HAYKONFED, sokak hayvanları raporunu açıkladı

Gündem

Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu, sokak hayvanları ile ilgili hazırladıkları raporu Meclis'e taşıdı.

Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu tarafından hazırlanan "Sokak Hayvanı Popülasyon Kontrolü Sorunu" raporu tamamlandı. Rapor Haydar Özkan ve Ebru Tuncer tarafından dün TBMM'nin ilgili birimlerine iletildi.

Hazırlanan rapor şöyle:

"BUGÜNE KADAR NELER YAŞANDI?
Öncelikle, bu topraklardaki belediyecilik uygulamalarının sokak hayvanlarına yaratabildiği ilk çözümün, 1910 yılında hayata geçirilen “Hayırsız Ada Katliamı” olduğunu belirterek başlayalım. O tarihte İstanbul’daki 100.000 civarındaki köpek toplanarak, hiçbir şekilde su ve yemek bulma imkânının olmadığı, o zamanki adıyla Sivri Ada’ya taşınmış ve uzun süren çok acılı bir ölüme terk edilmiştir. Dönemin kaynakları halkın, sahil şeridindeki evlerini, adadan gelen hayvan çığlıklarına ve kokuya tahammül edemedikleri için terk etmek zorunda kaldıklarını anlatır.
1910 yılında meydana gelen Hayırsız Ada Katliamından sadece 2 sene sonra belediye başkanlığı görevine gelen Doktor Cemil Paşa hatıratında; görevi teslim aldığında İstanbul’da 30.000 sokak köpeği bulunduğunu ve görev süresi boyunca bu köpekleri yavaş yavaş öldürerek yok ettiklerini, biraz da gururlanarak anlatır. Bu paylaşım, Hayırsız Ada Katliamının ardından İstanbul sokaklarında kalan tek tük köpeğin, 2 sene gibi kısa bir süre içinde nasıl bir hızla ürediğini göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır.
Doktor Cemil Paşa’nın uygulamalarının ardından günümüze kadar geçen süre içinde de sokak hayvanlarının akıbeti çok farklı olmamıştır. 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na kadar, belediyelerin resmi bütçe kalemlerinin arasında; zehir, kıyma ve pompalı tüfek kalemleri yer almış ve sokak hayvanları düzenli olarak avlanarak ya da zehirlenerek yok edilmişlerdir.
2004 yılında yürürlüğe giren Kanun’la birlikte belediyeler kendilerine yüklenen kısırlaştırma sorumluluğunu icra etmek yerine, sokak hayvanlarını toplayıp kırsala, dağa, taşa atarak günü kurtarmaya çalışmıştır. Çıkan yasada belediyelere, görev ihmali halinde uygulanacak bir yaptırım belirlenmemiş olması nedeniyle, yurt sathında daha küçük ölçekli fakat yaygın “Hayırsız Ada” vakaları yaşanmaya devam etmiştir.
Gördüğünüz gibi yaklaşık 114 yıldır sokak hayvanlarının sistematik bir biçimde öldürülüyor olması, nüfusun kalıcı olarak kontrol edilmesini sağlayamamıştır. Dolayısıyla tarihsel perspektif net biçimde ortaya koymaktadır ki çözüm; DOĞANI ÖLDÜRMEK DEĞİL, DOĞMASINI ENGELLEMEKTİR.
KANUNA RAĞMEN NÜFUS NEDEN KONTROL ALTINA ALINAMADI?
2004 yılında çıkartılan 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile, uzun süredir uygulamada olan belediyecilik geleneğinde radikal bir değişim hedeflenmiştir. Kısırlaştırma ana hükümlü bu Kanun, sahipsiz hayvanlara yönelik bakımevi kurma ve kısırlaştırma görevlerini doğrudan BELEDİYELERE vermiştir.
Bir yandan sahipsiz hayvanları korurken bir yandan da nüfusun kontrol edilmesini hedefleyen bu çok olumlu adım, yapılan bir dizi hata nedeniyle hedefine ulaşamadı. Yapılan bu hatalar aşağıda sıralanmıştır.

