banner94

banner126

08.05.2024, 10:48

İktidarın meşruiyet krizi ve ana muhalefetin tutumu

Son günlerde siyasetin gündeminde CHP Gn. Bşk. Özel ile AKP Gn. Bşk. Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleştirilen ancak içeriği kamuoyu ile paylaşılmayan yüz yüze bir görüşme var.

Erdoğan’ın Özel’e iadeyi ziyaret yapması beklenirken ülkede siyasette bir yumuşama, normalleşme olacağı algısı da medya tarafından pompalanıyor. Gerçekten öyle mi? Özellikle de son 9 yıldır ülkeyi kutuplaştırarak, muhalefeti Şeytanlaştırarak yöneten İktidar Bloku acaba neden uzlaşma ya da normalleşme yolunu seçer?

Kaybedilen yerel yönetim seçimlerinin verdiği mesajı mı aldılar, yoksa ekonominin daha fazla gerginliği kaldıramaz durumda olması mı bunda etkili oluyor?

Ya da bu sadece zamana oynamak ve yükseliş içine giren muhalefetin enerjisini soğurmak, bu arada karşı karşıya kaldığı meşruiyet krizini aşmak için mi tüm bunlar yapılıyor?

Bu yazının asıl konusu bu son soru. Ancak bu soruyu yanıtlayabilmek için biraz derine inmek gerekiyor.

Meşruiyet krizi nedir?

31 Mart 2024’ta yapılan yerel seçimler başta Erdoğan’a ve AKP’ye olmak üzere, İktidar Blokuna ağır bir darbe indirdi. Öyle ki AKP 2002 yılında iktidara geldiğinden bu yana ilk kez ülke genelinde yapılan bir seçimde ikinci siyasal parti konumuna düştü. Kaybetmeye alışık olmayan Erdoğan, şimdi hem iç hem de dış politika açısından sonuçları olacak ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya bulunuyor.

“Meşruiyet Krizi” kavramı 1970’li yılların başlarından itibaren kullanılan bir kavram. Bu kavramın gelişkin ekonomilerde dönemin kapitalist refah devletlerinin inişe geçişi ile birlikte meşruiyet kaybına uğramasını anlattığı ve ilk olarak Alman sosyolog ve filozof J. Habermas tarafından kullanıldığı ileri sürülüyor.

“Ekonomik olanın siyasi olanla yeniden ilişkilendirilmesi meşrulaştırma ihtiyacını artırmaktadır. Devlet aygıtı artık liberal kapitalizmde olduğu gibi sadece genel üretim koşullarını güvence altına almakla kalmıyor, aynı zamanda aktif olarak üretimin içinde yer alıyor. Bu nedenle – pre-kapitalist devlet gibi - meşrulaştırılmalıdır ...” (1)

Britanyalı iktisatçı J. O’ Connor da 1973 yılında yayımlanan kitabında, kapitalist devletin sırasıyla; özel sermaye birikimini hzlandırmak ve bunu yaparken de sermayeye verdiği bu desteği toplum nezdinde meşrulaştırmak ihtiyacı içinde olduğunu ileri sürer.

Özellikle de “sosyal harcamaların” böyle bir meşrulaştırmayı sağlamaya hizmet ettiğini, ancak bu birbiriyle çelişen iki işlevin zaman içinde devletin mali bir krize girmesine, böylece devletin meşrulaştırıcı harcamalarını yapamamasına neden olduğunu ve bu durumun da devletin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açtığını yazar. (2)

Eskisi gibi yönetememek durumu

Özetle söylemek gerekirse, meşruiyet krizi bir toplumdaki yönetenlerin yönetsel işlevlerini tam olarak yerine getirememesini ve kamu kurumlarına ve politik liderliğe olan toplumsal inanç ve güvendeki düşüşü, dolayısıyla da iktidara olan toplumsal desteğin ciddi biçimde azaldığı bir durumu ifade ediyor.

