Burjuvazinin çerez parası ile binlerce ailenin barınma ihtiyacı rahatlıkla karşılanabilir
Küresel kapitalizm-emperyalizmin adı konsun konmasın, sert veya yumuşak olsun kriz ve çöküş koşulları kapitalizmini çevrim yasalarının varlığı ve gerçekliği güncel saiklerle devam ediyor. Bir tarafta yükselen değer olarak Çin ve geleneksel gücüyle Rusya diğer tarafta kolektif kapitalist-emperyalist ülkeler olarak ABD, İngiltere ve Avrupa ve alt-emperyalist ülkeler olarak Brezilya, Güney Kore, Türkiye, Arjantin gibi ülkelerin kendi aralarındaki ekonomik, politik, kültürel, etnik ve mezhep vb. gibi bütünsel çelişkiler sürmektedir. Bu çok kutuplu dünya kapitalizmi aynı zamanda çoklu çelişkilerde üretmektedir. Bu çelişkilerin en sıcak yanı kapitalist mülkiyetin varlığından kaynaklı savaş üretmesidir. Döneme özgü bu savaş adeta seyirlik şeklinde devam etmektedir. Önce 1000 günü bulan Ukrayna-Rusya arasında başlayan ve halen sonuçlanmayan savaş ve İsrail’in soykırım şeklinde Filistin’e dönük vahşet saldırganlığı devam etmektedir. Küresel kapitalizmin bu dönemsel varlığı hemen tüm ülkelerde güvenlikçi devletlerin ve faşizm eğiliminin de daha da güçlenmesini getirmiştir. Bu noktada ABD ve Rusya’nın dünya arenasında potansiyel gücünden kaynaklı Trump ve Putin gibi otoriter diktatörlerin varlığı önemli olsa da her şeyi kapitalizme değil de bu diktatörlerin politikaları ve uygulamalarına bağlamanın da illüzyon olduğu bilinmelidir.
Gelinen aşamada küresel kapitalizmin savaş üretmesi durumu Türkiye Kapitalizmini de doğrudan veya dolaylı olarak önemli ölçüde etkilemektedir. Savaş bütçelerinin varlığı, tedarik zincirlerindeki zorluklar vb. gelişmeler diğer tüm ülkelerde egemenlerin daha da zenginleşmesi, emekçilerin daha da yoksullaşmasına yol açarken, Türkiye kapitalizmine de aynı durum yansırken bunun somut durumu da daha yüksek enflasyon-pahalılık, daha yüksek işsizlik, daha düşük ücret-gelir olarak dönmektedir. Bu noktada Türkiye kapitalizmin vahşiliği, çürümüşlüğü, zombiliği ve geberen olması bütün şiddeti ve belirtileri ile devam etmektedir. Havanın dahi meta olduğu noktaya yaklaşılırken, sevgi, duygu, vicdan, merhamet, empati, paylaşma, dayanışmanın da metalaşması öyle bir noktaya gelmiş durumdaki çocuklarına karşı en duyarlı olması gereken anneler bile çocuklarının ölümüne bile duyarsız kalmaktadırlar. Hatta yer yer çocuklarının ölümünün doğrudan veya dolaylı muhatabı olmuş durumdalar. Bu durum somut olarak 8 yaşındaki Narin cinayeti ve 2 yaşındaki Sıla cinayetinde açık ve net olarak görülmüştür.
İşte bu noktada kapitalizmin onarılmaz, giderilmez kirliliği anneleri bile bu zaaflı duruma getirmiş durumda. Ekonomik yıkımın getirdiği zorluklar, feodal kültür, kapitalizmin Araf kültürü, ataerkil kültür, biat kültürü, zenginlere karşı tapınma vb. öyle bir bencillik, bireycilik ( bireysellik değil) yaratmış durumda ki yalnızlık ve rekabet adeta yaşam biçimi olmuş durumdadır. Böyle bir kapitalizmin kirliliğini analoji yaparsak tonlarca etkin temizlik maddelerini ile temizlemek mümkün değildir. Dolayısıyla kapitalizm içindeki her reform uygulamaları, kısa erimde gücünü, etkinliğini kaybetmekte adeta başa dönülmektedir. Bu anlamda kapitalizmin bu yıkımına çözüm olarak sunulan her sosyalizm anlayışı çözüm olmadığı gibi çözümsüzlüğün kanıksanması ve alışılması anlamında da ekstra bir olumsuzluk yaratmaktadır. Bu noktada Marksizm’in evrenselleşmiş program ve ilkeleri çerçevesinde devrim, sosyalizm-komünizm anlayışı diyalektik saiklerle tek kalıcı ve sürekli çözüm ve alternatif durumundadır. Dolayısıyla sevginin, duygunun, vicdanın, merhametin bile adeta pranga altında olduğu kapitalizme karşı özgürlük alanının belirleyiciliğinde “yeni insan”, “toplumsal insan” oluşması için kültür egemen komünizmin inşa süreci olmazsa olmaz noktadadır.
