banner94

10.09.2022, 15:00

Gorbaçov üzerine

Gorbaçov'un 92 yaşında ölümü üzerine genelde de dönemi kapsayan, daha da önemlisi bugünlere de referans olan tartışmalar yapıldı. Yine Mahir Sayın’ın konu üzerine yazısı ve Dayanışma’da da tartışmalar oldu. Konu ile ilgili genel çerçevede bizde görüşlerimizi belirtmek istiyoruz. Gorbaçov üzerine tartışmalar yalnızca dönemin önemini göstermiyor, ayrıca daha da önemli olarak neden ve nasıl bir sosyalizm-komünizme ihtiyaç olduğunu da net olarak gösteriyor.

Dolayısıyla gelinen noktada kapitalizmin bu derece azgınlaştığı, çürüdükçe daha saldırganlaştığı, geberdikçe tıkandığı, sürdürülemezliği anlamında yönetmede zorlandığı bir dönemden geçiliyor. İşte böylesi dönemde nasıl olursa olsun anlamında her türden devrim ve sosyalizm-komünizm yerine, çözümün adresi olarak Devrimci Marksizm’in proleter devrim ve sosyalizm-komünizmini savunmak daha önemli hale gelmiştir. Bu anlamda tartışmalar turnusol işlevi görecektir. Ayrıca bu tartışmalar bugün ve geleceğin netleşmesi ve safların belirlenmesinde de katkısı olacaktır diye düşünüyoruz.

Gorbaçov dönemi ve onun savunusu diyalektik bir süreç olarak Ekim Devriminden başlayan bir birikim üzerine inşa edildiği için, bu süreçler atlanarak yapılacak bir değerlendirme yetersiz olacaktır. Dolayısıyla bizde konuyu bütünsel olarak doğru anlamak ve kavramak için Ekim Devriminden Gorbaçov dönemine gelinen süreçteki önemli dönüm noktalarını değerlendirmeye alarak devam edeceğiz.

Zaten Ekim Devriminden, Gorbaçov dönemine gelen süreç birbirlerine nesnel ve diyalektik olarak bağlıdır. Yani dönemlerin ve olayların iç içe geçmesi, iç ve dış çelişkilerin varlığı, bir dönem bitmeden, diğerinin başlaması, tedrici ve patlamalar şeklindeki yavaş ve hızlı gelişmelerin yaşanması, homojen ve heterojen süreçlerin varlığı, nesnel ve öznel süreçlerin varlığı vb. durumların yaşanması dönemin karmaşıklığını göstermektedir.

Bu girizgahtan sonra Ekim Devrimi ve gelişen süreçlerle değerlendirmeye başlamak istiyoruz. Öncelikle Ekim Proleter Devriminden başlamamız devrimin kendi otantiğinin önemi dışında , proleter devrimin yanlış kavranmasının da panzehiri olacaktır. Yani proleter devrimin, yukarıdan bir darbe, parti diktatörlüğü, proletaryanın iktidarı değil, sosyalistlerin iktidarı olduğu tez ve anlayışının yanlış ve illüzyon olduğu da görülecektir.

Dolayısıyla 1917 Ekim Devrimi tüm nesnel ve öznel zorluklara rağmen tek muzaffer olan işçi sınıfı devrimidir. Ekim Devrimi nesnel ve öznel şartların yaşandığı tek devrimdir. Bu anlamda, işçi sınıfının öncü partisinin önderliğinde ve kitlesinin Sovyetlerde örgütlendiği devrimdir. Bu proleter devrim kapitalizmin bağımlı olarak geliştiği, yoğun bir köylü nüfus, geniş bir bürokrasi, halklar hapishanesi şeklindeki ulusal sorunlar, Çar monarşi ve despotizminin yaşandığı bir toplumsal sistemde yaşanmıştır.

Bu devrim hemen, kısa zaman içinde proleter devrimin gereği olan kazanımlarla devam etti. Ekim Devrimi geçerken yığınların acil ve demokratik sorunları olan barış sorunu, toprak sorunu, ulusal sorun ve hükümet sorununu çok kısa zamanda çözdü. Ulusal sorun barış içinde adil ve demokratik ve ilhaksız ve tazminatsız çözüldü. Toprak sorunu da , toprak beylerinin toprakları tazminatsız ellerinden alınarak, topraklar işleyenin kullanımına verilerek çözüldü.

Ayrıca Ekim Devrimine sosyalist devrim karakterini veren, sınıfsal bileşimi yanı sıra sosyalizm hedefi olmasıydı. Yine bütün ülkelerde sosyalizmin zaferini elde etmeyi temel hedef olarak alıyordu. Bu anlamda burjuvazinin siyasi mülksüzleşmesi ile birlikte ekonomik mülksüzleşmeye de hızlı bir şekilde başladılar. Bu uygulamayı önce işçi denetimi ile yaptılar. Daha sonra patronlar, yöneticiler, uzmanlar Sovyet rejimine karşı direnişe geçip proletarya iktidarını zayıflatmak, sarsmak için üretimi durdurmaya, sabotajlara girişince bu direnişi yenebilmek iktidarlarını savunabilmek için fabrikalara, üretim araçlarına el koydular.

İşçi kontrolünü ve mülksüzleştirmeyi gerçekleştirenler, fabrika komiteleri örgütlenmeleriydi. Fabrika komiteleri, Ekim Devriminden sonra Kasım 1917 kararnamesiyle işçi kontrolü ile görevlendirildiler. Patronların sabotajları üzerine de fabrikalara el koyma eylemlerini gerçekleştirdiler.

Bu uygulamalar pratik-yasal olarak şöyle hayata geçti. Rus bankalarının tümü 14 Aralık kararnamesiyle devletleştirildi. Yüz kadar işletme böylece devletleştirildi. Ayrıca sosyal sigortalara, iş mevzuatına , kadının eşitliğine, bütün unvanların ve sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, konutların sosyalizasyonuna, memur aylıklarının ayarlanmasına ilişkin kararnameler de bu arada sayılabilir.

Bu sonuncu tedbiri ele alacak olursak halk komiserlerinin aylığı 500 ruble oldu ve kendilerine her çocuk için 100 ruble zam verildi. Böylece onlarda kalifiye bir işçinin aylığı kadar aylık alır oldular. Ayrıca medeni nikah yürürlüğe kondu, evlilik dışı doğan çocuklara da meşru çocuklara tanınan haklar tanındı. Kilise ve devletin birbirlerinden ayrı olduğu ilan edildi. Yine 8 saatlik işgünü, haftada 48 saat çalışma, 14 yaşındaki küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, kadın ve gençlerin çalıştırılmasının sınırlandırılması kabul edildi.

