civarında işlem görmüştür. Manchester United’in piyasa fiyatı 679 milyon sterline ulaşmıştır. Hisse fiyatlarının 280 Pennye kadar yükseleceği, buna bağlı olarak piyasa değerinin de 1,7 milyar dolara ulaşacağı, Yatırımcı analistler tarafından beklenmektedir.
Türkiye’de Yayın Hakkı Gelirleri
1994-95 sezonunda 7,2 milyon dolara ihale edilen maç yayın hakkı, bir sonraki yıl, yüzde 219’luk bir artışla 23 milyon dolara yükselmiştir. 1996-97 yılında 3 sezonu toplamda 140 milyon dolara kiralayan Cine 5, daha sonraki yayın hakkını 2 yıllığına 120 milyon dolara kiralayan Teleon’a kaptırmıştı. Yıllık bazda yaklaşık yüzde 10’a tekabül eden bu artış tutarı, makul olmakla beraber, Teleon’un ödemeleri yapamaz duruma gelmesi üzerine, yayın hakkı yeniden ihale edilerek, 465 milyon dolara, bir önceki ihale bedeline göre yüzde 288’lik bir artışla Digitürk’e kalmıştı. Yıllığı 155 milyon dolara gelen bu tutarda yıllık bazda, bir önceki ihale bedeline göre yıllık artış bedeli yüzde 158’e gelmiştir.
Ekonomik kriz nedeniyle, serbest piyasa kurlarının dışında TFF ile Digitürk arasında imzalanan ek sözleşme ile belirlenen kurlara göre yapılan ödemelerde, kulüplerin toplamda yaklaşık yüzde 34 gelir kaybına uğradıkları görülmektedir. Yani Digitürk’ün ihale gereği ödemesi gereken 465 milyon dolar, kriz nedeniyle kurların düşük tutulması sonucu, kulüplere 159 milyon 793 bin dolar daha eksik ödenmiştir.
Digitürk’le Devam Ediyoruz.
Mart 1999’da kurulan Digitürk Nisan 2000’de yayına başladı. Ortaklık yapısı içinde, Yapı Kredi Bankası’nın yüzde 25, Çukurova Holding’in yüzde 9, Fintur Technologies B.V. nin yüzde 66 payı bulunuyor. 2 Şubat 2001’de Türkiye Futbol Federasyonun ile 3,5 yıllık sözleşme imzalayan şirket kur fikslemesi yoluyla toplam kontrat bedeli için yaklaşık 350 milyon dolar artı KDV ödedi, İhale süresi Mayıs 2004 itibariyle sona ererken, Digitürk üç buçuk yıllık sürede futbol kontratından 106 milyon 650 bin dolar zarar etti. Abonelerinin yüzde 39 ‘u, Digitürk’ü lig TV yayınları için tercih ediyor.
31 Aralık 2003’te 18 milyon dolarla ilk kez operasyonel karlılığa geçen şirket, 2004 yılı için 71 milyon dolar operasyonel ve 2 milyon dolarda net kâr bekliyor. Yaklaşık 800 bin aboneye sahip olan Digitürk 1milyon 470 bin aboneyi ulaşmayı hedeflediği 2010 yılı itibariyle, 472 milyon gelir ile 155 milyon dolar net kâr düzeyine çıkmayı ve kredi bakiyelerini sıfırlamayı amaçlıyor. Toplam 123 kanaldan yayın yapan Digitürk TV de 14 kanalın sahibi durumunda.
Digitürk’ün yayına başladığı 2001’den, Nisan 2004’e kadar geçen süre içinde, Digitürk’ün futbol gelirleri toplamı 284 milyon 230 bin dolara kalırken, bu dönemde yapılan giderler toplamı ise 390 milyon 870 bin dolara ulaşmıştır. B unun sonucunda Digitürk’ün 3,5 yıllık süre içinde toplamda 106 milyon 650 bin dolar zarar ettiği görülüyor. Digitürk’ün toplam gelirleri içinde en önemli gelir kalemini abone gelirleri oluşturmaktadır. 3,5 yılda toplam 97 milyon 240 bin dolar gelir elde eden Digitürk’ün, yıllar itibariyle gelirlerindeki artış yüzdesi ile abone sayısı arasındaki korelasyona bakıldığında ise, 2001’den itibaren abone sayısının hızla artmaya başladığı, buna bağlı olarak yayıncı kuruluşun gelirlerinin de arttığı görülüyor.
Naklen gelirlerinin dağılımına bakıldığında ise, naklen gelirlerin yüzde 50’sini 4 büyük takım alırken, geriye kalan yüzde 50 ‘yi de 14 takım paylaşmaktadır. Bu gelir dağılımındaki dengesizlik tamamen Futbol Endüstrisinin bir sonucudur. Ve futbol endüstrisinin tüm iş kollarını bünyesinde barındıran Yeni Futbol Ekonomisinin işleyiş yasaları, bu tablonun tersi bir gelişime zaten izin vermemektedir. Bu gelir dağılımındaki dengesizlik ve adaletsizlik, doğal olarak 4 büyük takıma “ haksız rekabet” olanağını sağlamaktadır. Tamamıyla gösteriye dayalı futbol endüstrisindeki bu tablo diğer ülkelerde de çeşitli farklılıklar göstermektedir.
Endüstriyel Futbolda Kısaca “Reyting” Üzerine
Günümüzde endüstriyel futbolunun temel vazgeçilmesi olarak karşımıza hep “reyting” çıkmaktadır. Reyting, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretiminde en önemli araç bugün, her şey reytingin güdümünde, yönetimindedir. Kısacası reyting yeni futbol ekonomisinin temel parametrelerindendir.
Reytingi yüksek takımlar, en çok izlenebilirliği olan takımlar olarak görülmektedir. Bu yüksek reyting, futbol kulübü için en fazla gelir elde etmenin araçlarından birisi anlamına gelirken, futbol ekonomisi için de en çok satış, dolayısıyla en fazla kârlılık anlamına gelmektedir. Bu bağlamda reytingin yüksek olmasının temel kriterlerinden birisi, belki de en önemlisi popüler takım olabilmektir. Uluslararasılaşabilmiş, marka olabilmiş takımlar, futbol arenasında “büyük takımlar “ olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten de sahip oldukları devasa bütçeleri, gelirleri ve kazandıkları sıra dışı başarılarla dünyanın dört bir tarafındaki taraftarlarıyla, futbolun sevilmesi ve yaygınlaşmasında büyük bir rol oynamaktadırlar.
Endüstriyel Futbolda Televizyon Seyircisinin Durumu
Yeşil sahalarda oynana futbol, her türlü konforun, yaratılmasıyla, ekran başından milyarlara ulaşmaktadır. Yeni futbol ekonomisi bu esnada, satması gereken ürünleri de televizyon başındaki insanlara hiç zorlanmadan satabilmenin de en iyi yolunu bulmuş durumdadır.
Ancak futbolun vazgeçilmez unsurlarından birisi, belki de en önemlisi olan seyirci de ihmal edilmemiştir. Öncelikle statlar sadece futbol oynanan yerler olmaktan çıkartılmış, günün 24 saati açık “ Shopping Center “ lara dönüştürülmüştür. İkincisi stada gelen seyirci, konforlu loca ve yeni oturma düzeni ve sağlanan servislerle bir yandan para harcarken, diğer yandan da maçın atmosferini, televizyon başındaki izleyiciye aktarmak üzere, seyirci efekti sağlayan kalabalık topluluklar da, bu şekilde yeni futbol ekonomisine hizmet edecek biçimde bir araya getirilmiştir. Stadyumdaki topluluğu doğrudan işin işine katması – örneğin kitleyi kamerayla tarayarak veya türbine dönük özel mikrofonlarla atmosferi yakalayarak- sayesindedir ki televizyon, gösterdiği gerçekliğin, kendi ürettiği yapaylığını aşmayı başarabiliyor.
Spor tesislerinin mimari ve yeniden düzenlenmesi de, endüstriyel gelişime paralel olarak yeniden yeniden yapılandırılmıştır. Örneğin büyük stadyumlarda çok işlevli basın merkezlerinin kurulması, oyun alanı ile çim sahaya gittikçe daha fazla yakınlaşan reklam panoları, maksimum derinlik ve etki sağlamak bakımından birden fazla kamerayla maçın izlenmesini getirmektedir. Ve her bir kameranın konumlandırılacağı yerin belirlenmiş olması, tribünlerin sahaya daha yakınlaştırılması, akustik bakımından etkiyi arttırabilmek ve seyirciyi yağmurdan korumak bakımından, tribünlerin üzerinin kapatılması ilk akla gelen örneklerdir.
Avrupa Futbol Sektörünün Finansal Analizi
Yer yüzünde üç milyar insana ulaşma başarısı gösteren futbolun dünya genelinde yarattığı gelirler toplamının dışsal etkileri de dikkate alındığında büyüklüğü 200-250 milyar dolar civarında. Sadece futbol geliri olarak Avrupa’da 7,2 milyar Euro bir ciro yakalayan endüstriyel futbolun, Pazar büyüklüğünün 10,4 milyar Euro civarında olduğu tahmin edilmektedir.
İngiliz futbolu, Avrupa’da yaratılan gelirden aslan payını alan ülke konumunda, sadece yayın gelirleri ve yapılan reklam kontratları 2,5 milyar dolara ulaşmaktadır. Yine futbol kulüplerinin yarattıkları katma değer ve diğer gelirler toplamıyla bu rakam 3,2 milyar dolara ulaşabilmektedir. Bu rakam, Avrupa’da oluşan 7,2 milyar Euroluk futbol gelirlerinin yaklaşık yüzde 27sini oluşturuyor. İngiltere’yi takip eden ülke ise İtalya, bu 5 lig içinde toplam pastaya katkısı bakımından Alman ligi üçüncü sırada geliyor. Özellikle sponsorluk gelirleri, kulüplerin gelirleri içinde önemli bir yer tutmaktadır. Gelirlerin yaklaşık yüzde 20’e yakın kısmını sponsorluk gelirleri oluşturuyor.
Toplam gelirler içinde göze çarpan en önemli gelir kaynağı ise medya-yayın gelirleri olmaktadır. Üç takımın medya gelirlerinin, toplam gelirler içindeki ortalama payının yüzde 44 olduğunu görüyoruz. Avrupa liglerinde de, en önemli gelir kalemi olarak karşımıza yine medya gelirleri çıkmaktadır. İkinci önemli gelir kalemi olarak, yüzde 25’lik payı ile maç hasılatları gözlenmektedir. Daha sonra yüzde 13 ile sponsorluk gelirleri, üç kulübün gelirleri içinde ortalama olarak üçüncü sırada yer almaktadır. Bu kalemi takip eden, reklam ve merchandising gelirlerinin, toplam gelirler içindeki paylarının ise neredeyse birbirlerine eşit olduğu görülmektedir.
Futbol Kulüplerinin Şirketleşmesi Üzerine
Gelir kaynaklarının nitelik ve nicelik olarak değişmesi, endüstriyel futbolun bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda yeni futbol ekonomisinin, giderek büyüyen futbol pastası içinde yer alan gelir kalemlerinin bileşiminin sürekli çeşitlenerek, ciddi büyüklüklere ulaşması ve hatırı sayılır bir katma değer yaratması, futbol kulüplerini basit bir spor örgütü olmaktan çıkartmıştır. Futbol kulüplerini ekonomik bir organizasyon haline getiren bu gelişmenin kaçınılmaz sonucu ise şirketleşme olarak karşımıza çıkıyor.
Endüstriyel futbol kulüpleri bugün kompleks birer ekonomik ve mali şirket olma doğrultusunda hızla yol almaya başlamışlardır. Bu anlamda sadece klasik yönetim anlayışı ve pederşahi bir yönetim felsefesiyle, bu kurumları bugün artık sevk ve idare etmek, neredeyse mümkün olmaktan çıkmıştır.
Endüstriyel gelişim bir yandan futbolu sportiflikten endüstriyelliğe taşırken, diğer yandan da geçmişin o basit futbol takımlarını, küreselleştirerek yıllık gelirleri yüz milyon dolarları bulan dev ticari şirketler haline dönüştürmüştür.
Yeni futbol ekonomisinin, futbol pastasının paylaşım sürecinde şirketleşmeyi adeta zorunlu kılması, rekabetin de bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Şirketleşen kulüplerin sevk ve idaresinde gösterilen mali performans, o şirketin yeşil sahaların dışında, hisse senedi piyasasında da şirkete-futbol kulübüne büyük avantajlar sağlamaktadır.
Sermaye piyasalarından sağlanan uzun vadeli ve düşük maliyetli fonlar, sağlam bir finansal yapının oluşumuna hizmet ederken, oluşturulan bu güçlü yapının sağladığı fonların, sportif başarının finansmanında kullanılması, futbol kulüplerini yenilmez bir armada yapmaktadır.
Her yıl takıma transfer edilecek star veya yetenekli oyuncularla, asıl faaliyet konusunda etkin olunmaya çalışılır ve rakiplere, yeşil sahalarda üstünlük savaşı verilirken, diğer taraftan da borsada hissesini almış binlerce taraftarına-yatırımcıya da kazanç sağlayarak, piyasa değerini daha da arttırmak, günümüz futbol ekonomisinin temel amacıdır.
