CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel, İstanbul'da koroavirüsün etkilerine dair Yurttan Sesler'e konuştu.
CHP'li Adıgüzel'ın koronavirüs dosyası kapsamındaki sorularımıza yanıtları şöyle:
İstanbul’da bu kadar çok sayıda koronavirüs vakası görülmesini neye bağlıyorsunuz? Neler eksik bırakıldı?
Türkiye'de ilk vakanın tespit edilmesinden bu yana yaklaşık 4 hafta geçti. Bugün itibariyle Türkiye’deki salgının merkezi İstanbul’da vaka sayısı 12 binin üzerinde ne yazık ki. İstanbul’un il bazında vaka sayısında ilk sırada yer alması bizim açımızdan çok şaşırtıcı bir durum değil. İstanbul 16 milyonu aşkın bir nüfusa ev sahipliği yapıyor. Ülke ekonomisinin, sanayisinin, üretiminin merkezi İstanbul'da ülke nüfusunun yüzde 18’inden fazlası yaşıyor.
Kaldı ki İstanbul iş dünyasının, turizmin, ticaretin, lojistik ve tedarik zincirinin merkezi olması nedeniyle kendi nüfusuna kıyasla azımsanmayacak oranda ziyaretçi ve turist ağırlayan bir kent. İstanbul emek-yoğun işgücünü barındırmasının yanı sıra üniversite öğrenimi gören 1 milyonu aşkın gençle birlikte 500 bini aşkın Suriyeli ve diğer uyruklu göçmene de ev sahipliği yapıyor. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde, İstanbul’un salgının merkezi olması ve salgının birçok ile İstanbul üzerinden taşınması bizim açımızdan beklenmedik bir durum değildi. Peki, ne yapılabilirdi?
Bu konuda ilk vakanın ülkemizde görülmesinden önce partimiz yetkilileri iktidara gerekli tedbirleri almaları için sık sık uyarılarda bulundu. Daha sıkı tedbirler alınabilirdi, ve alınmalı da. Örneğin; şehirler arası giriş-çıkışların ve yolculukların yasaklanmasına ilişkin tedbirler salgının en başında alınabilir, böylelikle salgının bir kentten diğer kente yayılması minimum düzeye indirilebilirdi. Yine yurtdışından gelen vatandaşlarımıza yönelik karantina tedbirleri daha erken ve sıkı uygulanmalıydı. Ancak bu noktada bunları konuşmaktan ziyade önümüzdeki süreçte neler yapılması gerektiğine odaklanmalıyız. Bu noktada yapılması gereken ise Sayın Genel Başkanımız ve Büyükşehir Belediye Başkanımızın da vurguladığı üzere, başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde temel üretimi aksatmayacak önlemleri alarak geniş, yaygın ve etkin bir sokağa çıkma ve karantina uygulamasının acilen hayata geçilmesidir.
Sayıların yüksek olması yurttaş üzerinde nasıl bir etki bıraktı?
Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de özellikle sürecin belirsizliğinden kaynaklı bir endişe hakim toplumda. Salgının Çin’de Aralık 2019’da ortaya çıkması ile birlikte Dünya Sağlık Örgütü’nün 11 Mart’ta salgını “pandemi” ilan etmesine kadar geçen süre zarfında, istisnai bazı ülkeler hariç çoğu ülkenin işin ciddiyetini kavradığını ve buna uygun tedbirler aldığını söylemek güç açıkçası.
