Bundan bir hafta önce, 27 Şubat tarihinde, 36 kahraman Mehmetçiğimiz, analarının kınalı kuzusu 36 askerimiz, İdlib'de düzenlenen kalleş hava saldırısında şehit düştü. İdlib'den şehit haberleri gelmeye, acımıza acı katmaya devam ediyor. 27 Şubat tarihinden bu yana, İdlib'de 6 şehidimiz ve onlarca yaralımız var. Özellikle son bir haftadır 7'den 70'e milletimizin içi kan ağlıyor. Bir kez daha kahraman Mehmetçiklerimize Allah'tan rahmet diliyoruz. Yaralı Gazilerimizin biran evvel sağlıklarına kavuşmasını temenni ediyoruz. Şehitlerimizin ailelerine, yakınlarına sabır, milletimize baş sağlığı diliyoruz. Bir yanda canını dişine takmış, çarpışan askerlerimiz, diğer yanda kişisel ikbalinin kaygısına düşen bir iktidar var. Saray, gerilim ve kargaşayı artırarak hatalarının, yetersizliklerinin, beceriksizliklerinin üstünü örtmeye, gizlemeye çalışıyor.
PLANLI BİR LİNÇ GİRİŞİMİ
Dün TBMM'de son derece üzücü, demokrasimiz adına utanç verici bir olay yaşadık. Saray'dan geldiği anlaşılan bir emirle, TBMM Genel Kurulu'nda, Grup Başkanvekilimiz Sayın Engin Özkoç'a planlı bir saldırı ve linç girişimi gerçekleştirildi. AK Parti grubu tarafından gerçekleştirilen bu planlı saldırıyı şiddetle lanetliyoruz. Milletimizin çok güzel bir sözü vardır: Arsız kendini güçlü sanınca, haklıyı suçlu çıkarmaya çalışırmış. Dün, TBMM'de yaşananlar, bize bu sözü ve millet irfanının büyüklüğünü bir kez daha hatırlattı.
CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMININ BİRLEŞTİRİCİLİĞİNİ MUMLA ARIYORUZ
Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığını herkesten önce o koltukta oturan korumak zorundadır. Ancak Cumhurbaşkanlığı makamını bir Parti Genel Başkanı işgal ederse, neler yaşandığını hep beraber görüyoruz. Hele bu Parti Genel Başkanı, ülkeyi kutuplaştırmak, toplumu bölüp parçalamak için ağzına geldiği gibi küfür etme hakkını kendinde görürse, en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde, Cumhurbaşkanlığı makamının birleştiriciliğini mumla arıyoruz.
KENDİ GAZETELERİ YAZIYOR
AK Parti Genel Başkanı, dün partisinin grup toplantısında, Cumhurbaşkanlığı koltuğunun arkasına saklanarak, hiçbir edep, adap sınırı gözetmeden, Sayın Genel Başkanımıza ağza alınmayacak sözlerle hakaret etmiştir. "Etmedi" diyen varsa, buyursun iktidara en yakın gazetenin bugünkü birinci sayfasına bir baksın. "Şerefsiz, hain, alçak"... Cumhurbaşkanı "sert konuştu" diyor. Engin Özkoç söyleyince "hakaret etti." Bu lafları Cumhurbaşkanı söylediği zaman sert konuşmuş oluyor. Bakın şunu söyleyeyim, bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir derler... Biz söylesek hakaret etti desek yalan diyecekler ama buyurun kendi gazeteleri açıkça bunu yazmış.
SORULARIMIZA YANIT VERECEKLERİNE HAKARET EDİYORLAR
AK Parti Genel Başkanına soruyoruz: "Askerimizi hava üstünlüğü ve desteği olmadan İdlib'de dar bir bölgeye neden sıkıştırdınız?" Cevap veriyor: Bunu soran şerefsizdir. AK Parti Genel Başkanına soruyoruz: "36 askerimiz şehit olduğunda 48 saat ortadan neden kayboldunuz?" Cevap: Bunu soran alçaktır. AK Parti Genel Başkanına soruyoruz: "Askerlerimizin şehit olduktan sonra neden kahkahalarla güldünüz?" Cevabı: Bunu soran haindir.
