TÜİK Temmuz ayı enflasyon rakamlarını açıkladığında aklımıza, Erich Maria Remarque’nin yazdığı, Birinci Dünya Savaşının neden olduğu felaketleri, yıkımı ve yabancılaşmayı anlatan “Batı cephesinde yeni bir şey yok” adlı romanı geldi.
Yüksek enflasyon da bir süredir Türkiye’yi, özellikle de yoksul emekçileri kasıp kavuruyor. Halkımız bu koşullarda yaşayabilmek için adeta bir savaş veriyor. Öte yandan ülkeyi yönetenler yüksek enflasyonu önlemeye dönük her hangi bir ciddi adım atmazken, TÜİK enflasyon rakamlarını düşük göstermeye devam ediyor, makyajlamayı sürdürüyor. Yani iktidar ve TÜİK cephesinden tatmin edici, yeni bir açıklama yok.
Oysa sorunlar inkâr edildiğinde ya da olduğundan daha küçük gösterildiğinde ortadan kalkmıyor. Aksine bu tutum mevcut sorunları daha da büyütüyor, dahası diğer ciddi iktisadi ve politik sorunların da önünü açıyor.
Üç kurum, üç farklı enflasyon rakamı
Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere, üç farklı kurumun Temmuz ayı enflasyon rakamı birbirinden ciddi oranda farklılık gösteriyor.
TÜİK’e göre Temmuz ayında yıllık enflasyon yüzde 79,6 iken, İstanbul Ticaret Odası’na (İTO) göre yüzde 99,1 (İstanbul için) ve ENAG’a göre yüzde 176,0. (1) Böylece, İTO’nun enflasyon rakamı TÜİK’ ten 19,5 puan, ENAG’ ınki ise 96,4 puan fazla çıkıyor. Aylık veriler açısından TÜİK ve ENAG arasındaki farklılığınsa Gıda ve Alkolsüz İçecekler Grubunda 3 kattan, Giyim ve Ayakkabı Grubunda 6 kattan fazla olduğu görülüyor.
ÜFE-TÜFE farkı rekora gidiyor
Kurumların öngörüleri arasında bu denli büyük farkın olması son derece çarpıcı ve bu fark her ay giderek daha da büyüyor. Birçok iktisatçı bunun nedeninin artık bütünüyle siyasallaşmış bir kurum haline gelmiş olduğu ileri sürülen TÜİK’in siyasal iktidarın talebine uygun olarak rakamlar açıklaması olduğunu ileri sürüyor. Aslına bakılırsa halkın çok büyük bir kısmı da böyle düşünüyor.
Kaldı ki aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, TÜİK verileri içinde yer alan ÜFE ve TÜFE yani üretici enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasındaki farkın da her ay giderek açılması ve Temmuz ayında 65 puanın üzerine çıkması bu iddiaları doğruluyor.
Bu iki rakam arasında zaman zaman farklılıklar olabilirse de, bu farkın bu denli büyük olması ve süreklilik arz etmesi normal bir durum değil. Eğer bu çapta bir fark varsa; ya üreticiler henüz maliyetlerini tüketiciye tam olarak yansıtamamıştır (örneğin devlet enerjide olduğu gibi maliyetlerin sadece belli ölçüde yansıtılmasına izin vermiştir) ya da üreticilerin yansıtmasına rağmen TÜİK, politik bir yaklaşımla, TÜFE’yi olduğundan çok daha düşük göstermektedir.
Bu argümanların her ikisinin de haklı olduğu yönler var. Özellikle de büyük sanayi kuruluşlarının bu süreçte açıkladıkları ve yüzde 139 artışa denk düşen kârlar (2) aslında üretici firmaların maliyetlerinin bir kısmını tüketiciye yansıtabildiğini gösteriyor. Henüz yansıtılamayanlar ise bir süre sonra yansıtılacak ya da bu firmalar iflasın eşiğine gelecektir.
ENAG’ın verilerinde görülen aylık fiyat artışlarının temel mal ve hizmetlerde yüzde 10’un üzerinde olması ve yüzde 38’e kadar çıkması, halkın yaşam maliyetlerinin hızla arttığının ve giderek daha da yoksullaştığının bir göstergesi.