Bu noktada güncel gelişme anlamında çok yeni gelişmeler yaşanmadığı için iktidar ve muhalefet üzerinde kısaca durmak gelinen noktanın anlaşılması ve kavranmasına katkı sağlayacaktır.
İktidarın görünüşteki sağlam birlikteliği her olay da çelişkilerin ortaya çıkmasıyla sağlamlığın takiye olduğunu göstermektedir. Türkiye’de faşizmin bilinçli tarzı olan matematikli, videolu, arabalı metafor veya analojili servis olayı faşizmin hem kendi kitlesine moral-motivasyon, hem de karşı cepheye dönük onların kafasını karıştırmak doğrultusunda yapılmaktadır. Son dönemde bu servisler Bahçeli’nin son videolu servis olayı da dahil daha başat olarak Erdoğan’a ve AKP’ye dönük yapılmaktadır. Bu açık olamayan servis olayı hem iktidarın sürmesi için hem de iktidarın her an yıkılabileceğini gösteren bir gözdağı olarak yapılmaktadır. Olayın ciddiyeti, hedefi o kadar belli ki böyle bir servisten sonra Erdoğan, Bahçeli hemen yüz yüze görüşme gerçekleştiriyorlar. Çelişkiler bir kez daha öteleniyor. Bu noktada bu kadar biriken çelişkinin potansiyel patlama yapması riskini göremiyorlar. Öyle ki her bir anlık çelişkilerin acilliği bu patlama riskini taraflara göstermiyor.
Bu noktada önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Bahçeli’nin Kürt sorunu ve Öcalan’a dönük açıklamalarının iç ve dış bağlantılı bir görev olarak verilmiş olduğu da giderek daha netleşiyor. Bahçeli’nin özellikle Öcalan konusunda beklenmeyen açıklaması talimatını emekli! MİT başkanı Şenkal Atasagun’dan aldığı söyleniyor. Elbette böyle bir talimatın Atasagun’a CIA ve MOSSAD’dan verilmiş olmasının gündeme gelmesi de bizim açımızdan sürpriz olmamıştır. Bahçeli görevi gereği olarak süreç içinde beklenmeyen veya beklenen benzeri açıklamalar ile sahnenin önünde ve arkasında olmaya devam edecektir. Bu arada Ufuk Aras ve Bahçeli görüşmesi gerçekleşmiştir. Konu hakkında geniş değerlendirme yapmanın gerekli olmadığını düşünüyoruz. Kısaca egemen ulus sosyalist-komünistleri olarak en küçük şovenizm adeta zehir olduğu için bu noktada Ufuk Uras’ın sicilinin olumsuzluğuna bakmanın yeri ve zamanı olmadığını söylüyoruz. Dolayısıyla bu aşamada Uras’ın sosyalistliği vb. olumsuzluğunu öne çıkarmak akut ve başat değildir. Bu anlamda Kürt sorununun barışçıl olarak çözümü geniş Kürtlerin de talebi olduğu için bu talebe dönük her çabanın önemli olduğunu söylemeliyiz. Bu noktada tek kayıt koymak gerekirse Kürt hareketi ve DEM parti tüm manipülasyonlara ve tuzaklara karşı kendi ilkelerini uygularsa tüm olumsuzluklar bertaraf edilir.
Bu arada MHP ‘ye dönük son günlerin önemli bir gelişmesi de 3 milletvekilinin istifa ettirilmeleridir. Altın ticareti-hırsızlığı çerçevesinde zenginleşen bu zevatın altın kalpazanlığı sonucu suçüstü yakalanmaları üzeri örtülemez noktaya geldiği için böyle bir tasarrufta bulunduğu açıktır. Ama bu 3 milletvekilinin istifa ettirilmelerinin araka planında da Sinan Ateş cinayetinin gölgesi olması sürpriz ve şaşırtıcı olmayacaktır. Bahçeli ve kurmayları istedikleri gibi sonuçlanan Sinan Ateş cinayetinin her başka bir olaydan sonra tekrar gündeme gelir diye adeta kabuslar yaşıyorlar. Dolayısıyla bundan sonra da benzeri neşter vurma operasyonları beklenmelidir. Elbette bu 60 kiloluk altın kalpazanlığı ve her yolsuzluğun altında MHP-faşistlerin çıkması tesadüf değildir. Faşizmin ideolojik ve siyasi olarak en radikal kapitalizmin bekçiliğini yapmaları sonucudur. Bunlar bilinen ortaya çıkan yolsuzluk-hırsızlık vakalarıdır, devamı da beklenmelidir.