Önemli bir uygulama da devletin sönümlenmesine katkı anlamında ve ayrıca iç ve dış sabotaj ve saldırılara karşı Halk Milislerinin kurulması olmuştur. Bu uygulama Rus Sosyal Demokrat Partisi 1903 programının 12. Maddesinde talep edilmiştir. Kabul edilen kararnameye göre 1- Her ordu birimi ve birimler toplamı içinde tüm iktidar, asker komite ve Sovyetlerin elinde olacaktır 2- Ordu komutanları için seçim ilkesi uygulanacaktır. Alay komutanına kadar tüm komutanlar ( çeşitli birimler tarafından) genel oy ile seçilecektir.

Ertesi gün bunlara yeni bir kararname ile şunlar eklenmiştir. 1- Onbaşıdan generale kadar bütün rütbe ve unvanların kaldırılması 2- Çeşitli rütbe ve unvanlara ilişkin her ayrıcalık ve işaretin kaldırılması 3- Her türlü selam verme zorunluluğunun kaldırılması 4- Her türlü madalya, nişan ve diğer liyakat işaretlerinin kaldırılması 4- Tüm subay örgütlerinin kaldırılması 6-Ordu içinde emir erliğinin kaldırılması.

Ancak tüm bu uygulama ve tedbirlere rağmen Bolşeviklerin orduyu demokratikleşme, onu halk milislerine çevirme arzuları nesnel gerçeklik karşısında büyük güçlüklerle karşılaştı.

Halk kitleleri savaştan bıkmış, usanmış durumdaydı. Bu nedenle, devrimci silahlı güçlere gönüllü katılmaya hazır değillerdi. Büyük yabancı güçlerin desteklediği Beyaz Ordular tehlikesine karşı durabilmek için Bolşevikler gönüllülük ilkesini zorunlu askerliğe çevirmek zorunda kaldılar. Ayrıca deneyimli komutanlardan yoksun oldukları için eski çarlık ordusundan on binlerce subaya görev vermek zorunda kaldılar. Bu ordu komutanlarının seçilmesi ilkesinin terk edilmesini gerekli kıldı. Bolşevik önderler bu önlemlerin sosyalist programdan sapma anlamına geldiğini bir an olsun yadsımadılar. Bolşevikler sık,sık mümkün olan en kısa zamanda milis sistemini başlatma niyetlerini tekrarladılar.

Halk milisleri oluşturma yolunda her plan , Rusya’nın üretici güçlerinin geriliği ile bağlantılı olarak ülkenin köylü karakteri, halkın kültür düzeyinin düşüklüğü, proletarya nüfusunun çok küçük bir azınlık olması gibi nesnel gerçekler tarafından engellendi.

Bütün bu olumsuzluklara ve suiistimallere rağmen her halükarda Bolşevik partinin hücreler biçiminde ordu içinde yayılmış olması, devrimci coşku ve asker kitlesinin özverisi ve başında Troçki’nin varlığı, kızıl ordunun proleter karakterini iç savaş boyunca ayakta kalmasını güvence altına almaktaydı.

1923’de bürokrasinin kazandığı kısmi zaferle subaylar arasında birliklere karşı kibirli ve diktatörce tavırlar istisna olmaktan çıkıp kural haline geldi. Ordu içi parti hücrelerinde kilit mevkiler derece, derece komutanların eline geçmekteydi.

Buna rağmen, henüz tümüyle bağımsız bir subay kastı oluşmuş değildi. Değildi çünkü komutanların yaşam koşulları oldukça zorluydu ve askerlerinkinden pek farklı değildi. Kızıl Ordu komutanlarının biri bu konuda şu olguları aktarıyor. 1924’de bir kolordu komutanının aylık maaşı aşağı yukarı iyi durumdaki bir metal işçisinin ücretine tekabül eden 150 ruble idi. Bu maaş parti üyelerinin alacağı en yüksek aylık ücretten 25 ruble daha düşüktü, subay ordu evi yoktu. Subayların ve erlerin yemekleri aynı mutfakta hazırlanıyordu.

O günlerde subaylar görev zamanları dışında rütbe ve nişanları ender olarak takıyorlar ve görev sırasında bile çoğu kez rütbelerini bir yana bırakıyorlardı. Bu dönemde kızıl ordu içinde alt-üst ilişkisi yalnızca görevin yerine getirilmesi sırasında geçerliydi. Erlerin subaylara hizmet etmesi kaldırılmıştı. Bunların dışında askerlerin subaylarını askeri savcılar bürosuna şikayet etme hakları vardı ve hakkı gerçekten kullanıyorlardı.

Ayrıca ekonomik inşa sorunları devam ediyordu. Bu konuda ilk uygulama işçi kontrolüydü, giderek üretimin toplumsallaştırılmasının araçları olan üretim araçlarına el konulması ve üretimin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi kısmi düzeyde de olsa hayata geçmeye başladı.

Bu süreç diyalektik olarak devam ederken, birbirinden yalıtılmış süreçler olmasa da 1918-1921 arası iç savaş dönemi başladı. 14 emperyalist ülke ve içerde Beyaz Ordular ve Sosyalist Devrimciler ve Menşeviklerin bir kısmının katılmasıyla başlayan bu süreç üretimin askerileştirilmesi hem de yoğun bir devletleştirme ve merkezileştirme ile birlikte hayata geçmeye başladı ve giderek proletarya şekil değiştirmeye başladı. Ekim Devrimini yapmış proleter sınıfın yerini, bilinç düzeyi ve siyasi tarihi farklı bir proletaryaya bıraktı. Çünkü sanayi proletaryasının bilinç düzeyi en ileri kesimleri iç savaşa ilk önce ve ağırlıkla katılanlar oldu. Bunların büyük çoğunluğu da iç savaş da öldü.