Bir başka anlatımla bu kavramla, ciddi ekonomik krizlerle birlikte topluma daha önceki yüksek ekonomik büyümenin sağladığı göreli refahın artık sunulamamasının, yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, kendi iç çatışmalarının üstesinden gelemedikleri ve böylece yeni bir yönetim döneminin de önünün açıldığı bir politik duruma yol açması kast ediliyor.

Türkiye bir süredir böyle bir krizin emarelerine sahip. Ekonomi 2015 yılından bu yana inişte, yüksek enflasyon ve işsizlik, devasa bütçe açıkları ve kamu borçları ve geçen yıldan bu yana uygulanmakta olan kemer sıkma politikaları İktidar Blokunun gücünü ve toplum nezdindeki meşruiyetini zayıflattı. Özellikle de 31 Mart Yerel Yönetim Seçimleri böyle bir meşruiyet krizini iyice açığa çıkardı.

Otoriter sağ popülizmin bir sonucu

Erdoğan sağ popülist bir siyasetçi. Dolayısıyla da uygulamakta olduğu siyasetin önemli bir ayağını popülizm oluşturuyor (Hazine ve Merkez Bankası kaynaklarını ve ekonomi politikalarını ağırlıklı olarak hâkim sınıfların çıkarları için kullanmasının yanı sıra).

Erdoğan, 31 Mart Seçimlerine kadar, yozlaşmış seçkinlerle ve eski düzenle mücadele eden bir “halk adamı” görüntüsünü başarıyla sunabilmiş olsa da, bu yerel seçimlerin sonuçları artık halkın büyük bir kesiminin buna inanmadığını ortaya koydu. Çünkü yerel yönetimlerin büyük bir çoğunluğu ana muhalefet partisinin eline geçerken, Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı illerde DEM Parti belediyeleri büyük ölçüde kayyumlardan geri almasını bildi.

Özellikle de siyasal kariyerine başladığı İstanbul’u bir kez daha açık ara kaybetmesi, partisini besleyen rant kaynaklarının kuruması anlamına geldiği gibi, İmamoğlu karşısındaki bu kaybı, toplum nezdinde bir meşruiyet kaybı da demek oluyor.

Bir türlü düşürülemeyen yüksek enflasyon ve beraberindeki derin yoksullaşma, AKP seçmenlerini küstüren ana nedenlerden biriydi. Haziran 2023’te Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olarak yeniden atanması yüksek enflasyona neden olan düşük faiz politikalarından geriye dönüş anlamına gelse de, yerel seçimlerin arifesinde resmi enflasyon yüzde 70’ e yaklaşmıştı ve hala da artmaya devam ediyor.

Farklı kimlikleri çatıştırma siyaseti bir yere kadar etkili

“Tek Adam Rejimi” yıllardır kimlikler üzerinden ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir siyaset izliyor. Ancak bu siyaset ekonomi iyi giderken işe yarasa da, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı krizi sırasında pek işe yaramıyor.

Çünkü hızlı büyüyen ekonomi her zaman Erdoğan'ın cazibesinin en önemli kısmıydı, kimlik meseleleri ise kıyısından ona yardımcı oluyordu. Ancak 31 Mart Seçimlerinde her ikisi de çöktü. Yıllardır Erdoğan’ın en büyük gücü olan ekonomi şimdi onun en zayıf karnı haline dönüştü. (3)

Artık Türkiye ekonomisi, kısa vadeli tasarruf açığını kapatmak, ithalatı finanse etmek, vadesi gelen ciddi boyutlardaki kısa vadeli dış borç servisini yapabilmek ve yabancıların kâr paylarını ödeyebilmek için akbaba fonların, yabancı yatırımcıların iyi niyetine ve ABD ve Avrupa devletlerinin desteğine çok daha fazla bağımlı hale geldi.