1- Normalde kanun olarak çıkarılan düzenlemeler bir takım kurallar koyarken, bu kurallara uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımları da içermelidir. Oysa ki, 5199 sayılı Kanun, görev ihmali olan (hayvan bakımevi kurmayan, kısırlaştırma yapmayan) belediyelere yönelik hiçbir ceza maddesi içermiyordu.
2- 7332 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun görüşmeleri sırasında oluşturulan TBMM Araştırma Komisyonu’nun raporunda; “Nüfusu 25.000’in üzerinde olan bütün belediyelerin, derhal kendi KISIRLAŞTIRMA ÜNİTELERİ ve BAKIMEVLERİNİ KURMALARI” hükmü yer alıyordu. Ancak, bu madde maalesef yeni 7332 Sayılı Yasada yer almadı ve belediyelere 3-4 yıl ek süre tanınarak, kanuni yaptırım ötelendi. Tanınan bu ek süre nedeniyle, belediyeler kısırlaştırma merkezleri ile bakımevlerini kurmadılar. Hatta bazı belediyelerde var olan kısırlaştırma merkezleri dahi kapatıldı. Bu nedenle, Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün 1393 belediyenin yaklaşık 1100’ünde halen daha söz konusu üniteler bulunmuyor. Sonuç olarak belediyeler bir kısım sokak hayvanını öldürüp bir kısmını başka belediye sınırlarına, dağa, taşa ıssıza bırakırken kontrolsüz üremeyle hayvan sayısı artmaya devam ediyor.
3- Geçen 20 yıllık süre içinde, görev ihmali olan ya da sokak hayvanlarını öldürdükleri veya ıssız bölgelere terk ettikleri belgelenen belediyelere karşı soruşturma başlatma taleplerine, İç İşleri Bakanlığı tarafından izin verilmedi. Dolayısıyla, hem insan hem de hayvan refahı için Kanun’la kendilerine yüklenmiş bir sorumluluğu yerine getirmeyen yerel yönetimler, Merkezi İdare’nin koruma şemsiyesi altında tutuldu. Söz konusu koruma, belediyelerin görev ihmallerini konfor içinde sürdürmelerine ve kontrolsüz üremenin devam etmesine neden oldu.
4- Geçen zaman zarfında bazı büyük şehirlerde çözüm olarak, büyük ölçekli barınaklar inşa edildi. Öncelikle, bir barınak ne kadar büyük ölçekli olursa olsun, bir il sınırları içindeki on binlerce hayvanı alabilecek kapasitede olmasının mümkün olmadığını belirtelim. Ayrıca binlerce hayvanın; yeterli hijyen sağlanarak uygun koşullarda bakılması imkansız denebilecek kadar zor ve maliyetlidir. Dolayısıyla, iyi niyetlerle hizmete sokulan pek çok bakımevi maalesef bir süre sonra hayvanlar için toplu ölüm merkezleri haline dönüşmüştür. İlaveten, bu büyük bakım evlerinin olduğu illerde, yılda binlerce kısırlaştırma yapılması gerekirken, sayıların göstermelik seviyelerde gerçekleşmesi, sokak hayvanlarının bir ÜREME-KATLEDİLME döngüsü içinde kalmasına neden olmuştur.
5- Kırsalda yaşanan üreme sorunu göz ardı edilmiş, bu hususa yönelik herhangi bir çözüm sunulmamıştır. 18.000’den fazla köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan milyonlarca vatandaşımızın bağını, bahçesini, ekinini, sürüsünü korumak için beslediği on binlerce köpeği vardır. Bu korumacı sahipli köpekler üreyip doğurdukça, köylüler yavruları en yakındaki ilçeye götürüp bırakırlar. Bu yaygın uygulama, illerin dış çeper ilçelerindeki köpek nüfusunun artışındaki en temel nedendir. Ayrıca, büyük şehirlerimizde son yıllarda görülen hafta sonu evleri, hobi bahçeleri gibi alanlarda bakılmak üzere sahiplenilen hayvanlar, sezon bitip evler kapatıldığında o alanlarda terk edilmekte, dolayısıyla bu bölgeler de bir başka üreme odağı haline dönüşmektedir. Kırsaldaki sahipli hayvanların kısırlaştırılmasına yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Sokak hayvanı nüfus artışının kontrol altına alınmasında, kırsaldaki üremenin kontrol edilmesi hayati önem taşımaktadır.