Gelir bölüşümü adaletsizliği: Çok konuşulmayan bir yüksek enflasyon nedeni
Yüksek enflasyon konusunda başta arz yönlü ve talep yönlü faktörler; yapısal ve yönetimden kaynaklı sorunlar olmak üzere çok sayıda neden ileri sürülebilir. Kaldı ki ülkelere göre bu faktörlerin geçerliliği veya öncelikleri de değişebilir.
Bunlar arasında hemen her yerde geçerli olan ancak üzerinde çok durulmayan bir faktör, gelir ve servet bölüşümü adaletsizliğidir. Bunu Türkiye’de artık yakıcı bir hale gelen somut bir örnek üzerinden açıklayabilmek mümkün.
Bilindiği gibi, TÜFE’de ‘gerçek kira’ ödemelerinin hane halkı bütçesi içindeki payı yüzde 4,4 olarak gösteriliyor. Kiralardaki artış ise çıkartılan bir yasa ile sınırlandırıldığından, sadece yaklaşık yüzde 27 civarında yer alıyor.
Konut fiyatları ve kira enflasyonu
Kısaca TÜİK’e göre kira enflasyonu sadece yüzde 27. Oysa gerçek bundan oldukça farklı. Gerçekte, kiralardaki artışın açıklanan yüzde 79,6’lık resmi tüketici enflasyonunun dahi üzerinde olduğu kentler ya da bölgeler var. TÜİK’in enflasyon verileri bu gerçeği ihmal ettiği için de resmi enflasyon olması gerekenin daha altında çıkıyor.
Konut fiyatlarındaki ve kiralardaki artışın, ev sahiplerinin ve emlakçılık sektörünün fırsatçılığı gibi faktörlerin yanı sıra, konuta olan talebi spekülatif bir biçimde yükselten başka ve çok daha önemli nedenleri var.
Ülkede konut arzı yeterli iken, hatta İstanbul gibi bazı büyük illerimizde milyonu aşan sayıda boş konut bulunmasına rağmen konuta olan talebin artmasının nedeni, enflasyonun ve döviz kurunun çok yüksek olması, buna karşılık TL’nin çok değersizleşmesi.
Böyle olunca da, yüksek enflasyon ve kur karşısında, parasının ya da parasal servetinin değerini korumak isteyenler veya spekülatif kazançlar elde etmek isteyen birçok zengin (borsa, altın ve dövizin yanı sıra), finansal bir yatırım alanına dönüştürülmüş olan konuta yatırım yapmaya başlıyor. Hatta azımsanamayacak bir kısım şirket sahibi kamu bankalarından aldıkları düşük faizli kredilerle, stokçuluğa yönelmenin ve döviz satın almanın (3) yanı sıra, konut da satın alarak büyük çaplı spekülatif kazançlar elde ediyor.
Egemen sınıflara ya da ana akım bir kısım iktisatçıya göre, canlı bir konut/emlak piyasası servet birikiminin, zenginleşmenin bir belirtisidir, bu yüzden de desteklenmelidir. Oysa gerçekte böyle finansallaşmış bir konut piyasası servetin zengin kesimlere doğru yeniden bölüştürülmesinin en güçlü biçimlerinden biridir. Çünkü bir konutun fiyatı yükseldiğinde, yeni bir şey üretilmediğinden, ekonominin toplam üretken kapasitesinde her hangi bir değişiklik olmaz. Bu yalnızca mevcut bir varlığın değerini artırır. Diğer yandan bu durum konut sahiplerinin net servetini arttırırken, diğer herkes için ilave maliyet anlamına gelir. Çünkü konut kiraları artar, ipotekli konut kredilerinin faizleri yükselir. Gerçek şu ki finansallaşmış konut piyasası sıfır toplamlı bir oyun gibidir: Bazılarının keyfini sürdüğü zenginleşme diğerlerinin yoksun bırakılmasıyla, dışlanmasıyla sonuçlanır. (4)
Kısaca paranın belli ellerde toplanmasıyla sonuçlanan gelir ve servet bölüşümündeki büyük çaplı adaletsizlik (barınma ve konut hakkının metalaştırılmasıyla birlikte), çok parası olan bir azınlığın konut ve emlake yönelmesine, bu da konut fiyatlarının ve ardından da kiraların hızla artmasına yol açıyor.