İktidarın iktisadi manevra alanı hala çok dar

Cari açığın hala yüksek düzeyde seyretmesi, buna karşılık döviz gelirlerinin yetersizliği ve MB net döviz rezervlerinin (eksi) 50 milyar dolar civarına kadar düşmüş olması iktidarın uluslararası manevra alanını iyice kısıtlayan etmenler. Ayrıca izlenen daraltıcı para ve maliye politikalarının yüksek enflasyonu aşağıya çekme konusunda yeterli olmadığı da ortada.

Üstelik bu program başarıyla uygulanıp gereken yabancı kaynak akışı sağlansa bile, Şimşek’in kendi ifadesiyle, “uyguladığı programın ekonomi açısından olumlu sonuçlar vermesi (örneğin enflasyonun tek haneye düşmesi) en az iki yıl alacak”.

Diğer taraftan, bu süreçte Türkiye ekonomisi istikrara kavuşturulsa dahi, izlenmekte olan emek karşıtı ekonomi politikalarının (AKP’nin tabanını bu seçimlerde nasıl erittiği göz önüne alındığında), bu politikaların daha ne kadar sürdürülebileceğini kestirebilmek çok zor.

Kaldı ki gerek ekonomi yönetimi gerekse de uluslararası kuruluşlar, ekonomide iç ve dış istikrar sağlansa dahi, ekonominin AKP’nin ilk iktidar yıllarındaki büyüme oranlarını yakalayamayacağını kabul ediyorlar. Bu durum da Erdoğan ve AKP için ciddi bir sorun çünkü ekonomi yönetimlerine olan güveni yeniden tesis etmeleri uzunca bir zamanı alacak. IMF ya da Dünya Bankası’nın, ülkede uygulanmakta olan programa dönük destek açıklamaları ise halkın sıkıntılarını örtmeye, onun düşüncesini değiştirmeye yetmeyecektir.

Cam tavan yıkıldı

Ekonomideki bu olumsuz tablonun yanı sıra, son seçimlerde toplumda mevcut otoriter yönetimin alt edilebileceği umudunun yeşermesi de Erdoğan’ın meşruiyet krizini derinleştiriyor. Erdoğan’ın yenilmezliği efsanesi çöküyor, bu da potansiyel devrimci dönüşümlerin önünü açıyor.

Ancak Erdoğan'ın direksiyonunda olduğu İktidar Bloku hala devleti ve merkezi iktidarı yönetiyor ve eğer demokratik muhalefet etkili bir erken seçim çağrısı yapmaz ve buna uygun demokratik kitlesel mücadeleleri örgütlemezse, örneğin sadece 2028’de yapılacağı bilinen genel seçimleri beklemekle yetinirse, çok önemli bir krizi fırsata çevirme şansını tepmiş olacak.

Zira önümüzdeki bu seçimsiz 4 yıllık süreçte köprülerin altından çok sular akar, yabancı sermaye ve ABD ve AB gibi devletlerin desteğiyle NATO üyesi Türkiye ekonomisinin krizi ve mevcut meşruiyet krizi (bu kesimlerce jeopolitik çıkarlar ve mülteci sorunu gerekçe gösterilerek) atlatılır. Bu konuda Erdoğan’ın ne denli tecrübe kazandığını ve yetenekli olduğunu unutmamak gerekiyor.

Diğer yandan CHP yönetiminin 2028 Genel Seçimlerine hazırlanmak ve kendilerinden birini Cumhurbaşkanı seçtirmek dışında bir stratejileri yok gibi görünüyor. Daha öncekiler gibi, mevcut yöneticiler de siyaseti toplumsallaştırmaktan ve toplumu siyasallaştırmaktan kaçınıyorlar ve siyaseti parlamentoya sıkıştırılmış bir temsil siyaseti olarak sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu nedenle de Erdoğan ile yapılan görüşmenin içeriği hakkında halkı bilgilendirme zahmetine katlanmıyorlar.

