Aslında bu konuya değinmek hiç içimden gelmiyordu ama dost-arkadaş sohbetlerinde bu konudaki düşüncelerimi de yazmam için telkinler gelince yazma gereği duydum.
Dış politika konusunda yazı yazmak benim işim olmamalı ancak madem yazmaya karar verdim yıllarca yapılan ama yapılmaması gereken yanlışlarımızdan birkaçına kısaca değinmek istiyorum.
Cezayir halkı Fransız sömürüsüne karşı verdiği kurtuluş savaşında Atatürk önderliğinde yaptığımız Kurtuluş Savaşından esinlendiğini açıkça belirtmesine ve Cezayirli askerlerin çoğunun cebinden Atatürk’le ilgili yayınlar veya Atatürk resimleri çıkmasına karşın “Fransızlar, Cezayir’de soykırım yapmamıştır.” diyerek dış politikadaki en büyük yanlışlarımızdan birini yapıyorduk.
Bizim soykırım yaptığı halde aklamaya çalıştığımız Fransa yıllar sonra hakkımızı “Türkler, Ermeniler’e soykırım uyguladı.” diyerek veriyordu.
Üstelik uluslararası arenada bu konuyu Ermeniler’den bile daha çok dillendirerek.
Sanırım Fransızlar’a karşı “Fransız kalmak” böyle oluyor.
Sanki Fransızlar, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste!” diyerek Cezayir’de uyguladıkları soykırımın günahını bizim sırtımızdan atmak istiyorlardı
“Türkler, Ermeniler’e soykırım uyguladı!” diyen ilk ülkelerden biri olan Lübnan, birkaç yıl önce İsrail’in soykırımından soykırımla suçladığı ülkemizin askerleri sayesinde kurtulabiliyordu.
”Kaderin cilvesine bak!” diye buna derim ben.
Atalarının “soykırım yapmakla” suçladığı bir ülkenin askerleri tarafından soykırımdan kurtarılan Lübnanlılar neler hissetti acaba? Ya da Lübnan’ın şimdiki yöneticileri neler düşündü?
Sizi bilmem ama doğrusu ben çok merak ediyorum.
İsrail Devleti kurulduğu günlerde İsrail Devleti’ni ilk tanıyan ülkelerden biri de biziz.
Dış politikada genellikle ilk adımı atıvermişiz biz.
Acelemiz neyse?
Oysa dış politikada verilecek kararlar yıllar sonrası da hesaplanarak irdelenip verilmelidir.
Dış politikada adım atarken satrançta yapılan hamleler gibi durup düşünerek hamleler yapılmalıdır.
Futbol oyununda olduğu gibi anlık hamleler değil.
İsrail ve biz…
İsrail’in bu coğrafyadaki tek müttefiki biziz.
“ŞIMARIK OĞLAN” olduğunu yeni anladığımız için olsa gerek çoluk-çocuk, kadın-kız demeden başta Filistin halkı olmak üzere İsrail’in Arap dünyasına uyguladığı soykırım uygulamasına yıllarca seyirci kalan biz.
Tarıma çok elverişli bir ülkemiz olduğu halde kendi yetiştireceğimiz ürünlerin tohumlarını üretemeyip çöllerde tohum üreten İsrail’den alan biz.
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmeseydi topraklarımızdaki mayınları temizlemesi karşılığında temizlediği toprakları işletmesine izin vermeye kalktığımız İsrail ve biz.
Savunma araçlarımızın önemli bir bölümünü üreten, bize satan, bakımını yapmayı üstlenen İsrail ve biz.
En sonunda neredeyse savaşmanın eşiğine geldiğimiz İsrail ve biz.
İsrail’den aldığımız ve bakımını onlara yaptırdığımız savaş araç-gereçleriyle İsrail’le savaşmak…
İlginç bir fantezi olur herhalde.
“Kendi silahıyla vurulmak” böyle bir şey mi acaba?
Bu konuda, çok şey yazmak bile hiçbir şey yazmamak kadar az kalacağı için daha fazla bir şey yazmayacağım.
Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yolunda yürürken “YURTTA BARIŞ-DÜNYADA BARIŞ” havasının egemen olduğu savaşlardan ve açlıktan arındırılmış bir ortamda kardeşçe yaşayacağımız günlerin özlemiyle esen kalın.(12.09.2011)