Yine futbolda sıkıntı içinde olan bir kulübün, kâr maksimizasyonuna yönelik, maliyetlerini kısıp, maksimum kâra ulaşması da futbol endüstrisinde geçer akçe olmamaktadır. Zira, futbolda kâr maksimizasyonu yapılamamaktadır. Belki de yeni futbol ekonomisinin en temel özelliklerinden birisi, futbol endüstrisinin, diğer endüstrilerinin aksine kâr maksimizasyonuna izin vermemesidir.
Çünkü, kâr maksimizasyonu, minimum maliyet gerektirir, oysa futbol kulüplerinde kârlılığı arttırabilmek için maliyet minimizasyonuna gitmek, daha baştan Show dünyasından gelecek pasta diliminden uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Zira, bu durumu klasik finans teorileriyle ilişkilendirmek, pratikte çok tutarlı sonuçlar vermemektedir.
Futbolda Şiddet Üzerine
Sporun sadece boş zamanların değerlendirmesi aracı olmaktan çıkıp, hızla parasallaşmasıyla birlikte, en yaygın spor dallarından olan futbolda giderek, sportif özünü yitirdi. Endüstriyel olabilmenin temel özelliklerinden birisi olan reyting faktörü, futbolda şiddeti de beraberde getirdi. Yenilmenin ve yenmenin artık bir sonuç olmaktan çıkıp, ciddi kazanç ve kayıpları ifade etmesi, futbolun da süreç içinde fair playdan uzaklaşmasına neden oldu.
Yarışma rekabetinin sportif özden, parasal bir biçime yol alması, taraftarın da davranış kalıplarının değişmesine ve gelişmesine yol açtı. Kendisini tuttuğu takımda özdeşleştiren , onunla üzülüp, onunla sevinen, modern taraftar tüketici, toplumsal koşulların olumsuz etkisi nedeniyle, zaman içinde, sporun ruhuna aykırı eylem ve davranış kalıplarının içine girdi.
Anımsanacağı üzere, futbolda en büyük şiddet felaketi, 1967 yılının Eylül ayında, Kayseri spor ile Sivas spor arasında oynanan ikinci lig karşılaşmasında yaşandı. İki takımın taraftarların arasında çıkan arbede de 48 kişi ölmüş, 600 kişide yaralanmış, stadın türbinleri yakılıp yıkılmıştı.
Dış dünyada yaşanan en dramatik olay ise, 1985 yılında Brüksel’in Heysel Stadı’nda gerçekleşmiş, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalini oynayan Liverpool ile Juventus arasındaki maçta Liverpool’un saldırgan taraftarlarının çıkardıkları olayda 50 den fazla insan ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştır.
Saldırganlık ve Şiddetin Kaynakları- Medyanın Rolü
Saldırganlık içgüdüsel olduğu kadar, sonradan öğrenebilir ve yönlendirilebilir bir nitelik de taşır. Bu anlamda içgüdüsel olarak başlangıçta ortaya çıkan saldırganlığın, süreç içinde yönlendirilebilir bir hale dönüşmesi, spor karşılaşmalarında, özellikle de futbolda büyük bir öneme sahiptir.
Türkiye’de kapitalizmle birlikte çarpık kentleşme ve gelir dağılımındaki dengesizliğin giderek artması, ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak kültürel bir çöküntü ve yolsuzluğa neden olmuştur. Bu olumsuzlukların yol açığı bireysel anomi, bu alt-kültürü oluşturan kitlelerde büyük bir öfke birikimine sebep olmaktadır. Bu kitleler de öfke birikimlerini ifade edebilecekleri en uygun ortam olarak spor alanları ve futbol maçlarını görmektedirler.
Bugün futbolun bir gösteri endüstrisine dönüşmesi, kendi siyasal iktidarını yaramaktadır. Bu siyasal iktidarı paylaşanların, futbolun yığınsallığından yararlanmak ve onu kendi dümen sularına çekmek için gösterdikleri çaba ve harcadıkları her tür enerji ve tahrik, futbol izleyicisindeki içgüdüsel saldırganlık davranışının harekete geçirilmesini sağlayan temel içsel dinamiklerden en önemlisidir.
Bu içsel dinamiği hareke geçiren en önemli araç ta medyadır. Futbolda şiddetin özellikle, bu sektörde pastanın giderek büyümeye başladığı 1990’lı yılların başından itibaren, yönlendirilebilir içsel bir olgu haline gelmesi, kitlelerin, bu tehlikeyi görmelerinin önünde bir perde görevi görmektedir. Bugün yeni futbol ekonomisinde, alt-yapıda dev bir tekelleşme, üstyapıda, yani iktidarda ise yönetim ve denetimi elinde tutan oligarşik bir yapılanma mevcuttur.
Futbol da ortaya çıkan saldırganlık ve şiddetin sebepleri temelde ortak olup adı da ırkçılıktır. Bu süreç Türkiye’de özellikle Diyarbakır- Bursa maçlarında Bursalıların ırkçı saldırgan tutumu ile başlamıştır. Avrupa’da yoğun olarak karşılaşılan faktörlerden birisi de ırkçılıktır. İngiltere’de, Belçika’da İtalya’da, İspanya’da, Macaristan’da, Sırbistan ve Slovakya’da futbol dünyasının yakından tanıdığı futbol kulüplerinin ırkçı taraftarlarınca oluşturulan organize şiddet örgütlerinin olduğunu belirtelim.
Futbolun beşiği İngiltere, aynı zamanda futbol serseriliğinin de beşiğidir. İngiltere’de “hooliganizm “in merkezi Liverpool işsizliğin ve yoksulluğun da yoğun olduğu bir kent. 1985 yılında Brüksel’in Heykel Stadyumunda, sarhoş ve saldırgan Liverpool’lu holiganlar onlarca insanın ölümüne neden olmuşlardır.
Futbolda saldırganlık ve şiddetin çeşitli toplumsal, siyasi ve ekonomik nedenleri bulunmaktadır. Bunun dışında karşılaşılan çeşitli şiddet ve saldırganlık olayları aslında birer münferit olaylar gibi görünmesine karşın, son gelişmeler bunun basit münferit olaylardan olmadığını ortaya koyuyor. Futbolun giderek endüstriyel bir sektöre dönüşmesi, oluşan gelirin paylaşımında ciddi savaşımlar gerektirmektedir. Futbol iktidarına ortak olanlar, yeni futbol ekonomisindeki paylarını arttırabilmek için daha geniş kitlelerin ilgisini çekmek ve bu ilgiyi artan düzeyde korumak durumundadırlar. Bunun için futbolun büyülü atmosferini, kitle iletişim araçlarını kullanarak daha da gerginleştirip, kışkırtmaya çalışan bu anlayışın önüne geçmenin çok da kolay olmadığı görülmektedir. Futbolda şiddet somutta içsel bir olgu haline gelmiştir. Şiddet ve saldırganlık organize bir hal almıştır. Şiddetin önlenmesinde toplumsal gereklerin yerine getirilmesi sorunun çözümünde gerekli olmakla birlikte yeterli değildir.
TV ekranlarında kulüp yöneticilerinin tahrik edici konuşmaları, stadyumlarda ise, içinde futbolcu ve hakemlerin yatak odalarına kadar uzanan küfürlü tezahüratlar, bu safların daha da keskinleşmesi sürecini hızlandırmış oldu. Yıllardan beri ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktan yorgun düşmüş ülke insanının teselliyi tribünlerde arar bir şekilde stadyumları doldurması, koro halinde hakemlere ve rakip takıma yapılan küfürler birer toplu deşarj örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu endüstri bir taraftan kendi piyasasını ve kurallarını yaratırken milyarlarca doları havalarda uçuşturan apayrı dünya ve kendine has bir dil yaratmıştır. Pek çok olaylı futbol maçına sahne olan Avrupa ülkeleri bu sportmenliğe aykırı fikir ve davranışla etkin mücadele için son derece sıkı çalışmalar yapmaktadır. Fair Play bu amaçla ortaya atılmış ve son derecede yararlı bir uygulama olarak karşımızdadır. Ancak tüm iyi niyetli çabalara rağmen sporda özellikle de futbolda hala dünyanın her yerinde şiddet ve holiganizm kontrol altına alınamamıştır.
Bu fanatizm ve holiganizmin Türkiye’de de yaşanması da elbette sürpriz olmamıştır. Geçen yıllarda Şampiyonlar Liginde İstanbul’da oynanan GS-Leeds United maçı öncesi öldürülen iki taraftar Türkiye’nin ilk uluslararası futbol mağdurları olmuştur. Bu olayda Avrupa ülkelerinin Türkiye üzerine fazla gelmemesinin nedenleri en az olay kadar acıdır. Çünkü holiganizm, futbolun doğduğu yer olan İngiltere ile neredeyse özdeşleşmiş durumda idi. Aşırı alkol alarak Taksim’de dolaşan iki taraftar, Türk kadınlarına ve Türk bayrağına hakaret ettiği için öldürüldüğünde onların futbol yüzünden öldüğünü söylemek güçtür. Diğer taraftan kadın arkadaşına laf atan kişileri sokak ortasında öldürebilen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz aynı zamanda.
Endüstriyel Futbolun Yönetimi
Günümüzün endüstriyel dönüşüm dinamikleri, bugün dışsal etkileri dahil futbolun küresel bazda geçmiş dönemde yıllık 200 milyar dolar civarında bir gelir yaratmasına olanak sağlamaktadır. Yine geçmiş dönemde diğer gelirlerle Türk futbol pastasının büyüklüğü ise, 500 milyon dolara ulaşıyor. Bu büyüklük 17,5 milyar dolarlık Avrupa futbol pastasının yaklaşık yüzde 2,8’ine karşılık geliyor.
Gelirin elde edilmesi ve paylaşımı futbolun genel ekonomi politiğini oluşturuyor. Futbol gelirinin elde edilmesi “ determinist “ bir süreci kapsarken, gelirin bölüşümü bir üst-yapı sorunu, daha çok insan iradesinin etkisinin bir sonucu, yani “ volantirist “ bir öge olarak kendisini pratikte somutluyor. Düşünsel stratejiler, gelirin bölüşüm politikalarını belirliyor. Burada öncelikler ön planda.
Geçen 12 yıllık süre içinde toplam ihale bedellerinin 1 milyar dolara ulaştığını, bu tutarın net 872,3 milyon dolarının kulüplere dağıtıldığı belirtiliyor. Bu kapsamda Süper Lig ekiplerinden dört büyüklere 428,6 milyon dolar ödenirken, diğer 14 takıma 444,5 milyon dolar, Lig A ve Lig B’ye de 20 milyon dolar transfer edildiği görülüyor.
Futbol Yönetiminde Teknik Direktörlerin Gelirleri
Bugünün futbolunda teknik direktörler servet sayılabilecek önemli paralar kazanıyor. Başarılı olanlar rutin aldıkları aylık ücret ve maaşlarının dışında, önemli sayılabilecek primler de kazanabiliyorlar. Avrupa’nın 5 büyük liginde üst düzey takımları çalıştıran teknik direktörlerin yıllık gelirleri geçmiş dönemde neredeyse Türkiye’de orta ölçekli bir firmanın yıllık cirosuna ulaşmış durumda. Chelsea’nın kovulan hocası Jose Maurinho’nun yıllık maaş ve primleri toplamı 10 milyon dolara ulaşıyordu. Arsen Wenger ve Alex Ferguson’un yıllık kazançları ise sırasıyla 4,5 ve 6,5 milyon civarında. Real Madrid teknik direktörü Fabio Capello ise yılda 5,5 milyon dolar kazanıyordu.
Türkiye ise geçmişte milli takım hocası olan Fatih Terim ise yıllık 1,5 milyon dolar maaş alırken, 3 büyüklerin başındaki 3 teknik direktörün yıllık kazançları toplam 5 milyon dolara yaklaşıyor. Anadolu kulüplerinde ise teknik direktörlerin yıllık maaş ve ücretleri 250 ile 750 bin arasında değişiyor.
Türkiye’de Taraftarın Kulübüne Ayırdığı Bütçe Üzerine
2004 yılında taraftarın kulübüne ayırdığı bütçeyi değerlendirdiğimizde, taraftarın geçek anlamda kulübe önemli ölçüde finansal ve ekonomik katkı sağladığı görülmektedir. Türkiye koşullarında ortalama kişi başına düşen gelirin 4-5 bin dolar olduğu düşünüldüğünde taraftarın gelirinin önemli bir kısmını tuttuğu kulübe ayırması, futbolun spesifik bir alan, bir afyon olması anlamında bütünlüklü bir değerlendirmenin önemini gösteriyor.
Somutlarsak, 1000 ile 1500 dolar arasında geliri olan bir taraftarın kulübüne yıllık ortalama bütçe Fenerbahçe’de 450 dolar iken, bu rakam Galatasaray’da 330, Beşiktaş’ta 325, Trabzonspor’da 175 dolar civarındadır. 1500 ile 3000 dolar arasında gelir sahibi taraftar Fenerbahçe’ye 750 dolar fon ayırırken, bu tutar Galatasaray için 450 dolar, Beşiktaş için 375 dolar, Trabzonspor için 250 dolar civarındadır.
Dünya Ölçeğinde Sponsorluk gelirleri
Genelde otomotiv, iletişim ve finans kesiminden firmaların sponsorluğa destek verdiklerini görüyoruz. Bu sektörlerde aynı zamanda lider konumunda olan firmalar, lider kulüplere sponsor oluyorlar.
Teknik malzeme sponsorluğun da Nike’nin açık ara üstünlüğü bulunuyor. Nike’i, Adidas takip ediyor. Kulüplerin başarısı, sponsorlar için de aynı anlamı ifade ediyor. Kazanan kulüp, sponsoruna da kazandırıyor.