İktidarın büyük ortağı AKP’nin durumuna baktığımızda ise son yerel seçimler başarısızlığı ve özelliklede ikinci parti olma beklenmeyen durumu oluşunca artık çelişkiler gizlenemez noktaya gelmiştir. Ayrıca yine özellikle yerel seçim başarısızlığı sonucu Erdoğan’ın dışarıya dönük tek adam güç ve etkinliği devam ederken içerde partiye yeterince hakim olamadığı her gelişmelerden sonra daha da netleşiyor. Özellikle Mehmet Uçum, Şamil Tayyar ve Mehmet Metiner arasında tartışma değil kapışma da devam ediyor. Tayyar’ın iktidara dönük Soroz’cu iktidar yakında çöküp gidecek açıklaması artık hemen her açıklaması ve eleştirisinde Erdoğan’nı dışarıda tutmaya özen gösteren Tayyar bu açıklamasıyla Erdoğan’ı da hedef aldığı ( yine gizlese de ) açıktır. Saray çevresinde akçeli işler çerçevesinde adeta pazar kavgası devam ediyor. Sıfırdan devlet desteğiyle büyük servetlere sahip olanlar bu servetlerin bekası için adeta birbirlerini yiyorlar. Süreçte bu özneler arasında barışçıl geçişin fiziki saldırılara dönüşmesi de sürpriz olmayacaktır.
Yine bu arada Mehmet Uçum’un eski solcu olmasının avantajıyla ama Saray çıkarlarının gereği olarak da son Kürt sorunu konusunda ve diğer konularda bu tasarrufların devlet politikası olduğunu açıklaması da adresin doğru olduğunu göstermektedir. Bir kesim sol eğilimli olanların da her şeyi Erdoğan başlatıp bitirmeleri kolaycılığı kapitalist devletin belirleyiciliğini gölgelediği bilinmektedir. Elbette dönemsel olarak otoriter diktatörlerin süreçte etkinlikleri olsa da olağanüstü ve önemli devlet uygulamalarının iktidar tarafından yerine getirilmesi olmazsa olmaz noktadadır. Tersi bir durumda Türkiye tarihinde askeri darbelerin rutin olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Marksizm’in devlet, iktidar-hükümet arasında temel fark ve ortaklığı karıştırmak aynı zamanda kafaların da karışmasını getirecektir. Yine aynı zamanda temel ve başat hedeflerin de kaybedilmesini getirecektir.
Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin durumuna baktığımızda ise son günlerde açık ve net olarak görülüyor ki CHP emek ağırlıklı ve Kürt sorunu konusunda duyarlılığını artırdığı noktada egemenlerin saldırısı daha başat oluyor. CHP son günlerde açlık ve yoksulluk sınırında olan geniş emekçi kitlesinin acil talebi olan asgari ücretin 30 bin TL olması talebini yalnız sözel değil aynı zamanda meydanlarda bildiri şeklinde dağıtmıştır. Yine dönemlere özgü altın hesabını yaparak emekçilerin ne kadar altın kayıpları olduğunu sözlü ve yazılı meydanlarda dağıtımında bulunarak akut ve somut talep olması anlamında önemli olmuştur. Özellikle Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özel’in gözaltı süreci ve tutuklanmasına karşı gösterdiği tepki ve eylemlilik de önemli olmuştur. Devamında Mecliste 200 e yakın koruması ile gelen İçişleri Bakanına dönük kayyum protestosu da ses getirmiştir. Son günlerde ise yine beklenen ( DEM Parti belediye başkanlarından 38 hakkında PKK ile ilişkisi iddiası ile “değerlendirme” yapıldığı söylenmektedir ) olmuş Dersim ve Ovacık Belediyelerine kayyum atanmıştır.
Bu noktada CHP’nin gerek kendi partisinden belediye başkanı seçilen Ovacık’a kayyum atanması gerekse Dersim’e kayyum atanması noktasında eylemlilik içinde olması önemli olacaktır. CHP’li tüm belediye başkanlarının bir araya gelip toplanması ve diğer mücadele biçimleri de önemli olacaktır. İşte CHP’nin gerek emek ağırlıklı tutumu ve Kürt sorunu konusunda olumlu, duyarlı tutumu egemenlerin saldırısı için gerekçe olmuştur. Bu saldırı hem içe dönük olarak CHP içinde zaten parçalı yapıdan kaynaklı sorunları daha büyüterek bölme, parçalama yaratmak için yapılmaktadır. Hem de başta CHP emekçi taban kitlesine korku yayarak onların direniş, mücadele azimlerini pasifize etmek için yapılmaktadır. Bu saldırının somut göstergesi de yine son günlerdeki devlet-iktidar tasarrufu olarak CHP’li Ankara, İstanbul ve Beykoz belediyesine dönük soruşturma açılması olmuştur.