Şehirdeki açlık sonucu işçiler köylere döndüler. 1917- 1921 arası işçilerin sayısı yüzde 60 azaldı. Petrograd’da Ekim Devrimi öncesi 400 bin işçi varken, bu sayı 1918’de 71 bin 500 e düştü. Bu durumu açıklayan Marks şu tespiti yapıyordu. “ Bu eylem üretici güçlerin belirli bir gelişme düzeyini önkoşul varsayar. Bu olmadığı takdirde komünizm adına sadece yokluk genelleştirilecek ve bununla birlikte ihtiyaçlar için mücadele yine başlayacak, bu da eski toplumun tüm pisliğini yeniden getirecektir. Lenin ise 1921’de “ Proletaryanın deklase olduğunu” yani sınıf şekillenmesinin bozulmuş olduğunu söylemektedir.

Giderek Marks ve Lenin’in öngörüler pratikte yaşanmaya başlıyor. Açlıkla ve sefaletle boğuşmak durumunda olan işçi sınıfı giderek kötü yaşam koşulları altında karaborsaya, hırsızlığa yöneldi ve en önemlisi bireyler olarak sınırlı kaynaklar üzerinde birbirleri ile rekabet etmeye başladı. Bu durum sınıf dayanışmasını zayıflattı. İç savaş sırasında uygulanan disiplinli ve otoriter yönetim ve devrimin saldırısına karşı geliştirilen terör, işçi sınıfı içinde tahribat yarattı. İşçi sınıfının en ileri kesimlerinin iç savaşa gitmesi, orada askeri mekanizma içinde yaşaması onlarda bürokratik ve otoriter alışkanlıkları güçlendirdi.

Bunlar olurken iç savaşın ardından , 1921’de NEP ( Yeni Ekonomi Politika ) dönemi başladı. Bu kapitalist ilişkilere geçici kaydı ile bir geri dönüştü. NEP’le birlikte zorla devletleştirmeler son buldu. Piyasa mekanizması canlandırıldı. Lenin’e göre NEP bir geri dönüştü, bunun Sovyet iktidarını yok etmemesinin tek garantisi ise proletarya diktatörlüğünün varlığı idi, ama iç savaşla birlikte bununda maddi temelleri hızla yıpranıyordu. Lenin’e göre sendikalar ekonominin planlamasına katılmalı, üretimi kontrol etmeli, ücretleri saptamalı ve devlete karşı işçileri korumalıydı. Yoksa Sovyet iktidarı çökerdi.

Bu yüzden sendikalara özel önem verildi ve hem partinin hem de sendikaların , işçi sınıfını bürokratik dejenerasyona uğramış işçi devletine karşı işçileri korumak için tedbirler alınmaya başlandı. 11. Kongre grev hakkının hiçbir şekilde bastırılamayacağı kararını aldı. Dönem boyunca bürokrasinin işçiler tarafından kontrol edilmesi için örgütlenmeler geliştirilmeye çalışıldı.

Ama bu sırada parti ile devlet iç içe geçmeye başlamıştı. Gerilemekte ve inisiyatifi azalmakta olan işçi sınıfına karşılık parti ister istemez devlet yönetme mekanizmasını hızla devralmaya ve işçi sınıfı adına yönetmeye başladı. Partinin hızla devlet ile iç içe geçmesine karşılık, önce eski rejimin bürokratlarına, sonra da teknik elemanlarına geri dönmeleri için izin verildi ve bunlara daha yüksek ücretler ödenmesi kabul edildi. Lenin “ yüksek ücretin bir çürüme olduğunun inkar edilemeyeceğini” söylüyordu, ama bu geçici bir dönemde mecburi idi.

Süreç kaçınılmaz olarak üretimin artırılmasını getiriyordu. Bu da tek kişi yönetimini fabrikaya sokulması demekti. Giderek işçilerin ve sendikaların tek kişi yönetimini denetleme çabası TROIKA’yı çıkardı. TROIKA , fabrikalardaki işçi komiteleri, parti hücreleri ve teknik yönetici üçlüsünden oluşuyordu.

Fakat yine de 1917 Ekim Devriminden 1918-1921’deki iç savaşa kadar sosyalizmin siyasi, ekonomik bir dizi ilkesi hayata geçti. İç savaşla birlikte, iç savaştan öncede olan bazı eksiklikler daha da hızlandı. Ama yine de denejere de olsa proletarya diktatörlüğünün varlığı Bolşeviklerin ve özellikle Lenin’in iktidarı koruma saikiyle teorik ilkelerden vazgeçmemesi, yaşanan olumsuzluklara teorik kılıf bulmaya çalışmaması, sübjektif eksiklikler olsa da, objektif eksikliklerin başat olmasına rağmen, 1929’a kadar işçi devleti tüm eksiklerine karşın ciddi bir direnme ile yaşamaya devam etti.

Bu noktada işçi devletinin özelliklerine bütünsel olarak bakmak önemli olacaktır. Bir işçi devletinin ekonomisi ile kapitalist ekonomi arasında bir çok ortak özellik vardır. Kapitalizm ile komünizm arasında bir geçiş aşaması olan işçi devleti, kaçınılmaz olarak, içinden çıktığı yıkılan toplumun bazı özelliklerini taşır. Ancak bu antagonist unsurlar geçiş döneminde iç içe geçmiş olmakla birlikte, ikinciler birinciye tabi kılınmıştır. Geçmiş geleceğe tabidir. İşçi devleti ile kapitalizmin ortak özelliklerinden biri işbölümü ve özellikle kafa ve kol emeği arasındaki işbölümüdür. İş bölümünün bu iki toplumdaki şeklini farklı kılan üretimin işçilerin denetimi altında olup olmadığıdır.

İşçilerin denetimi, komünist toplumun kurulması ile birlikte tamamen gerçekleşecek olan kafa ve kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kalkmasını doğru dar da olsa bir köprü oluşturur. İşçi devletinde de hiyerarşi olacaktır. ( İşçi devletinde bu özünde bir hiyerarşi değildir aslında ) Ayrıca zorlama unsurları olacaktır. Ama işçi devletinde zorlama unsurları bilinç unsurlarına kıyasla giderek daha önemsiz hale gelecektir.

Devlet kapitalizmi sendikalarla devleti birleştirip ikincisini sonuçta yok etmesine karşın,işçi devleti sendikaların gücünü en üst düzeye yükseltir. Devlet kapitalizmi işçi sınıfının üretim araçlarını elinde tutan bir kapitalist sınıf tarafından en ileri ölçüde bastırılmasını ifade eder, işçi devleti ise, kapitalistlerin,üretim araçlarını elinde tutan bir işçi sınıfı tarafından bastırılmasını simgeler.