ŞEHİT ANALARI ADINA SORUYORUZ
Biz bu soruları milletimiz adına soruyoruz. Biz bu soruları yüreklerine kor ateşler düşen şehit anaları adına soruyoruz. Ama AK Parti Genel Başkanı Sayın Genel Başkanımıza ağzına geldiği gibi hakaret ederek bu sorulardan ve sorumluluklardan kaçabileceğini zannediyor. Kimse partimizin bu hakaretleri içine sindirmesini bekleyemez.
ÖZKOÇ, "AYNI İFADELERİ" KULLANARAK İADE ETTİ
Nitekim Grup Başkan Vekilimiz Engin Özkoç aynı gün, bu hakaretleri geldiği adrese "aynı ifadeleri kullanarak" iade etmiştir. Madem AK Parti Genel Başkanı, bu sıkıntılı günlerde tarafsız Cumhurbaşkanlığını beğenmemiş, kendi rızasıyla parti genel başkanlığını tercih etmiştir; bu durumda tarafsız Cumhurbaşkanlığının hukuki zırhının arkasına saklanamayacağını da bilmelidir.
SİYASETTE MÜTEKABİLİYET ESASTIR
Siyasette mütekabiliyet esastır. Ancak Genel Başkanımız, AK Parti Genel Başkanı tarafından benimsenen bu seviyeye inmeyecektir. Genel Başkanımız Erdoğan'ın hakaretleri için kendisine açılabilecek en ağır tazminat davalarını açmaya devam edecektir. Sayın Genel Başkanımız AK Parti Genel Başkanı'na, ederince tazminat davası açmaktadır. Bu çerçevede, tedavülde maalesef "beş para" olmadığı için Erdoğan'a "beş kuruşluk" tazminat davası açmaya karar vermiştir.
TBMM BAŞKANI, MECLİS'İN HUKUKUNU KORUMALI
Burada TBMM Başkanı olan zata da bir çift sözümüz vardır. TBMM Başkanı, tarafsız olmak ve TBMM'nin hukukunu korumak zorundadır. Sayın Şentop; AK Parti grup toplantısında Genel Başkanımıza yapılan hakaretlerinin ardından, kendisi de bir milletvekili olan Genel Başkanımızın hukukuna neden sahip çıkmadınız? Dün AK Parti Genel Başkanı için gösterdiğiniz hassasiyeti, AK Parti grubundan hemen sonra CHP Genel Başkanı için gösterseydiniz, O üzücü hadiseler yaşanmazdı.
MEMUR BAKANA ANAYASAYI SİZ Mİ HATIRLATIRSINIZ, BİZ Mİ HATIRLATALIM
TBMM Başkanı, dün "bu iş yargıya intikal etti" falanda deyince memur Adalet Bakanı da apar topar çıktı fezleke peşinde koşmaya başladı. Memur Bakana Anayasamızın 83. Maddesinin birinci fıkrasını, Meclis Başkanı olarak siz mi hatırlatacaksınız, yoksa biz mi hatırlatalım? Sayın Başkan, üzerinize konan Saray vesayetine neden karşı çıkamıyorsunuz? Sizi oraya oturtan milli iradeye ve Meclis'in hukukuna, bari bu defa, sahip çıkın. Siyasetin Meclis'in çatısının altında kalabilmesi için, bizim gibi, siz de elinizden geleni yapın. Sizi bir kez daha Saray'ın değil, milletin Meclisinin Başkanı olmaya çağırıyoruz.
HİÇ BİR CHP'LİYİ YILDIRAMAZSINIZ
Bu arada şunu açıklıkla ifade edelim: Yargı tehdidiyle, kaba kuvvetle, parti memurlarının nefret söylemleriyle hiçbir Cumhuriyet Halk Partili yıldırılamaz. Cumhuriyet Halk Partisi, köklerini Kuvayı Milliye'den, gücünü ise aziz milletimizden alır.