2006 Dünya Kupasında 21 resmi sponsorun yapmış olduğu harcamalar toplamı 850 milyon dolar civarında gerçekleşti. Ancak diğer sponsorlarında harcamaları dikkate alındığında toplam sponsorluk harcamaları 1,4 milyar dolara ulaştı.
Bu sponsorlar içinde en önemli sponsor olarak karşımıza Alman Adidas çıkıyor. Alman spor giyim firması Adidas, şampiyonanın başlamasına kısa bir süre kala büyük reklam kampanyasını başlattı. Firmanın kampanya için ayırdığı bütçe 200 milyon dolar civarında. Adidas 8 yıl boyunca Dünya Kupası’nın sponsoru olmak için 350 milyon dolar ödeyecek. Yine futbol topunun yapısı da değişti. Adidas 1974’den bu yana topun gelişimi için ARGE çalışmalarına tam 1,9 milyar dolar harcadı.
Futbolun Durumu ile İlgili Diğer Önemli Değerlendirmelerle Devam Ediyoruz
Roma kulübünün başkanı aynı zamanda Cirio tarım ve gıda maddeleri grubunu da yönetiyor. Bu grup ürünlerini siyahların ve melezlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelere ihraç ediyordu. Ve bir İsrail şirketiyle pazarlık masasındaydı. Aşırı sağcılarla desteklenen bir takımın forması üzerindeki Cirio reklamının bu koşullarda çok iyi bir ticari etki yaratacağı söylenemezdi.
Futbol ticari ve endüstriyel sarmala gömüldükçe, giderek gayri insani çehreye bürünüyor. Geçi futbolda para çok uzun süredir tedavüldeydi, ama şimdi gücü hatırı sayılır ölçüde arttı. “ Futbol A.Ş “ nin yükselişi önünde artık hiçbir şey duramıyor. Ne spor ahlakı ve etiği, ne ulusal ligler, ne de Avrupa kupaları. Hatta futbolcu profili bile değişti. Giderek gençleşen, giderek desteklenen ya da daha basit bir ifadeyle doping yapılan, daha kolay kullanılıp atılan bir futbolcu profili öne çıkıyor. 2 bin yılının esnek ve hareketli futbolcusu yirmi yaşında mültimilyoner olabildiği gibi, hiçbir utanma duygusu taşımayan simsarların Fransa, Hollanda veya İtalya’ya kaçak olarak “ ithal ettiği “ bazı Afrikalı çocuklar örneğinde görüldüğü üzere, 14 yaşında sokağa da bırakabiliyor.
Artık Net-futbol alanı bakirliğini yitiriyor. Meşin yuvarlağın yeni efendileri, iletişim hakları ve CD-Rom, DVD, paralı erişim, reklam, sponsorluk, e-ticaret gibi ek gelir kaynakları açısından, interneti geleceği parlak bir alan olarak görüyorlar. Küresel piyasaya küresel arz,
Yine futbol ekonomisi artık sadece bir oyuncular aristokrasisinin çıkarına işliyor. Bosman kararı, üçüncü binyılın futbolcu profilini çizdi. Hareketli ve küreselleşmiş mülti milyoner. Bu oyuncu türü sözleşmeleri ve kulüpleri art arda sıralıyor imajını ve reklam kontratlarını yönetiyor, hatta sportif-mali sermayesini nemalandıracak şirketler kuruyor. Böylelikle büyük takımların kadroları giderek büyük şirketlerin idare heyetlerine veya formalarla yapılan Davos zirvelerine benzemeye başlıyor.
Futbolcuların maaşlarına gelince, özellikle ( 1997-99 döneminde ), İngiltere’de yaşanan artış yüzde 72 oranında. En iyi ücret alan 100 futbolcunun her birinin eline yılda ortalama 10 milyon geçiyor. İspanya, İtalya veya İngiltere’de futbol yıldızları denilenlerin net maaşları ayda 2 milyon Franka yükseliyor. Tabi primler ve reklam sözleşmeleri hariç. 1999-2000 sezonunda İtalyan Del Piero ayda net 2,8 net milyon Frank maaş, ayrıca yılda 3 milyon Frank prim alıyor, bunlara eklenen yaklaşık 30 milyon Franklık reklam sözleşmeleriyle yıllık geliri 66 milyon Frankı buluyordu.
Futbolda küreselleşme hiçbir şeye saygı duymuyor. Ne insanlara, ne de sportif ruha. Bireyleri ezip yok etmekte hiç duraksamıyor. En utanç verici eşitsizlikleri son hızla derinleştiriyor ve Üçüncü Dünya’nın sefaletinden besleniyor. Birkaç ayrıcalıklı oyuncunun şanlı kariyerleri futbolun köle-çocuklarını çabuk unutturuyor. Ama bu iki aşırı uç arasında, Brezilya’nın karikatürleşmiş bir örneğini sunduğu futbol proletaryası kitlesi yer alıyor. Ronaldo veya Rivaldo gibi birkaç yıldızın biriktirdiği dev servetler, diğerinde ise Brezilya’da oynanan 20 bin profesyonel futbolcunun yüzde 82’inin ayda 1.500 franktan az para kazandığı gerçeği yatıyor. Profesyonellerin sadece yüzde 5 i ayda 200 bin Frankı geçerken, birkaç yıldız – Romario gibi- milyona ulaşabiliyor.
Borsa futbolu, futbolda Borsa’da oynamayı sever. Londra’nın çok zengin Tottenham kulübünün 1980’lerin ortasında başlattığı ve 1990’larda Avrupa’ya yayılan bu doğal evrim bütün meşin yuvarlak tacirlerinin ufkunu oluşturdu. Kulüpler artık “ borsada kote olanlar “ olmayanlar diye ayrılıyor. Hem futbolun hem de liberalizmin beşiği İngiltere’de ortaya çıkan mali moda, yayılma eğilimi gösteriyor. Manş denizinin öte yakasından 20 kadar kulüp borsada yerini çoktan aldı. Lazio, Ajax ve Grashoppers da onlara katıldı. Yakında Alman ve İspanyol kulüpleri de ” değerli kağıt “ valsine girecek.
Futbolun insansızlaştırılmasının başladığını saptamak için bilim-kurgu alanına girmeye gerek yok. Oyuncuların sanal görüntülere veya “ Show –biz” yıldızlarına dönüştürülmesi, basit bir televizyon naklen yayın izleyicisi olması amaçlanan seyircinin statlardan boşaltılması, tribünlerde VİP’lerin öne çıkarılması, süreç işliyor.
Başka sporlarda olduğu gibi, kuşkusuz futbolda da “ aşırı yükleme “ batağına düşmüş sporcular bulunuyor. Sportif yaşamları süresince aldıkları zararlı ilaçlar, yıkıcı etkilerini ancak emekli olduktan 10 veya 15 yıl sonra gösteriyor. O zamanda ölüm ilanını fark edecek veya doğan engelli çocukları kaydedecek kameralar ve gazeteciler kalmıyor çevrelerinde. 45 veya 50 yaşında ölen sporculara otopsi yapılmıyor. Satıcılar yataklarında rahat rahat uyuyor. Yine spor-futbol dünyasında en iyi saklanan sır dopingdir. Bu konuda sessizlik yasası hüküm sürüyor. Spor imajı üzerine kurulu çokuluslu şirketlerden ecza laboratuvarlarına ve televizyonlara kadar, ortada bir sürü çıkar söz konusu. Gerçek doping bolizan değil paradır.
Futbol Borsa’da, zafer günleri Elysee sarayının merdivenlerinde, moda defilelerinde, magazin dergilerine, internette, karanlık doping koridorlarında, televizyon “ talk show “ larında, video oyunlarında , her yerdedir. Ama statlarda futbola rastlamak giderek güçleşmektedir. Tam bir kendi kendinden türeyen ürün olan futbol, hegemonya hırsı nedeniyle çok ağır tehditler yaşayan bir spor haline gelmiştir. Bugün yeşil sahaların çimleri kaldırılsa, altından yeşil banknotlar çıkar, başka bir şey değil.
Nisan- 2000’de Michel Platini şöyle diyor. “ Üstünlüğün parayla kazanılmadığı bir sistem bulmak gerek. Yoksa bütün yoksullar yok olup gidecek ve zenginler baş başa kalacak. Ben bu amansız kapitalizmi istemiyorum.
Uzun süre futbolun milliyetçilik ve şovenizm tehdidi altında olduğu düşünüldü. Ama gelinen noktada küreselleşme ve sınırların kaldırılması futbolu ticari bir panayıra çevirdi, Hatta “ Futbol A.Ş. “ zaman zaman , ultra liberal kapitalizmin emrinde bir tür Troya atı olduğu izlenimini de uyandırıyor. Evrensel bir sporun özelleştirilmesi, büyük grupların iktidarı ele geçirmesi, genel bir düzensizlik ve kuralsızlık havası, devasa eşitsizlikler, borsa spekülasyonları, Üçüncü Dünyadan gelen işgücünün sömürülmesi, esneklik ve hareketlilik, hızla kazanılan dev servetlerin ortaya çıkması vb. Meşin yuvarlak, küreselleşmenin lüks ve baştan çıkarıcı aynası olarak, halklara çağdaş liberal Mesihçiliğin yeni değerlerini kabul ettirme de etkili bir araç olabilir.
Futbol küreselleşmenin son evresidir. Günümüzde futboldan daha fazla küresel olgu yoktur. İmparatorluğu ne sınır tanır ne engel. Dahası popüler olan, halka mal olmuş tek imparatorluktur. coşan, kendilerinden geçen halkların kendisince fethetmeyi istedikleri tek imparatorluk. Yeryüzünde futbolun fethine direnmek isteyip de direnebilmiş küçük bir adım bile yoktur.
Futbolun, Politika, Kültür ve Psikoloji ile İlişkisi Üzerine Düşünceler
Futbol halkın yeni bir afyonumu dur ? Karl Marks dini, gerçek dünyada çok fazla mücadeleci olmayı engelleyen öte dünya inancını öyle nitelemişti. Onun gibi düşünen bazı sosyologlara göre de Dünya kupası ve uluslararası müsabakalar, İlk çağ Roma’sındaki sirk gösterilerinden başka bir şey değildir. Kitleleri zihinsel faaliyetlerinden uzaklaştıran bu dev gösterilerde seyirciler Ronaldinho’nın hızlı dönüşlerini ya da Zidane’nin bacak aralarını seyrederken, kapitalizme-toplumsal sisteme karşı çıkmayı, onu eleştirmeyi düşünmez. Böylece genel olarak spor, özel olarak da futbol her egemen sınıf projesinin içinde yer alır. Ayrıca en coşkulu futbolseverler en yoksullar arasından çıkmaz mı? Bu argüman kendi içinde çelişkili olsa da ( hangi konuda olursa olsun popüler tutkulara varlıklı semtlerde çok az rastlanır ) sağlıklı bir düşünceye dayanır.
Futbol kimilerine göre halkın afyonudur, ama kimilerine göre de “ Bir ayinin evreleridir “ Bu spor kesinlikle bir din görünümündedir ama ılımlı bir din. Daha az kurumsal ve daha çok kişisel, daha birleştirici ve daha tutku uyandırıcı.
Düşünce okulunun önderleri olan iki öğretim üyesi Jean –Marie Brohm ve Marc Perelmana göre, futbol “ halkın afyonu “ dur, “ halkı aptallaştırma girişimi “ dir, “ sosyal parçalanma “ nın vektörüdür ve bütün bunlar “ zihinlerin Le Pen’leşmesine “ katkıda bulunur, Ulusal Cephe tarafından desteklenirler.
Yine Jean-Marie Brohma göre “ Spor sürekli bir yarışın, nevrotik bir yarışın sosyal sistemidir “. Kitlenin etkisine bağlı sportif gösteriler, kitlelerin siyasal manipülasyonunun parametrelerinden biridir. Bunlar, totemleştirme, ritüelleştirme, “ kurban “ törenleri uygulaması, kitlelerin “ ilkel “ heyecanlarının canlandırılması, tümüyle yapay yoldan hayal edilen bir “ biz “ le bağdaşan bir sportif kitlenin/ sürünün yaratılması aracılıyla milli ve milliyetçi duyguların yeniden doğmasını ya da ortaya çıkmasını sağlayan unsurlardır.
Yine bu çizgide yer alan isimlerden Patrick Vassort da sporun başka kusurlarından söz ediyor. Ona göre spor, kurulu düzenin meşrulaştırılmasında bir işleve sahiptir. Gerçekten de herkesin herkesle yarışması ya da mücadelesiyle ( eşit silahlarla ), demokratik eşitlikçiliğin sportif düşüncede özünü bulacağı türde bir “ liberal ve sportifleşmiş “, idealize edilmiş tolum imajının üretilmesi öngörülür. Sporun-futbolun devletin ideolojik aygıtı olmak gibi bir işlevi vardır. Baskı altında tutulan halka siyasal ve ekonomik çıkarlarını unutturur. Dolayısıyla güçlü bir uyutucu güce sahiptir. Ama spor aynı zamanda bir cinsel bastırma faktörüdür. Yine bu etkinliklere bağlı sembolik birikim ve zevk yaratan bedensel faaliyetler sırasında harcanan çabalar ve çekilen sıkıntılar aracılıyla, libidinal etkiler bağlı sosyal düzensizliklerden kaçınabilme olanağı verir.