Sonuçta CHP başat olarak emek ağırlıklı yanını ve Kürt sorunu konusunda barışçıl yanını devam ettirmesi ve kendi kitlesine güvenmesini sürdürürse tüm saldırıları boşa çıkaracaktır. Böylesi bir tutum hem CHP’nin daha da kitleselleşmesi hem de olası erken seçim veya zamanında yapılacak seçimde de başarı getirecektir. Ama pratik olarak yapılması gereken bu direniş ve mücadeleyi bütünsel ve ülke çapında yapmak gerekmektedir. Yani hem Meclisi bir direniş alanı olarak kullanma ama daha da önemli olarak bu direniş ve mücadeleyi, meydanlara, sokaklara taşımasıdır. Yine asgari-azami kazanıncaya kadar bu direniş ve mücadelelerin sürekliliği de sağlanmalıdır.
Bahçeli’nin iç ve dış egemenlerin görevini yerine getirme şeklinde Kürt sorunu ve Öcalan hakkında söyledikleri elbette blöf ve sahte değil. Ama bu durum egemenlerin bir taşla çok kuş vurma anlayışının önünde engel değildir. Yani temel sorunlar olan derin açlık ve yoksulluğun üzerini örtmek veya ötelemek için önemli mesai harcadıkları da açıktır. Bu noktada bu bölümü bütünsel saiklerle kapitalist ekonominin güncel gelişmelerinin değerlendirmesine ayırmak istiyoruz.
Türkiye kapitalizmi kendi otantiğinde tıkınamaya ek olarak, hiçbir burjuva kurala sığmayan, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, uyuşturucu, organ ve insan ticareti ve her boydan mafyatik ilişkilerle adeta potansiyel bir çöplük görünümünde. Bu anlamda durumu krizle izah etme yeterli olmamakta çöküş rutin bir işleyiş ve süreklilik kazanmıştır. Bu noktada dönemi ve güncelliği doğru yakalama, anlama ve kavrama için Marksizm’in evrensel ve aşılamayan temel tezlerine tekrar tekrar başvurmak bir yük değil tam da isabet olacaktır.
Kapitalizm üretim ve tüketim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyettir. ( Bu mülkiyet özel ve devlet mülkiyetinin diyalektik toplamıdır ) Gelinen noktada kapitalizmde yalnız işgücü değil, havaya da sıranın daha belirgin geleceği ve kültür kodlarının tümünün meta olduğu bir dönemidir. Ücret, fiyat, kâr sarmalının varlığı ve sürekliliği diyalektik saiklerle devam etmektedir. Dönemsel ve güncel olarak da finans ve rant sermayesinin kap kaç şeklindeki varlığı kapitalizmin yeni değer, fazla değer ve artı değer yaratmada ciddi zorluklar oluşturmaktadır. Yine teknolojinin geldiği nokta olarak dijital sermayenin kendi alanında egemenliği dönemsel ve güncel bir önem arz etmektedir.
İşte bu Marksizm’in temel ve güncel ilkelerinin arka plan gerçekliğine vakıf olunması noktasında dönemsel ve güncel konuların daha anlaşılır ve kavranması da kolay olacaktır. Öncelikle şunu belirtelim. Öyle bir artık çekilmez noktada derin açlık ve yoksulluk var ki “askıda ekmek”, “askıda yemek”, “askıda defter, kalem” ve son günlerde de “askıda çay” adeta yaşamsal rutin oldu. Tüm bu gelişmeleri dikkate alarak güncel olan yeni asgari ücret, yeni bütçe olayı ve işçi ve emekçilerin direnişi üzerine genel bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Yeni asgari ücret aralık ayıda netleşecek. Bu durum gerek tüm sendikalar gerekse tüm toplumsal muhalefet için adeta turnusol olacaktır. Türkiye’de enflasyon artışının nedenleri tartışılırken kamuoyunda enflasyon artışının asıl nedeninin ücret artışı olduğu konusunda tartışmalar yürütülüyor. Bu ilginç ve çarpık anlayışın ücretli çalışanlar arasında da azımsanmayacak bir karşılığı var. Bu noktada Marksist İktisatçılar ve tüm toplumsal muhalefet bileşenlerindeki özneler derin düşünmek zorundalar. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki ücretlerdeki artışın enflasyon üzerindeki etkisinin iddia edildiği gibi temel belirleyici olmadığı noktasındadır. Dolayısıyla emekçilerin aldığı ücretler, toplam maliyetlerin küçük bir kısmını oluşturuyor. Nitekim bu alanda yapılan çalışmalar yüksek kâr oranlarının enflasyonun artmasına ücretlerden daha fazla etkili olduğunu tespit ediyor. Özellikle Türkiye gibi denetimin zayıf olduğu ekonomilerde, kâr oranlarının yükselmesi, enflasyonun temel tetikleyicisi durumundadır. Benzer tespitleri asgari ücretin fazla artırılmamasını isteyen IMF de yapıyor.