İktidarın önündeki seçenekler

Diğer taraftan, demokrasiden pek de haz etmeyen otoriter bir lider olarak Erdoğan’ın içine düştüğü meşruiyet krizi bu durumunu düzeltebilmesinin ilk yolu muhalefet üzerindeki baskıyı artırmak ve bazı illerden başlayarak ortaya çıkan seçim sonuçlarını kabul etmemekti. Bunu Van’da denedi ama başarılı olamadı. Kürtler demokratik haklarına sahip çıkarak direndiler ve CHP de açıktan onlara destek verdi.

İkinci yol ise dikkatleri dışarıya çekmekti. Bunu özellikle de Kuzey Irak ve Suriye’deki askeri politikalarıyla bir süredir yapıyor ama milliyetçilik de karnı aç insanlarda eskiden olduğu kadar etkili olmuyor artık.

Kaldı ki iktidar, Bölge’deki bu girişimlerinde ABD, Rusya ve İran gibi diğer oyun kurucuları da dikkate almak zorunda. Bir başka yumuşak karnı olan Filistin topraklarının işgali ile ilgili söylem üstünlüğünü ise seçimlerin bir diğer kazananı olan Yeni Refah Partisi’ne kaptırmış gibi görünüyor.

Yeni bir “çözüm süreci” beklentisi ne kadar gerçekçi?

Bu denli sıkışmış bir Erdoğan Rejimi, tıpkı 2003-2010 arasında olduğu gibi, neo liberal piyasacı ekonomi modeli üzerine oturtulmuş liberal parlamenter demokrasi ve Kürtlerle yeni bir çözüm süreci gibi bir seçeneği tekrar gündeme getirir mi?

Bir yandan, çok ağır bir kemer sıkma politikası uygularken, sokakta en son 1 Mayıs’ta görüldüğü gibi, tam bir polis devleti görüntüsü çizerken ve İktidar Blokunun küçük ortağı MHP’nin açık diktatörlük hevesleri sürerken, diğer yandan Erdoğan’ın böyle bir seçeneğe yönelmesi zor gibi görünüyor ama bütünüyle de imkânsız değil. Bu ancak iç toplumsal muhalefetin ve dışarının basıncıyla mümkün olabilir.

İktidara can suyu olma riski

Elbette başta Kürtler ve sosyalistler olmak üzere, toplumun önemli bir kesimi artık barış istiyor, eşitlik ve adalet istiyor, iş ve ekmek istiyor. Çatışmalara, kutuplaştırıcı dile son verilmesini istiyor. Ancak bu taleplerin Erdoğan rejimi tarafından kolayca manipüle edilebileceği unutulmamalıdır.

Bu konuda özellikle de ana muhalefet partisi CHP’nin yönetiminin müesses nizam tarafından kolaylıkla ikna edilme riski var. Bu ülkede söz konusu muhalefet partisinin bir önceki lideri, “Anayasa’ya aykırı ama bunu yapmak zorundayız” diyerek çok sayıda muhalif Kürt siyasetçinin içeri atılmasına yol açmamış mıydı? CHP’nin yeni yönetimini benzer bir hataya düşmekten alıkoyacak bir akıl ve irade partide mevcut mudur, yaşayıp göreceğiz.

Emek, barış ve demokrasi güçleri artık sahneye çıkmalı

Tam da bu noktada emek, demokrasi ve barış güçlerinin nasıl bir tutum takınması gerektiği son derece önemlidir. Burada yanıtlanması gereken soru şu olmalıdır;

“Öznel niyetimiz farklı da olsa, meşruiyetini giderek yitirmekte olan bir otoriter rejime nesnel olarak yeniden meşruiyet kazandıracak, ona can suyu olabilecek işleri yapmalı mıyız?”

Bu bağlamda, örneğin, kendini muhalefette gören bazı siyasetçilerin ya da liberal iktisatçıların, ekonomiyi krizden çıkararak, yabancı sermaye girişlerini hızlandırarak, ödemeler dengesi krizini önleyerek ve bu süreçte ekonomiyi daha hızlı büyüterek yaratılacak olan kısmi istihdam ve gelirlerle yoksulların derdine çare olacağına inanmaları bizleri gerçekten endişelendirmelidir.