BİRLİĞİ TEMSİL ETMESİ GEREKEN MAKAM BÖLÜYOR
27 Şubat'tan bu yana yaşananlar, Türkiye'de tarafsız bir Cumhurbaşkanlığı makamının önemini ve gerekliliğini bir kez daha göstermiştir. Milletin birlik ve beraberliğini temsil etmesi gereken bir makam, partili bir Cumhurbaşkanının elinde milletimizi bölüp, parçalayan bir makam haline dönüşmüştür. Biz, 27 Şubat 2020 gecesinden itibaren, sağduyumuzu ve devlet adabımızı korumaya özen gösterdik. Her sözümüzü, durumun hassasiyetine uygun olarak, tartarak söyledik. Ancak kalleş hava saldırılarından sonra 48 saat ortadan kaybolan AK Parti Genel Başkanı, aynı özen ve dikkatten ne kadar uzak olduğunu, daha yaptığı ilk toplantıda ve konuşmada gösterdi. Milletimiz, Cumhurbaşkanlığı makamından, birliğimizi, beraberliğimizi tahkim edecek, acılarımızı hafifletecek mesajlar vermesini beklerken; Erdoğan iki gün sustuktan sonra, 29 Şubat tarihinde, Partisinin Genel Başkanı sıfatıyla, sadece kendi vekillerine seslenmeyi tercih etti.
GÖBELS'E RAHMET OKUTUYOR
İdlib'deki hava saldırılarında 36 aslan parçamızın, her biri anasının birtanesi olan şehitlerimizin üstünü, milletle adeta alay eder gibi, ihracatla, turizmle, konut satış rakamlarıyla örtmeye kalktı. Milletin kişi başına geliri 12 yıl önceki seviyenin bile altına düşmüş, büyüme yüzde birin altına gerilemiş... Mutfaklarda yangın sürüyor, ekonomide anlatılan masallar Hitler'in propaganda Bakanı Göbels'e rahmet okutuyor. Bunlar da yetmiyor, şehitlerimiz daha toprağa henüz verilmemişken, alkışlarla, kahkahalarla milletin yüreği bir kez daha dağlanıyor. Şehitlerimiz daha toprağa verilmeden yaşanan bu zillet, milletimizin bu yönetime duyduğu güvensizlik ve endişeleri daha da artırmıştır.
MİLLİ MESELENİN GÖRÜŞÜLECEĞİ YER TBMM'DİR
Erdoğan şehitlerimiz toprağa verildikten sonra da, AK Parti Ankara İl Danışma Meclisi Toplantısı'nda ve AK Parti Meclis Grup Toplantısında sahne almıştır. Soruyoruz, 36 vatan evladı şehit olmuşken, kalleş bir saldırıyla ordumuz taammüden hedef alınmışken, bunun görüşülüp tartışılacağı yer AK Parti'nin İstanbul Milletvekilleri Toplantısı mıdır? AK Parti'nin Ankara İl Danışma Meclisi Toplantısı mıdır? Yoksa AK Parti'nin Meclis Grup Toplantısı mıdır? İdlib'deki hain saldırılar sadece AK Parti'yi mi, yoksa 83 milyon vatan evladını mı ilgilendirmektedir? İdlib'deki saldırılar AK Partinin bir meselesi midir? Yoksa bu ülkenin tamamının bir meselesi midir? Eğer, İdlib'de yaşananlar milli bir meseleyse, bunun görüşüleceği tek adres vardır. O da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'dur. Çünkü şehitlerimiz, milletimizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şehitleridir. İşte biz bu nedenle istedik ki Cumhurbaşkanı gelsin, 27 Şubat gecesinde İdlib'de ne yaşandığını TBMM'de anlatsın. Bu hem Anayasal bir gereklilikti, hem de bu konuda milli bir duruş sergilenmesi bakımından son derece doğruydu.