6- Merdiven altı “cins” hayvan üretimi ve yurda kaçak hayvanların sokulması engellenememiş, bir hevesle, çocuklara karne hediyesi olarak alınan “cins” hayvanların bir kısmı, bir süre sonra sahipsiz sokak hayvanı haline dönüşmüştür.
ALTERNATİF
ALTERNATİF ÇÖZÜM OLARAK SUNULAN ÇÖZÜM OLARAK SUNULAN HAYVANLARIN HAYVANLARIN BARINAKLARA ALINMASI ÖNERİSİNDENBARINAKLARA ALINMASI ÖNERİSİNDEN NEDEN NEDEN SONUÇ ALINAMAYACAĞINISONUÇ ALINAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUZ?

Çok yaygın olarak duyduğumuz, “sokak köpeklerinin toplanarak yaşam alanı adı altındaki devasa bakım evlerinde bakılması” önerisi bazı temel sorunlar dikkate alınmadan ortaya atılmış bir öneridir. Bu temel sorunlar aşağıda sıralanmıştır.
1- Yukarıda da belirttiğimiz üzere, bir ildeki on binlerce sokak hayvanını alabilecek bir kapasite yaratılması imkânsızdır. Binlerce hayvan bakımevlerine alınırken, alınamayan binlercesi dışarıda üremeye devam etmektedir. Büyük toplamalı dev barınaklar kurulan; KONYA, DENİZLİ, SAMSUN, TRABZON, ERZİNCAN, ANKARA, İSTANBUL KISIRKAYA, AYDIN, GAZİANTEP gibi pek çok noktada sokak hayvanı sayısı azalmamış, aksine daha da artmıştır.
2- Büyük ölçekli bakımevleri çoğunlukla orman arazilerinin tahsisi yoluyla, yaban hayatının içinde veya çok yakınında oluşturulmaktadır. Belediyeler kısırlaştırmaya getirdikleri köpeklerin bir kısmını, bakımevi kapasitesi yetersiz olduğu için, bakım evi civarına bırakmakta, bu alanlarda köpek nüfusunun yoğunlaştığı görülmektedir. Yoğunlaşan nüfus, karşı karşıya olduğu açlık neticesinde, oradaki; kirpi, tavşan, tilki, ceylan gibi yaban hayatına ait türleri yok etmekte ve sonuç olarak hem bu alanlardaki habitat yok olmakta hem de yaban hayatında doğal olarak bulunan kuduz mikrobunun bölgedeki köpeklerde de görülme riski artmaktadır.
3- Padok sistemi olmayan, sadece etrafı çevreli bir alanda, hayvanların toplu halde bir arada tutulması temizlik sorunu ve dolayısıyla viral hastalıkların görülmesi riskini ortaya çıkartmaktadır. Binlerce hayvanın, idrar ve dışkısının araziden temizlenmesi mümkün değildir. Ayrıca, hayvanlar bir arada tutulduğundan, bir hayvanda görülen bir hastalığın hızla diğer hayvanlara bulaşması kaçınılmazdır. Çok iyi bilindiği üzere, hayvanların toplu halde bulunduğu alanlar bulaş riski en yüksek alanlardır. Dolayısıyla, bu alanlar bir süre sonra, bakımevinde çalışan görevliler aracılığıyla insan sağlığı için de büyük risk teşkil edecektir.
Yine padok sisteminin olmadığı alanlarda zayıf ve güçsüz olan havyaların güçlü ve saldırgan olanlara karşı hiçbir koruması olamayacağından, zayıf ve güçsüz olanlar ya doğrudan saldırıya uğrayarak ya da sınırlı miktardaki yiyeceğe erişemeyeceklerinden, kaçınılmaz olarak bir süre sonra öleceklerdir. Dolayısıyla, büyük yaşam alanları hem insan sağlığı hem de hayvan refahı açısından büyük riskler barındırmaktadır.
4- Büyük ölçekli alanlarda binlerce köpeğin bakılması hem çok zor hem de çok maliyetlidir. Bir köpeğin günde 400 gram mama ihtiyacı olduğu göz önüne alındığında, köpek başına günlük sadece mama maliyeti yaklaşık 16 lira civarındadır (piyasadaki en ucuz 15 kg.lık köpek mamasının TRY 600 olduğu dikkate alınmıştır) . Dolayısıyla, 1000 nüfuslu bir barınağın yıllık, sadece mama gideri, TRY 5.840.000’dir ki bu rakam, söz konusu nüfusun tamamının kısırlaştırılması ve sorunun temelden çözülmesi için yeterlidir.
Ayrıca binlerce köpeğin devasa yaşam alanlarında bakılması;