Bu yüzden de, hem yüksek kiralar nedeniyle barınma sorunu artan, boğazından kısıp kiraya vermek zorunda kalarak beslenmesini ve yaşam standardını iyice düşüren halkı korumak hem de enflasyonu düşürebilmek için gelir ve servet bölüşümü adaletsizliğini ciddi biçimde azaltmak gerekiyor. Bunun yolu da, kısa dönemde, emekten yana gelir politikalarından ve zengini vergilendiren ilerici vergi politikaları uygulamaktan geçiyor.
Kentli emekçilerin geçim maliyeti hızla artıyor
Yapılan araştırmalar ve hane halkı anketleri Covid-19 salgınının toplumun diğer kesimlerine nazaran en şiddetli etkiyi kentli yoksul emekçiler üzerinde gösterdiğini ortaya çıkarmıştı. Bu yoksullar şimdi de, yüksek kiraların yanı sıra, enerji ve gıda fiyatlarındaki artışları da içeren yüksek enflasyon altında eziliyor.
Gıda fiyatlarındaki artışın etkisi, hane halkı bütçesinden gıdaya ayrılan payın büyüklüğüne göre farklılaşıyor ve ülke zenginleştikçe bu payın normalde azaldığı kabul ediliyor.
Ortalama bir Avrupalı ya da Amerikalı hane halkı, gelirinin yüzde 10’undan azını gıdaya ve alkolsüz içeceğe harcıyor. Böylece gıda fiyatları artsa da, bu karşılanabilir bir durum olduğundan, gerekirse diğer mal ve hizmetlere yapılan harcamalardaki küçük kısıntılarla bu artış telafi edilebiliyor. Oysa düşük gelirli, yoksul ülkelerdeki emekçi haneler bütçelerinin en az yüzde 40’ını gıdaya ayırıyor. (5) Türkiye’de, gıda ve alkolsüz içeceklerin hane bütçesi içindeki payı ortalama yüzde 25,3 olurken, en yoksul gelir gruplarında bu pay yüzde 30-40 arasında bir orana kadar çıkabiliyor. Bu tablo ülkenin Doğu ve Güney Doğusunda daha da kötüleşiyor.
Gıdaya ve özellikle ekmeğe hane bütçesinden yüksek bir pay ayrıldığında, bunların fiyatlarındaki ciddi artışlar bu haneleri ciddi olarak etkiliyor. Kira, enerji ve ulaştırma gibi harcamalarından kısıntı yapamadığında hane halkının gıdaya erişimi zorlaşıyor, bu da eksik beslenme sorunları, hatta açlıkla neticelenebiliyor.
Ne yapmalı?
O halde halkı giderek hiper enflasyona dönüşmeye başlayan böyle bir süper enflasyona karşı korumak için neler yapılmalı? Ya da emekten yana bir iktidarın enflasyonla mücadelede başvurabileceği önlemler neler olabilir?
• Öncelikle, enflasyonla mücadele konusunda kararlı bir siyasal iradenin varlığının çok önemli olduğunu vurgulayalım. Bugün böyle bir siyasal irade mevcut olmadığı gibi, yüksek enflasyonun öncesinde faizleri sabit tutarak, sonrasında ise Kur Korumalı Mevduat ve Enflasyon Korumalı Tahvil gibi araçlarla yoksuldan zengine doğru büyük çapta bir gelir ve servet transferine neden olan emek karşıtı, sermaye dostu bir siyasal irade ile karşı karşıyayız.
Emekten yana bir siyasal irade gerekiyor
Böyle bir iradenin değiştirilmesi gerekiyor. Bu da demokratik yollardan siyasal iktidar değişikliğini gerekli kılıyor. Böylece enflasyon başta olmak üzere, işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizlikleri gibi temel ekonomik ve sosyal sorunları gerçekten sorun olarak gören ve bunlara emekten, halktan yana çözümler üretebilecek bir demokratik iktidar iş başına gelmelidir.