Uçuruma doğru son sürat gitmekte olan freni patlamış bir otobüste direksiyonu kontrol altına almak çok önemlidir ama bu müdahale otobüs yolcularını kurtarmaya yetmez. Önce otobüsü durdurmak, ardından da onun güvenli bir yoldan yolculuğuna devam etmesini sağlamak da gerekiyor.

Kısaca, İktidar Blokunun olası tuzakları konusunda, başta CHP olmak üzere, gerçek durumu göremeyen her yapıyı, her bireyi bilgilendirmek, bu konuda iktidarın politikalarını ve hamlelerini teşhir etmek ve bizi bekleyen daha büyük tehlikeler konusunda uyarmak gerekiyor. Unutmayalım ki faşizme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.

Sonuç: Sadece meşruiyet krizinin varlığı devrimci değişim için yeterli değil!

Emekten, ekolojiden ezilen kimliklerden ve halklardan yana radikal bir değişim gerekiyor. Ancak bu değişim için, “yönetenlerin yönetemez duruma gelmeleri” anlamına gelen politik krizin varlığı (ekonomik krize ilave olarak) yeterli değil.

Ayrıca tarih bizlere defalarca kapitalizmin çok derin krizlerinden bile beslenerek daha güçlü biçimde çıktığını ve kendiliğinden de çökmediğini de kanıtladı. Onu çökertecek bir özneye ve örgütlü bir harekete ihtiyaç var.

Yani vizyonu olan, canlı bir özneye (siyasal hareket/siyasal parti) ihtiyaç var. Bu özne doğru politikalarla işçi sınıfı ve ezilen halklar içinde hızlı bir biçimde kitleselleşebilir.

Radikal değişimin, zaman içinde ortaya çıkacak bir liderliği, örgütlü bir kitle hareketinin inşa edilmesini ve sabırlı, örgütlü bir mücadeleyi gerektirdiği unutulmamalıdır. Bu bağlamda kendiliğinden karşı çıkışlar ya da protestolar yeterli değildir. Keza hayata geçirilebilir bir devrimci, antikapitalist seçeneğin ve buna uygun bir paradigmanın da ortaya konulması gerekiyor.

Ayrıca, dürüstçe bir hesap verilebilirlik olmaksızın her hangi bir durumu doğru okuyabilmek ve doğru yönlendirebilmek de mümkün değildir. Kötümser analizler pasifizme, aşırı iyimserlikse maceracılığa neden olur ki bu da uzun vadede hayal kırıklığı ve sonrasında pasifizm ile sonuçlanır.

Dürüstlük ve şeffaflık, aşırı güveni ve faydasız kötümserliği yenebilecek tek güçtür. Bunları kendi de müesses nizamın (kurulu düzen) bir parçası olan ana muhalefet partisinin yapabilmesi (en azından şimdilik) mümkün değil. Böyle bir duyarlılığı ancak ezilen halkların ve işçi sınıfının yanında yer alan sol-sosyalist bir siyasal parti gösterebilir.

Ancak bugün hala böyle bir özne oluşturulabilmiş değil. Bu nedenle de asıl yapılması gereken, nesnel koşulların elverişliliğinden de hareketle, böyle bir özneyi hızla inşa etmektir. Çökmekte olan bir rejime “ülke ekonomisinin çıkarları” gibi soyut kavramlardan yola çıkarak cankurtaran simidini atmak, tarihsel olarak geriye dönüşü mümkün olmayan ama daha tehlikeli bir diğer yanlışı daha yapmaktan öte anlam taşımayacaktır.

Muhalefet olabildiğince çabuk sokaklara geri dönmeli ve iktidarı, neo-liberalizmi ve eşitsizlikleri teşhir edip, eleştirirken, aynı zamanda kitlelere ekonomik ve politik alternatifler anlamında neler yapabileceğini de gösterebilmeli ve halkın iktidar blokuna olan güvensizliğini, kendine olan güvene çevirebilmelidir. Çünkü halk sadece iyi sözler duymak değil, kararlılık görmek ve yanında olacağı özneye güvenmek ister.