Veterinerlik hizmetlerinin sunulması ve hijyen koşullarının sağlanması için yüzlerce eleman istihdamı sonucu yüklü bir personel giderini,

Şehirden uzak alanlara personel taşınması veya yaralı/kısırlaştırılacak hayvanların transfer edilmesi sonucu çok yüklü bir ulaştırma giderini de beraberinde getirecektir.
Doğaldır ki; artan çalışan maliyetleri, mama giderleri ve akaryakıt fiyatlarıyla başa çıkamayacak olan belediyeler bir süre sonra, bir yandan bakımevindeki hayvanları açlığa mahkûm ederken, diğer taraftan da hayvanlardan kurtulmak için dağa, ormana, ıssıza bırakmaya devam edeceklerdir.
5- Şehir dışlarında oluşturulan söz konusu alanlar hayvan sever gönüllülerin gözetiminden uzak kalacağı için, bir müddet sonra kaçınılmaz olarak, ölüm kamplarına dönüşmeye başlayacaklardır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 1393 belediyenin yaklaşık 1100’ünde bakımevi bulunmamaktadır. Kanun’un 16. Maddesine eklenen Geçici 4. Maddeye göre; büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri ile nüfusu 75.000’in üzerindeki belediyelerin bakım evleri ile kısırlaştırma merkezlerini 31.12.2022 tarihine kadar, diğer belediyelerin ise 31.12.2024 tarihine kadar kurmaları gerekiyorken; halen daha pek çok belediyede bakım evi bulunmamakta, yıl sonuna kadar süresi olan belediyelerde ise ciddi çalışmalar yürütülmediği gözlenmektedir.
ÇÖZÜM
ÇÖZÜM ÖNERİMİZ NEDİR? ÖNERİMİZ NEDİR?