Dolayısıyla 1917-1929’ a kadar ki süreç sosyalizm unsurlarının başat olduğu belirli eksiklikler ve zorlukların yaşandığı kapitalizm ile komünizm arasındaki geçiş devletinin adıdır. Komünizmin ilk aşamasının sonuçlanması yaşanmasa da iç içe geçmeler mümkün ve diyalektiğin gereği olan gelişmeler sonucu komünizmin ilk aşamasının özellikleri de görülmüştür. Örneğin işgücünün meta olmaktan çıkması gibi.

Buraya kadar tarihsel arka plan gerçekliği olarak yaşanan süreç sonucu diyalektik olarak 1929-1930’la birlikte bürokrasinin sınıf olama şekillenmesi netleşmiş olup, sistem olarak bürokratik devlet kapitalizmi egemen olmuştur. Bürokratik devlet kapitalizmi bütünsel bir teori olarak hacimli olduğu için konumuz tarihsel bir kesitin değerlendirmesini kapsamaktadır. Bu anlamda dönemin temel önemdeki farklı bir kesitini kapsayan Bürokratik devlet kapitalizminin önemli yanları üzerinde durmak gerekmektedir. Çünkü bağlantılı süreçler ve konumuz olan Gorbaçov dönemi Bürokratik devlet kapitalizmi üzerine inşa edilmiştir.

Öncelikle şunu belirtelim. Bürokratik devlet kapitalizmi yaşandıktan sonra teorisini oluşturulması bu teorinin zorluklarından olmuştur. Koyu bir Stalinist geleneğin egemenliği koşullarında geriye dönüş mümkün olmadığı için ( Çünkü sanayide, ticarette, tarımda sosyalizm tamamlandığı için ) bürokratik devlet kapitalizmi teorisini kabullenmek bir yanıyla da olsa ezberlerin bozulması, tapuların yıkılmasını getireceği için, aynı zamanda kendi sonuçlarından, korkularından arınma yani cesaret işidir. Ayrıca bu teoriyi kavramak ve kabullenmek ancak teorinin bütününe vakıf olmaktan geçmektedir. Bu da ancak Marksizm’in evrensel ve güncel yanlarına diyalektik olarak vakıf olmak demektir.

Elbette 1929-1930 dönemi ile daha görünür olan bürokratik devlet kapitalizminin doğru anlaşılması ve kavranması için 1929-1930’a kadar gelen sürecin tarihsel gelişmelerinin diyalektik olarak değerlendirmesini yaptık. Bu sürecin hızlanması, Birinci Beş Yıllık plan ile birlikte hızlandırılmış sanayileşme süreci , sınıf temeli, seçilen teknikler ve amaçları itibariyle sentez olurken, ortaya baskı ve terörün zorunlu olduğu, işçi sınıfının atomize olarak tutulmasının ön koşul olduğu bir sermaye birikim modeli yarattı.

Bu sermaye birikim modeli dört etken ile şekillendi ve dördü de teröre dayanır. Birincisi, fabrika düzenini çok sıkı kontrol ederek işçilerin hiçbir şekilde direnmemesini ve uzun saatler çalışmasını sağlamak. İkincisi, gittikçe artan bir şekilde köle emeği kullanmak. Üçüncüsü, kırsal ürüne değerinin altında fiyatlarla el koymak ve böylece ücret mallarının fiyatını düşük tutmak, köylünün buna direndiğinde zorla kolektifleştirmek yani mülksüzleştirmek. Dördüncüsü, kıtlık ve düşük kalite yoluyla gerçek ücretleri sürekli düşük tutmak.

Bu süreçle birlikte işçi sınıfı hem üretim süreci sırasında sınıf mücadelesini kaybetti. Hem de fabrika içindeki etkinliğini kaybetti. Bu durum sendikaların etkinliğinin kırılması ve TROIKA’ya son verilmesi ile başladı. 1928’de bir kararname ile tek kişi yönetim mutlaklaştırıldı. 1930’da da eski Çarlık döneminin bir uygulaması olan iç pasaport sistemi yeniden geçerli oldu. Ve böylece işgücü sabitleştirildi.

Fabrikaya ise Taylorizm, yani parça başı ücret ve normlara uyma zorunluluğu sokulmaya çalışılırken, tecrübeli ve eski işçiler bunu sömürücü ve işçi sınıfını , baskı altına alıcı bir yöntem olarak tanıdılar ve direndiler. Bunun üzerine bürokrasi genç işçileri yaşlılara karşı kullandı. Gençlere hızla yükselme ve işçilikten çıkararak bürokrat olma hakkı tanındı. Fabrikalarda başarı gösteren gençler hızla üniversiteler alındılar ve buradan da bürokrasiye geçtiler. Böylece işçi sınıfının bir kısmı bürokrasiye geçti, yani sömürüden pay alma tanınarak satın alındı.

Direnen işçiler devlet tarafında burjuva ahlaklı olmakla suçlanırken, onlarda gençleri grev kırıcı olarak suçluyorlardı. Parça başı üretim ve Taylorizm işçilerin üretim üzerindeki kontrolünü teknik olarak da tümü ellerinden aldı bunu fabrika yönetimine verdi. Böylece fabrika içerisinde bürokrasinin gelişmesi güçlenmesinin yolu açıldı. Bu sırada işçilerin bir kısmı da bürokratlaştırılarak sisteme entegre edildi.

Parça başı ücretin hızla yaygınlaşmasına paralel olarak ücret farklılaşması da ve bununla birlikte fabrika yöneticisine yetki verilmesi, işçiler arası rekabeti yaygınlaştırdı ve birlikte mücadele etme imkanlarını zayıflattı. 1929’da Sanayi Bakanı fabrika yöneticilerine “ elinizde en güçlü silah ücrettir” diyordu.

Bürokratik devlet kapitalizminin doğru anlaşılması ve kavranması için önemli özellikleri ele alarak devam ediyoruz.