Son olarak, olumlu bir boyutuyla, yaşamakta olduğumuz çoklu krizler, insan, barış ve doğa merkezli bir uygarlığın inşası için toplumsal enerjiyi de harekete geçiriyor. Emek, ekoloji, kadın hareketi, kimlik mücadeleleri gibi çok sayıda cephede aktif olan bu heterojen yükseliş, tarihsel yörüngeyi “barbarlaşmadan büyük devrimci demokratik bir değişime” doğru yeniden yönlendirerek muazzam bir güce dönüşebilir.

Anahtar sözcükler: AKP, Demokrasi, Ekonomik kriz, J. Habermas, J. O’Connor, Meşruiyet krizi, Sağ popülizm.

Dip notlar:

  1. Jurgen Habermas, Legitimation Crisis. London: Heinemann. 1976, s. 36.
  2. James O’Connor, The Fiscal Crises Of the State, St.Martin’s Press, New York, 1973, Bölüm 2, s. 40-64.
  3. https://www.nakedcapitalism.com/the-economy-finally-doomed-erdogan-in-major-defeat-in-turkish-local-elections-what-comes (3 April 2024).
Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 28 71
2. Fenerbahçe 27 65
3. Samsunspor 28 51
4. Beşiktaş 27 47
5. Eyüpspor 28 44
6. Başakşehir 27 39
7. Göztepe 27 38
8. Gaziantep FK 27 38
9. Kasımpaşa 28 38
10. Trabzonspor 27 36
11. Antalyaspor 28 36
12. Konyaspor 28 34
13. Rizespor 27 33
14. Alanyaspor 28 31
15. Sivasspor 28 30
16. Bodrum FK 28 30
17. Kayserispor 27 30
18. Hatayspor 27 19
19. A.Demirspor 27 -2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 31 62
2. Karagümrük 31 56
3. Erzurumspor 31 54
4. Gençlerbirliği 31 51
5. Bandırmaspor 31 51
6. İstanbulspor 31 49
7. Ahlatçı Çorum FK 31 46
8. Amed Sportif 31 46
9. Boluspor 31 45
10. Ümraniye 31 45
11. Esenler Erokspor 31 44
12. Iğdır FK 31 44
13. Keçiörengücü 31 42
14. Pendikspor 31 41
15. Sakaryaspor 31 39
16. Ankaragücü 31 38
17. Manisa FK 31 37
18. Şanlıurfaspor 31 34
19. Adanaspor 31 27
20. Yeni Malatyaspor 31 -21
Takımlar O P
1. Liverpool 29 70
2. Arsenal 30 61
3. Nottingham Forest 30 57
4. Chelsea 29 49
5. M.City 29 48
6. Newcastle 28 47
7. Brighton 29 47
8. Fulham 30 45
9. Aston Villa 29 45
10. Bournemouth 29 44
11. Brentford 29 41
12. Crystal Palace 28 39
13. M. United 30 37
14. Tottenham 29 34
15. Everton 29 34
16. West Ham United 30 34
17. Wolves 30 29
18. Ipswich Town 29 17
19. Leicester City 29 17
20. Southampton 29 9
Takımlar O P
1. Barcelona 29 66
2. Real Madrid 29 63
3. Atletico Madrid 29 57
4. Athletic Bilbao 29 53
5. Villarreal 28 47
6. Real Betis 29 47
7. Rayo Vallecano 29 40
8. Celta Vigo 29 40
9. Mallorca 29 40
10. Real Sociedad 29 38
11. Sevilla 29 36
12. Getafe 29 36
13. Girona 29 34
14. Osasuna 29 34
15. Valencia 29 31
16. Espanyol 28 29
17. Deportivo Alaves 29 27
18. Leganes 29 27
19. Las Palmas 29 26
20. Real Valladolid 29 16