Öncelikle bu dokümanda yer alan bilgilerin tamamının, yurdun her ilinde, ilçesinde, mahallesinde ve sokağında aktif olan milyonlarca hayvan sever gönüllünün; yıllar süren araştırma, birinci elden edindikleri deneyim ve gözlemlerine dayandığını belirtmek isteriz. Konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olan, görüşlerine ve önerilerine en itimat edilmesi gereken yapılardan biri, yurt sathındaki bu yaygın varlığıyla; hayvan sever gönüllüler, dernekler, federasyonlar ve konfederasyonlardır.
Şüphesizdir ki, sokak hayvanlarının popülasyonunun kontrol edilmesinde önerilecek çözümler; akla, mantığa ve bilimsel gerçeklere uygun olduğu kadar, insanlık onuruyla bağdaşan ve bu coğrafyanın kültürüyle uyumlu çözümler olmalıdır.
Hayvan severlerin sıklıkla vurguladığı “Sokak Hayvanları Sahipsiz Değildir” söylemi, sadece bugüne ait altı boş bir söylem değildir. Bu coğrafyada, sokak hayvanları ve hatta yaban hayvanlarının bakılması ve korunması için vakıflar kurulmadan çok önce, halkın sahipsiz canları koruyup gözettiğini Fransız seyyahların seyahatnamelerinden öğreniyoruz.
1665 yılında İstanbul’a gelen Fransız seyyah Jean de Trevenot, varlıklı kimselerin ölürken miraslarından bir miktar parayı sokak köpeklerini sürekli doyursunlar diye mahalle kasaplarına bıraktıklarını yazar. Yine 18. yüzyılın sonlarında İstanbul’a gelen Gezgin Olivier, bazı yurttaşların köpeklerin beslenmesi için belli bir miktar para vasiyet ettiklerini belirtmiştir. Gerar de Nerval ise 1843’te aynı gözlemi hızla genişleterek, yardıma muhtaç hayvanların bakımını üstlenen özel vakıflardan söz eder.
Dolayısıyla, bu toprakların vicdanlı merhametli insanları; Avrupa’da kuduz naralarıyla hayvanlar toplu halde gaz odalarında yok edilip boya, ilaç, parfüm ve biyokimya alanlarında hammadde olarak kullanılırken, kendileri öldükten sonra da sokak hayvanlarının bakımını garanti altına almaya çalışacak kadar yüksek haysiyet ve insani değerlere sahiptir.
Kısacası, bu toprakların öz kültürü, hayvana zulmedilmesini veya insan konforunun sağlanabilmesi için toplu halde yok edilmelerini onaylayabilecek bir kültür değildir. Gerek batı kültürünün dayatmaları sonucu yapılan yanlışlıklar ve gerekse de dönemsel zorunluluklar nedeniyle gerçekleştirilen uygulamalar, bu ülkenin halkının büyük çoğunluğunun vicdanında derin yaralar açmıştır/açmaktadır.
Öz kültürümüze aykırılığının yanında, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, 114 yıllık tarihsel perspektif bize, öldürmenin nüfus kontrolünde işe yaramadığını göstermektedir. Çözüm; DOĞANI ÖLDÜRMEK DEĞİL, DOĞMASINI ENGELLEMEKTİR.
Elimizde sokak köpeği popülasyonu hakkında net bir veri olmasa da, Dünya Sağlık Örgütü’nün, “bir yerleşim biriminde, toplam nüfusun %4-5’i oranında sahipsiz hayvan bulunduğu” şeklindeki gözlemi, yurt genelindeki toplam sokak hayvanı sayısının 4.250.000 civarında olduğu sonucunu ortaya koymaktadır.
Bu sayının tamamının köpek olduğunu varsaysak dahi, toplam nüfusun 1 sene içinde kısırlaştırılması için bir ilçe belediyesi veteriner hekiminin günde sadece 11 kısırlaştırma yapması yeterlidir (1.393 belediyede, yılda 264 gün kısırlaştırma yapıldığı varsayımıyla). Bir veteriner hekim bir gün içinde, operasyon hazırlığı tamamlanmış, yaklaşık 20 köpeği kısırlaştırabileceği için, 11 köpek kısırlaştırılması hedefi rahatlıkla gerçekleştirilebilir bir rakamdır.
Günlük ortalama kısırlaştırma rakamı 15’e çıkartıldığında 1 yıl içinde 5,5 milyon; şehirlerdeki özel hayvan hastaneleri, veteriner klinikleri ve veterinerlik fakülteleri de denkleme dahil edilerek günlük kısırlaştırma rakamı 20’ye çıkartıldığında ise 1 yılda yaklaşık 7,5 milyon sokak köpeği kısırlaştırılabilir.
Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için, nüfus yoğunluğundan bağımsız olarak, tüm il/ilçe/belde belediyelerinin, kendi ölçekleriyle uyumlu büyüklükteki kısırlaştırma ünitelerini kurmaları ve yeter sayıda veteriner hekim, tekniker ve temizlik elemanı istihdam etmeleri gerekecektir.
Çok yüksek maliyetlere katlanıp devasa barınaklar ya da kısırlaştırma merkezleri inşa etmek yerine; 3 konteyner, iki ameliyat masası, operasyon aletleri, operasyon öncesi ve sonrası için gerekli 50-60 tane kafes ve yeter sayıda eleman ile bu ölçekteki kısırlaştırmalar rahatlıkla gerçekleştirilebilir.
 11 kısırlaştırma rakamı ortalama bir rakamdır. Büyükşehir belediyeleri günde 100-150 kısırlaştırma, bir il belediyesi günde 25-50 kısırlaştırma, düşük bütçeli belde ve kırsaldaki ilçelerin veterinerlik hizmetleri günde 5-10 kısırlaştırma yapabilir. Belediyenin ölçeğine göre kısırlaştırma rakamları farklı olacağından biz, kolay anlaşılması bakımından, 1393 belediye için ortalama bir rakam vermeyi tercih ediyoruz.