Tarım ve enerji politikalarında köklü değişiklikler ve kamusallaştırmalar şart
• Böyle bir iktidar mevcut enflasyonun temel sürükleyicisi konumundaki gıda ve enerji alanlarındaki sorunları kökten çözmeye, üretimdeki girdi maliyetlerini düşürmeye, tarımda dışa bağımlılığı azaltmaya, üretimi artırmaya yönelik üretim politikalarını ve köylüleri üretim yapmaya teşvik edecek olan tarımsal destek politikalarını demokratik bir planlama altında hayata geçirmelidir. Böylece güvenli gıda üretimi artırılabilir ve fiyatlar düşürülebilir.
Bu bağlamda enerji alanındaki özelleştirmeler de durdurulmalı ve özelleştirilmiş olanlar yeniden kamulaştırılarak toplumsal denetime açık hale getirilmelidir. Böylece halkın gıdaya ve enerji gibi yaşamın ve ekonominin temellerinden olan kamusal hizmetlere asgari maliyetle erişiminin önündeki engeller kaldırılabilir.
Aşırı kâr ve fiyat kontrolleri yapılmalı, aşırı kredi genişlemesine son verilmeli
• Enflasyonu artıran bir faktör olan aşırı kâr artışlarını önleyen bir sermaye kontrol politikası ve etkin, yaygın fiyat denetimleri uygulamalıdır. Bu denetimlere, tedarikçi ve dağıtımcı büyük oligopol zincir marketlerden ve öncelikle de temel gıda ve sağlık malları (ilaç gibi) alanında başlanılmalıdır. Gereksiz stoklamanın önüne geçilebilmesi için gerekirse belli mallarda miktarsal kısıtlamalara (karne sistemine benzer) gidilmelidir.
• Bugün faizlerin yükseltilmesi politikası artık geç kalınmış bir politikadır. Ayrıca faizlerin yükseltilmesi ekonomik durgunluğa ve borç stoklarını artırıp borç temerrüdüne neden olabileceği için, daha çok emekçileri, küçük üreticileri ve küçük işletmeleri vuracaktır. Bundan kaçınmak gerekir. Bunun yerine iktidarın seçim sürecinde yapmakta olduğu aşırı kredi genişlemesi gibi uygulamalardan kaçınılmalı, böylece talep yönlü enflasyonu azdıracak girişimlerden de vazgeçilmelidir.
En yoksulun enflasyonunu indirmekten başlanmalı
• Enflasyonun toplumun farklı sınıflarını ve kesimlerini farklı biçimlerde ve oranlarda etkilediği bilinen bir gerçektir. Bu yüzden de enflasyon karşıtı bir program uygulanırken, bunun öncelikli olarak enflasyondan en fazla etkilenen emekçi halkların durumunu nasıl etkileyebileceği, onların sıkıntısının nasıl hafifletilebileceği gibi konulara odaklanılmalıdır. Bu bağlamda totalci yaklaşımlardan olabildiğince kaçınılmalıdır.
- DİSK-AR, açıklanan resmi enflasyon oranının düşük gelirlilerin, emekçilerin günlük yaşamda karşılaştığı ve hissettiği oran olmadığından hareketle, farklı gelir gruplarının karşılaştığı enflasyonu açıklayan bir rapor yayımladı.
Buna göre; gıda enflasyonu tüm haneler için ortalama yüzde 94,7 olurken, bu rakam emekliler için yüzde 120,6; üçüncü yüzde 20’lik gelir dilimindekiler için yüzde 102,8; düşük gelirli ikinci yüzde 20’lik gelir dilimindekiler için yüzde 122 ve en yoksul yüzde 20’lik gelir dilimindekiler için yüzde 139,7 olarak gerçekleşti. (6)
Asgari ücret bu yıl iki kez daha artırılmalı, yoksullara nakit gelir desteği sağlanmalı
Bu çerçevede emekçilere nakit gelir destekleri verilmeli ve asgari ücret Ekim ve Aralık’ta olmak üzere bu yıl iki kez daha yükseltilmelidir. Onlarca yıldır işçi ücretlerinin enflasyonun çok gerisinde kaldığı bilinmektedir. Yüksek enflasyon sürecinde de işçi ücretlerindeki artış resmi enflasyonun dahi yarısı kadar artmamıştır. Yani işçi ücretlerindeki artışın enflasyonu körükleyeceği gibi genel geçer bir çıkarıma itibar edilmemelidir.