Siyasal iktidarların sporu propaganda amacıyla kullandıkları kesinlikle bilinen bir şeydir. Ama bunu her zaman başardıklarını söylemek de pek mümkün değildir. Tersine spor salonu, baskının, sokağa ya da toplantı salonları gibi başka salonlara göre daha zor örgütlenebileceği, iktidarın reddedildiği yer olabilir. Taraftarın mutlaka uysal olması gerekmediği gibi stat onun için özgürce protestoda bulunabileceği bir sığınak olabilir ve bu işi sokaklarda ceza ya da baskı görmeden yapması mümkün olmayabilir.
Güç kültürünü, erkekliği ve egemen olma iradesini yücelten Roma ve Berlin’in, faşizm ve Nazizm altında, dünya görüşlerinin sportif müsabakalara uyarlanabileceğini anladıklarını keşfetmek hiç de şaşırtıcı değildir. 1936 Berlin Olimpiyatlarının Nazi rejimi tarafından araç olarak kullanılması çok çeşitli yorumlara yol açmıştır. 1934’te İtalya’da yapılan Dünya Kupası bu bağlamda model ve öncü olmuştur. Mussolini bu olayı, faşizmin bütün öteki rejimlere üstün olduğunun kanıtı gibi göstermek amacıyla her şeyi son derece bilinçli ve titiz şekilde ayarlamıştı.
Roma’da 1934 Dünya Kupası için inşa edilen stada ise “ Mussolini Stadı “ denmiştir. 10 Haziran 1934’te 11 İtalyan futbolcu, final maçında gururla Duçe’ye doğru faşist selamı veriyordu.
Yine en önemli gerilla grubu Montorenos da dahil olmak üzere cunta karşıtları, yabancıların Arjantin’e gelip, diktatörlüğü ifşa etmelerini istiyordu. Sonuç olarak Arjantin’li gerillalar amaçlarına ulaşamadı. Dünya Kupası maçları oynandı ve bu kupaya katılmaya hak kazanan hiçbir ülke boykot etmedi kupayı, üstelik kazanan da Arjantin oldu. Ama maçlardan önceki aylarda ve maçlar sırasında dünya basını, cuntanın işkenceleri ve cinayetleri ile ilgili röportajlarla dolmuştur. Dünyanın her yerinde boykot komiteleri kurulmuş ve boykot çağrıları yapılmıştır. Arjantin rejimi bütün çıplaklığıyla sergilenmiş ve gösteri pek iç açıcı olmadığından askeri rejimin umduğu reklam, karşı reklama dönüşmüştür. Tribünlerde seyirciler “ se va acabar, se va acabarla dictatura militar ,“ “ askeri diktatörlük bitecek, askeri diktatörlük bitecek “diye bağırmıştır.
Meksika yönetimi, popülaritesini yükseltmek için, sihirli şurup olacağını sandığı 1986 Dünya Kupası organizasyonuna güveniyordu. Ama gecekondu sakinlerinin sokaklarda “ fasulye istiyoruz, gol istemiyoruz “ diye bağırarak gösteri yapmasını hiçbir şey engelleyememiştir.
Anarşist ya da sosyalist militanlar, yüzyılın başında Latin Amerika’da futbolun yaygınlaşmasını, halkı baskın altında tutmayı amaçlanan emperyalist bir manevranın sonucu gibi görmüşse de bu düşünce kalıcı olmamıştır. Argentinos Juniors Kulubü ilk kurulduğunda, 1 Mayıs’ta asılan anarşistlerin anısına Chicago Kurbanları adını taşıyordu. Buenos Aires’teki bir anarşist kütüphanesindeki kurulan Chacarita kulübü içinde yine aynı tarih seçilmiştir. O dönemin özgünlüğünde, futbolu, bilinçleri uyuşturan bir oyun gibi görmeyen ve yücelten bazı entellektüeller çok kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında büyük İtalyan Marksist entelektüel Antonio Gramci “ Açık havada oynanan bu yüce ve insani oyun krallığını “ övmüştür. Che Guevera ve Bob Marley, kendi alanlarında kesinlikle baskıcı tipler olarak tanınmayan bu isimler, büyük futbol tutkunlarıydı.
Yine kulüp aynı zamanda bir “ telafi yanılsaması “, “ siyasal çatışmaların göstergesi “, “ milliyetçi taleplerin katalizörü “, “ iktisadi mücadele aracı “ ve “ çağdaş kolektif değerlerin alegorik yansıması “ haline gelmişti. Böylece Real Madrid Barcelona maçları önemli iddialar taşıyordu. Öncelikle sosyal bir şoku yansıtıyorlardı, Çünkü İspanya’da devam ayrılıkçı bölünmeleri simgeliyor ve böylelikle “ Kolektif hayallerin yansıtılmasına, yani iki İspanya arasındaki çatışmanın sahnelenmesine “ olanak veriyorlardı.
Sovyet döneminde Dinamo Kiev de aynı biçimde Ruslara karşı Ukrayna’nın kimlik göstergesiydi. Dinamo’nun, Spartak Moskova’ya karşı aldığı galibiyetler, 1991 yılında gerçekleşen bağımsızlığa kadar Moskova iktidarına karşı koymanın ender rastlanan biçimlerinden biriydi. ( Moskova karşısında ya da başka takımlar karşısında ) 1942’de bir Alman takımına karşı oynamak zorunda kalan ve kazandıkları takdirde ölümle tehdit edilen Dinamo’lu futbolcular bu maçı oynamaktan vazgeçmemiş ve sırtlarında formalarıyla kurşuna dizilmişlerdir. Daha sonra anılarına bir anıt dikilmiştir.
Öte yandan Cezayir’de, Arjantin’de ( 1978 Dünya Kupası da dahil olmak üzere ) ve Humeyni döneminde İran’da stat tribünleri, siyasal tribünler olarak kullanılmıştır. İran’da, 1998 Dünya Kupası elemeleri sırasında büyük sevinç gösterileri yapılmış erkekler ve kadınlar - yasaklara rağmen- neşe içinde birbirlerine karışarak kutlamalar yapmıştır. İran takımının eski kaptanı, “ 1980’li yılların başında birçok maçın sonunda gösteriler düzenlenmiştir. Humeyni’ye muhalefet edenler, tek tek kimlik tespitinin zor olduğu kitleler içinde etkinlik gösteriyordu “ diyor. Bu kupaya katılmayı başaran İran, 2002’de kupaya katılma olanağını kıl payı kaçırır ve kamuoyunun büyük bölümü bu felaketten rejimin futbolcularını sorumlu tutar. Onlara göre İran takımının bu kupaya katılması durumunda kadın erkek, genç yaşlı demeden herkes bir arada bir coşku patlaması yaşayacaktı ve tutucular bunu engellemişti.
Yine futbol, “ aydın “ ve okur-yazar muhitlerinde, hele sol cenahta mahcubiyetle yaşanan bir tutku idi. Son yıllarda, galiba yine “80 den sonra,” bu mahcubiyet yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Futbolseverlik, teşhir edilebilir oldu. “ Maç var “, türlü bahanelerle gizlenen bir tasa iken, meşru, hatta “ cenazem var “ gibisinden, misilsiz önemde bir gerekçe mertebesine geldi. Artık toplantı düzenleyenlerin, randevu verenlerin lig fikstürünü ve maç naklen yayınlarını kendiliğinden göz önüne alması, “ timing “ ( zamanlama )açısından isabetli bir duyarlılık sayılır.
Futbola dönük bu ilgi artışı, daha doğrusu ilginin teşhirindeki artış, daha doğrusu futbol ilgisinin tahrif olması, yozlaşması niçin oldu.? Hiçbiri keşif değeri taşımayan bir dizi neden sayabiliriz. Politik faaliyetin baskılanmasının, tümüyle hayatın baskılanmasının getirdiği bir “ ferahlama “ ve “ kafa boşaltma “ ihtiyacı. 1970’lerdeki gibi hiperaktif bir politikanın, hayatın ve insani ilgilerin tümü üzerindeki massedici yoğunluğunun kalkmasıyla bastırılmış ilgilerin, merakların fışkırması.
Futbol maçı, çok gaddar biçimde başka temel doğruları da hatırlatır, özellikle de kendilerinin mutluluğu, başkalarının mutsuzluğu demek olduğunu ( Mors tua vita mea- Sana ölüm, bana hayat ) Yarın yine borçlarım olacak, ama bu akşam kralım. Kısacası, gayet teatral bir tarzda bugünkü dünyaya kapsamlı bir bakış sunar.
Futbolun büyülü kaynaştırıcılığı, gelinen yer, memleket-köken farkını, gelir, meslek, inanç sistemi, deri rengi ve benzeri tüm ayırım unsurlarını silip atıyor, yalnızlık, dışlanmışlık, yoksulluk, ezilmişlik gibi duyguların geçici bir süre içinde olsa unutmasını da sağlıyor. Stadyumda sağlanan kaynaşma yaşamın diğer alanlarına da yayılabiliyor. Stat baskı altındaki tepkilerin dışavurumu için meşru bir zemin oluştururken kitlesel adrenalin salımına izin verecek rahatlama ve uyum da sağlıyor.
Türkçeye 70’in üzerinde kelimenin girmesine neden olan futbol dünyada benzer etkiye sahip! Gol, aut ,penaltı, faul gibi kelimeleri kırsal kesim insanları bile öğrenmiş bulunuyor. Ortalama günlük konuşma haznesinin 300-500 kelime ile sınırlı olduğu düşünülürse futbolun enternasyonal dile de yepyeni bir iletişim ağı kurulduğu görülecektir.
Taraftar anketlerine dayanan bazı çalışmalara göre herhangi bir takımın taraftarı olmayı belirleyen en yaygın neden, babanın ( veya seyrek olarak ananın ) o takımın taraftarı olmasıdır. İkinci büyük etki, oyunculardan biri veya birkaçının kişiliği, görünüşü veya üstün yetenekleridir. Coğrafi nedenler daha sonra gelir, bir şehrin insanlarının genellikle o şehrin takımlarını tutması gibi. Aynı ölçüde etkili başka bir neden, arkadaş ya da arkadaş grubu etkisidir. Takımın başarıları ancak beşinci sırada etkileyici nedendir. Ama o takımı tutmaya devam etmek için takımın başarısı bir numaralı nedendir.
Çatışma kuramcılarına göre, ki Marksistler de bunların içindedir, spor sosyal çatışmaları yatıştırır, düzenin tüm çarpıklık ve haksızlıklarıyla devam etmesine katkıda bulunur. Onlara göre Marks yaşadığı çağda din için “ kitlelerin afyonu “ benzetmesini yapmıştır. Şimdi yaşasaydı spor-futbol kitlelerin afyonu derdi. Ne var ki, düzene karşıt yazarlar arasında aksini düşünenlere de rastlanır. Bir bölümü “ Neo-Marksist “ kategorisinde değerlendirilen bu yazarlara göre, spor taraftarları, sanıldığı gibi apolitik, dünya ve toplum sorunlarıyla ilgilenmeyen insanlar değildir. Aksine müzikle, sanatla, politikayla, taraftar olmayanlara göre daha çok ilgilenirler. Başarılı olmaya, liderlik göstermeye, aktif yaşamaya daha eğilimlidirler. Taraftarlığın sınıf bilincini bozduğu da doğru değildir, bazı durumlarda tersine bu bilinci güçlendirmektedir.
Yine toplumsal mücadelelere duyarsız kalmayan bazı futbolcuların varlığı, futbolun çatışmacı kesimlerdeki saygınlığını korumasına yardım eder. Bir zamanlar Breitner’in, Sokrates’in Maocu oldukları söyleniyordu, ne kadar solcu, ne kadar Maocuydular bilinmiyor. Ne var ki, yakın zamanda önümüzdeki yaşayan örnek, Che ve Castro hayranı Maradona’dır.
Futbol kulüplerinin fakirlere, hastalara ve engellilere destek vererek yardım severliliklerini gösterdikleri bilinir. Ama bir Avrupa kulübünün bağımsızlık isteyen maskeli gerillalara forma ve para bağışında bulunduğu bugüne dek duyulmamıştı. Kulübü, Zannetti ikna etti. İnter Milan takımının, Arjantinli yıldızı kaptan Javier Zannetti antrenmana geç gelen ya da antrenman sırasında cep telefonu ile konuşan futbolculara kesilen cezaların, Zapatistalara gönderilmesi için kulübü ikna etti. Zanetti 5 bin Euro’nun ilk taksiti olan 2500 Euro’yu Zapatistaların yaşadığı bir köye gönderirken yazdığı notta, “ daha iyi bir dünyaya, tüm insanların kendilerine has kültürel farklılıkları ve geleneklerin var olduğu küreselleşmemiş bir dünyaya inanıyoruz. Bu nedenle köklerinizi koruma adını verdiğiniz mücadeleye ve fikir savaşına destek veriyoruz ” dediler. Zapastista taraftarları da yanıt olarak yazdıkları mektupta, “ mücadelemizde yalnız olmadığımızı biliyoruz “ dediler.
İngiltere’de, futbolun sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelişi 19. Yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. Her ne kadar ilk federasyon kupaları genellikle özel okul öğrencilerince kurulmuş amatör takımlarca kazanılmışsa da oyun esas olarak işçi sınıfı eğlencesiydi ve popülerliği ülkedeki dokuda devrimci bir etki yaratıyordu. Futbol tutkusu hızla işçi erkeğin dini haline evriliyordu. Kilise akıllıca bir manevrayla bu hevesi kendi kanalına akıtmaya, denetim altına almaya çalıştı. Ve 20 yüzyılın başlarında bir çok genç rahip, kilise genç takımları örgütlemeye koyuldu.