Bir il/ilçede kısırlaştırma yapılırken, diğer il/ilçede üremenin devam etmesi sonuç alınmasını engelleyip büyük bir kaynak israfına neden olacağından, kısırlaştırmanın, seferberlik mantığıyla tüm yurtta eş zamanlı olarak bir defada gerçekleştirilmesi çok önemlidir.
Kısırlaştırılan hayvanlar, bir şekilde yemek bulabildikleri sokaklara geri dönseler dahi, sokaktaki ömürleri; çevresel faktörler, beslenme yetersizliği, ezilme, hastalıklar vs nedeniyle birkaç yıl ile sınırlı olacağından, doğal yaşam döngülerini tamamlayan hayvanların ölmesiyle nüfus hızla azalmaya başlayacaktır. Dolayısıyla, trilyonluk bütçelerle devasa bakımevleri kurmak yerine, o bütçeler agresif, fakat aynı zamanda etik ve tıbbi koşullar gözetilerek yürütülecek bir kısırlaştırma seferberliğine yönlendirilirse sorun temelinden halledilmiş olur.
Böyle bir seferberliğin ardından, belediyelerin kısırlaştırma dahil tüm veterinerlik hizmetlerini, diğer temel hizmetleri gibi, asli ve daimi bir görev olarak benimseyip sürdürmeleri, popülasyonun sürekli ve kalıcı bir biçimde kontrol altında tutulmasını sağlayacaktır. Bunun için belediyelerin, organizasyon şemaları içinde, müstakil bütçeli, müdürlük ya da daire başkanlığı seviyesindeki veterinerlik hizmetleri birimlerini acilen kurmaları çok önemlidir. Ülkemizde 30 veterinerlik fakültesinden her sene binlerce öğrenci mezun olmaktadır. Devlet, bu öğrencilerin gelecekteki kariyer planlamaları açısından, yerel yönetimlerinde istihdam seçeneğini sunarak, sorunun kalıcı olarak çözülmesini sağlamalıdır.
Kısırlaştırma seferberliğiyle birlikte eş zamanlı olarak “cins” hayvan üretiminin de sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gereklidir. Merdiven altı üretim ve yurda kaçak hayvan girişinin tamamen engellenmesi, lisanslı üreticiler için de, belli bir süre için, “üretim kotaları” konulması, hayvan nüfusunun bir bütün halinde kontrol altında tutulması için önemlidir. Ayrıca “cins” hayvan üretiminin sınırlandırılması, sokaktan hayvan sahiplenilmesini de destekleyecektir.
Belediyeler görevlerini yapıp, STK’ların üstünden kısırlaştırma yükünü aldıklarında, gönüllüler ve STK’lar, nüfusun yoğun olduğu alanlara odaklanarak, halkın rahatsız olmasını engellemeye dönük bölgesel çözümler üretebileceklerdir.
Geçen 20 yıl zarfında görevlerini ihmal eden belediyelerin, bu ihmallerinin bedelini hayvanlara ödetmek ve 2024 yılı Türkiye’sine, 114 yıldır işe yaramayan bir yöntemi çözüm olarak dayatmak, akla ve vicdana aykırıdır. Sorunun insani bir çözümü vardır. Yerel yönetimler, merkezi hükümet, Veteriner Hekimler Meslek Odaları, üniversiteler ile hayvan sever camia güç birliği yaparak bu sorunu KISIRLAŞTIRMA SEFERBERLİĞİ ile çözebilecek kapasitededir."

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.