Stalinst Bürokrasi bir sınıftır. Engels’in tüccar sınıfı konusundaki çözümlemesine bakmamız yetecektir. “ Uygarlık, üçüncü bir işbölümü daha getirdi. Üretimde yer almayan yalnızca ürünlerin değişimiyle ilgilenen bir sınıf yarattı-tüccarlar daha önceki tüm sınıf oluşturma girişimleri, tamamıyla üretimle ilgiliydi, ürettikleri, yönetenler ve yönetilenler, ya daha geniş veya dar bir ölçekte üreticiler olarak bölüyordu. Ancak burada, kendisi üretimde en küçük bir rol almayan bir sınıf ortaya çıkar ve genel olarak üretimin denetimini eline geçirerek üreticileri hakimiyeti altına alır. Bu öyle bir sınıftır ki, kendisini iki üretici arasında vazgeçilmez bir araç haline getirir ve onları değişimin zorluk ve risklerinden kurtarma, ürünlerin pazarların uzak bölgelere yayma ve tolumdaki en yararlı sınıf olma iddiasıyla ikisini de sömürür, bu bir asalaklar sınıfıdır, çok önemsiz hizmetleri karşılığında ülkede ve ülke dışında üretimin kaymağını yiyen bir tür Firavun faresidir, bu sınıf hızla büyük bir servet biriktirir ve servete uygun bir toplumsal etki kazanır. Bu nedenle durmadan yeni imtiyazlar üretimin denetlenmesinde daha büyük yer elde eder, ve en sonunda kendisine ait bir ürünü de gün ışığına çıkarırlar. Periyodik sanayi krizleri.

İşçi Devletinden Kapitalist Devlete Tedrici Geçiş olabilir mi. İşçilerin iktidarı, barışçıl bir şekilde ele geçirmelerinin önündeki engeller bürokrasi ve ordudur. Fakat işçi devletinin ne bürokrasisi ne de ordusu vardır. Yani bu kurumların bulunmadığı bir işçi devletinden, bulunduğu devlet kapitalisti bir rejime barışçıl geçiş gerçekleşebilir.

Hiyerarşik bir ordunun askerleri ordunun denetimini ellerine almaya çalıştıklarında, kaçınılmaz olarak subay kastının direnişi ile karşılaşacaklardır. Böyle bir kastı devirmenin devrimci bir şiddetten başka yolu yoktur. Buna karşılık bir halk subayların, askerlerin iradesine daha az bağımlı hale gelirse ki bu mümkündür, bu subaylar kurumsallaşmış bir bürokrasi ile karşı karşıya gelmediklerine göre askerlerden bağımsız bir subay kastı haline dönüşmeleri tedrici bir şekilde gerçekleşebilir.

Düzenli ordudan milise geçiş, kaçınılmaz olarak çok büyük bir devrimci şiddet gerektiren bir süreç olmak zorundadır, ancak milisten düzenli orduya geçiş, milisin kendi içindeki eğilimlerden kaynaklandığı ölçüde tedrici olabilir ve olmak zorundadır.

Bürokrasi olmayan veya kitlelerin baskısı altındaki zayıf bir bürokrasi olan devlet, tedrici bir şekilde işçilerinden denetiminden bağımsız bürokrasisi olan bir devlete dönüşebilir.

Troçki, proleter devletten burjuva devlete tedrici geçişin “ Reformizm’in filimin geriye doğru oynamak” olduğu savından daha sonraki anayasa döneminde vazgeçer.

Rus Ekonomisi Karşısında Marks’ın Değer Yasası. Tekelci kapitalizm, Marks’ın değer yasasının yine Marks’ın değer yasası temelinde kısmi bir olumsuzlamasıdır. Değer yasasının kısmi olumsuzlanması, top yekun olumsuzlanmasının sınırındadır.

Rusya’da devlet iki sektöre de sahiptir, bu yüzden tüketim malları üretimindeki karlılıktan dolayı bir sektörden diğerine sermaye ve emek transfer edilemez. Çünkü bu sektör arasındaki oranlar, denetimsiz bir Rus iç pazarının mekanizmalarından çıkarsamıştır.

Dolayısıyla Rusya’da üretim ile tüm Rus toplumundaki iş bölümü arasında düzenleyici rolü oynayan fiyat değildir. Düzenleyici olan hükümettir ve fiyat , devletin kullandığı araçlardan yalnızca birisidir.

Rusya, uluslar arası ekonominin içinde ele alındığında kapitalizmin özellikleri hemen fark edilebilir. Toplumsal işbölümünde anarşi ve işyerinde despotizm birbirlerinin varoluş koşullarıdır.

Sosyalist bir ekonominin ( çok farklı bir anlayışla) kullanın değeri üreteceği doğrudur. Ama Rus ekonomisinin belli kullanım değerinin üretime yönelmesi, onu sosyalist yapmaz. Tersine bu iki kullanın değeri birbirine tamamen zıttır. Rusya’da ki yükselen sömürü oranı ve işçilerin üretim araçlarına tabi kılınması, yiyecek yerine büyük ölçüde silah üretimi ile birlikte düşünüldüğünde, halk üzerindeki baskının azalmasına değil, artmasına yol açmıştır.

Sanayileşme Üzerine. Sanayileşme olurken işçi sınıfının hızlandırılmış sanayileşmek sürecine katılımı sadece üreticiler olarak katılmaktan öteye gidemedi. Sanayileşme hızlandırılmış bir şekilde gerçekleşti. Kapitalist sistemden alınan Taylorizm ve Fordizm sistemi hem sömürüyü artırmak, işçiyi tümü ile kafa emeğinin kontrolüne vermek, dolayısıyla işçi sınıfının dayanışmasını kırıp onu bireyler halinde davranmaya zorlamıştır. Bu sanayileşme işçi sınıfının Rusya’da Ekim Devriminden sonra fabrika içinde kazandığı gücü yok etti.

Bu sanayileşme işçi sınıfının var olan kültürüne saldırarak işe başladı ve tecrübeli işçileri “kapitalist iş kültürü” ile kirlenmiş oldukları iddiası ile tasfiye etti ve bastırdı, yıldırdı. Böylece işçi sınıfının, iç savaştan sonra ne kadar kalmışsa o kadar olan mücadele geleneğini kırdı. Bunu yapmak zorundaydı çünkü işçi kıtlığı ortaya çıkınca, devlet terfi sistemini durduracak ve artık bürokrasinin kendi çocuklarının bürokrat olması, yani kadro ihtiyacını kendi içinden karşılanması politikasını izleyecektir. Bu andan itibaren bürokrasi hızla işçi sınıfının içinden görevliler olmaktan çıkar, bağımsız bir egemen sınıf olur.