Örneğin; ABD Başkanı Trump’ın yaşanan durumu ciddiye almayarak “Abartmayın, bildiğin grip geçer” şeklinde yaptığı açıklamalar, bugün koronavirüs nedeniyle tedavi gören İngiltere Başbakanının daha birkaç hafta öncesine kadar hastanelere gidip koronavirüs tedavisi gören hastalarla el sıkışması aslında dünya liderlerinin ve ülkelerin bu durumun ciddiyetini kavrayamadıklarının bir göstergesi. Kaldı ki, İngiltere’nin yalnızca 10 gün içinde “sürü bağışıklığı” stratejisinden vazgeçip daha sıkı tedbirlere başvurması salgının ülkeleri hazırlıksız yakaladığının ve aslında çoğu ülkenin böylesi bir pandemi karşısında stratejisiz olduğunu göstermiştir. Bu da doğal olarak toplumun kurumlara olan inancının zedelenmesine, güvensizliğin ve endişenin artmasına neden olmuştur. Yani özetle, ilk başlardaki rehavet durumu yalnızca birkaç hafta içinde kendini süpermarketlerde uzun kuyruklarda, boş raflarda gösteren bir endişeye bırakmıştır. Örneğin; Almanya, Güney Kore, Tayvan gibi salgınla mücadelede görece iyi savaş veren ülkelere baktığımızda, bu ülkelerin geçmiş salgınlardan ders çıkaran, olası bir salgına karşı stratejileri hazır olan; özetle “bekleyip görelim” tutumunu benimsememiş ülkeler olduğunu görüyoruz.
Türkiye’ye baktığımız zaman Türkiye’nin bir Amerika, İngiltere ve İtalya gibi salgını hafifletme stratejisi yürüttüğünü asla söyleyemeyiz. Ancak bu salgın karşısında bir Almanya, Güney Kore ya da diğer ülkeler gibi bu salgına hazırlıklı yakalandığımız da söylenemez ne yazık ki. Şöyle ki ilk vakanın ardından test sayımızın günlük 15 binli rakamlara ulaşması bile ancak 3 haftada mümkün olabilmiştir. Özellikle test sayısının artması ile birlikte vaka sayısında yaşanan artış ister istemez toplumda işin ciddiyetinin kavranmasında, endişenin artmasında etkili olmuştur.
Hastanelerde şu anki durum nasıl? Yoğun bakım ve yatak doluluk durumuna dair bir bilginiz var mı?
Hastanelerdeki durumu Sağlık Bakanlığı’nın ve Tabipler Birliği’nin verilerinden takip ediyoruz. İstanbul’daki hastanelerde bir yoğunluk yaşandığını biliyoruz ancak bugün için mevcut kapasitenin aşılması gibi bir durum söz konusu değil. Ancak önümüzdeki süreç için İstanbul’daki hastanelerde olası bir yığılmaya karşı bir an önce yatak sayısını artırmak için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda iktidar ne yazık ki muhalefetin, meslek odalarının, konunun uzmanlarının görüş ve önerilerini hayata geçirmekte geç kalıyor. Örneğin Atatürk Havalimanı'nın hastaneye çevrilmesi önerisi, halka maske dağıtılması gibi tedbirler iktidarın bu yönde adım atmasından çok önce dile getirilen önerilerdir.
Sağlık çalışanlarının yeterli ekipmanı bulunuyor mu?
Malzeme eksikliği ne yazık ki bize de sağlık çalışanlarımız tarafından iletilen sorunların başında geliyor. Sağlık çalışanlarının korunması pandemi ile mücadelede kritik bir öneme sahiptir. Ancak resmi verilere göre, 600’ün üstünde sağlık çalışanımızın bu süreçte enfekte olduğunu ve bu sayının her geçen gün arttığını biliyoruz. Maske, önlük, eldiven, siperlik, gözlük gibi kişisel koruyucu malzeme eksikliği sağlık çalışanlarımızın enfekte olmasındaki en önemli nedenlerden biri. Bakanlık bu malzemelerin büyük ölçüde sağlandığını ifade ediyor, ama buradaki asıl mesele sağlık çalışanlarının ihtiyaç duyduğu koruyucu malzemelerin temininin sürdürülebilir olmasıdır. Doktorundan hemşiresine, hasta bakıcısından temizlik çalışanına hiçbir sağlık çalışanımızın malzeme endişesi ve eksikliği ile baş başa bırakılmaması bu mücadelede kritik bir öneme sahiptir.
İstanbul'da yerel yönetimler sürecin neresinde duruyor? İşini kaybedenler veya yaşı nedeniyle evden çıkamayanlar için gerekli destek sağlanıyor mu? Belediye hesaplarına el konması işi zorlaştırdı mı?