Türkiye ekonomisinde son yıllarda belirgin şekilde gözlendiği gibi yüksek kâr oranları, genellikle ücretlerin sabit veya düşük kaldığı dönemlerde gerçekleşiyor. Merkez bankasını, kapitalizmi savunan akademisyenleri ve patronları asgari ücrete hedeflenen enflasyon oranında zam yapılmasında ortaklaştıran temel neden enflasyonun düşmesi değil. Çünkü enflasyonun sadece ücretlerin baskılanmasıyla düşmeyeceğini onlar bizlerden daha iyi biliyorlar.
Sonuçta, bakıldığında bugüne kadar asgari ücrete açıklanan resmi enflasyon oranının altında artış yapılmadı. Ancak bu yıl, “enflasyonu düşürmek” bahanesiyle, 2024 sonunda gerçekleşmesi beklenen enflasyonun altında zam yapılması için yoğun bir propaganda yürütülüyor. Asgari ücrete enflasyon oranında artış yapmak gerçek anlamada “zam” değil, yılbaşından itibaren satın alma gücünde yaşanan azalmanın kısmen telafi edilmesi demek. Buna rağmen 2025 yılı için asgari ücret artışını bugüne kadar hiç tutturulamayan “hedeflenen enflasyon” oranına göre belirlenmesini istemek, işçi ve emek düşmanlığından başka bir anlama gelmiyor.
Bu noktada yeni asgari ücret tartışmalarında doğru tutum almak isteniyorsa somut tutum şudur. Asgari ücret belirlenirken enflasyon oranlarına endeksli bir artış yerine, yoksulluk sınırını temel alan bir yaklaşımla hareket edilmesi gerekir.
Bütçe konusuna gelince yaklaşık iki ay sürmesi beklenen 2025 yılı merkezi yönetim bütçe görüşmeleri başladı. Kapitalizmde merkezi bütçeler sınıflar arasında dağılımı belirler. Bu bütçelerin emekçilere doğrudan yansıması benzeri şekilde milli gelirin emekçilere yansıması şeklindeki gibi bir illüzyondur. Yine de bu bütçelerin emekçilere dönük yaşamsal yanı olan sağlık, eğitim, barınma, sosyal güvenlik vb. gibi alanlara daha yüksek aktarılması önemlidir. Güvenlik ve silahlanmaya ayrılan bütçenin düşük olması da önemli taleplerden olmalıdır. Bu noktada tarihsel bir süreci olan bütçe hakkı çerçevesinde tüm alanlara aktarılan bütçelerin şeffaf olması ve bu kaynakların nereye ne kadar aktarıldığını da tüm emekçiler bilmelidirler.
2025 bütçe tasarısına bakıldığında, bugüne kadar hazırlanan ve bütün yükü halkın sırtına yıkan en zor bütçelerden biri karşımıza çıkıyor. Türkiye kapitalist ekonomisinin sıcak paraya ve borçlanmaya dayalı yapısı bilinmektedir. Şöyle ki, resmi olarak 2018’de 1trilyon 180 milyar lira olan toplam kamu borcu, sadece son altı yıl içinde 7 kattan fazla artarak 30 Eylül 2024 itibarıyla, 8 trilyon 650 milyar liraya çıkmış. Sadece son altı yıl içinde yaşananlar, ekonominin büyük bir çöküş içinde olduğunu gösteriyor.
2025 bütçesi, alt sınıflardan üst sınıflara yapılan gelir transferinin somut örneklerini rakamsal verilerle net bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle dolaylı vergiler, özel sektör teşvikleri ve kamu kaynaklarının dağılımı üzerinden vergilendirme politikaları ve kamu harcamalarının dağılımı incelendiğinde sınıflar arasındaki eşitsiz ve adaletsiz gelir transferi bütün açıklığıyla görülebiliyor.
Bütçeye en büyük katkı sağlayan doğrudan vergi kalemi olan ve büyük bölümü ücretli emekçilerden alınan gelir vergisinin, vergi gelirleri içindeki payı yüzde 19 ( 2.13 trilyon lira). Şirketlerin kârlılığı üzerinden alınan ve ekonomideki işletmelerin kâr artışı beklentisiyle ilişkili olan kurumlar vergisinin oranı yüzde 15 ( 1.64 trilyon lira ). Tüketim üzerinden alınan ve halkın harcamaları üzerinde ciddi bir yük oluşturan katma değer vergisi (KDV) yüzde 32 (3.6 trilyon lira); özel tüketim vergisi (ÖTV) ise yüzde 19 (2.12 trilyon lira). Diğer vergi kalemlerinin oranı yüzde 15 ( 1.65 trilyon lira).