Sporun felsefesini değiştirmek doğrultusunda geçmişte bazılarının umut bağladığı “sosyalist” ülkeler pratiği, tıpkı, insanı değiştirme uğraşları gibi tam bir hayal kırıklığı tarihidir. Söz konusu ülkelerde kısa zamanda spor bir propaganda silahı, halkı oyalama aracı haline getirilmiş, “sosyalist” ülke yöneticileri sporu tıpkı kapitalist ülke yöneticileri, geri kalmış kapitalist ülke yöneticileri gibi. Hatta faşist devlet yöneticileri gibi bakmışlardır. Sonuç da bu ülkelerde spor, kazanmak için her yolun denendiği, insanın insanı çiğnediği acımasız bir yozlaşma arenasına dönüştürülmüştür.
Futbolun psikolojik etkisine baktığımızda, taraftarların, fanatik olsunlar veya olmasınlar stada giderek maç izlemeleri, orada bağırıp çağırmaları duygusal bir boşalma, gerilimden kurtulma ve stres atmaya yarar. Bir takımın taraftarı olmaksa ise geniş kitlelere bambaşka duygular tattırıyor. Kişi, yapmayı isteyip yapamadığı işleri sevdiği, beğendiği oyuncularla yapmış kadar olur. Birçok insanda özdeşleşme yüksektir. Bunlar bir takımın taraftarı olmakla o takımla ve takımın taraftarlarıyla özdeşleşirler. Grup bulmak ve grup içinde yaşamak, grupla duyguları paylaşmak insanın doğal bir gereksinimidir. Birçok ülkede bu, en kolay şekilde bir takım taraftarı olmakla sağlanır. Kişi, o grup içinde kimlik ve kişilik bulur.
Türkiye Kesitiyle Değerlendirmeye Devam Ediyoruz
1980’li yıllardan itibaren perdelerini açan yeni dönemin belirleyici unsuru, liberal politikaların futbol sahalarındaki yansımaları olacaktı. Ülkenin dış dünya ve dolayısıyla kapitalist sistem ile eklemlenmesinin hızlandığı bu süreçte, futbol dünyasında da bu gelişmenin tezahürleri görünmekte gecikmeyecekti. Sermaye, futbola da tüm haşmetiyle girecekti, Sermaye daha önceki dönemlerde futbol dünyasına kimi zaman kişisel tatmin ve reklam yapabilme, kulüp üzerinden rant sağlama veya kara para aklama gibi nedenlerle girmiş bulunmaktaydı.
Şimdiyse sermayenin futbolu doğrudan şekillendirme ve bir patron mantığıyla yönetme iddiası söz konusu. Futbol dünyası artık tüm dünyada giderek etkinliği ve önemi artan “ endüstriyel futbol “ çerçevesine oturuyordu. Devletin bu süreçte yapacağı katkı, diğer pek çok alanda olduğu gibi, diğer birçok alanda olduğu gibi ihtiyaç duyulan altyapıyı sağladıktan sonra ötesine karışmamaktan ibaret olmalıydı.
Türkiye’de toplumun tarihsel serüveni ile futbolun tarihsel serüveni geride kalan 100 yıllık süreçte birbirlerine paralel ilerlemiştir. Aslında bu durum yalnızca bu ülkeye özgü de değil. Çünkü futbol, doğası gereği , toplumsal, politik ve kültürel gelişmelerin, kolektif çelişkilere ve özlemlere yansıdığı bir aynadır. Oyunun doğasındaki dayanışmacılık, topluluk ruhu ve her an sürprizlere açık olma durumu dolayısıyla kitlelerin kültürel, siyasal ve toplumsal yönelişleri ve arzuları ile bağlantı kurabilen bir niteliğe sahiptir. Bir örnek vermek gerekirse, fabrika ve madenlerdeki işçilerin zorlu pratiğe katlanabilmek için sahip olmak durumunda oldukları bedensel dayanıklık , güç, kuvvet ve sertlik, mücadele azmi gibi özelliklerin futbolun doğasındaki varlığı, bu oyunun onlar tarafından benimsenmesine hatta ondan öte içselleştirilmesine katkıda bulunmuştu. Almanya’nın gerçek bir işçi kulübü olarak bilinen Schalke 04 takımının çok uzun yıllar başarıdan uzak kaldığında bile popülerliğini korumuş olması bu durumun bir yansımasıydı. Futbol bu dünyanın adaletsizliklerini ve yanlışlarını örtmez, tam tersine bazen de o dikdörtgen biçimindeki oyun alanında bu durumu görünür kılar. Ama işte tam da bu, bu oyunla özdeşleşmenin bir nedeni olabilir.
Türkiye’de önemli bir gelişme de sendikal alanda yaşanıyor. 35 Mayıs 1965, Türkiye Profesyonel Futbolcular Sendikasının kuruluşunun ilan edildiği tarih oluyor.
Sendikaca, 6 Kasım 1972 tarihinde yapılan genel kurulda büyük tartışmalar yaşanacak ve ağırlığını sol görüşlü bir grup futbolcunun oluşturduğu üyeler sendika yönetimini ele alacaklardı. O günkü gazetelerin “ sendikaya faal futbolcular el koydu “ manşetiyle duyuracakları bu gelişme neticesinde Galatasaray’da oynayan Muzaffer Sipahi başkanlığa seçilmişti. Yine Galatasaray’da oynayan Aydın Güleş, Metin Kurt, Fenerbahçeli Ercan Aktuna, Beşiktaşlı Sabri Dino ile İstanbulsporlu Mete Bozkurt da yönetim kurulu üyeliklerine gelmişlerdi. Devrim niteliğindeki bu olay, Türkiye’nin askeri darbe sonucu deyim yerinde ise “ alacakaranlık kuşağı “ na sürüklendiği koşularda sonuç getirmekten uzak kalacaktı. Üye sayısı artan sendikanın yönetimine 1974 yılında yapılan genel kurulda Şükrü Gülesin bir kez daha seçilecek ve aktif futbolcular yönetimden çekilmek zorunda kalacaklardı. 28 Mayıs 1975 tarihindeki genel kurulda ise sendikanın adı bu kez Futbol-İş ( Türkiye Futbolcular, Antrenörler, Masörler Sendikası ) olarak değiştirilecekti.
Sonuçta, Türkiye’de futbolla-siyasetin ilişkisi, her dönemde iki taraflı çalışan bir mekanizmaya dayanıyor. Siyasetin, futbolu kullanarak kitleleri yönlendirmeyen ya da etkilemeye çalışması gibi tek yönlü süreçten söz edilemez. Aynı zamanda futbol dünyası da ayakta durabilmek için siyasete ihtiyaç duydu. Çünkü futbol dünyası kendi dinamikleriyle ayakta duracak güce ve özgüvene sahip değildi. Bu yüzden de siyasetin ister doğrudan, isterse dolaylı yollardan futbola müdahil olması hiçbir zaman yadırganmadı. Hatta çoğunlukla maddi ve manevi getirileri açısından olumlu ve gerekli sayıldı.
Umberto Eco’nun futbol üzerine değerlendirmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Eco, Daha az siyasal tartışma ve daha çok eğlence sosyolojisiyle meşgul olmak belki de en iyisi. Bir Pazar günü futbol maçı varken devrim yapmak mümkün mü?
Diğerlerinin yanı sıra futbolda, yalan üzerine kurulu söz konusu göstergelerden biridir. Futbol, oldukça ciddiye alınan ve bazen vahim sonuçlar doğuran bir yarat ve inan oyununun oynanmasını sağlayacak biçimde kültürü yamyamlaştırır ve gülünçleştirir.
Hiçbir öğrenci hareketinin, hiçbir kent ayaklanmasının ve hiçbir küresel protestonun ya da yapabilecek herhangi başka hiçbir şeyin ( bunların çok önemli oldukları kabul edilse de ) asla gerçekleştiremeyeceği bir şey vardır. Bu şey, bir pazar günü futbol sahasını işgal etmektir.
Spor sohbeti konuşmacının, hiçbir ceza korkusu olmaksızın duruş belirlemesine, fikir beyan etmesine, çözümler önermesine izin verir. Çünkü tartışma konusu, konuşmacının güç alanının ötesindedir. Taraftarın konuşan bir özne olarak ne oyunun oynandığı spor etkinliği alanına, ne de onun güç koridorlarına müdahale etmesine dair olumsal bir olanak söz konusudur. Spor gevezeliği, konuşmacının yorumcu, soruşturmacı rolünü oynarken sergilediği taraflı tarafsızlıktan hareketle sorumluluktan muaf olmayı gündeme getirir. İçi bütünüyle cehaletle dolu bir “ boş tartışma “ uğruna enerji sarf edilir. Ve bu cehalet , ateşli anlatım için kullanılan fatik konuşma içine bütünüyle batmış olan konunun dış görünüşünün ardına gizlenir. Bu durumda spor gevezeliği, siyasal tartışmayı en iyi ikame eden şeydir. Siyasal tartışma içindeki eleştirel hareketler spor gevezeliği içinde toplumsal bağın paralel biçimleri olarak taklit edilir.
Yine Eco’nun deyişiyle “ Dolayısıyla hiçbir devrimcide spor gevezeliğinin gerçekleştirilebilirliğini devrimcileştirme cesareti olmayacaktır. Bu durum, ifade özgürlüğü hakkının kösteklenmesi anlamına gelecektir.” Yurttaş, sloganları spor gevezeliğine dönüştürmek ya da aniden reddetmek suretiyle protestonun başına geçecek ve umutsuz bir güvensizlikte, son derece akılcı sözsel kuralın gerektiği gibi yerine getirilmesinde aklın işin içine girişini kontrol edecektir.
SONUÇ YERİNE ÇÖZÜM ÜZERİNE
Yazı boyunca futbol üzerine Marksizm alanı kapsamında düşündüğümüz hemen her önemli değerlendirmenin bütün yönlerini ele almaya çalıştık. Girişte de be belirtmiştik, futbol kendi orjini ve otantikliği içinde spesifik bir alandır. Dolayısıyla sonuç ve çözüm önerilerimiz reçete sunmayan, mutlakları olmayan, indirgemeci ve tümden inkarcı olamayan öneriler olmalıdır. Ayrıca özellikle spesifik alanlar için daha da önem arz eden ütopyaları ve tahayyülleri de unutmamalıyız.
Marksistler-Sosyalist-Komünistler için futbol alanındaki bazı “ sıkıntıları “, “açmazları “, “zafiyetleri “ ele almanın konunun netleşmesi ve var olan boşlukların doldurulmasına katkı sağlayarak önemli bir “rahatlama “ yaratacağını düşünüyoruz.
Daha önce girişte de belirtmiştik, eğer geniş kitleler kendi birçok önemli sorunları için eylem, gösteri ve yürüyüş yapmaya istenilen ve yeterli düzeyde ( parasız olmasına rağmen ) gelmiyorlarsa bu ciddi bir sorundur. Futbol maçlarında ise özellikle büyük takımların maçlarında paralı olmasına ( Ki değerlendirmede gördük gelirlerinin önemli bir bölümünü ayırılıyorlar ) rağmen statlar doluyorsa sanırız bunun izahı basit değildir. Yukarıda yapılan değerlendirmelerden ve Marksizm’in evrensel ilkelerinden aldığımız referansla ( Elbette diğer her konu içinde geçerlidir ) düşüncelerimizi belirtmek istiyoruz.
Elbette kitlelerin bilinçli olmaları önemlidir. Bilinçli kitleler kendi eylemlerine gelirler maçlara gitmezler veya hem eyleme gelirler, hemen uygun zamanda maçlara giderler. Ama bilinen bilinçli kitleler eyleme değil, maça gidiyorlarsa işte spesifik alan ve bizlerin üzerinde durmamız gerekende bu durumdur. Elbette bilinçli olmanın yeterli olmasının öneminin bu tavırda etkisini bilsek de, bilinçliliğin yeterli olmasına rağmen böyle bir tavrın alınması dikkat çekicidir. Bu durumun açıklaması zor olsa da şunları söyleyebiliriz.
Kapitalizmin adeta görünmez eli insan dünyasının derinliklerdeki gizemleri dahil yaşamdaki tüm önemli değerleri yıkıp-yok ettiği ve çaldığı noktada insanlar kendiliğinden de olsa yeni arayışlar içine girmişlerdir. Bu durumda eylemdeki korkular, kitlenin kendi iç sorunları, kazanmanın zorluklarında bunalmışlığın etkisiyle olsa gerek geleceğin değil de hemen şimdinin aranması sonucu maça gitmenin seçilmesi adeta zorunlu olmaktadır. Maç çalınmış tüm değerlerin, sevinç, üzüntü, heyecan, boşalım, isyan, kavga vb. yaşandığı alandır. İnsan otantikliğinde olması gereken bu değerlerin boşaldığında- boşaltıldığında doldurulması gerekmektedir. Tabiat boşluk kaldırmaz tezinden hareketle bu boşluğu maçlar doldurmaktadır.
“ Bilinçsiz kitlelerin “ eyleme değil de maçı seçmelerinin bilinen birçok nedeni söylenebilir ama şu nedenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu kitleler maçı kendi alanları olarak gördükleri için kendi alanlarını kaybetmek istememektedirler. Analoji uygunsa anne-babanın çocuklarını “kaybetmek” istememeleri gibi, onun için para vermekten, zaman harcamaktan kaçmamaktadırlar. Çünkü bunları yapmazlarsa adeta yaşam alanlarını kaybedeceklerdir. Kendi alanlarına sahip olma duygusu para ile alınan şeyin kalıcılığıyla birleşince işlem tamamlanmaktadır. Çünkü bu alanların kalıcılığının ancak kendi parasal harcamalardan geçtiğini bilmektedirler, düşünmektedirler. Onun için pahalı maç biletleri, taraftarlık giysileri vb. olmayı adeta bir görev olarak görmektedirler.
