Sevgili yurttaşım,
Bugün; et, süt, yoğurt, ayran, peynir gibi hayvansal gıdaları tüketmiyorsan, bunun nedeni, geçmişte "Yörük, ne bilir bayramı? Lak lak içer ayranı" ve "Yörük, Yörük yürüdü. Kıllı deri, sürüdü" diyerek küçümsediğin Yörüklerin azalmasıdır.
Yukarıdaki paylaşımı, birkaç gün önce -sosyal medya hesaplarımda- yapmıştım.
Paylaşımıma, epey yorum yapıldığı ve telefonla arayarak "Yörük ve Türkmenler hakkında neden yazmadığımı" soran birçok insan olduğu için -bu konuda- daha önce yazdığım halde, birkaç yazı daha yazmaya karar verdim.
Bugün, 26.04.2018 tarihinde yazmış olduğum yazımın bir bölümünü yayınlayacağım:
21 Nisan 2018 günü, Silifke’nin Gökbelen Yaylası’nda -Silifke Belediyesinin de desteğiyle- 22 Nisan’da yapılacak olan “Yörük ve Türkmen Çalıştayı” nedeniyle hazırlıklar yapıldığını öğrenince, ben de bir Yörük çocuğu olduğum için oraya gittim.
Asıl toplantı, bir gün sonra yapılacak olmasına karşın yoğun bir çalışma vardı.
Üç ayrı panel yapıldı. Panelde yapılan konuşmaları, çok dikkatli ve sonuna kadar dinledim.
Panel bittikten sonra “Acaba, garip şeyler mi oluyor?” diye düşünmeye başladım.
Toplantıda konuşan Yörüklerin büyük bir çoğunluğu, Yörüklüklerini sürdürürken önlerine çıkarılan sorunlara değindi ve “Gölge etme, başka ihsan istemem” türü serzenişlerde bulundu çünkü.
Biliyorsunuz; birkaç gün önce, devlet yetkilileri “Hayvancılığı canlandırmak için bilmem kaç hayvan verileceğini” dile getirdi.
Çalıştayda konuşan ve Yörüklüğü sürdürenler ise yetiştirdikleri hayvanlarla, göçerken önlerine çıkartılan engellerden söz ettiler. “Devlet bize de damızlık hayvan versin” türü bir istekleri olmadı yani.
Tam tersine, “Biz hayvan yetiştirmek istiyoruz. Bu işi, Yörük olarak sürdürdüğümüz için belli dönemlerde göç etmek zorundayız. Göç yollarımızda, muhtarlar ve belediyeler bize, kolaylık sağlamadıkları gibi zorluklar çıkarıyor. Bazı yerlerde, su kullanmamıza bile izin verilmiyor” diyerek çektikleri sıkıntıları dile getirdiler.
Konuşmaları dinleyince; keçi yetiştiren Yörüklerin en büyük sıkıntısının, keçilerini ormanlık alanlara sokamamak olduğunu öğrendim. Keçiler, ağaçlara zarar verdiği için ormanlara sokulmuyormuş. Oysa keçiler, ağaçların büyük olduğu ormanlık alana zarar vermez.
Keçiler, ormana bıraktıkları gübrenin yanında, yetişmiş ağaçların, yerden belli yükseklikte olan dallarını yiyerek yere dökülecek yaprak sayısını azaltmasının yanında bir çeşit budama görevi de yapar.
O nedenle,; ormanlık alanlarda, yangın çıksa bile yerde tutuşacak fazla atık ve yere yakın dal kalmadığı için yangının yayılması, kısmen de olsa engellenir çünkü.
Dikkat ederseniz, keçiler ormana sokulmadığı dönemlerde çıkan yangınların ormana verdiği zarar, keçilerin ormanlarda dolaştığı günlerdeki yangınlardan daha fazladır.
Keçi sütü, anne sütüne en yakın gıda maddesidir.
Keçi eti, en yararlı etlerden biridir. Keçi peyniri ve yoğurdu da öyle...
Keçiler, kanser olmayan tek canlı türüdür.
Kanser olmayan tek organımızın kalp olduğu düşünüldüğünde keçi, hayvanların kalbi gibidir.
Buna karşın; ülkemizde yetişen keçi sayısı, koyunların üçte biri kadardır.
Honamlı Keçisi, Sarı Keçi, Ankara Keçisi, Tiftik Keçisi, Ala Keçi, Kara Keçi gibi birçok keçi çeşidimiz olduğu halde keçi üretimimiz ve tüketimimiz çok azdır.
Birkaç gün önce, Amerikalı bir bilim adamının “Honamlı Keçisinin kan yapısını incelediğini” öğrenince yazımı, “Acaba, garip şeyler mi oluyor?” diyerek bitirme gereği duydum.
YÖRÜKLER ve TÜRKMENLER -1-
Paylaş