Bütçenin diğer önemli bir kısmı faiz ödemelerine ayrılmış durumda. 1 trilyon 950 milyar liralık faiz gideri, kamusal hizmetler yerine sermayedarların borçlarına ödenecek. Bu rakam, sosyal yardım ve desteklere ayrılan 651 milyar liralık bütçenin neredeyse üç katı. 2025’te faiz giderlerine ayrılan yüksek pay, 1 trilyon 930 milyarlık bütçe açığı ile birlikte düşünüldüğünde, kamusal hizmetlerde ciddi kaynak daralması anlamına geliyor. Bu durumun sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hizmetlerinden yeterince yararlanamayan emekçiler için ağır sonuçlar doğuracağı açıktır.
Bu noktada somut duruma bakıldığında temel kamu hizmetleri alanlarına bütçeden ayrılan pay ve harcamaların niteliğine bakıldığında hükümetin 2025 bütçesinde halkın ihtiyaçlarından çok sermayenin beklentilerinin dikkate aldığı anlaşılıyor.
2025 sağlık bütçesine bakıldığında Sağlık Bakanlığı için 2025 yılında toplam 1 trilyon 20 milyar 317 milyon lira bütçe belirlenmiş. Sağlık bütçesinin 274 milyar 404 milyon lirası ( yüzde 26.9’u ) koruyucu sağlık hizmetlerine, 826 milyar 722 milyon lirası ( yüzde 73.1 )tedavi edici sağlık hizmetlerine ayrılmış. 2024 ile karşılaştırıldığında koruyucu sağlık hizmetlerinde azalış, tedavi edici hizmetlerde artış yaşanacak.
2025 bütçesinde Milli Eğitim Bakanlığına (MEP) 1 trilyon 452 milyar ayrılırken, MEP bütçesinin yüzde 80’i personele yapılan zorunlu harcamalara gidecek. Eğitim bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay ise yüzde 9.73 ile 23 yıl öncesinin neredeyse yarısına ( yüzde 17.38 ) gerilemiş.
2025 yılında savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe 1 trilyon 608 milyar ile tüm zamanların en yüksek rakamına ulaşıyor. Savunma bütçesinin yüzde 57’si savunma, yüzde 43ü iç güvenlik için ayrılmış.
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 2025 yılında 130 milyar 119 milyon lira olarak belirlenmiş. Merkezi yönetim bütçesinden “ Din Hizmetleri ve Yaygın Din Eğitim Hizmetleri” için 2024 bütçesinde 79 milyar 718 milyon lira ayrılırken, 2025’te bu rakam yüzde 60 artışla 127 milyar 269 milyon liraya çıkartılıyor.
Sonuçta 2025 bütçesinde emekçilere ayrılan payın giderek azalması, halkın sırtındaki vergi yükü ve cepten yapacağı özel harcamaların belirgin şekilde artacak olması 2025 bütçesinin gerçekte kimin için hazırlandığını açıkça gösteriyor.
Tüm bu kapitalizmin ekonomik yıkım uygulamalarına karşı işçi ve emekçilerin direnişi ve mücadelesi de devam etmektedir.
Son dönemde işçi sınıfının öne çıkan direnişleri Büyük Türk Tekelleri ile çokuluslu tekellerin bu toprakları ucuz emek cenneti haline getirdiğini anlatmaktadır.
Örneğin, Norveç’ten Brezilya’ya, Çin’den Güney Afrika’ya, Hindistan’dan Avustralya’ya fabrikaları bulunan Fransız imalat sanayi devi Mersen’in Kocaeli Gebze’de kurulu bulunan fabrikasında 3 yıldır toplu sözleşme hakkından yararlanamadıkları için işçiler, 18 Nisan’dan bu yana Birleşik Metal- İş öncülüğünde grevlerini sürdürüyor. Bu şirketin, birkaç istisna dışında diğer tüm fabrikalarında işçilerin sendikalı çalıştığını da kaydetmek gerekir.
Fransız sermayeli zemin kaplama üretimi yapan ve Tuzla’da kurulu bulunan Tarkett Turkey Zemin Kaplamaları fabrikasında çalışan Petrol-İş üyesi işçiler, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 18 Eylül’de greve çıkmıştı. İngiltere, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi pek çok ülkede üretim tesisleri bulunan Tarkett bir başka çok uluslu tekel.