Yine girişte belirttiğimiz seyirci profilinin sınıfsal durumu ilgili yanlış anlaşılabilecek bir konuyu açıklamak istiyoruz. Yazı içindeki değerlendirmede seyirci-taraftar profilinin eski döneme göre değiştiği tespitleri yapılmaktadır. Ve sınıfsal duruma ilişkin de seyirci çoğunluğunun orta-sınıfa mensup insanlardan oluştuğu belirtilmektedir. Elbette eski dönemlere göre üst, orta, alt-orta sınıfların maçlara daha fazla sayıda geldiği görülüyor. Ama işçi sınıfının değişen durumunu dikkate aldığımızda mavi-yakalı işçilerin yanında hizmet üreten beyaz-yakalıların ( önemli bir çoğunluğu orta sınıf değil ) işçi sınıfının parçaları olduğunu söylüyoruz. Öğretmen, doktor, mühendis vb. leri de işçi sınıfı ve daha genel olarak da emekçiler içinde gördüğümüzden çoğunluğu bunların oluşturduğunu düşünüyoruz.
Diğer Önemli Gördüğümüz Tespit ve Değerlendirmelerle Devam Ediyoruz
Marks’ın “ Din bir afyondur “ önemesini uyarlarsak “ futbol bir afyondur” evet futbol hem bir afyondur, hem değildir. Afyondur, bilinçli-bilinçsiz geniş kitlelerin ( daha öncede açıkladığımız gibi ) kendi sorunlarını es geçtikleri açıktır. Yine uyutuldukları, zamanlarının, enerjilerinin, gelirlerinin çalındığı da bilinmektedir. Egemenlerin adeta kitlelerin dondurulması noktasında sigortası çimentosu, can simidi olduğu, kendi mütevazı gelirlerini futbola ayırarak daha da yoksulluk, yoksunluk çekiyorlar ve futbol baronları sürekli zenginleştiriyorlarsa futbol bir afyondur. Ama toplumsal olaylara duyarlı, kendi sorunlarını dikkate alan, insanı ilgilendiren her alan bizim alanımızdır önermesinin referansıyla her alanı yük değil, keyif olarak görüldüğü noktada futbol farklılaşmaktadır. Yine futbol insan otantiğinde olan sevinç, üzüntü, heyecan, kavga, isyan vb. değerlerinin diyalektik toplamını oluşturduğunda bir eziyet, zehir değil adeta bir toplumsal “ rahatlama “ aracı olabilir.
Sol-sosyalistlerin futbolla ilgilenmelerinin zafiyet veya düşüklük, ilgilenmemelerinin güçlülük, yükseklik, entelektüel doluluk görülmelerinin bilimsel envanterinin yapılamayacağı söylenmektedir. Yazı içinde yapılan değerlendirmelerde de görüldü ki, taraftarlık bir etkilenme sonucu oluşuyor. Dolayısıyla sol-sosyalistlerinfutbol ile ilgileri bir etkilenmeyse, ilgilenmemeleri de etkilenmemedir. Bu noktada doğru anlayış ve özellikle tavır empati yapmak olmalıdır. Yani futbolla ilgilendiklerinde örneğin “ burjuvazinin tuzağına düşmüşler “ söylemi yanlışsa, ilgilenmediklerinde “ ot gibi yaşıyorsun” söylemi de yanlıştır. Empatinin buradaki karşılığı iki eğiliminde birbirlerinin dünyalarına karışmaktan kaçınmalarıdır. Unutulmasın her iki eğilimin rolleri değişebilir, değişmiştir. Dolayısıyla bu iki eğilimden birisi için futbol afyondur, diğeri için spordur. Belki de en doğrusu “ üçüncü “ bir eğilim olarak hem bir afyon, hem de spor olmasıdır. Yaptığımız değerlendirmeler doğru okunur, anlaşılır ve kavranırsa, yine kendi aralarındaki futbol yüzünden sözlü, fiziki kavgalar da azalır, giderek de sonlanır diye düşünüyoruz.
Bu Bölüme Sonuç ve Çözüme Katkı Sağlayacak Değerlendirmelerle Devam Ediyoruz
Küreselleşme akıntısına katılan, bütün sınırları ( fiziksel, zihinsel ve ahlaki ) yıkan futbol, evrenselliğini yitirip akılcılaştırılmış ve sıradanlaştırılmış basit bir eğlence endüstrisine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu endüstrinin tek amacı mali verimliliktir. Bu sporda özel ve birleştirici masum ve güzel, değersiz ve ucuz, ama kendine özgü ne varsa yeniden bulmak için, onu kendi sevgili öğrenim alanına geri göndermek gerekmektedir. Yine dikdörtgen çim sahasına hapsetmek, futbol aşıklarına ve amatörlere geri vermek en yerinde hareket olacaktır.
Futbol bir oyun, bir eğlencedir. Ya da daha doğru bir ifadeyle, bundan başka bir şey olmamalıdır. Zararsız ve heyecanlı bir gösteri, 1,5 saat süresince içinde yer alınan bir eğlence, paylaşılan bir zevk anı. Bu sporun en ince yorumcularından biri olan Christian Bromberger “ çatışmaya anlamını ve ilginçliğini kazandıran taraftarlık tutkusu” nu incelemiş, “ stadyumlarda çınlayan kimlik belirleyici sloganların menzili “ni kimsenin gönlünü almaya kalkmadan, ama gereksiz korkulara da kapılmadan yerli yerine oturtmuştur.
Futbol nasıl kurtulabilir? Onu tabandan ele alarak. Futbolu, onu ele geçirip bozan sermaye sahiplerinden ve imaj üreticilerinden taraftarlara geri vererek. Oyuncuların yıldızlaştırılıp, taraftarların şeytanlaştırılması aynı mantığın ürünleridir. Birilerini yükseltmek, diğerlerini alçaltmak, bu açıdan taraftarın duruşundaki evrim anlamlıdır. Başlangıçta ayakta maç izleyen taraftar şimdi ya televizyon karşısında yatmakta ya da statlar da oturmaktadır. Güvenlik nedenlerinden dolayı, statlarda artık sadece oturularak maç izlenebilecek yerler satılmakta, buna karşılık ateşli taraftar, özellikle de açık tribün taraftarı yine de gösteriyi ayakta izlemeyi tercih etmektedir.
Dünyanın en popüler sporunun, paranın ve paragözler imparatorluğunun etkisi altına girmesi ihtimali, taraftarlık tutkusunun ve maçların dramatik yoğunluğunun öylesi bir gelişmeden ölümcül biçimde etkilenmesi ihtimali korkutuyor. Maçın önceden oynanmış olduğu, hiyerarşilerin tartışılamayacağı, küçüğün büyüğü yenebileceğine dair en küçük bir umudun kalmadığı, yorumcunun, fanatiğin, taraftarın, televizyon seyircisinin sürprizle karşılaşması ihtimalinin olmadığı kanaati yaygınlaşırsa bu durum sadece yatırımcıları rahatlatır. Futbolun tüm öteki aktörleri ya da aşıkları umutsuzluğa düşerler. Bu noktaya gelindiğinde statlar boşalacak, yatırımcılar davayı kaybedeceklerdir.
Türkiye’de devrimci dalganın yükseldiği dönemlerde solun etkisiyle aydınlar, entelektüeller arasında spor küçümsendi. Yalnızca izleyici veya taraftar olmak değil, etkin spor yapmak da küçümsendi. Ama gericilik yıllarında, özellikle 1980 darbesinden sonra sol aydınlar arasındaki bastırılmış spor aşkı ve fanatik duygular patladı. Mafyacılarla solcu yazarlar, kontrgerillacılarla liberal aydınlar, büyük patronlarla sosyalist emekçiler aynı takımların taraftarı olmakta bir beis görmemeye başladılar. Şüphesiz bu her ülkede yaşanan doğal bir durumdu. Ama özellikle profesyonel futbol, ülkedeki büyük gelir dağılımı eşitsizliğinden temel alıyordu ve bir bölümü kara paradan sağlanan muazzam serveti, bu büyük gösteri dünyası içinde bir avuç yıldıza dağıtıyordu. Üstelik, dönen büyük paralar nedeniyle sporda hemen her yerde görülen kirli ilişkiler, pis oyunlar katbekat abartılmış boyutlarda cereyan ediyordu.
Ne var ki, pek çok konuda kirlilikten toplumun çürüdüğünden bahseden bir çok solcu, sosyalist veya liberal aydın, futbol konusunda dönen dolapları hemen hiç görmüyor ve fanatik taraftarlıklarına en ateşli bir şekilde devam ediyorlardı. Elbette bu, hayli dolaylı bir biçimde de olsa aydınlara, okumuşlara olan güveni ve bu arada solun kendi içindeki değerleri erozyona uğratıyordu. Söz konusu tablo bugünde aynı ciddiyeti ( ya da ciddiyetsizliğiyle ) devam etmektedir. Garipsenecek önemli bir özellik de, birçok insanın ( istisnalar dışında ) çocukken tuttuğu takımı daha sonra istese de bir türlü değiştirememesidir.
Sosyalist, anarşist eğilimli spor ve futbol insanları kendilerini bir şekilde diğerlerinden ayırmak zorundadır. Sporu toptan inkar etme ve hastalıklı spor düşmanlığı yaymayla gösteri sporunun uyuşturucu etkisi hiçbir zaman azaltılamaz. Profesyonel spora karşı amatör sporları öne çıkaralım, anlayışı da gerçekçi olmayan zorlama bir anlayıştır. Önemli olan, profesyonel gösteri sporları içinde kırılma noktaları yaratmak, bilinç açıcı, ani uyarıcı yabancılaştırıcı etkiler yaratabilmektir. Spordaki yolsuzlukların, spor dışı güç mücadelelerinin açığa çıkarılması bunun yollarından yalnızca biridir.
Bu nokta da tüm değerlendirmelerden aldığımız referansla Marksizm çerçevesinde alternatif çözümler üretmeye çalışacağız. Unutmayalım daha önce de söylemiştik, çözümlerimiz yalnız gerçek ve gerçekleşebilir olanları değil, ütopyaları ve tahayyülleri de kapsayacaktır.
Çözümlemelerimiz birbirleriyle diyalektik ilişki içinde sistem ( küresel kapitalizm ) sınırlarında olan çözümleri ve sistem ( kapitalizm ) dışı olan sosyalizm-komünizmdeki çözümleri kapsayacaktır.
Kapitalizmin yıkma-yok etme politikaları nihilizm ve narsizmi de içine alarak bütün alanlarda ve bütün şiddetiyle devam etmektedir. Konumuz olan futbolda bu durumdan kendine üzerine düşeni ( kendi spesifik ve otantikliğinden dolayı ) fazlasıyla almaktadır. Öncelikle şunları söylüyoruz. Marksistler, sosyalistler-komünistler futbolu iki uç noktada ( yani kısaca her şey futboldur, futbol hiçbir şeydir ) değerlendirmeleri onların futbol konusunda bu çerçevede bile olsa nötr ve tarafsız oldukları anlamına gelmemelidir. Elbette taraf ve net olmalıdırlar. Aslına uygun bir şekilde kapitalizmi yıkmak ve sosyalizm-komünizmin inşası her durumda temel ve belirleyicidir. Çünkü komünistler bilirler ki futbol alanının gerçek spor olması ve güzellikleri de buradan geçmektedir. Ama unutmayalım aslına uygun ve başarılı bir sosyalizm 1929’dan sonra Rusya’daki değildir. Çünkü o sosyalizm değil bürokratik devlet kapitalizmidir. Yazı içinde de gördük ki bu alandaki hemen tüm olumsuzluklar özellikle bu dönemde yaşanmıştır. Dolayısıyla sosyalistler-komünistler mutlakları ve tutuculuğu dışlayarak kendi literatürlerine bağlılıktan taviz vermeden konuya yaklaşım göstermeliler. Yani faşistlerle, futbol baronları ve patronlarıyla taraftarlık benzeşimiyle bile olsa yan yana, kol kola olmamalıdırlar.
Bu bölümde kapitalizm sınırlarında diyalektik saiklerle nasıl çözümler üretilmeli, ne yapılmalıdır onların üzerinde değerlendirme yaparak devam ediyoruz.
Sosyalistler-komünistler statlarda veya başka alanlarda karşılaştıkları seyirci ve taraftar topluluklarıyla öğretmen-öğrenci diyalektik ilişkisi içinde onların kendi ekonomik ,politik, demokratik sorunlarına sahip çıkmak için çaba göstermelidirler. Ayrıca futbol alanındaki kendilerini de doğrudan etkileyen olumsuzlukların azalmasının da bu mücadelelerden geçtiğini kavramalarına katkı vermelidirler.
