Efsaneler şehridir İstanbul. Tarih boyunca bu kentle ilgili efsaneler üretmiş ve sorgulamadan inanmıştır bunlara kent ahalisi. Belki de bu efsaneneler İstanbul’un büyülü bir kent olmasının nedeni olmuştur kim bilir?
Bugün de bir kent efsanesinden söz edeceğim. Bir lezzet efsanesi de denilebilir buna Lebon Pastanesi sözünü etmek istediğim.
Kuruluşundan başlıyor efsanemiz. Fransa Büyükelçiliği pastacısı Eduard Lebon tarafından kurulduğu söylenir bu pastanenin. Böyle söylenir de 1806'da İstanbul’a gelip yerleşmiş olan beyefendinin bu tarihten tam 80 yıl sonra 1886 nasıl olup da bu pastaneyi kurup işletebilmiş olduğu hiç sorgulanmaz nedense. Üstelik 1937 ye kadar da pastanede çalıştığı söyleniyor. Yaklaşık yüz elli yıl kadar yaşamış olmalı
Bana kalırsa Bay Eduard Lebon'un oğlu hatta belki de torunu tarafından kurulmuş burası. Kurulmuş ve çok da iyi olmuş.
Daha ilk yıllarında lezzetli ürünleri ile haklı bir ün kazanıp önce Orient Express yolcuları arasında yayılıp ardından şehirdeki tüm frankofonlar tarafından benimsenmiş olan “Chez Lebon tout est bon” (Lebon’da her şey güzeldir)” sloganının yaratılmasına vesile olmuş.
Mesela sadece burada sunulan pasta ve tatlıların lezzeti değil elbette. Kentte sanatçıların, iş insanlarının , siyasetçilerin ve bürokratların buluşma yeri olma özelliğini sürdürmüş yıllarca. Kimler mi geçmiş buradan Hemen aklıma geliverenleri sayayım bir çırpıda:
Namık Kemal, Şinasi, Pierre Loti, Claude Farrer
Cumhuriyet döneminde de sanatçıların kamusal alanı olmaya devam etmiş. Yunus Nadi, Salah Birsel, Yahya Kemal, Orhan Veli ve daha niceleri bu mekânın masalarında oturup kimi zaman memleket meselelerini tartışmış kimi zaman da edebiyat konuşmuşlar. Bu nedenle edebiyatımıza mekân olarak da girmiş. Genç kuşakların muhtemelen adını bile duymadıkları Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye Tramvayı"nda da yer almış, Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğullarında” da
Genç yazarlarımızdan Merve Küçüksarp’ın “Yasaklar Şehrinde Aşk” adlı romanı Lebon’dan çikolatalı kek almaya giren genç güzel kadının öyküsü ile başlar.
İşte böyle bir mekân burası. Bir pastaneden çok daha fazlası vardı burada. Kentin yüz elli yıllık kültür birikimi.
Sadece kültür birikimi de değil üstelik. Ünlü konukları sayesinde canlı bir müze adeta. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de sk sık ziyaret ettiği bir yer burası. Hem de öyle bin kişilik koruma ordusu ile değil. Tek başına. Taksim’den bindiği tramvayda biletini alır, Galatasaray’da tramvaydan inip yürüyerek gidermiş oraya. E öyle yapacak tabi asrın lideri (!) değil ya altı üstü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu işte. Bir de koruma ordusu mu takacaktı peşine...
1940 yılında Şark Pasajı girişindeki yerini terk eder Lebon Pastanesi. Karşıya taşınır. Ondan boşalan yere ise Kentin bir başka markası “Markiz Pastanesi” gelir.
İki kuruluş arasında oluşan tatlı rekabet yıllarca devam eder. İkisi de kültür ve sanat yaşamının merkezi olma iddiasını taşırlar.
Bir söz vardır bizde “sen kötü ol, iyi belasını bulur” derler. Önce Markiz yok oldu. O güzel işletmenin başına gelenler bir başka yazının konusu burada hiç girmeyelim o konuya. Lebon ise kör topal da olsa zaman zaman kapansa da yaşamaya devam etti yakın geçmişe kadar. Günümüz ticari yaşamının kuralları acımasız. Pastanenin tarihi ile geçmişi ile değil de ödediği kira ile ilgileniyor mal sahipleri. Bir kez daha öyle oldu. Mal sahibi Karagözyan Ermeni yetimhanesi vakfı, yasaların kendisine tanımış olduğu hakkı kullanarak kira sözleşmesini uzatmayacağını bildirip işletmeye, mekânı boşaltmasını talep etti.
İşletme ile mülk sahibi vakıf arsasındaki sorun çözülemedi ve 29 Ekim 2022 tarihinde faaliyetine son verdi işletme.
Genç kuşaklar bilmezler bunları. Onların mekân hakkındaki fikirleri tripedvazır veya forskuerde yazılan tavsiyelerle sınırlıdır. Fazlasını almaz kafaları. Lebon hakkında yapılan yorumlara baktım geçen gün
Pahalı, demiş birisi.
E öyle oluyor kızım malzemenin iyisini, hasını kullanınca öyle oluyor.
Ürünleri dayanıklı değil, çabuk bozuluyor demiş bir başkası
Doğrudur. Kimyasala katkılar kullanılmayınca öyle oluyor sen iyisi mi mahallendeki marketten alıver pastanı onların ürünleri dayanıklı
Bir başkası, evlere servis yok diye şikâyet etmiş.
Aman kızım sen “getir yemek” ten ver siparişini oturduğun yerden de kalkma yumurtaların soğumasın.
En dehşetli yorum ise şu:
Profiterol vasattı diye başlamış ve kendince bir profiterol tarifi yaptıktan sonra bu tarife uygun yapmadıkları için eleştirmiş kuruluşu.
Okuyan da beş kuşaktan beri pastacı sanacak tazeyi. Yutub kanallarından öğrendiği ile yüz elli yıllık geleneğe ders vermeye kalkıyor haspa.
Lebon kapandı.
Mülk sahibinin talep ettiği yüksek kirayı ödeyecek gücü yoktu.
Daha önce Emek sineması da yok olmuştu.
Bugün bilmem kaç metre yüksekte birkaç sözde sinema salonu var bir zamanlar Emek sinemasının bulunduğu binada. . Ruhsuz ve kimliksiz salonlar.
İnci Pastanesi de taşınmak zorunda kalmıştı. yeni yerinde mutsuz, Cercle D’Orient binası'sız anlamını yitirmiş
Sütçü Pando da böyle kapandı. Bugün yerinde bir birahane var. Bir sokak ötede de A101 den alınmış kimyasal katkılı ürünlerle kahvaltı eden bir alay insan.
Lebon da kapandı yerine bir kafe veya restoran zinciri şubesi gelir büyük olasılık
Olan da İstanbul tarihine oldu.
O tarih tripedvayzırlarda yazılmadı. Yüz elli yıllık yaşanmışlık vardı orada.
Lebon İstanbul idi.
Yaşatamadık.
Maalesef.
Fatma Ökmen 1 Ay Önce
Bayıldım anlatımınıza sevgili hocamm... Siz de bir İstanbulu en güzell betimliyen ve anlatan sınız. Elinize sağlık...Saygılar...
Hakkı Taşdemir 1 Ay Önce
Fatma Ökmen çok teşekkür ediyorum
Mustafa Ilhan 1 Ay Önce
Çok etkilendim Hocam. Emeğinize sağlık. Iyi günler..
Hakkı Taşdemir 1 Ay Önce
Mustafa İlhan çok teşekkür ederim