Yüzü aşkın ülkede üretim yapan İtalyan sermayeli küresel şekerleme üreticisi Perfetti Van Melle’de, Tek Gıda-İş Sendikası’nın öncülüğünde sendikalaşma mücadelesi devam ederken işten çıkarılan işyeri temsilcisi Ayhan Yaylalı, 19 Şubat’tan bu yana fabrika önünde başlattığı direnişi sürdürüyor. İçerde sendika çoğunluğu sağlamış durumda. Perfetti Van Melle, dünya çapında 150’den fazla ülkede 18 binin üzerinde 39 şirketiyle faaliyet gösteren çok uluslu bir şirket.
İstanbul Çatalca’da bulunan Polonez gıda fabrikasında ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve baskıya karşı işçiler Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenmişti. Patron, 145 işçiyi bir kalemde işten çıkardı. İşçilerin kararlı mücadelesi kamuoyuna yoğun bir şekilde yansıyor. Polonez yerli iştiraki olan Ürdün sermayeli uluslararası bir başka şirkettir.
Birkaçını saydığımız direniş ve grev örneklerini artırmak mümkün. Giderek de parça parça da olsa da direniş ve grevler devam edecektir.
Bu bölümü kendi içinde anlamlı bir söz ile sonlandırmak istiyoruz. Forbes dergisinin dünyadaki en zengin insanlar sıralamasında 134 milyar dolarlık servetiyle ilk on içinde yer alan Warren Buffet, “ Sınıf savaşı var, tamam ama savaşı veren benim sınıfım, zenginler sınıfı. Ve de kazanıyoruz” demişti. Bu söz öncelikle burjuvazinin sınıf savaşımının ne kadar farkında olduğunu çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
SONUÇ YERİNE
Kapitalizmin kirliliği, çürümüşlüğü, zombiliği ve faşizmin karanlığı, vahşeti bütün hız ve şiddetiyle devam ederken, son dönemde öne çıkan ve önemli gördüğümüz birkaç konunun genel değerlendirmesi ile yazıyı sonlandırmak istiyoruz.
Kapitalizmin kirliliği, çürümüşlüğü, geberen olmasının en somut göstergelerinin biri İzmir Selçuk’ta yaşandı. Baraka bir evde yaşayan anne hurda toplayıp geçimini sağlamak için 1 ile 5 yaşındaki 5 çocuğunu evde bırakıp ayrıldığında bir felaket ile karşılaşılıyor. Yoksulluk sonucu 5 küçük bebeğin ısınması için ( aslında ısınamaması için) başka bir ısınma durumu mümkün olmadığı için zorunlu seçilen elektrik sobasının devrilmesi sonucu yazmak da bile ürperdiğimiz beş bebek boğularak-yanarak adeta katledilmişlerdir.
Elbette önlenebilir her bu ve benzeri katliamlardan sonra, egemenler sorunun nedenleri ile değil sonucu ile ilgilidirler. Aile Bakanlığının eve 100 yakın ziyareti, aylık 4 bin lira vb. desteklerini başarı gibi göstermeleri bilinen, rutin bir uygulama olduğu açıktır. Bu sonuçların aynı zamanda temel nedenlerin üzerinin örtülmesi içinde yapıldığı da bilinmektedir. Kanserli kadına dilenci gibi para vermek, iş cinayetlerinden sonra alınan göstermelik tedbirler, sağlık alanında hasta olmayı engelleyen koruyucu sağlık anlayışı yerine hasta olduktan sonra tedavi ve ilaca dönük sağlık anlayışı vb. kapitalizmin devlet-iktidarın rutin uygulamaları olmuştur.
Bu noktada bu olayın sorumlularının bir illüzyon ve manipülasyon yaratmak için özel bir çaba harcadıkları da açıktır. Anneye dönük uyuşturucu kullandığı vb. gibi suçlayıcı açıklamalar bilinen kendi çaresizliklerinin, çözümsüzlüklerinin veciz zaaflarıdır. Acımasızlıkları o kadar net ve açkı ki cezaevindeki Babanın cenazeye kelepçe ile getirilmeleri hem bir korku hem de güç gösterisinin gereği olarak yapılmıştır.
Sonuçta bu katliam tekil bir olay değil daha öncede benzeri olan ve bundan sonrada benzeri olacak kapitalizmin kirliliğini, çürümüşlüğünü vicdanların kuruduğunu bir kez daha açık ve net olarak göstermektedir. Burjuvazinin adeta çerez parası ile binlerce ailenin barınma, ısınma, gıda vb. ihtiyaçları rahatlıkla karşılanabilir.