Yalnızca İstanbul’da değil, tüm Türkiye’deki CHP’li belediyeler sürecin en başından beri aldıkları tedbirler ve yaptıkları çalışmalar ile bu mücadele de önemli bir rol oynuyor. CHP’li belediyeler tüm imkansızlıklara ve merkezi yönetimin engellemelerine rağmen ellerindeki tüm imkanları vatandaşlarımız için seferber etmiş durumda. Genel Başkanımızın açıkladığı üzere, bu süreçte CHP’li belediyeler 487 bin aileye ayni, 287 bin aileye nakdi yardım yaptı. Suları kesik olan 177 bin ailenin sularını açtılar, Belediyelere ait 12 bini aşkın işyerinin kiraları ertelendi, binlerce aileye evde bakım hizmeti sağlandı, sağlık çalışanlarımıza konaklama hizmeti sağlandı. Şiddet gören kadınlara yönelik şiddet hattının kurulmasından tutun da evde eğitime devam etmek zorunda kalan gençlerimizin bilgisayar ihtiyacının karşılanmasına kadar farklı alanda birçok çalışma başlattı ve bu çalışmalarında da merkezi yönetime örnek oldu. Örneğin, Belediyeler maske takma zorunluluğunun getirilmesinden sonra toplu taşım araçlarına binecek vatandaşlara bedava maske dağıtma kararı aldı. Hükümet ilk başta maskeleri satmayı planlarken CHP’lilerin bu somut adımının ardından PTT üzerinden ücretsiz maske dağıtılacağını duyurdu.
Öte yandan, CHP’li belediyeler kağıt toplayıcılarından, simit satarak ya da evlere temizliğe giderek yaşamını idame ettiren vatandaşlarımıza toplumun farklı kesimlerinde yaşanabilecek mağduriyetlerin önüne geçmek adına birçok uygulamaya imza attı, atmaya da devam ediyor. Özellikle belediyelerimiz sosyal belediyeciliğin gereğini yerine getirmek için ellerinden gelen çabayı sarf ediyor. Ancak merkezi yönetim ile belediyelerin eşgüdüm içinde çalışmasına gayret edilmesi gerekirken, AKP yönetimi ne yazık ki CHP’li belediyelileri bu sürece dahil etmemek için elinden gelen tüm gayreti sarf ediyor. Belediye hesaplarına el konması da bunun yalnızca bir örneği. Ancak belediyelerimiz tüm engellemelere rağmen gece gündüz demeden çalışmalarını devam ettiriyor.
Çok sayıda fabrikada ve inşaatta çalışmak zorunda kalan ve sosyal mesafelenmeyi uygulayamayan yurttaşlar için ne söylemek istersiniz?
Sayın Genel Başkanımızın ifade ettiği üzere, artık sorun “evde kal” aşamasından “evde tut” aşamasına geçmiştir. Bu noktada tedbirleri alması gereken siyasi iktidardır. Fabrikadaki, inşaattaki işçinin de sağlığını gözetmek, bu süreçte geçim kaygısı yaşamamasının önüne geçmek, işten çıkarmalara karşı gerekli yasal düzenlemeleri yapmak siyasi iktidarın görevidir. “Evde kal” demekle olmuyor ne yazık ki, önemli olan vatandaşın evde kalmasını sağlayacak tedbirleri almak. Bu süreçte yapılması gereken zorunlu mal ve hizmet üretilen işler dışında bütün işlerde çalışmanın durdurulması ve bütün çalışanların gelirinin güvence altına alınmasıdır.
İstanbul’da esnafımızın sorunları ve çözüm önerileriniz nelerdir? Yaşanılan sürecin sonucu olarak gelecek zamanda ekonomik olarak iş dünyasını ve emekçileri nasıl sorunlar bekliyor? Çözüm önerileriniz var mıdır?