Belli bir gelirin altında gelir elde edenlere ya da düzenli geliri olmayanlara, nakit gelir desteği verilirken, ulaştırma ve konut/kira fiyatlarıyla ilgili olarak bütçeden bu alanlara dönük sübvansiyonlar sağlanmalıdır.
‘Aşırı kâr vergisi’ ya da ‘servet vergisi’ uygulanmalı
• Bu desteklerin finansmanı ‘aşırı kâr vergisi’ ya da süper zenginlerden alınacak olan ‘servet vergisi’ ile karşılanmalıdır. Yani enflasyona karşı halk öncelikli olarak, emekten yana yeniden bölüştürücü vergi politikalarıyla korunmalıdır.
Enflasyonla mücadelede öncelikle gelir bölüşümünü iyileştirilmesinden başlanılmasını haklı çıkartacak en somut örnek, biraz önce değindiğimiz konut fiyatlarındaki ve konut kiralarındaki enflasyonun da üzerine çıkan artışlardır.
Sonuç olarak,
İçine girdiğimiz seçim sürecinde iktidara aday siyasal partilerin, özellikle de emekten ve halktan yana olanlarının, yüksek enflasyonu sadece ciddi bir makroekonomik istikrarsızlık olarak kabul etmemeleri gerekiyor.
Yüksek enflasyon aynı zamanda, özellikle de toplumun en korumasız kesimleri olan, emekçiler, yoksullar, işsizler, gençler, kadın ve çocuklar, engelliler başta olmak üzere, toplumun büyük bir kesimini derinden etkileyen çok önemli bir ekonomik ve sosyal sorun olarak görülmelidir.
Böylece bu bakış açısı esas alınarak, enflasyonla ve hayat pahalılığı ile mücadele programları ve politikaları geliştirilmeli ve bunlar en uygun bir dil ve araçlarla halka anlatılmalıdır.
Özetle, her konuda olduğu gibi enflasyonla mücadele konusunda da, ülkeyi yönetenlerin artık inandırıcılığı kalmamış olan hikâyesi karşısında, toplumsal muhalefetin ortaya koyacağı inandırıcı yeni bir hikâyeye, yeni bir dile ve bunları hayata geçirebileceğine toplumu ikna edecek yeterlilikte kararlı ve örgütlü bir siyasal iradeye ihtiyacımızın olduğu çok açık.
Anahtar sözcükler: Enflasyon, Hayat pahalılığı, İlerici vergi politikaları, Kira enflasyonu, TÜFE, ÜFE, Yaşam maliyeti krizi, Yeniden bölüşüm.
Dip notlar:
- TÜİK, Tüketici Fiyat Endeksi, Temmuz 2022, https://data.tuik.gov.tr/Bulten (3 Ağustos 2022); İTO, İstatistik Verileri (İstanbul), Temmuz 2022, https://ito.org.tr/tr (3 Ağustos 2022); ENAGrup, Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Temmuz 2022, https://enagrup.org (3 Ağustos 2022).
- İstanbul Sanayi Odası, Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, https://www.iso500.org.tr (5 Haziran 2022).
- https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/kavcioglu-sanayiciyi-stokculukla-sucladi (29 Temmuz 2022).
- https://www.opendemocracy.net/en/oureconomy/uk-cost-of-living-crisis-what-caused-tackle-housing-wealth (9 February 2022).
- https://theconversation.com/how-the-war-in-ukraine-will-affect-food-prices (14 March 2022).
- DİSK-AR, “Dar gelirlinin gıda enflasyonu %140’a yaklaştı!”, //arastirma.disk.org.tr (3 Ağustos 2022).