GENEL BAŞKAN OLMAYI, CUMHURBAŞKANLIĞINA TERCİH ETTİ
Ancak Erdoğan her zaman yaptığı gibi Cumhurbaşkanı olmak yerine, AK Parti Genel Başkanı olmayı tercih etti. Milletin ve milletin temsilcilerinin karşısına çıkmaktan kaçtı, bunun yerine kendi partililerine, kendi grubuna konuşmayı tercih etti. Yaptığı konuşmalarda da iç cepheyi tahkim etmek, milli birlik ve beraberliği güçlendirmek yerine, bildiği tek şeyi yapmaya, yani Sayın Genel Başkanımıza hakaretler yağdırmaya ve milletimizi bölüp, parçalamaya devam etti.
ASKERİMİZİ VURAN DÜŞMANIMIZDIR
Her askeri operasyonun, her savaşın mutlaka bir siyasi amacı, bir siyasi hedefi vardır. Erdoğan'ın 29 Şubat 2020 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda partisinin İstanbul vekilleriyle görüşmekle başlattığı ve Ankara İl Danışma Meclisi toplantısında hız verdiği kampanya, iktidarın İdlib konusunda tek bir siyasi hedefi olduğunu göstermektedir. O hedefte Sayın Genel Başkanımız ve Cumhuriyet Halk Partisi'dir. AK Parti Genel Başkanı Saddam'a söylemediği sözleri Genel Başkanımıza söylemektir. Ama Genel Başkanımız düşmanın tarifini grup toplantısında çok net bir biçimde yapmıştır. Demiştir ki, kim kahraman askerlerimizi vuruyorsa, kim askerlerimizi şehit ediyorsa bizim için düşman odur.
ASKERİMİZİ ŞEHİT EDENLERİN AYAĞINA KOŞTU
Şimdi biz de Erdoğan'a şu soruyu sormak istiyoruz: Sizin için düşman tarifi nedir ve sizin için düşman kimdir? Erdoğan askerlerimizi şehit edenlerin ayağına koşarken, muhalefeti düşman gibi göstermeye, Sayın Genel Başkanımızı ise hedef tahtasına oturtmaya çalışmaktadır. Böylesine bir vicdansızlık, tarihte ne görülmüş ne de duyulmuştur. Anlaşılan Saray iktidarı İdlib üzerinden demokrasimize yeni bir darbe yapmaya hazırlanmaktadır.
OPERASYONUN SİYASİ HEDEFİ İÇERİYE DÖNÜK
Gazeteci Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç'ın FETÖ taktikleriyle sabaha karşı evleri basılarak gözaltına alınmalarıyla ve tutuklanmalarıyla gazetecilere gözdağı verilmeye çalışılması, aynı gün bunca şehit acısı varken AK Parti Genel Başkanının Meclis Grubunda dile getirdiği açık veya kapalı tehditler, Genel Başkanımıza ağız dolusu hakaretler, ardından Grup Başkanvekilimiz Engin Özkoç'a yapılan planlı saldırı, İdlib'deki operasyonun siyasi hedefinin dışarıya değil içeriye dönük olduğunu açık seçik göstermektedir. İktidar ekonomiden, dış politikaya her alanda yaşadığı savrulmanın üzerini, şehitlerimizin tertemiz kanlarıyla ve CHP'ye hakaret ederek, milleti bölerek örtmeye çalışmaktadır.
SARAYI SANDIKTA ŞEDDELİ BİR TOKAT BEKLİYOR
Ancak feraset sahibi milletimiz yaşananları en iyi şekilde değerlendirmek ve sandığın önüne gelmesini beklemektedir. Bu vicdansızlığın, izansızlığın ve beceriksizliğin bedelini, sandıkta atacağı şeddeli bir tokatla iktidarın suratına nakşedecektir. Demokrasiye inanan, bu ülkenin ilerici ve aydınlık kesimlerine düşen görev ise uyanık ve dikkatli olmaktır. Demokrasi ve milli irade değerleri üzerinde birliğimizi, dirliğimizi güçlendirmektir.
