Bu hafta yayınlanmak üzere farklı bir yazı kaleme almıştım. Ancak Esenyurt belediye başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer ‘in hukuksuz bir biçimde tutuklanması ve bu süreçte en doğal insani haklarının gasp edilmesi bana yakın geçmişte gerçekleşen bir olayı hatırlattı bunun üzerine hazırlamış olduğum yazıyı ileri bir tarihte gazeteye gönderme kararını verip aşağıdaki yazıyı kaleme aldım
Anadolu coğrafyasında sahne sanatlarının gelişmesinde Ermeni sanat emekçilerinin inkâr edilemez bir katkısı vardır. Bunların bir kısmının adları benim kuşağıma mensup olanların belleğinde yer etmiş bir kısmı ise unutulup gitmişlerdir. Ermeni sanat emekçilerinin Anadolu sahnelerinde yer alıp kendilerini kabul ettirmeleri hiç de kolay olmadı. Tiyatro tarihçisi ve araştırmacı Boğos Çalgıcıyan’ın ifadesi ile “Ermeni sanat emekçilerinin pek çoğunun sadece Ermeni ve sanatçı oldukları gerekçesi ile mahkemelerde tanıklıkları kabul edilmedi. Sahneye çıkan Ermeni kadınlar bu iş için pavyon vesikası almak zorunda bırakıldılar”
Bu zorlu koşullardan geçerek Anadolu sahne sanatlarında kendilerine haklı bir yer edinmiş olan Ermeni sanat emekçileri arasında Güllü Agop’un çok özel bir yeri vardır kanımca.
Oyunculuktan daha çok yönetmenliği ve idari görevlerdeki başarısı ile ünlenmiş olan Güllü Agop (Gerçek adı Agop Vartovyan) 1840 yılında Beşiktaş’ta doğdu. Bu semtteki Ermeni ilkokulunu bitirdikten sonra hayata atıldı ve sıvacılık, nakkaşlık gibi işlerde çalıştı.
1961 yılında balık halinde çalışmakta iken tanıştı tiyatro ile. Kendini kabul ettirene kadar gündüzleri değişik işlerde çalıştı akşamları ise sahneye çıktı. Yaptığı işler arasında sıvacılık da vardı. Bu süreçte Beylerbeyi Sarayı’nın inşaatında da görev aldı. Sarayın inşaatı esnasında gösterdiği başarı nedeni ile Sultan Abdülaziz kendisini 500 altın lira ile ödüllendirdi.
Güllü Agop efsanesi bu ödül sonrasında başlar. Burada uzun uzun onun yaşam öyküsünü anlatacak değilim. Yaşamında gerçekleştirdiği işlerden söz edeceğim kısaca.
-Padişahtan aldığı 500 altın lira ile Gedikpaşa’daki eski bir binayı onararak tiyatro salonu haline getirdi.
- Müslüman sanat emekçilerinin de sahneye çıkabilmeleri için çaba sarf etti ve erkek Müslüman sanat emekçilerinin sahneye çıkmalarını sağladı
- Türkçe konuşmakta güçlük çeken Ermeni sanatçılara yönelik diksiyon kursları açarak Türkçe oynanan oyunların kalitesinin gelişmesini sağladı.
- Müslüman kadınların da tiyatro izleyebilmeleri için salonunda onlara yönelik özel bölmeler yaptırdı.
- Batı tiyatrosunun ünlü eserlerinin Türkçe ‘ye kazandırılmasını sağladı.
- Yerli yazarların oyun yazmalarını teşvik etti. Bu konuda da hayli başarılı oldu ve Türk diline pek çok tiyatro eseri kazandırdı.