Ne yazık ki tablo pek parlak görünmüyor. Türkiye zaten uzun zamandır ekonomik bir kriz ile karşı karşıyaydı. Esnafından çalışanına, asgari ücretliden emekliye, ülkede milyonlarca vatandaş zaten uzun zamandır geçim derdindeydi. Esnaf zaten çarkları döndüremiyordu. Ve Türkiye, bu salgına ekonomik bir krizin içinde, son derece hazırlıksız yakalandı. İktidar bu süreçte sosyal devlet anlayışının gerekliliği olarak vatandaşına yardım etmek şöyle dursun aldığı sözde tedbir paketleri ile vatandaşı daha da borçlandırarak bu krizle mücadele etmeye çalışıyor.
Yapılması gerekenleri, atılması gereken adımları Sayın Genel Başkanımız sürecin en başından beri açıklıyor. Özellikle salgına karşı 13 maddelik öneri paketinde yer alan ekonomik tedbirlerin acilen hayata geçirilmesi gerekmektedir. Örneğin; Cumhurbaşkanlığı veya Bakanlık kararlarıyla geçici olarak kapatılan işyerlerinde; esnafın kira harcamaları AVM’ler hariç tutularak, Maliye ve Hazine Bakanlığınca, bu işyerlerinde çalışan işçilerin ücretleri de, kısa çalışma ödeneğinden yararlananlar hariç olmak üzere asgari ücret üzerinden ve işyeri kapalı kaldığı sürece İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmalıdır. Bu işyerlerinde çalışan işçilerin kredi kartı ya da tüketici kredisi borçları bankalar tarafından üç ay süreyle faizsiz ertelenmelidir. Çiftçilerin borçları yeniden yapılandırılarak, bir yıl süreyle faizsiz ertelenmelidir. Küçük ve orta boy işletmelerin bankalardan kredi kullanabilmeleri için TBMM’nden süratle bir “sicil affı” yasası çıkarılmalıdır.
Salgından en fazla etkilenecek turizm, eğlence, konaklama ve ulaşım gibi sektörleri desteklenmelidir. Süratle bir “Aile Yardımları Sigortası” yasası çıkarılmalı, her yoksul aileye asgari 2 bin liralık gelir güvencesi sağlanmalıdır. Ve hepsinden önemlisi vatandaşın sırtında büyük bir kambur oluşturan kamu özel işbirliğiyle yaptırılan “yol, tünel, köprü, şehir hastaneleri ve havaalanlarının” müteahhitlerine bütçeden yapılan Hazine garantili ödemeler bir yıl süreyle ertelenmeli ve garantiler Türk Lirasına çevrilmelidir.
Bu sürecin gençlik üzerinde ki etkileri nelerdir? Önerilerinizi paylaşabilir misiniz?
Türkiye’de son resmi rakamlara göre, yalnızca genç işsizlik oranı yüzde 25. Ve düşünün ki bu oran salgın öncesi döneme ait yani salgının etkisini henüz yansıtmıyor. İşsizlik gençlerimiz açısından en büyük sorunken, şimdi işsizlik sorununun bu krizle birlikte daha da büyüyeceğini kestirmek zor değil. Yine milyonlarca öğrenci bu dönemi uzaktan eğitim alarak tamamlayacak, ancak biz biliyoruz ki birçok öğrenci uzaktan eğitimi tamamlayacak teknik donanıma sahip değil. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanamadığı için öğrencilerimiz ilkokul düzeyinden üniversite düzeyine dek ciddi sıkıntılar içerisine girdi. YÖK, öğrencilere bu dönemi dondurma hakkı verdi ama eğitim hayatında yarım dönemlik bir uzama bile birçok öğrenci açısından hem maddi hem manevi bir külfet demek.
Gençlerimizin üzerindeki işsizlik yükü salgınla birlikte daha da arttı. Küresel ölçekte bir ekonomik durgunluk, ekonomik daralma beklenirken ülkemiz ekonomisinin de bu durumdan payını alacağı açıktır. Salgın sonrası katmerlenecek ekonomik krizin faturasını da gençlerimiz başta olmak üzere dar gelirli yurttaşlarımız, emekçiler sırtlanacak. Bu faturanın ağırlaşmaması için bir an evvel az önce saydığım, Genel Başkanımızın önerileri hayata geçirilmelidir.