Devlet Mülkiyeti Üzerine. Bunun işçi sınıfı mülkiyeti olduğu anayasada yazılı olması yetmez. Yani devlet mülkiyetinin hukuksal olarak proletaryaya ait olması , gerçekte bunun böyle olduğu anlamına gelmez. Devlet mülkiyetinin proletaryanın bir kazanımı sayılabilmesi için, bu mülkiyet hakkının bizzat proletarya tarafından kullanılabilir ve sonuçlarından yararlanabilir olması gerekir. Burada söz konusu olan, sınıf olarak proletaryadır, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesi gerekir. “ Bürokrasi proletaryayı politik olarak mülksüzleştirmiştir” dedikten sonra devlet mülkiyetinden kazanım gibi bahsetmek gülünçtür. Ayrıca devlet mülkiyeti kendi başına sosyalizmle ilişkilendirilemez. Devlet mülkiyetine, grup mülkiyetinin bir biçimi, yani özel mülkiyetin bireysel olmayan biçimi olarak tarihte sık sık rastlanır. Bu kapitalist mülkiyet ile çelişmez. Kilise mülkiyeti veya toprağın devlet mülkiyetinde olup toprak kapitalistine kiraya verilmesi halinde veya devlet işletmelerinde örneğin ( KİT) lerde olduğu gibi.

Devlet Kapitalizmine Yöneltilen Önemli Gördüğümüz Eleştiriler Üzerine

SSCB’de işgücü meta değildir. Meta, ürünün üreticisinin, kendi ürününün kullanım değerinden faydalanmayıp, bir başka kullanım değeri elde etmek için genel eşdeğerle değiştirmek üzere ürettiğinde ortaya çıkar. Söz konusu ürün böylece meta olur. İşgücünün meta olması şu ön koşullara dayanır. 1- Doğrudan üretici üretim araçlarından yoksundur. Yani kendi ürünün kullanım değerinden faydalanamaz. 2- Geçim araçları elde etmek için kendi işgücünü kiraya verir ve geçici olarak bir genel eşdeğerle, para ila değiştirir. Bu para ile geçim araçları elde eder.

Bu açıdan bakınca SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde hem meta üretimi vardır, hem de işgücü metadır. SSCB’de meta olmadığı iddiası bir başka noktaya dayanmaktadır. O da ürünlerin fiyatlarının piyasa da değil, merkezi otorite tarafından ( planla ) tespit edildiğidir. Bu itiraz iki açıdan yanlıştır. Birincisi metaların fiyatlarının nasıl tespit edildiği metaların ekonomik varlığından sonra gelir. Bazı metaların fiyatları tekelci ilişkiler içinde bazılarının rekabetçi ilişkiler içinde bazı metaların fiyatları ise devlet tarafından politik kaygılarla tespit edilir. Bu yüzden bir yüzey biçimi olan fiyatların nasıl oluştuğu ürünün meta olup olmamasından farklı bir analiz düzeyine aittir. İkincisi planlar hemen hemen hiç işlemediği için emek pazarı her şeye rağmen yaşamaya devam etmiştir.

Bürokrasi Sınıf Değildir. Ernest Mandel ve diğer dejenere işçi devleti savucularına göre bürokrasi işçi sınıfının parçasıdır onun içinden çıkmıştır hem burjuvaziyi mülksüzleştirmiştir, hem de işçi sınıfını sömürmektedir. Ama Ekim Devriminin kazanımları devlet mülkiyeti , planlama gibi oluşumlar işçi devletini korumaktadır. Bu yüzden egemen sınıf olarak ele alınamaz , işçi sınıfından ve burjuvaziden de bağımsızdır.

Ekim Devriminden 1929-1930 sürecine gelinen aşamaya kadar bütünsel bir değerlendirme ile Bürokratik devlet kapitalizminin inşa sürecini diyalektik olarak değerlendirme bürokrasinin sınıf olması için yeterlidir. Ayrıca bürokrasinin işçi sınıfı içinden çıktığı 1930’dan sonrası için doğru değildir. Birincisi terfi ve bürokrasiye yükselme işçi kıtlığı ile durdurulmuş ve artık bürokrasinin çocuklarının bu alanda kalmasına izin verilmiştir. İkincisi burjuva uzmanlar ve eski bürokratlar geri çağrılmıştır.

SSCB’de silahlar değişim değerine sahip değildir, halbuki kapitalizmde değişim değerine sahip olmayan mallar üretilmez.

Kapitalist üretim tarzında devletin değişim değerine göre üretmediği bir çok mal vardır. Çoğu zaman silahta bunlardan biridir. Sağlık hizmetleri bazen elektrik vb. tek tek değişim değerleri olarak değil esas olarak sermayenin yeniden üretim sürecinde yaratacakları olumlu ekonomik politik etkiden dolayı üretilirler.

Askeri rekabet SSCB açısından özellikle önemlidir. Bu sayede kendi kontrolündeki artı değer kaynaklarını , hammadde ve enerji kaynaklarını dünya ekonomisindeki diğer kapitalistlerden korur. SSCB ile ekonomik bütünleşme içinde olan bağımlı kapitalist ülkeler ( Doğu Avrupa ) vardır ve bunların dış ekonomik saldırılara karşı kapalı tutulması gerekir. Ve nihayet üçüncü dünyadaki nüfus alanlarının korunması için stratejik-askeri alanların korunması gerekir. SSCB bu ülkelere mal ihraç eder. Fabrika kurar, borç verir, hammadde alır vb.

Sonuç olarak Bürokratik Devlet Kapitalizmi teorisinin bütünlüğünü kavramadan spesifik yanlarını alıp değerlendirilmesi sonucu bu teorinin devrim ve sosyalizm konusunu kapsamadığı iddiası doğru olmayan subjektif bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmenin yanlış olduğunu bu yazıdaki bütünsel değerlendirmeden de rahatlıkla görmek mümkündür. Bizler Ekim Devriminin tarihteki tek gerçekleşen işçi devrimi olduğunu bunun sonucu işçi devletini oluştuğunu ve bir dizi sosyalizm uygulamalarının hayata geçtiğini, fakat yine objektif-subjektif çeşitli faktörler sonucu 1929’dan başlayarak işçi devletinin ortadan kalktığını söylüyoruz.

Bu tespit ve değerlendirmeler cesaret, güven ve ufuk açıcı olduğu için bizlere militan bir mücadele azmi vererek , literatürdeki ( Devrimci Marksizm’de ) devrim ve sosyalizm-komünizm tezlerinin doğruluğunu, dolayısıyla bunun gerçekleşmesini istiyoruz. Çünkü 1929 ‘dan sonraki yaşananların sosyalizm olmadığını söylediğimiz noktadan itibaren otomatik olarak literatürdeki sosyalizm-komünizm anlayışını savunmak tek seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Oysa 1929’larda yaşananları ve sonrasını sosyalizm olarak ( Hangi biçimde veya örtük ve açık olursa olsun ) savunanların sosyalizm anlayışları da istemlerden bağımsız olarak ya yanlış olacak yada çarpık ve yetersiz olacaktır.