- Türk Diline kazandırmış olduğu eserlerden Namık Kemal’in yazdığı “Vatan Yahut Silistre” oyununun prömiyeri sonrasında yaşananlar Osmanlı’da önemli bir sivil itaatsizliğe neden oldu. Namık Kemal’in sürgüne gönderilmesi, ikdam gazetesinin kapatılması ile sonuçlanan olaylar tiyatronun yığınlar üzerindeki etkisini göstermek açısından son derece önemlidir. Bu olaylar sonrasında tiyatro izleyicilerinin sayısı büyük artış gösterdi.
- Tiyatronun başarısı Üsküdar ve Galata’da da oyunların sahnelenmesini sağladı yılda yaklaşık 100 kez sahne almaya başladılar
Bu gerçekleştirdikleri ile Darülbedayi’nin (Osmanlı bünyesinde kurulan konservatuar. İstanbul Şehir Tiyatrolarının öncülü) temellerini attı adeta.
1882 de sarayın hizmetine girdi. Devlet memuru oldu. Bu süreçte Müslümanlığı kabul etti ve
Mehmet Yakup adını aldı.
1902 de yaşama veda etti. Yahya Efendi Mezarlığına gömüldü.
İlgisizlikten midir? Yoksa Müslümanlığı kabul etmiş bile olsa bir Ermeni’nin Yahya Efendi gibi önemli bir din aliminin türbesinin yanına gömülmüş olmasının verdiği rahatsızlığın bir ürünü müdür? Bilinmez kayboldu mezarı
2011 yılında Boğos Çalgıcıoğlu bir tesadüf sonucu buldu mezarı. Harabeye dönmüştü aradan geçen 109 yıl içinde.
Öykü burada bitmiyor.
Güllü Agop’un oğlu ünlü bir keman virtüözü idi (Necip Yakup Aşkın) torunu Yücel Aşkın ise bilim insanı oldu.
Prof.Dr. Yücel Aşkın Van 100. Yıl Üniversitesi rektörü oldu 1999 da. Üniversite’nin içe kapalı yapısını değiştirdi. Okuldaki eğitimin kalitesini yükseltecek bir dizi çalışma yapıp okula saygınlık kazandırdı.
Yıl 2003
Yerel basında haberler çıkmaya başladı onun hakkında:
Ermeni tiyatro sanatçısı Güllü Agop’un torunu idi o. Tiyatro emekçisinin mezarı kaybolmuştu ama soyunun izini sürmüşlerdi. Ona itibar kaybettirmeyi amaçlayan bu haberler daha sonra iktidar yanlısı ulusal basında da yer almaya başladı.
Yücel hoca çok net bir tanıt verdi bu haberlere:
Dedemle gurur duyuyorum
O dede ile gurur duyulabilirdi ancak.
Ne var ki siyasi iktidar ile iyi geçinmeyen, yaptıkları ile iktidarı rahatsız eden bir hoca idi o.
Bir bilimsel toplantı için Azerbaycan’da bulunduğu bir anda evine baskın düzenledi polis.
Koleksiyon merakı vardı hocanın
Koleksiyonundaki tüm parçaları aldılar tarihi eser diye.
Tarihi eser kaçakçılığından soruşturma açtılar hakkında
Ülkeye döner dönmez gözaltı. Ardından tutuklama
Koleksiyonundaki tüm eserler kayıtlı idi oysa.
Dikkate almadılar. Tutukladılar. Yargılandı tarihi eser kaçakçılığından. Beraat etti doğal olarak Tutuklanması hukuksuzdu, Evindeki tüm eserlerin kaydı vardı. Bütün bunlar ortaya çıktı duruşma esnasında. Aklandı aklanmasına da bu süreçte yeni ve siyasi iktidar ile uyumlu bir rektör atanmıştı üniversiteye.
Hoca aklandıktan sonra emekli oldu kendi arzusu ile.
İstanbul’a yerleşti daha çalışabilirdi oysa.
Onun tutuklanmasını sağlayan savcı akp den milletvekili oldu daha sonra.
Ben bir benzerlik buldum Ahmet Hoca ile Yücel Hocanın yaşadıkları arasında
Ne dersiniz?
Haksız mıyım?