Diğer bir konu da son dönemde gündeme gelen ve son günlerde gidişatı daha da belirgin hale gelen Teğmenler olayına da kısaca değinmek istiyoruz. Teğmenlerin rutin yemin töreni dışında yaptıkları yeminli slogan atmaları haklarında soruşturma açılması ile devam ediyor. Gelinen noktada üç teğmenin ordudan ihraçları da gündeme düşmüş durumdadır. Bu olayın kendi içinde iktidar kanadında da çelişkiler yarattığı yani teğmenlerin eylemini destekleyen ve karşı çıkanlar ve sonradan çark edenlerin olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu olayın bütünsel bir yanı olsa da tek başına disiplin olayının öne çıkması da ordunun sınıfsal yanından kaynaklı olan hiyerarşik bir disiplin anlayışının emir-demir metaforundan kaynaklıdır.
Bu noktada sosyalist-komünistlerin tutumu ne olmalıdır. Elbette bir tarafta içinde ırkçılığı açık saiklerle barındıran Kemalizm-Atatürkçüler ( içlerinde farklı eğilimde olanları dışarda tutuyoruz ) diğer tarafta radikal İslam ve faşizm yanlılarından birini desteklemek bizlerin tutumu olamaz. Ama bu konuda temel olan Atatürkçüler ile Muhafazakar kesim arasındaki çelişki değil burjuva anlamda bile özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve güvenlikçi devletin giderek faşizme evrilme çabasıdır. Dolayısıyla bu anlamda devlet-iktidarın teğmenlere karşı ihraç ve diğer cezalar vermesine de karşı çıkmalıyız.
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 13 | 35 |
2. Fenerbahçe | 13 | 30 |
3. Samsunspor | 14 | 29 |
4. Eyüpspor | 14 | 23 |
5. Beşiktaş | 13 | 22 |
6. Göztepe | 13 | 21 |
7. Başakşehir | 13 | 19 |
8. Rizespor | 13 | 19 |
9. Sivasspor | 14 | 18 |
10. Konyaspor | 14 | 18 |
11. Antalyaspor | 13 | 17 |
12. Gaziantep FK | 13 | 16 |
13. Trabzonspor | 13 | 15 |
14. Kasımpasa | 13 | 15 |
15. Alanyaspor | 13 | 14 |
16. Kayserispor | 13 | 12 |
17. Bodrumspor | 14 | 11 |
18. Hatayspor | 13 | 8 |
19. A.Demirspor | 13 | 2 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 14 | 29 |
2. Bandırmaspor | 14 | 28 |
3. Karagümrük | 14 | 27 |
4. Erzurumspor | 14 | 25 |
5. Boluspor | 14 | 22 |
6. Igdir FK | 14 | 22 |
7. Keçiörengücü | 14 | 21 |
8. İstanbulspor | 14 | 20 |
9. Ankaragücü | 14 | 20 |
10. Ahlatçı Çorum FK | 14 | 20 |
11. Ümraniye | 14 | 19 |
12. Gençlerbirliği | 14 | 19 |
13. Pendikspor | 14 | 19 |
14. Esenler Erokspor | 14 | 18 |
15. Şanlıurfaspor | 14 | 18 |
16. Amed Sportif | 14 | 18 |
17. Manisa FK | 14 | 17 |
18. Sakaryaspor | 14 | 15 |
19. Adanaspor | 14 | 8 |
20. Yeni Malatyaspor | 14 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 13 | 34 |
2. Arsenal | 13 | 25 |
3. Chelsea | 13 | 25 |
4. Brighton | 13 | 23 |
5. M.City | 13 | 23 |
6. Nottingham Forest | 13 | 22 |
7. Tottenham | 13 | 20 |
8. Brentford | 13 | 20 |
9. M. United | 13 | 19 |
10. Fulham | 13 | 19 |
11. Newcastle | 13 | 19 |
12. Aston Villa | 13 | 19 |
13. Bournemouth | 13 | 18 |
14. West Ham United | 13 | 15 |
15. Everton | 13 | 11 |
16. Leicester City | 13 | 10 |
17. Crystal Palace | 13 | 9 |
18. Wolves | 13 | 9 |
19. Ipswich Town | 13 | 9 |
20. Southampton | 13 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Barcelona | 15 | 34 |
2. Real Madrid | 14 | 33 |
3. Atletico Madrid | 15 | 32 |
4. Athletic Bilbao | 15 | 26 |
5. Villarreal | 14 | 26 |
6. Mallorca | 15 | 24 |
7. Girona | 15 | 22 |
8. Osasuna | 14 | 22 |
9. Real Sociedad | 15 | 21 |
10. Real Betis | 15 | 20 |
11. Celta Vigo | 15 | 18 |
12. Sevilla | 14 | 18 |
13. Rayo Vallecano | 14 | 16 |
14. Las Palmas | 15 | 15 |
15. Leganes | 15 | 15 |
16. Deportivo Alaves | 15 | 14 |
17. Getafe | 15 | 13 |
18. Espanyol | 14 | 13 |
19. Valencia | 13 | 10 |
20. Real Valladolid | 15 | 9 |