Ayrıca bizler sosyalizm adına uygulanan şiddetin ( Başta Troçki olmak üzere yüzlerce üst düzey komünistin planlı olarak katledildiğini unutmayalım ) hangi nedenle, hangi konjonktürde ve dönemde olursa olsun, ancak karşı devrimcilere ve egemen sınıflara karşı uygulanmasının doğru ve gerekli olduğunu bunun dışında devrimcilere, işçi ve emekçilere uygulanmasının akıl yoksunluğu dışında ancak bir egemen sınıf tavrı olduğunu düşünüyoruz. Bunun için verilen hiçbir örneği hangi nedenle olursa olsun kabul etmemiz mümkün değildir.

1950 ler dönemine kadar bürokratik devlet kapitalizmi tahkim edilerek devam etmiştir. Stalin’in ölümü ile birlikte yerine gelen Kruşçev ,Brejnev’in kendi dönemleri ile birlikte geçmişte yaşanan ( Esas olarak Stalin dönemi ) olumsuzlukların ortadan kalkacağı savunuları hayata geçmemiştir. Stalin’in yerine geçen bu insanlar, tek kişi yönetimine son vereceklerini, ekonomik anlamda ise üretim araçları üreten sanayiden daha ağırlıklı olarak tüketim sanayine önem vereceklerini , daha fazla demokrasi, daha fazla sosyalizm yaşanacağını söylemelerine rağmen bunlar gerçekleşmeden bu liderler tabir uygun düşerse sessizce ortadan çekilmişlerdir. Bizler bu durumu bu liderlerin açmazları, yanlışları sonucu değil esas olarak 1929’da başlayan Bürokratik Devlet Kapitalizminin yani Stalin döneminin bu liderlerin dönemini belirlediğini söylüyoruz.

Bu süreçler diyalektik gelişmeler olarak yaşanarak konumuz olan Gorbaçov dönemine geldiğimizde Gorbaçov’da bu liderlerden temelde farklı görüş ve ilkeler savunmuyordu. Gorbaçov ekonomide devlet yerine piyasa, üst yapıda ise liberal demokrasi ilkelerini savunuyordu. Eğer özellikle Kruşçev, Brejnev döneminden Gorbaçov’un bir farkını belirtmek gerekirse ilke ve uygulamalara ad koyması olmuştur. Yani Glasnost ( Açıklık ), Perestroyka ( Yeniden yapılanma ) gibi.

Bu açıklık ve yeniden yapılanma uygulamaları yaşayan sosyalizmin olumsuzluklarına çözüm olarak gündeme gelmesine rağmen başarılı olamamıştır. Çünkü artık sistem yeni bir sisteme evrilmiştir. Yani işçi devletinden, bürokratik devlet kapitalizmine dönüşmüştür. Özgün bir sınıf , sömürünün egemen olduğu Bürokratik devlet kapitalizmi analoji yaparsak Türkiye’de 1960 darbe dönemine benzemektedir. Yani 1960 dönemi bir yandan alt-yapıda, ekonomik olarak gelişen tekelci sermayenin önünde engelleri aşmak için, diğer yandan üst yapıda özellikle 1961 Anayasası ile demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesini getirdi.

Gorbaçov dönemi de ekonomide bürokratik devlet kapitalizmini yeniden tahkim etmek için tedbirler alarak devam etmiştir. Üst yapıda ise çoğulculuk olarak tek parti dönemine son vermesi demokratik bir adım olmuştur. Alt- yapıda ve üst yapıda daha fazla beklenti mümkün değildi. Çünkü sistem sosyalizm değil, bürokratik devlet kapitalizmiydi. Nasıl ki Türkiye’de 1961 Anayasası ile gelişen demokratik hak ve özgürlükler , 1971 askeri muhtıra ile budanmışsa, Gorbaçov dönemi sonrası yerine gelen Yetsin dönemi de daha geri bir dönemin adı olmuştur. Çünkü her iki ülkede sınıf ve sömürünün egemen olduğu kapitalizm ve bürokratik devlet kapitalizmi egemendir.

Bu değerlendirmeden sonra Mahir Sayın’ın Gorbaçov üzerine yazısının üzerinde durmak istiyoruz. Öncelikle yazının bütününe baktığımızda olumlu bulduğumuzu söyleyelim. Çünkü Mahir Sayın daha önce Sosyalist Demokrasi kitabının 26. Sayfasında Gorbaçov dönemi ile ilgili şunları söylüyordu. “ Sosyalist demokrasi çerçevesinde, henüz sistem yıkılmadan, var olan sosyalizmin aşılmasının olanaklarını tartışırken iddiamızı bu sistemin artık olanaklarını tükettiği ve mutlaka değişikliğe uğrayacağı idi. Ne var ki, Glasnost’la başlayan sürecin bu kadar hızlı gelişmelere yol açabileceğimizi düşündüğümüzü söylemek olanaklı değil. Dönülmez, ama daha tedricilik içerisinde alternatif bir sosyalizm düşüncesi gelişebileceğini, işçi sınıfı saflarında yaygınlaşarak sistemin kapitalizme değil sosyalizme doğru evrilmesinin olanağını yaratacağını ve yeniçağın ikinci bir başlangıç yapabileceğini beklemekteydik.”

Elbette Mahir Sayın’a bu tespiti yaptıran ve Glasnost’la başlayan sürece bu derece önem vermek nereden kaynaklanmaktadır. Tespit şöyledir, ortada sorunlarda olsa bir sosyalizm var, küçük rötuşlar ( Glasnost gibi ) ile bu sorunlar ortadan kalkar ve sistem- sosyalizm devam eder. Ama olmadı, olamazdı çünkü bu sistem ( yani sosyalizm ) 1929-1930 süreci ile birlikte yıkılmaya başladı. Bu tarihlerde başlayan diyalektik süreç özgün bir sistemin adı olan bürokratik devlet kapitalizmini üretti. Bu sistem alt-yapı ve üst yapıda bürokrasinin egemen sınıf olarak şekillenmesi demekti,

Dolayısıyla özgün bir sınıf ve sömürüye dayanan sistem böylesi küçük rötuşlarla yani çoğulculuk gibi demokrasi adımları ile sosyalizme evrilemezdi nitekim öyle oldu. Çünkü Glasnost’la başlayan süreç yaygın sermaye birikimine dayalı olan bir komuta ekonomisi tarafından düzenlenen bürokratik devlet kapitalizmini yoğun sermaye birikim modeline dönüşmeye zorluyor. Artık işçi sınıfının ekonomik ve siyasi olarak mülksüzleştiği özgün bir kapitalizm ancak siyasi ve toplumsal devrim ile ortadan kalkar ve yerine Devrimci Marksizm’in ilkeleri çerçevesinde sosyalizm- komünizm inşa edilirse gerçek sonuca ulaşır.