BU SORULARI PUTİN'E SORUN
Bugün Erdoğan kahraman askerimize bomba yağdıran Putin'in yanına uçtu. Madem Erdoğan Putin'le beraber olmayı tercih etti. Hiç olmazsa 83 milyon adına, şanlı ordumuz adına, İdlib'de çarpışan ve silah arkadaşlarını şehit veren kahraman Mehmetçiklerimizin adına şu dört soruyu Putin'in gözlerinin içine bakarak mutlaka sorması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.
1) "Sayın Putin; birliklerimizin yerlerini Rusya ile koordine etmemize, yerlerini size bildirmemize rağmen, askerlerimizi neden şehit ettiniz?"
2) "Sayın Putin; ilk saldırının ardından Rusya'yı bir kez daha uyarmamıza rağmen, ikinci saldırıyı neden gerçekleştirdiniz?"
3) "Sayın Putin; yaralılarımızı tahliye etmek için Suriye hava sahasını helikopterlerimize neden açmadınız?"
Ve son olarak "Sayın Putin; savaş hukukunda yaralıları taşıyan ambulanslar vurulmaz. Siz yaralı askerlerimizi almaya gelen ambulanslarımıza bile ateş ettiniz".
Milletimiz haklı olarak Rusya'dan bu soruların cevabını beklemektedir.
Erdoğan o masadan milletimizin beklediği cevapları almadan ve Mehmetçiğimize yapılacak yeni kalleş saldırıları önleyecek güvenceleri almadan asla kalkmamalıdır. Moskova uçağında seyahat eden maiyet memuru gazeteciler de sorabilirlerse, Putin'in bu sorulara ne cevap verdiğini Erdoğan'a bir zahmet soruversinler. Sözlerimin sonunda yüce Allah, şanlı ordumuzun, kahraman Mehmetçiklerimizin yar ve yardımcısı olsun, Mehmetçiklerimizin ayaklarına taş değdirmesin diyorum.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim.
Soru- Efendim iki sorum olacak. İlki, dün yaşananlar sonrası Sayın Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün sosyal medyadan yaptığı bir paylaşım vardı. Engin Özkoç'u kastederek, "Yaptıklarının hukukta bir karşılığı olduğunu görecek. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı fezlekeyi derhal Meclis'e göndereceğiz." Bir fezlekeden bahsediyor. Bir fezleke hazırlandı mı, sizin bilginiz var mı? Bir de bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Bu açıklamayı Adalet Bakanının yapmış olmasını hayretle değerlendiriyorum. Çok açık söyleyeyim, Anayasanın 83. maddesinin birinci fıkrası açık. Meclis'in çatısı altında milletvekillerinin söyledikleri sözler tam sorumsuzluğa tabidir. Ne davası açacaklarmış? Tazminatsa o ayrı onu açacak yer bellidir. Ama onun dışında bir dava açma gibi bir hak şu anda ortada yoktur. Ben hem Meclis Başkanı'nın, milletvekilinin bu hukukuna sahip çıkmasını bekliyorum. Hem de Adalet Bakanı'nın bu yanlıştan, bu hatadan biran önce dönmesini bekliyorum.
Soru- İkincisi de gazeteci Barış Terkoğlu'nun tutuklanmasıyla ilgili değerlendirmeniz, görüşünüz?
Faik ÖZTRAK- Meclis'te söylenmiş olan sözler var. Yine bir milletvekili Mecliste bu olayı anlatıyor. Barış Terkoğlu'da o olayı anlatıyor. Barış Terkoğlu o olayı anlattığı için tutuklanıyor hem de gece yarısı sabaha karşı evinden alınmak suretiyle. Onunla beraber bir başka gazeteci arkadaşı da gözaltına alınıyor o da tutuklanıyor.
Arkadaşlar, basına baskı yaparak, bir takım haberlere karartma uygulayarak bu işlerin sorumluluğundan kurtulamazsınız. Bu nedenle Sayın Terkoğlu'na yapılan yine gazeteci arkadaşı Hülya Hanıma yapılan bu hareketi, bu davranışı şiddetle kınıyoruz. Biran önce bu yanlıştan geri dönülmesini bekliyoruz. Yoksa bu başka şeylerin habercisidir.