Geniş çalışan emekçi kitleler için maç bileti fiyatlarının gelirlerine göre çok uçuk ve yüksek olduğu bilinmektedir. Bunu ortadan kaldırmak yani maçları parasız yapmak kapitalizm sınırlarında hemen hemen imkansız olarak mümkün gözükmüyor. Hatta bu durum sosyalizm-komünizme geçiş evresinde bile gerçekleşmesi zordur. O halde yapılması gereken bilet fiyatlarını aşağıya çekmek ve yani ucuzlatmaktır. Bunu kazanmak için somut, suni zorlamalardan kaçınan eylemlilikler hayata geçirilmelidir. Bunlar ise asgari bile olsa sonuç alıncaya kadar maçlara gitmemek, boykot etmek veya maçlara gidildiğinde maçların temel tezahüratının bu konu olmasının sağlanmasına çalışmaktır. Yine stat dışında konunun sıcak kalmasını sağlamak için ajitasyon, propaganda, örgütlenme ve yürüyüş, gösteriler yapılmalıdır. Mümkün olduğunca bu faaliyetlere bilgilenme ve katılım anlamında futbol dışı kitlelerinde desteği, onayı alınmaya çalışılmalıdır.
Özellikle amatör futbolcuların ve belirli bir elit profesyonel futbolcu dışında geniş futbolcu kümesinin hak arama yoları ve araçları sınırlı veya yoktur. Futbol oynarken elit profesyonel dışında diğer profesyonel futbolcularında parasal anlamda geçim derdi ve sorunları yoktur. Ama sakatlık geçirip futbolu bırakmak zorunda kaldıklarında ( birikimleri olan istisnalar dışında ) ciddi ekonomik, sosyal, psikolojik sıkıntı ve sorunlarla karşılaştıkları çokça görülmüştür. Dolayısıyla hak arama yollarını açmak için örgütlenmek olmazsa olmazdır. Bunun da en temel araçların sendikalar yer yer de derneklerdir. Elbette nasıl olursa olsun sendikalaşalım anlayışının bu topraklarda ciddi olumsuzluklar yaşattığı bilinmektedir. Onun içindir ki sendikalar sınıf-kitle kimlikli olmalılar ve yönetim ve bütün organlarında futbol baronlarının değil futbolcuların ağırlığı olmalı ve futbolcuların otantik, temel ekonomik, demokratik taleplerini kazanmaya çalışmalıdırlar.
Futbolda yukarıdan aşağıya üç temel dominant aktörler bulunmaktadır. Bunlar hiyerarşi anlamında futbolun patronları ( kulüp başkanları ), futbol baronları ( bunların içine elit teknik hocaları da koymalıyız ) futbolcular, taraftarlar-seyircilerdir. Marksistler, komünistler her durumda ezilenlerden yana ezenlere karşı olduklarından futbolun patronlarına ve baronlarına karşı doğru talepleri savunan futbolcuları desteklerler. Ama aynı zamanda geniş emekçi kitlesinin gelirlerinin azlığına karşılık en azından elit bir futbolcu kümesinin gelirlerinin astronomik boyutlarda olmasına ve lüks içinde yaşamalarına da karşı olmalılar, geniş kitle anlamında futbol taraftar-seyircisini de kendi gelirlerini yükseltmek için mücadeleye davet etmelidirler.
Kapitalizm sınırları içinde, hatta geçiş evresinde bile varlığını bir aşamaya kadar sürdürecek olan profesyonellik ve amatörlük çelişkisinin varlığı inkar edilmese de, profesyonellere karşı amatörleri desteklemek zorunludur, gerekmektedir. Amatör futbolcuların kişisel ve kulüpsel tüm hemen her ekonomik-demokratik talepleri desteklenmelidir. Yine yeteneklerinin daha üst takımlarda oynamalarının önündeki barikatlar da en az seviyeye indirilmelidir.
Futbolcular konuşmaz, özellikle toplumsal veya siyasi konularda konuşmazlar anlayışının yanlışlığı görülmeli ve futbolcularda konuşur, konuşmalıdırlar anlayışı için mücadele etmelidirler. Futbolcular, futbol patron ve yöneticilerinin, baronlarının özgürce konuşabildiği ( unutmayalım bunların her konuştukları konu geniş anlamda siyasetin içindedir. Dar anlamda kendilerinde siyasete girmemeleri kendi otantik çıkarları gereğidir ) her konuyu konuşabilmelidirler. Bu konular kendileri için önemli konular olabileceği gibi, diğer geniş toplumsal kesimlerin toplumsal, ekonomik, sosyal, demokratik konularını da kapsamalıdır. Örneğin daha önce açıklamaya çalıştığımız maç bileti fiyatlarının ucuzlatılması konusunda da konuşmalıdırlar, belki yer yer mücadeleye de katılmalıdırlar. Yeri gelmişken belirtelim özellikle haftalık maç gelirlerinin büyük takımlar baz alındığında sıcak para anlamında önemli sayılacak patronların gelirlerine yaklaştığı görülmektedir. Dolayısıyla maç biletlerini ucuzlatmak zor değildir. Futbolculara konuşma özgürlüğü kendiliğinden verilmeyeceği bilindiği için bilinçli çabalar, mücadeleler gerekmektedir. Bu mücadele de en geniş futbolcu katılımı ve taraftar-seyirci katılımı, hatta mümkünse futbol dışı kitlenin de desteği ile kazanılacaktır.
Taraftarlar-seyirciler arasında holiganizmden kaynaklanan ölümlere, yaralanmalara yol açan kavgaların azalması için ciddi çabalar gerekmektedir. Bu kör, mantık dışı şiddeti azaltacak olan şiddetin faillerinin ortak ve bilinçli çabaları gerekmektedir. Futbol patronlarının, baronlarının, hatta futbolcuların çabaları da şiddetin azaltılmasına katkı sağlasa da bunların esas derdi kendi çıkarları olunca çözüme katkı kadük kalmaktadır. Bilinmelidir ki bu futbol elitlerinin bazı taraftar grup liderlerine ve diğerlerine, ekonomik destek, maç biletlerinin parasız verilmesi vb. destekleri şiddeti adeta teşvik etmiştir. İşte bu noktada kavgacı taraftarlar bu kavganın kendilerine bir şey kazandırmadığı aksine çok şey kaybettirdiklerini görerek hareket etmelidirler. Çoğunlukla belki de diğer birçok alanda ortaklaşa hareket edecek bu insanlar kavganın kör ve mantık dışı olduğunu anlamalıdırlar. Dolayısıyla burada temel slogan “ ölmeye ölmeye geldik “ sloganı yerine “ yaşamaya, yaşatmaya geldik “ olmalıdır.
Sosyalizm-Komünizm de Futbolun Konumu ve Durumu Nasıl Olacaktır, Olmalıdır
Sosyalizm-komünizmde futbolun nasıl şekilleneceği mutlakları, şablonları, reçeteleri dışladığı için bu anlamda diyalektik saiklerle hareket etmek daha önemli hale gelmiştir. Elbette öncelikle şunu söyleyelim. Komünizmde futbolun tedricen ortadan kalkması veya bilinçli kitlenin, “yeni insan “ profilinin futbolun şov, eğlence olduğu yani bir spor olmadığı gerçeğinden hareketle ortadan kaldırılmasının gerçekleşmesi de mümkündür. Ama bizler Marksizm’in referansıyla komünizmde gelinen noktanın, somut durumda nasıl şekilleneceğini maddeleyerek değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
1.Kapitalizmde spor olma özelliğini kaybeden futbol, endüstrileşerek adeta ticari bir iş haline gelmiştir. Komünizmin alt-evresiyle birlikte bu durum değişecektir. Yani bu evrede futbola bu özelliği veren temel saik üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyettir. Komünizmin bu evresiyle birlikte üretim araçları ve büyük tüketim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyet (özel ve devlet mülkiyeti olarak ) ortadan kalkacak yerine toplumsal-sosyal mülkiyet geçecektir. Böyle bir durumda zaten başat olarak değer yaratmayan, yaratılan artı-değerden yüksek ölçüde pay alan futbol sektörü, mülkiyet biçiminin değişmesiyle bu özelliğini kaybedecektir. Komünizmin bu evresinde işgücünün meta olma özelliği ortadan kalkacağından ve meta üretiminin de öz-biçim değiştireceğinden dolayı, futbolun endüstriyel sektör olarak ticari iş kolu olma özelliğinin temel tüm bağlantıları da değişecektir.
Artık futbol sırtımızdaki forma, boynumuzdaki kaşkol, soframızdaki tabak, yatağımızdaki çarşaf, cebimizdeki kredi kartı, yüksek meblağlar verilen yıllık kombine kartı, evlerdeki TV, aylık abonesi olunan dergi, umudun bağlandığı bir şans oyunu, milyon dolarların döndüğü yayın ihaleleri olmayacaktır. Kısacası, yaşamımızın her alanında ve her anında yanı başımızda gördüğümüz bir meta olan futbol yukarıda açıkladığımız saiklerle dönüşerek spor olma özelliğine kavuşacaktır. Dolayısıyla komünizmin bu evresinde futbolun bu durumu kapitalizmde temelde farklı olacak, giderek azalacak olan olumsuzluklar da komünizmin üst –evresinde ortadan kalkacaktır.
2.Kapitalizmde tüketici-müşteri taraftar profili komünizmin alt-evresiyle birlikte ( yukarıda açıkladığımız nedenlerle, tekrarlamıyoruz ) temelden değişecek tüketici-müşteri yerini futbolun bir spor haline gelmesinden dolayı taraftar, seyirciye bırakacaktır.
3.Kapitalizmde “ taraftar tüketici “ konumunun varlığı, kapitalizmdeki ilişkilerin rasyonel yönünü de değiştirmiştir. Bunun en temel nedeni de “ bağlılık körlüğüdür “ Komünizmin alt-evresiyle bu durum da temelden değişecek, futbolun spor olma özelliği başat olacağından “ bağlılık körlüğü “ yerini seçmeci- bilinçli taraftara bırakacaktır.
4.Kapitalizmin diğer alanlardaki şirketleşme olgusu, futbolda da oluşmuş, borsada hisse senedi piyasaları futbol kulüplerini de kapsayarak finans boyutlara ulaşmıştır. Bu şirketleşme olgusunun varlığıdır ki daha önce kulüplerin en önemli gelir kaynağını maç bileti satışları oluştururken, bugün bu gelir kaynağına ilave olarak, medya yayın gelirleri, sponsorluk, merchandising ve reklam gelirleri ciddi ölçüde eklenmiştir. Komünizmin alt-evresiyle birlikte şirketleşme ve borsa oyunları değişecek, bu evrede maç bileti ucuzlayacak, diğer gelir kalemlerine ihtiyaç olmayacaktır.
5.Kapitalizmde futbol kulüpleri sanal bir şekilde de olsa markalaşmışlardır. Bunu yaratan da gelir, kârlılık, takımın popülaritesi ve en belirleyici olanı ve önemlisi de taraftar kitlesidir. Komünizmin alt-evresiyle birlikte markalaşma futbolun spor olması özelliğiyle kârlılık özelliğini kaybederek, bir tutku olarak yarışma haline gelecek, albenisini buradan alacaktır.
6.Futbolun endüstrileşmesi ve ticarileşmesi futbolun teknik yanını da değiştirmiştir. Geçmişte coşkulu ve seyir zevki üst noktalarda olan futbolun yerini bugün çok daha mekanik ve yaratıcılıktan uzak, sıkıcı, giderek de tek düzleşen bir futbol olmaya başladı. Komünizmin alt-evresinde futbol, spor özelliğine dönüşeceği için yaratıcılıktan uzak ve mekanik oyun anlayışı yerini coşkulu ve seyir zevki yüksek noktaya yeniden daha nitelikli bir şekilde gelecektir.
7.Futbolda BOSMAN Kararları liberallik anlamında yani futbolcuları kulüplere ve patronlara karşı asgari olarak koruyacak olması anlamında ileri olsa da kapitalizmde, Yeni Pazar Ekonomisinin serbest piyasa koşullarının dışında varlığının devam ettirilebilmesi, küresel futbol endüstrisinde futbol işgücünün serbest dolaşımını zorunlu kılmasını yaratmıştır. Komünizmin alt-evresinde ise işgücünün meta olmaktan çıkması, futbol işgücünün de meta olmaktan çıkmasını sağlayacak, bu durumda da futbol işgücünün sermayeye bağlı durumu olmayacağı için futbolcu kendisinin olan işgücünü özgürce kendilerini kullanacaktır.
8.Kapitalizmde futbol, televizyon ilişkisi özellikle televizyonların özelleşmesi ve yine teknolojik gelişmelerle birlikte dijital yayımcılığının gelişmesi sonucu önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Televizyon satışlarının patlaması sonucu da alandaki şirket kârları önemli ölçüde artmıştır. Komünizmin alt-evresiyle birlikte kapitalist mülkiyet biçimi sonlanacağından, yerine gelecek olan toplumsal-sosyal mülkiyetin varlığı sonucu da televizyonlar kâr aracı olmaktan çıkacaklar ve geniş ucuz seyirlik aracı olacaklardır. Dijital yayıncılığın teknolojik olanaklarından en fazla komünizmde yararlınacak, ama komünizmin bu evresinde kişisel mülkiyet var olacağından, her televizyonu olanlar futbol maçlarının tümünü şifresiz kendi televizyonlarından seyredebileceklerdir.
9.Kapitalizmde yayın hakkı gelirlerinden kriz dönemleri dışında önemli gelirler elde edildiği bilinmektedir. Yine bu gelirlerin dağıtımında da büyük kulüplerin çok fazla ( havuzdan) gelir aldığı bilinmektedir. Komünizmin alt-evresinde sermaye ilişkisi taşıyan şirketleşme olmayacağından dolayı toplumsal-sosyal mülkiyetin varlığı böyle bir gelir ilişkisine ihtiyaç duymayacaktır.