Mahir Sayın’ın bu değerlendirmesinden sonra yeni yazısında belirttiği, “ Stalin’in simgelediği sistem işte budur. Bunun adı proletarya diktatörlüğü değil, burjuvazi yok edildikten sonra devleti oluşturan bürokrasinin proletarya ve köylülük üzerindeki totaliter diktatörlüğüdür”. Bu tespiti olumlu bulduğumuzu belirtelim. Ama şunları da söylemeliyiz. Bir tarafta hala tırnak içinde de olsa sosyalizm savunusu, yaşayan sosyalizm vurgusu yapılıyor. Bu durum bizlere geçmişte Dev-Yol’un bir yanda sömürge tipi faşizm, diğer yanda oligarşik dikta diyerek iki devlet biçimini savunması, yine Halkın Kurtuluşu’nun burjuva demokrasisi, oligarşi diyerek aynı yanlışa düşmesini çağrıştırmaktadır.

Yine Mahir Sayın yazısında sosyalizmin yıkılmasına Gorbaçov’un neden olmadığını söylerken doğru söylüyor. Ama yıkılan zaten olmayan sosyalizm olduğu için anlamlı olmuyor. Ayrıca sosyalizmin yıkılmasına Gorbaçov neden olmamıştır ama yeniden sosyalizmin inşası için savunduğu Örgütlenme özgürlüğünü kabul ederek tek parti tekeline son vermesiyle de sosyalizmin inşası mümkün değildir. Geçekleşen de zaten sonuçta bürokratik devlet kapitalizmin tahkiminden başka bir şey olmamıştır. Dolayısıyla sosyalist demokrasi sorunu çoğulculuk anlamında örgütlenme özgürlüğü olarak tek parti tekeline son vermek değildir. İşçi sınıfı siyasi olarak mülksüzleşmiş ise sosyalist demokrasi artık bir proleter devrim ve sosyalizm-komünizm ile inşa edilebilir.

Bir de Dayanışma’da tartışılan bir konuyu ele alarak yazıyı sonlandırıyoruz. Tartışmada Lenin’in putlaştırılmasına değinildi. Elbette yalnızca Lenin değil Marks, Engels’de putlaştırılmamalıdır. Ama şu temel farkı da ısrarla söylemeliyiz. Stalin, Lenin’in devamı değil onun teorik olarak reddidir. Bu durumu önemli olarak açıklayan Frankfurt Okulu psikologu Erich Fromm’un sözleri şöyledir.

“ Geçekliğin tam özüne nüfus eden ve aldatıcı yüzeye asla kanmayan uzlaşmaz bir hakikat, kırılmaz bir cesaret ve dürüstlükle, insana ve onun geleceğine olan derin bir ilgi ve bağlılıkla, özveriyle ve pek az şöhret ve iktidar tutkusuyla dolu biri olarak betimlemektedir. Ayrıca Fromm, Lenin’i “kindar katil Stalin” ve “oportünist muhafazakar Stalin’le kıyaslamıştır. O, Stalinizmi Devrimci Marksizm’le özdeş ya da en azından onun bir devamı olarak düşünme genel alışkanlığından da esef duymuştur.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 12 34
2. Fenerbahçe 12 29
3. Samsunspor 13 26
4. Eyüpspor 13 22
5. Göztepe 12 21
6. Beşiktaş 12 21
7. Sivasspor 13 18
8. Başakşehir 12 16
9. Rizespor 12 16
10. Gaziantep FK 12 15
11. Kasımpasa 13 15
12. Konyaspor 13 15
13. Antalyaspor 12 14
14. Trabzonspor 11 12
15. Kayserispor 12 12
16. Alanyaspor 12 11
17. Bodrumspor 13 11
18. Hatayspor 12 7
19. A.Demirspor 11 2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 13 26
2. Bandırmaspor 13 25
3. Karagümrük 13 24
4. Erzurumspor 13 22
5. Igdir FK 12 21
6. Boluspor 13 21
7. Ahlatçı Çorum FK 13 20
8. Ankaragücü 13 19
9. Esenler Erokspor 13 18
10. Keçiörengücü 13 18
11. Şanlıurfaspor 13 18
12. Ümraniye 13 18
13. Gençlerbirliği 13 18
14. Pendikspor 13 18
15. İstanbulspor 13 17
16. Manisa FK 13 17
17. Amed Sportif 12 14
18. Sakaryaspor 13 14
19. Adanaspor 13 8
20. Yeni Malatyaspor 13 -3
Takımlar O P
1. Liverpool 12 31
2. M.City 12 23
3. Chelsea 12 22
4. Arsenal 12 22
5. Brighton 12 22
6. Tottenham 12 19
7. Nottingham Forest 12 19
8. Aston Villa 12 19
9. Newcastle 11 18
10. Fulham 12 18
11. Brentford 12 17
12. M. United 12 16
13. Bournemouth 12 15
14. West Ham United 11 12
15. Everton 12 11
16. Leicester City 12 10
17. Wolves 12 9
18. Ipswich Town 12 9
19. Crystal Palace 12 8
20. Southampton 12 4
Takımlar O P
1. Barcelona 14 34
2. Real Madrid 13 30
3. Atletico Madrid 14 29
4. Villarreal 13 25
5. Athletic Bilbao 14 23
6. Osasuna 14 22
7. Girona 14 21
8. Mallorca 14 21
9. Real Betis 14 20
10. Real Sociedad 14 18
11. Celta Vigo 14 18
12. Sevilla 14 18
13. Rayo Vallecano 13 16
14. Leganes 14 14
15. Getafe 14 13
16. Deportivo Alaves 14 13
17. Las Palmas 14 12
18. Valencia 12 10
19. Espanyol 13 10
20. Real Valladolid 14 9