10.Günümüzde endüstriyel futbolun vazgeçilmesi olan reyting olayı özellikle en çok izlenebilirliği olan büyük takımlar-kulüpler için önemli gelir, satış ve kârlılık anlamına gelmektedir. Elbette komünizmin alt-evresinde de “reyting “ olacak ama bu “ reyting “ kapitalizmdeki gibi gelir, satış, kârlılık anlamına gelmeyecektir. Komünizmin bu evresinde “reyting “ futbolun spor, tutku, seyirlik olma özelliğini yükseltme işlevini görecektir.
11.Kapitalizmde televizyon gelirlerinin dağıtımında önemli oranda eşitsizlikleri varken, bu gelirlerin kümülatif miktarının da fazla olduğu bilinmektedir. Komünizmin alt-evresinde takımların aldığı bu gelirler elbette sıfırlanmayacak ama kulüpler-televizyon ilişkisi kâr amaçlı olmayacağından gelirler sınırlı olacak aşağıya çekilecektir.
12.Kapitalizmdeki maç bileti fiyatlarının çok yüksek olduğu bilinmektedir. Komünizmin alt-evresinde maç biletleri parasız olmasa da, bilet satış amacı kârlılık olmayıp, spor ve seyirlik olacağından bilet fiyatları önemli ölüde ucuzlayıp azalacak ve seyirci gelirlerinin çok küçük bir kısmını kapsayacaktır.
13.Kapitalizmde özellikle futbolda şiddet ve ırkçılığın yükselmesi temelde kendi otantikliğinden kaynaklanmaktadır. Yani futbolun boş zamanların değerlendirilmesi anlamında seyirlikten çıkıp, parasallaşmasıyla spor olmaktan çıkması aynı zamanda şiddet ve ırkçılığın da temel kaynağını meydana getirmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında bazı maçlarda önemli ölümlere ve yaralanmalara rastlanmıştır. Şiddeti ve ırkçılığın oluşturan faktörler tekil, bütüncül- çoklu özellikler taşımaktadır. Yani ekonomik indirgemecilik ne kadar yanlışsa, üst-yapısal indirgemecilikte aynı ölçüde yanlıştır. Doğru tutum bu faktörlerin ekonomik, siyasi, toplumsal, sosyal, psikolojik ve kültürel bütünselliğinin diyalektik bağını kurabilmektir.
Komünizmin alt-evresi böyle bir bütünselliği yakalayacak, kör ve mantık-dışı şiddet ve ırkçılığı minimize ederek adeta tarihe gömecektir. Ekonomik olarak komünizmin bu evresindeki sıkıntılar kapitalizmdeki gibi olmayacak, geniş emekçi kitlesinin rahatlaması sonucu analoji uygunsa sönümleme şiddet ve ırkçılıkta da görülecek bu durum siyasi, toplumsal, sosyal psikolojik sorunları önemli ölçüde etkileyecektir. Ama özellikle kültürel gelişkinlik ( ekonomik indirgemeciliğin yanlışlığı sonucu gündeme gelen ekonomik durumu iyi ve çok iyi olanlarda şiddet ve ırkçılığa bulaşıyorlar önermesinin geçersizliği görülecektir.) kör ve mantık-dışı şiddet ve ırkçılığın önünde önemli barikat olacaktır. Ekonomik, siyasi, toplumsal, sosyal, psikolojik sorunların çözüldüğü noktada da olabilecek şiddet ve ırkçılığın panzehiri, önleyecek olan, en azından caydıracak olan kültürel gelişkinlik olacaktır.
14.Kapitalimde teknik direktörler vb. servet sayılabilecek paralar kazanıyorlar. Özellikle başarılı olanlar rutin aldıkları maaş ve gelirleri dışında, önemli sayılabilecek primler de kazanıyorlar. Komünizmin alt evresinde teknik direktörlerinin gelirlerinde önemli gerileme, azalma görülecektir. Marksizm’in ilkesi olan ortalama ücret bu alanda da görülmeye başlanacaktır.
15.Özellikle Türkiye’yi değerlendirdiğimizde taraftarların tuttuğu kulübüne ayırdığı bütçenin, gelirlerinin önemli bir kesitini kapsadığını görüyoruz. Bu durum komünizmin alt-evresiyle birlikte önemli değişikliğe uğrayacaktır. Kapitalizmin yıkım politikalarının futbol kitlesi üzerindeki sosyal ve psikolojik etkisi, tarihsel, geleneksel-otantikle birleşince bu kitlenin futbola bu yükseklikte bütçe ayırması adeta doğallaşmaktadır. Geçmişte bu bütçeyi maç bileti oluştururken, bugün buna forma, alışveriş kartları vb. larda eklenmiştir. Komünizmin bu evresinde özellikle kültürel gelişkinlik bu tutumun yanlışlığını geniş kitlelere kavratacak ve bilinçli, gönüllü gelir ayırma veya hiç gelir ayırmamak başat olacaktır.
16.Kapitalizmin bugünkü küresel döneminin ürettiği sponsorluk kurumu, yeni bir gelir tarzı oluşturmuştur. Bu sponsorluğu da kapitalizmin otomotiv, iletişim ve finans kesiminden firmalar üstlenmektedir. Komünizmin alt-evresinde türedi, asalak, aracı bu kurumlara ihtiyaç kalmayacaktır. Çünkü futbolun asli unsurları kendileri olduğu için, futbolun tüm yönlerini de kendileri yapacaklardır.
17.Kapitalizmde gelinen aşamada futbolcuların gelirleri ( özellikle yıldız denilenlerin ) astronomik düzeydedir. Bu durum hem geniş emekçi kitlesinin maaşlarıyla karşılaştırılmayacak düzeydedir. Hem de diğer futbolcularla özellikle amatörlerin maaşlarından önemli ölçüde yüksek olması anlamında da eşitsizdir. Komünizmin alt-evresinde “ mutlak eşitlikçilik “ temelinde olmasa da, bu gelirler azalacak, emekçilerin gelirleri üzerinde olmayacaktır. Ayrıca futbolcuların kendi aralarındaki gelir makasının eşitsizliği de giderilecektir. Elbette komünizmin bütünsel tedbirleri hayata geçtiğinde ve özelliklede kültürel gelişkinlik oluştuğunda, yeni futbolcular için bu durum doğallaşacak, kapitalizmin içinden gelen futbolcularda kendi bu yüksek gelirlerinden gönüllü olarak vazgeçeceklerdir.
18.Kapitalizmde gördüğümüz büyük takımların komünizmde akıbeti ne olacaktır ve büyük takım, küçük takım ayırımı, eşitsizlik anlamında nasıl seyir izleyecektir. Öncelikle şunu belirtelim ki büyük takım, büyük kulüp söylem ve içerik bakımından bir ve aynı değildir. Belki de bir çıkarsama yaparak, büyük takımlar tarihsel, geleneksel ve kültürel birikimlerinin diyalektik toplamını oluştururken, büyük kulüpler hemen her dönemde şimdiyi kapsarlar, örneğin kulübün patronu olan kulüp başkanları dönem dönem değişirken, futbol takımları kendi otantiklerini korurlar. Ama seyrek de olsa takımlar ile kulüplerin özdeşleştiği dönemler de olmuştur.
Dolayısıyla komünizmin alt-evresinde de büyük takımlar olacaktır. Geniş kitlelerin adeta özdeşleştiği bu takımlar komünizmin bu evresiyle futbolun spor olma özelliğinin adeta sigortası olacaklardır. Ama büyük takımlar ticari, endüstriyel bir sektör olma özelliklerini kaybedecekler ve futbol takımları ile futbol kulüplerinin örtüşmesi (Komünizmin bu evresinde futbol takımlarının komünizmin bu alandaki kazanımları ile gerçekleşecektir) sonucu takım ve kulüp ayrımı kalmayacağından bunlara takım veya kulüp demek fark etmeyecektir.
19.Kapitalizmde futbolcuların sınıfsal durumları komünizmin alt evresiyle nasıl bir seyir izleyecektir. Uzun geçmişte işçi sınıfından insanları kapsayan futbol, dönüşerek, değişerek farklılaşmıştır. Gelinen noktada ise işçi sınıfından gelen futbolcular ya elit futbolcular sınıfına dönüşmüşler ya da elitlerin genç insanları veya çocukları futbolcu olmaktadırlar. Komünizmin alt-evresiyle işçi sınıfına veya onların çocuklarına, yakınlarına kapalı olan futbol bunlara da açılacak. Paranın gücü yerini yeteneğe bırakacaktır. Kapitalizmin yarattığı elit futbolcu profili de sönümlenecek ve yeni bir biçim alacaktır.
Yazıyı sonlandırırken şunları söylemek istiyoruz. Komünizmin alt-evresiyle futbolun nasıl bir seyir izleyeceğini değerlendirirken dönem, konjonktür vb. dikkate almak adeta olmazsa olmaz noktada zorunludur. Dolayısıyla değişerek gelişmenin veya gelişerek değişmenin önemini reddetmeden savunmalıyız. Bu anlamda da bu değerlendirmelerin bir kez daha belirterek mutlakları olmayan, reçete sunmayan özellikler taşıması gerektiğini belirtmeliyiz.
Yine futbolun komünizmin alt-evresindeki durumunu değerlendirirken, komünizmin üst evresine değinmememizin nedeni komünizmin alt-evresinde diyalektik saiklerle sönümlenecek süreç, komünizmin üst-evresinde “ bilinmezlerin “ yoğun olmasından dolayı yine diyalektik saiklerle ortadan kalkacak olmasından kaynaklıdır.
Özellikle şunu da belirtelim. Elbette futbol alanındaki tüm bu değerlendirmeler doğruluğunu, gerçekliğini komünizm- sosyalizmin adına, aslına uygun, başarılı, başarılmış olmasından alacaktır. Dolayısıyla yarım komünizm-sosyalizm olamaz. Komünizm-sosyalizmin eksikleri, zorlukları olması başka şeydir. Komünizm-sosyalizmin otantikliği ve bütünselliği anlamında yarım olmayacağı başka şeydir.
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 16 | 44 |
2. Fenerbahçe | 16 | 36 |
3. Samsunspor | 16 | 30 |
4. Göztepe | 16 | 28 |
5. Eyüpspor | 17 | 27 |
6. Beşiktaş | 16 | 26 |
7. Başakşehir | 16 | 23 |
8. Gaziantep FK | 16 | 21 |
9. Antalyaspor | 16 | 21 |
10. Kasımpasa | 16 | 20 |
11. Konyaspor | 16 | 20 |
12. Rizespor | 16 | 20 |
13. Trabzonspor | 16 | 19 |
14. Sivasspor | 17 | 19 |
15. Alanyaspor | 16 | 18 |
16. Kayserispor | 16 | 15 |
17. Bodrumspor | 16 | 14 |
18. Hatayspor | 16 | 9 |
19. A.Demirspor | 16 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 17 | 35 |
2. Bandırmaspor | 17 | 33 |
3. Karagümrük | 17 | 31 |
4. Erzurumspor | 17 | 29 |
5. Keçiörengücü | 17 | 27 |
6. Igdir FK | 17 | 25 |
7. Amed Sportif | 17 | 25 |
8. Ahlatçı Çorum FK | 17 | 25 |
9. İstanbulspor | 17 | 24 |
10. Ankaragücü | 17 | 24 |
11. Manisa FK | 17 | 23 |
12. Pendikspor | 17 | 23 |
13. Gençlerbirliği | 17 | 23 |
14. Esenler Erokspor | 17 | 22 |
15. Boluspor | 17 | 22 |
16. Ümraniye | 17 | 22 |
17. Şanlıurfaspor | 17 | 21 |
18. Sakaryaspor | 17 | 21 |
19. Adanaspor | 17 | 14 |
20. Yeni Malatyaspor | 17 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 16 | 39 |
2. Chelsea | 17 | 35 |
3. Arsenal | 17 | 33 |
4. Nottingham Forest | 17 | 31 |
5. Bournemouth | 17 | 28 |
6. Aston Villa | 17 | 28 |
7. M.City | 17 | 27 |
8. Newcastle | 17 | 26 |
9. Fulham | 17 | 25 |
10. Brighton | 17 | 25 |
11. Tottenham | 17 | 23 |
12. Brentford | 17 | 23 |
13. M. United | 17 | 22 |
14. West Ham United | 17 | 20 |
15. Everton | 16 | 16 |
16. Crystal Palace | 17 | 16 |
17. Leicester City | 17 | 14 |
18. Wolves | 17 | 12 |
19. Ipswich Town | 17 | 12 |
20. Southampton | 17 | 6 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Atletico Madrid | 18 | 41 |
2. Real Madrid | 18 | 40 |
3. Barcelona | 19 | 38 |
4. Athletic Bilbao | 19 | 36 |
5. Villarreal | 18 | 30 |
6. Mallorca | 19 | 30 |
7. Real Sociedad | 18 | 25 |
8. Girona | 18 | 25 |
9. Real Betis | 18 | 25 |
10. Osasuna | 18 | 25 |
11. Celta Vigo | 18 | 24 |
12. Rayo Vallecano | 18 | 22 |
13. Las Palmas | 18 | 22 |
14. Sevilla | 18 | 22 |
15. Leganes | 18 | 18 |
16. Deportivo Alaves | 18 | 17 |
17. Getafe | 18 | 16 |
18. Espanyol | 18 | 15 |
19. Valencia | 17 | 12 |
20. Real Valladolid | 18 | 12 |